Konu Başlığı: Ashabın Hâtmün Nübüvvet İle İlgili Delilleri Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 02 Eylül 2012, 20:56:48 Ashab Ve Tâbiûnunhâtmü'n-Nübüvvet İle İlgili Delilleri Ashab ve tâbiûnun bu konu hakkında icma ettiklerini bildirdikten sonra, tek tek görüşlerinden bahsetmek zaruri gözükmeyebilir. Ancak yine de önde gelen sahabelerin ve tabiunun bu görüşü açıkça ve vazıh şekilde izah eden ifadelerine yer vereceğiz. îbu Bekr Sıddık, Ridde (zekât vermekten sakınma) olayı ile ilgili olarak yaptığı bir konuşmanın seyri esnasında şöyle demiştir: "Vahiy ebediyen sona erdi. Din kemâle erdi. Şimdi ben hayatta iken din tökezlemeye mi başlayacak?" (Neseî'den ve Sahiheyn''den rivayetle Riyazu'n-Nadra, c. I, s. 98 ve Süyûtî, Tarihü'i-Hulefa, s. 94). Yine Hz. Ebu Bekr, Rasülullah vefat ettiğinde: "Bugün Allah Teâlâ'dan gelen vahyi kaybettik." demiştir. (Delâilü't-Tevhidrmde nakleden Ebu İsmail Haravi -bkz. Kenzü'l-Â/, c. IV, s. 50). Ömer b. Hattab'ın bu gerçeği defalarca tekrarladığı Sahih-i Buhari'de mevcuttur, (c. I, s. 310). Enes, Hz. Peygamber vefat ettikten sonraki bir zamanda, Ebu Bekr-i Sıddık'm Ömer'e kendisiyle Ümmü Eymen'e gelmesini söylediğini nakletmektedir. Hz. Peygamber de onu ara sıra ziyaret edermiş. Enes, üçünün birlikte Ümm-ü Eymen'e gittiklerini anlatmaktadır. Bizi kapısında gördüğünde gözyaşlarına boğuldu. Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer onu teselli ederek şöyle dediler: "Bak, Ümmü Eymen, Allah, Rasûlü için daima en iyisini arzular, bu da onun için hayırlıdır!" Ümmü Eymen şöyle cevapladı: "Allah'tan gelen herşeyin Rasûlullah için hayırlı olduğunu biliyorum. Ben göklerden gelen vahyin kesildiğine ağlıyorum!" dedi. Bunu duyunca üç sahabe de ağlamaya başladılar. (Kem, c. IV, s. 48). fevâhib-i Ledüniye'de, başlangıçta Hz. Ömer'in Rasûlullah'in öldüğünü inkâr ettiği kaydedilmiştir. Hz. Ebu Bekr'in onu şiddetle ikaz ettiği ve şu hissiyat yüklü konuşmayı yaptığı nakledilmektedir: "Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana feda olsun. Senin fazilet ve kemalâtm o derece idi ki, Allah seni peygamberlerin sonuncusu olarak gönderdi ve seni (yaratılış bakımından) peygamberlerin ilki olarak halketti. 'Peygamberlerden söz almıştık. (Ey Muhammed!) Senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir söz almışızdır." (33: 7) (el-Meva-hib, c. II, s. 496). Hz. Ali, Rasûlullah'i şöyle tarif etmektedir: "Omuzlarının arasında peygamberlik mührü vardı ve o peygamberlerin sonuncusu idi." (Tirmizî, Şemail, s. 3). Ali'nin ifadesinden Rasûlullah'm sırtında bir peygamberlik mührü bulunduğunu ve bunun da peygamberlerin sonuncusunun alâmeti olduğunu anlıyoruz. Tâbiûndan ve Ali'nin talebesi Seleme el-Kindî, Hz. Ali'nin talebelerine, Hz. Muhammed'e şöyle salâvat getirilmesi gerektiğini söylediğini belirtmiştir: "Yeryüzünü yayan ve gökleri yaratan Rabbimiz! Her şeyin en hayırlısını, en yüce nimetlerini ve en yüce rahmetini, (saadet) kapılarını açan ve geçmişte açık kalmış olan nübüvvet (defterim) kapatan kulun ve elçin Muhammed'e bahçeyle!" (Kadı İyaz, eş-Şifâ). Kadı İyaz, Hz. Ali'nin "...Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber (Muhammed)e salâvat getirirler..." (33: 56) âyetini okuduğunda şu salâvati getirdiğini nakletmiştir: "Ey Rabbim! Aziz ve Rahim olan Allah'ın ve huzurundaki meleklerin ve nebilerin, sıddıkların, şehidlerin ve müttakilerin ve Seni teşbih eden bütün mahlukâtın rahmeti, Abdullah'ın oğlu ve peygamberlerin sonuncusu Mulıammed'in üzerine olsun." (Şifa, c. III, s. 503). İbn-i Mâce ve Beyhâkî ise İbn-i Mesud'dan şu salâvatı rivayet etmişlerdir: ''Ey Rabbim! Rahmetin, bereketin ve şefaatin rasûllerin 'e müttakilerin önderi, nebilerin sonuncusu olan Muhammed'in üzerine olsun!" (Şerhüş-Şifa, c. m, s. 530). Hadisci Deylemî bunu doğrudan Hz. Muhammed'den nakletmiştir, ancak Hafız İbn-i Hacer Askalânî bu hadisin mevkuf olduğunu bildiriliştir. İbn-i Ebî Evfa ya, Hz. Muhammed'in oğlu İbrahim'i görüp görmediği soruldu. İbn-i Ebî Evfa gördüğünü söyledi ve şunu ekledi: "Hz. Muhammed'den sonra peygamber geleceği kaderde olsaydı İbrahim yaşardı." (Buharı, Sahih). Suddî, Enes'e İbrahim'in kaç yaşında öldüğünü sordu. Hz. Enes: "Emekleme devrini tamamlamadan öldü. Eğer yaşasaydı peygamber olurdu, ancak yaşamadı; çünkü sizin peygamberiniz bütün peygamberlerin sonuncusudur." dedi. (İbn-i Asâkir, Telhis-i TarihÜ'l-Kebtr, c. I, s. 294). Ka'bu'l-Ahbâr, Cennet ehlinin Rasûlullah'in adını Abdülkerîm olarak ve Cehennem ehlinin ise Abdülcebbâr olarak bildiğini ifade etmiştir. Kutsal metinlerde ismi el-âkîb olarak geçer. Zebur'du ismi Fartk olarak geçer (el- Münâdî, Şerhü'ş-Şemâiî). Daha önceki kısımlarda âkîb kelimesinin bizzat Hz. Muhammed tarafından kendisinden başka yeni bir peygamber daha gelmeyeceği anlamına geldiğinin açıklandığı zikredilmişti. Vehb b. Münebbih, Önceki kutsal metinler konusunda uzman bir âlimdi. Bütün âlemlerin yaratıcısı olan Allah'ın bu ümmet hakkında şöyle buyurduğunu söylemektedir: "Rahmetimi yağdırmaya onlarla başladığım gibi rahmetimi yine bu ümmetle sona erdireceğim." (Tefstr-i İbn-i Kesir, c. VIII, s. 96). Süyûtî, Ebu Cafer Muhammed b. Ali'den şu nakli yapmıştır: "Yüce Allah Âdem'in neslini Âdem'in çocuklarının kaburga kemiklerinden âlemi meselde yaratırken elestü bi Rabbi-küm! t (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) Şahit istemişti ve 'evet!' kelimesini (kalu belâ) ile söyleyen Hz. Muhammed @ olmuştu. Bundan dolayı o peygamberlerin ilki ve en son yeryüzüne gönderilecek olanıdır." İHa-saisü'l-Kübrâ, c. I, s. 3). Ashab ve tâbiûnun hâtmü'n-nübüvvet konusunda söylediği her şeyi bir araya getirip büyük bir külliyat yapsak yine de konu hakkındaki bütün malzemeler toplanmış sayılamaz. Bu yüzden temel hadis kitaplarında hâtmü'n-nübüvvet konusu ile ilgili beyanlarda bulunmuş olduğu belirtilen zâtlardan ancak bir kısmının kısa bir listesini sunuyoruz: Hâtmü'n-nübüvvet'm sahihliğine şehadet getirmiş olan ashabın listesi: Ebu Bekir Sıddık, Ömer-ül Faruk, Ali, Abdullah b. Ömer, Aişe, Ubey b. Ka'b, Enes, Hasan, Abbas, Zübeyr, Selman, Mugire, Sa'd b. Vakkâs, Ebu Zerr, Ebû Saîd el-Hudrî, Ebu Hureyre, Câbir b. Abdullah, Câbir b. Semûre, Muaz b. Cebel, Ebu'd-Derdâ, Huzeyfe, îbn-i Abbas, Hâlid b. Velid, Abdullah b. Zübeyr, Âkil b. Ebî Talİb, Muaviye b. Cunde, Behz b. Hâkim, Cübeyr b. Mutim, Büreyde, Zeyd b. Ebî Evfa, Avf b. Mâlik, Nâfi, Mâlik b. el-Huveyris, Sefine (Ümm-ü Seleme'nin azatlı kölesi), Ebu Tufeyl, Nuaym b. Mesud, Abdullah b. Amr, Ebu Hazm, Ebu Mâlik Eş'arî, Ümm-ü Kurz, Zeyd b. Harise, Abdullah b. Sabit, Ebu Kata-de, Numan b. Beşir, İbn-i Ganem, Yunus b. Meysere, Ebu Bekre, Saîd b. Heysem (?), Sa'd, Zeyd b. Sabit, Irbâz b. Sâriye, Zeyd b. Erkâm, Mesud b. Mekreme, Urve b. Ruâym, Ebu Ümâme el-Bahilî, Temim ed-Dârî, Muhammed b. Hazm, Sehl b. Sad b. Saidi, Ebu Zümel el-Cühennî, Halid b. Ma'dan, Amr b. Şuayb, Mesleme b. Nufeyl, Kurra b. İyas îmran b. Husayn, Ukbe b. Amr, Sevban, Dahhak b. Nevfel, Mücahid, Mâlik, Esma bint Humeys, Hubeyş b. Cünade, Adullah b. Haris, Seleme b. el-Ekvâ, İkrime b. el-Ekvâ Amr b. Kays, Abdurrahman b. Semûre, Esma b. Mâlik, Ebu Kayle, Ebu Musa Eşari, Abdullah b. Mesud (radiyallahü anhüm). Ashabın önde gelenlerinden bu 80 zât, daha önce açıkladığımız konunun canlı şahitleridirler. Onlar Mirza'nm peygamberliğine şehadet eden Kanhayya Lal gibi değildirler. Onlar nübüvvet güneşinin ziyalarıdır. İlâhi rehberlik yolunun yıldızları, nebevî İlimlerin mirasçısı, iman ve sadakat timsali ve bütün dünyaya ilim ve amel öğretİcisidirler. Onlar mübarek sahabe topluluğudur. Bizler onlan taklit edersek selamete erişebiliriz. Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: "Benîm ve ashabımın benimsediği hayat tarzı budur!" Ashab doğru yolda olduğuna göre bizler de onları takip ederiz. Eğer hakikat Hz. Muhammed ve ashabının örneklik ettiğinden başkası ise biz böyle hakikati kesinlikle reddederiz. "Kurtuluşum senin sevgine son vermekle mümkün olacaksa, bırak olmasın. Böyle kurtarıcılığa ihtiyacım yok!" diyen şair ne güzel söylemiş. Şimdi de iddiamızı delİllendirmek için İslâm'ın önde gelen âlimlerinin eserlerinden faydalanılacaktır. Tabiî ki bu da çok geniş bir ummandır. Ancak bu ifadelerin bazılarını aktarabilecektir. Alimlerin görüşleri muhaddisûn, müfessirûn vefukaha başlıkları altında incelenecektir. Aslında İslâm âlimleri böylesi kesin sınıflara ayrılmış değildir. Her büyük âlim mukaddîs veya fakihtk. Aynı zamanda müfessîr'dir. Onları metodolojik bir sınıflama için de sergilemek çok güç olup aynı zamanda pratik de değildir. Bu yüzden aşağıdaki sınıflamalarda çok kesin sınırlar olmayışı tabiî karşılanmalıdır. |