Konu Başlığı: Arkeoloji Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 06 Haziran 2012, 17:32:32 20- Arkeoloji Arkeoloji, eski çağların, özellikle tarih öncesi devresinin bilimidir (The Oxford Con-cise Dictionary). O, tamamen eski çağların ve antik şeylerin yapısına işaret eder; fakat onun asıl önemi zaman zaman genellikle inceleme ve araştırmalar zirciriyle tesbit edile-gelmiştir. Arkeoloji bir dereceye kadar, herhangi bir topluluğun ilk devirlerine ait olan her şeyi içine almasıyla tanımlanmıştır. (Encyclopedia Britannica, Cilt II, s. 333). Bir ulusun tarih öncesi kültürel başarılarını ortaya çıkarmak için, uluslararası düzeyde büyük harcamalar yapılır. İlerlemelerinin derecesi, sanat ve mimarî alanlarında gösterdikleri başarıyla ölçülür. Güzel binalar ve heykeller, büyük bir medeniyetin ve maddî ilerleyişin işareti olarak kabul edilir. Bütün arkeolojik çabalar, onların manevî yanlan veya Yaratıcılarına karşı davranışları gözönüne alınmadan, bir topluluğun geçmişteki tüm tarihi üzerinde toplanır. Kur'an-ıKerim, farklı bir açıdan ve bambaşka bir amaçla arkeolojik çalışmalardan sö-zeder. O, heybetli yapılarını, saraylarını ve büyük heykellerini takdir etmek için değil, onların bu dünyada nasıl yaşadıklarını görmek İçin, kişinin dikkatini eski insanlara çeker. Onlar bu dünyada, Yaratıcının hâkimiyetini kabul etmeden, bağımsız olarak mı yaşamışlardı, yoksa Allah'a inanmışlar ve O' nun peygamberlerinin yolunu izlemişler miydi? İlâhî hayat kurallarına mı, yoksa sadece nefislerinin kötü isteklerine mi uymuşlardı? Eğer Allah'ın kanununa itaat etmişler ve bütün hayatlarını ona göre düzenlemişlerse, onlar başarılıydılar. Diğer taraftan, şeytanın peşinden gitmişlerse, büyük kültürler, medeniyetler ve imparatorluklar tesis etmiş olsalar bile, Allah katında başarısızdılar. Onların hepsi bilgisizdi ve cahiliyyet İçinde yaşamışlardı. Büvük başarı ve ilerleme kaydetmelerine rağmen, Kur'an'a göre, gayri medenî ve kültürsüz olabilirler. Bu zamanda olduğu gibi, geçmişteki İnsanlar hakkında da karar vermek için tavsiye edilen ölçü, imandır. Her kim Allah'a inanır ve iyi, doğru olarak hareket ederse, o başarılıdır, medenîdir ve ilerlemiştir; ve her kim inanmıyorsa, o da başarısızdır, gayri medenidir ve geri kalmıştır. "Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bakî kalacak olan salih ameller ise, Rabbi-nin katında, sevapça da hayırlıdır, amel olarak da hayırlıdır." (18: 46). Kur'an-ı Kerim, Allah katında hangi tip insanın ve hangi çeşit hareketin övgüye değer ve iyi, neyin kötü ve fena olduğunu gösteren bir örnek verir: "Kâfirlere ve müminlere iki adamın halini misal getir: Birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz ve her iki bağın da etrafını hurmalarla çevirmiş, aralarında ekinler bitirmiştik. Her iki bahçe de ürünlerini vermişlerdi, hiçbir şeyi noksan bırakmamışlardı. İkisinin ortasından bir de nehir akıtmıştık. Bu adamın (başkaca) gelirleri de vardı. Bundan dolayı, arkadaşıyla konuşurken; 'Ben, malca senden daha zenginim, nüfusça da senden daha kuvvetliyim' dedi. Kendisine şöylece yazık ederek bahçesine girerken; 'Bu bahçenin batacağını hiç zannetmem. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. And olsun ki eğer Rabbime döndürülürsem, orada bundan daha iyisini bulurum' dedi. Arkadaşı ona hitap ederek; 'Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni insan kılığına koyanı mı inkâr ediyorsun? İşte o benim Rabbim olan Allah'tır. Rabbime kimseyi ortak koşmam. Bahçene girdiğin zaman; Bu Allah'tandır, benim kuvvetimle değil, Allah'ın kuvveti ile olmuştur.de-men gerekmez mi? Rabbim bana, senin bahçenden daha iyisini verebilir ve seninkinin üzerine gökten bir afet indiriverir de bahçen yerle bir olur. Yahut suyu çekilir de bir daha onu bulamazsın.' Nitekim ürünleri yok edildi, bağın altüst olmuş çardakları karşısında sarf ettiği emeğe içi yanarak ellerini oğuştu-rup: 'Keşke Rabbime kimseyi ortak koşma-saydım.' diyordu. Ona Allah'dan gayri yardım edecek bir topluluğu da yoktu, kendi kendini de kurtaramadı. Burada kudret ve hâkimiyet varlığı gerçek olan Allah'ındır. Mükâfatlandırma bakımından hayırlı olan da, sonuçlandırma yönünden hayırlı olan da O'dur!' (18: 32-44). Böylece Kur'an-ı Kerim, arkeoloji çalışmalarına, Batı'nınkinden çok farkh*bir yaklaşım getirmiştir. Allah'ın peygamberlerini inkâr eden önceki milletlerin sonunu görüp, kendisi için bir ders alabilsin diye, geçmiş tarih olayları, insanın dikkatine sunulmuştur. Mümin Suresi'nde şöyle buyurulur: "Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden çok daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mî? Kazandıkları onlara bir fayda vermemiştir." (40: 82). Kur'an-ı Kerim, insanları, etraflarına bakıp günahkârların akibetlerini görmeye çağırır: "Nice memleketler vardı ki, zulüm yapıyörlarken biz onları helak ettik. Artık çatıları çökmüş, kuyuları metruk, yüksek sarayları bomboş kalmıştır. Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, orada onları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de körleşir." (22: 45-46). Eğer yine gözleyen gözlerle bakarsanız: "Nice memleketlere haksız oldukları halde, mehil vermiştim. Sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş ancak O'nadır." (22: 48). Kur'an-ı Kerim'de, insana, ülkeyi baştanbaşa dolaşıp, arkeolojik kalıntıları görmesini ve eski insanların tarihini incelemesini tavsiye eden pek çok pasaj vardır. Dünyanın her köşesinde, yıkılmış ve terkedilmiş saraylar, kıral şatoları, çok güzel döşenmiş binalar, göz alıcı bahçeler ve tamamen bir harabe halinde olan bakımsız kuyular bulabilirsiniz. Bir zamanlar kocaman binaların ayakta duran ve yıkılmış duvarları, o insanların sonunu gösteren yeterli bir delildir. Bunlar, Allah'ın peygamberlerini ve onların mesajlarını reddedenlerin korkunç sonuna tanıklık eder. Aynı zamanda, insan tarihin diğer bir temel gerçeğine işaret eder: Milletlerin hareketlerini yöneten, Allah'ın prensipleri ve genel kuralları vardır. Allah'ın emirlerine itaat eden, O'nun prensiplerine uyan bir millet, ahirette olduğu gibi bu dünyada da kazançlıdır. Ve Allah'ı inkâr edip, O'nun kanununu reddeden ve şeytanın yolunu izleyen bir millet de, Allah tarafından yokedilir ve hem bu dünyada, hem de ahirette günahlarının kötü sonuçlarından zarar görür. Bu dünyada, gören gözler için, kendilerinden önce günahları yüzünden kaç milletin yok olup gittiğini gösteren pek çok örnek vardır: "Biz nice memleketleri yok etmişizdir: Geceleyin veya gündüz uykularında iken baskınımıza uğramışlardır. Azabımız kendilerine geldiği zaman; 'Gerçekten biz haksızdık.' ..." (7: 4-5). Kur'an-ı Kerim, ilerlemiş ve sonra yanlış hayat tarzlarını benim semeleriyle kendi kendilerini helak eden pek çok .milletlerden örnekler verir. Nuh kavminden bahseder: "Bunun üzerine Nuh'u yalanladılar. Biz de Nuh'u ve kendisiyle beraber gemide bulunanları kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Çünkü onlar, kör bir milletti." (7: 64). Yunus Suresi'nde şunları okuyoruz: "Nuh'u yalancı saydılar. Biz de onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Bunları Ötekilerin yerine geçirdik. Ayetlerimizi. yalanlayanları suda boğduk. Uyarılanlardan söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak." {10: 73). Şuara Suresi'nde şu sözler geçer: "Nuh kavmi, peygamberleri inkâr etti... Bunun üzerine biz, onu ve beraberindekileri, dolu gemi içinde taşıyarak selâmete çıkardık. Sonra da arkar sından geride kalanları boğduk." (26: 105, 119-120). Kur'an-ı Kerim, sonra gelecek nesillere hitap eder ve onların dikkatlerini, anlamaları ve ondan gerekli sonuçlan çıkarmaları için bu tarihî olaya çeker: "Doğrusu bunda bir ders vardır. Öyle iken onların çoğu inanmamıştır." (26: 121). Nuh'ın kavmini, Âd'ın kavmi takibetti: "Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u gönderdik... Hûd, onlara şöyle dedi: 'Artık Rabbinizin azap ve öfkesini hak ettiniz. Allah'ın hiçbir delil İndirmediği, putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin, doğrusu ben de bekleyenlerdenim.' dedi. Nihayet Hûd'u ve beraberindeki iman edenleri, rahmetimizle kurtardık ve ayetlerimizi yalan sayan iman etmemiş olanların kökünü kestik." (7: 65, 71-72). Hûd Suresi'nde şunları okuyoruz: "Onlar da dediler ki: 'Ey Hûd, sen bize bir belge getirmeden, senin, sözünden Ötürü tanrılarımızı terketmeyiz ve sana inanmayız... İşte bu Rablerinin ayetlerini bile bile inkâr eden peygamberlerine kafa tutan ve her inatçı zorbanın emrine uyan Âd milletidir. Onlar hem bu dünyada, hem ahiret gününde lanete uğradılar. Bilin ki Âd milleti Rablerini inkâr etti ve yine bilin ki Hûd'un milleti Âd, Allah'ın rahmetinden uzaklaştı." (11: 53, 59-60). Yine Kur'an-ı Kerim, Âd kavminin kaderinden, kendi yararlarına bir hikmet dersi almaları için, insanların dikkatlerini çeker: "Böylece onu yalanladılar. Biz de onları helak ettik. Bunda şüphesiz ki ders vardır, ama çoğu inanmamıştır." (26: 139) . Onların soyundan gelen Semûd kavmi de, Rablerinin peygamberini kabul etmediler. "Semûd (kavmine) de kardeşleri Salih'i (gönderdik)... O kibirlenerek iman etmeyenler: 'Doğrusu biz, o sizin iman ettiğiniz şeyi inkâr ediyoruz.' dediler... Bu yüzden onları şiddetli bir sarsıntı yuttu da oldukları yerde di-züstü çöküverdiler." (7:73, 76, 78). HûdSu-resi'nde şöyle geçer: "Onlar, 'Ey Salih! Sen, bundan önce aramızda iyilik beklenir bir kimse idin. Şimdi, babalarımızın taptığı şeylere tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Doğrusu senin bizi çağırdığın şeyden şüphe ve endişedeyiz! dediler... Buyruğumuz gelince, Salih'i ve beraberinde iman etmiş olanları tarafımızdan bir rahmet olarak o günün rezilliğinden kurtardık... O zulmedenleri ise, korkunç çığlık tuttu. Oldukları yerde çöküverdiler. Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki, Semûd milleti Rabbini inkâr etmişti. Bilin ki, Semûd milleti Allah'ın rahmetinden uzaklaştı." (11: 62, 66-68). Aynı şekilde Medyen kavmi de peygamberlerini reddettiler ve diğerleri gibi aynı yoldan gittiler. "Medyen kavmine de kardeşleri Şu-ayb'ı peygamber gönderdik... Milletinin İnkâr eden ileri gelenleri, 'Dinimizi bırakıp Şu-ayb'a uyarsanız, andolsun ki siz kaybedersiniz.' dediler. Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler. Şuayb'ı yalanlayanlar, yurtlarında sanki yaşamamışlar gibi oidular, izleri bile kalmadı. Mahvolanlar Şuayb'ı yalanlayanlar oldu!' (7:85, 90-92). Hûd Suresi'nde şunları okuyoruz: "Onlar dediler ki: 'Ey Şuayb! Babalarımızın taptıkları şeyleri terk etmemizi, yahut mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı men eden senin namazın mıdır? Doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin! dediler... Buyruğumuz gelince Şuayb'ı ve beraberinde iman edenleri tarafımızdan bir rahmet olarak kurtardık. Haksızlık yapanları korkunç bir çığlık yakaladı, oldukları yerde çöküverdiler. Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki, Semûd milleti Allah'ın rahmetinden uzaklaştığı gibi Medyen halkı da uzaklaştı." (II: 87, 94-95). Peygamberlerini reddeden Lût kavmi de aynı akıbete uğradı: "Buyruğumuz gelince, o memleketin altını üstüne getirdik; o üzerine de Rabbinin katından, işaretli olarak yığın, yığın sert taş yağdırdık." (11: 82). Firavun ve kavmi de, peygamberi inkâr etmişlerdi. "Bu peygamberlerden sonra, Musa ile Harun'u, Firavun ve erkanına ayetlerimizle gönderdik. Ama büyüklük tasladılar ve suçlu bir millet oldular." (10: 75). Böylece milletler, birbiri peşisıra dünyayı devraldılar, ancak Allah'ın peygamberlerini reddedip, Şeytan'ın kötü yolunu İzleyerek kendilerini helak ettiler. Diğerleri, kötü işleri yüzünden yok olup giderken, sadece Allah'ın mesajına inananlar kurtuldu. Birçok kavim sırayla dünyaya varis oldu, fakat onların pek azı, gerçekten ilâhî mesaja inandılar. Kur'an-ı Kerim, ticarî gezileri sırasında, Önceki milletlerin harabelerine uğramaları gerektiğini, insanlara belirtir. "Andolsun ki bu putperestler belâ yağmuruna tutulmuş olan kasabaya uğramışlardı. Onu görmediler mi? Hayır, tekrar dirilmeyi ummuyorlardı." (25: 40). Böylece Kur'an-ı Kerim, inanmayanların, başka ülkelere yaptıkları gezilerde (kendileri için) gördükleri harabelerin nadir bir manzara olduğu fikrine karşı çıkıyor. Etrafta, önceki milletlerin enkazının delillerini taşıyan ve komşu ülkelere yapılan gezilerde görülmesi gereken pek çok yer vardır. "Sizden önce neler geçmiştir. Onun için yeryüzünde gezin de yalancıların sonu ne olmuştur görün." (3: 137, 6: 11). Saffât Suresi'nde şunlari okuyoruz: "Sonra diğerlerini helak etmiştik. Elbette siz, sabah ve akşam onların üzerinden geçersiniz. Artık düşünüp ibret almaz mısınız?" (37: 136-138). Yusuf Suresi'nde is*e: "Şimdi kâfirler, kendilerinden önce gelen inkarcıların akibetlerinin nasıl olduğuna bakıp ibret almak için yeryüzünde dolaşmıyorlar mı? Muhakkak ki, ahiret yurdu, Allah'tan korkanlar için hayırlıdır. Halâ bunu düşünüp akletmeyecek misiniz?" (12: 109; 27: 69). "Hilelerinin sonunun nasıl olduğuna bak. Biz onları ve kavimlerini toptan helak ettik. İşte, küfürleri yüzünden çökmüş, harabeye dönmüş evleri! Bunda, bilen bir kavim için şüphesiz ders vardır." {27: 51-52). Eğer siz böylece seyahat ederseniz, pek çok eski milletin Rablerini reddettiğini ve kötü sonla karşılaştığını göreceksiniz, "Size, sizden önce gelen Nûh kavminin, Ad kavminin, Semûd kavminin ve onlardan sonra da tafsilatını ancak Allah'ın bildiği kavimlerin haberleri gelmedi mi? Onlara peygamberleri belgelerle gelmişlerdi de ellerini ağızlarına götürüp şöyle demişlerdi: 'Biz, sizinle gönderilene inanmıyoruz. Bizi davet ettiğiniz şeyden de şüphe ve endişe içindeyiz.' Peygamberleri de şöyle demişti: 'Gökler ve yeri yaratan Allah'ın birliğinden mi şüphe ediyorsunuz? O, günahlarınızı bağışlamak İçin sizi hak dine çağırıyor ve belirli bir vakte kadar size müsaade ediyor: Onlar da dediler ki: 'Siz de bizim gibi bir insansınız, bizi babalarımızın taptıkları şeylerden çevirmek istiyorsunuz. O halde, doğruluğunuzu ispat eder açık bir delil getiriniz. Peygamberleri onlara şöyle dedi: 'Evet, biz de sizin gibi ancak bir insanız; fakat Allah, kullarından dilediğine iyilikte bulunur. Allah'ın izni olmadıkça da sîze bir delil getirmeyiz. Müminler ancak Allah'a güvensinler. Bize yollarımızı gösteren Allah'a niçin güvenmeyelim? Bize ettiğinize elbette katlanacağız. Güvenenler ancak Allah'a güvensinler!" (14: 9-12). Bu ayetler açıkça gösterir ki, Allah'ın yolunu reddedenler bu dünyada ve ahirette ziyandadırlar. Allah'a inanan ve O'nun yolunu izleyenler ise kesin olarak kazançlıdırlar. Sa'd Suresi'nde şöyle buyurulur: "Onlardan evvel Nuh milleti, Âd, sarsılmaz saltanıtın sahibi firavun, Semûd, Lût milleti, Eykeliler de peygamberleri yalanlamıştı, işte bunlar da peygamberlerine karşı birleşen topluluklardır. Hepsi peygamberleri yalanladı da azabımı-hakettiler." (38: 12-13-14). Furkan Suresi'nde şöyle geçer: "Gerçekten Musa'ya o kitabı verdik.... 'Haydi ayetlerimizi yalanlayan o kavme gidin.1 dedik, nihayet onları (Firavun ve kavmini) tamamen helak ettik, Nuh kavmini de... Âd kavmini de, Semûd kavmini de, (Şuayb'ın) Ress ashabını da, bunların arasında geçen birçok nesilleri de helak ettik. Bunlardan herbirine nasihat olarak nice misaller anlattık. Fakat, iman etmediklerinden hepsini tamamen helak ettik." (25: 35-39). Kur'an-ı Kerim'den alınan bu ayetler, ilk milletlere ait hazineler ve arkeolojik bulgular hakkında hüküm vermek için, ölçüsünü açık bir şekilde ortaya koymuştur. Onların mimarî, sanat ve maddî ilerleme sahasındaki durumları ve başarıları, peygamberleriyle olan ilişkileri çerçvesinde görülüp, değerlendirilecektir. Onlar, peygamberlere inanmışlar ve günlük hayatlarında onların gösterdiği yolu izlemişlerse, medenî ve kültürlü insanlar olarak telâkki edilecekler, fevkalade bir düzen içindeki kültürleri ve medeniyetleri, diğer milletleri her sahada örnek teşkil edecektir. Fakat eğer, onlar peygamberlere inanmak yerine reddetmişlerse, maddî ve bilimsel gelişmelerine rağmen, kendileri gayri medenî, uygarlıkları da cahiliyet düzeni içinde addedilecekti. Kur'an-ı Kerim, Allah'ın peygamberlerini inkâr eden önceki milletlerin mal ve servetleri konusunda, bundan, özel olarak bahsetmiştir. Zuhruf Suresi'nde şunları okuyoruz: "Firavun, kavmine şöyle seslendi: 'Ey kavmim, Mısır'ın mülk ve saltanatı ile memleketimde akan büyük ırmaklar benim değil mi? Artık görmüyor musunuz? Yahut ben zavallı ve neredeyse konuşamayan bu kimseden daha üstün değil miyim?' " (43: 51-52). Kasas Suresi'nde şu sözler geçer: "Firavun, 'Ey ileri gelenler, sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum. Ey Ha-man! Benim için toprak üzerine bir ateş yak, tuğla hazırlayıp bana bir ktıle yap, çıkar belki Musa'nın tanrısını görürüm. Doğrusu ben Musa'yı yalancılardan sanıyorum.' O Firavun ve askerleri, yeryüzünde hakları olmayarak büyüklük tasladılar ve zannettiler ki, bİ2e döndürülmeyecekler." (28: 38-39). Bu, Allah'ı inkâr eden, hayattaki her şeyi bu dünya zenginliği ve zevklerinden ibaret sayan ve Kıyamet İnancını da tümüyle reddeden insanların davranışlarım açıkça gösterir. Âd kavmi de, onlardan farklı değildi. "Siz her tepeye bir koca bina kurup boş şeyle mi uğraşırsınız? Dünyada ebedî kalacakmışsınız gibi, bir takım saraylar ve havuzlar da ediniyorsunuz? Hem yakaladığınız vakit, merhametsizce, zorbaca yakalıyorsunuz... Size bildiğiniz şeyleri verenden sakının, size davarlar ve oğullar verenden, bahçeler ve akarsular ihsan edenden,... Onlar dediler ki: 'Sen öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da bizce farkı yoktur... Biz azaba uğratılmayız.' " (26: 128-138). Semûd kavminin davranışları da aynıydı. Onlar da, Âd kavmi gibi,"dünya malıyla gururlandılar ve peygamberlerinin uyanlarını hiçe saydılar: "Allanın sizi Âd milleti yerine getirdiğini, ovaların da, köşkler kurup dağlarında kayadan evler yonttuğunuz yeryüzünde yerleştirdiğini hatırlayın. Allah'ın nimetlerini anın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın." (7: 74). Kur'an-ı Kerİm'de, insanın tarihî ve arkeolojik kayıtlarından söz eden pek çok örnek vardır. Bu örneklerde, çeşitli kavimlerin büyük maddî gelişmelere, politik ve askerî güçlere sahip oldukları halde, Allah'a ve Kıyamet gününe inanmadıkları için nasıl yok olup gittikleri anlatılır. Onların dünyadaki başarılarının, sadece Allah'ın emrine itaat ederek yapılan iyi amelleri tartıp kaydeden doğruluk terazisinde hiçbir değeri yoktur. Bu, Kur'an nazarında, eski milletler ve medeniyetleri hakkında karar1 vermek için gerekli ölçüdür. Bu kriterle yaşayan bir millet kültürlü, medenî ve ileridir, onun medeniyeti de, Allah katında, diğer insanlar için Örnektir. Diğer taraftan, bu Ölçüyü kabul etmeyen bir kavim de, gayri medenî ve barbardır, onun medeniyeti de Allah katında, sadece bir cahiliyel gösterisidir. Bütün arkeolojik araştırmalar, amaçlan için, eski uygarlıklar ve kültürlerin sınıflandırılma ve tanınmasında bu modeli izleyeceklerdir. Bu konuda, üstünde durulması gereken diğer bir nokta da, arkeolojik çalışmaların, Kur'an tarafından yalnızca uyarıcı bir amaçla başlatıldığı, bunun için bütün araştırmaların o çizgide yürütülmesi gerektiğidir. Gelecek nesillere bazı hikmet dersleri vermek istenir, öyle ki, atalarının yaptığı hataları tekrar etmesinler, hareketlerini, Allah'ın peygamberlerinin öğretici ışığında yönlendirsinler. "Peygamberlerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her şey senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar. Sana bu belgelerle gerçek; inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir:' (11: 20). Tâhâ Suresi'nde şunları okuyoruz: "Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böyle anlatırız. Şüphe yok ki, sana tarafımızdan bir Kitap verdik"(20: 99). Şüphesiz ki, Kur'an, çeşitli içeriklerde, insanın geçmiş tarihini anlatır; fakat baştan sona esas tema, atalarının hatalarını tekrarlamamaları için, insanlara yol göstermek ve faydalanmalarını sağlamak amacıyla, daima öğüt veren bir görünümdedir. Birçok vakada, böyle anlatımlar, şu sözlerle son bulur: "Muhakkak ki bunda bir ders var, Öyle iken onların çoğu inanmamıştır." (26: 121, 158 ve 11:120). Bununla beraber, öğüt veren not bütün insanlar için geneldir, fakat sadece inanan akıllı kişiler onlardan ders alır. Secde Suresi'nde şunları okuyoruz: "Şimdi yurtlarında gezip dolaştıkları, kendilerinden önce nice nesilleri yok etmiş olmamız onları, doğru yola sevk etmez mi? Bunlarda şüphesiz ibretler vardır. Dinlemezler mi?" (32: 26). Bu, hayatın maddî yanının cazibesi ve parıl-tisıyla, yoldan çıkmamaları için, insanları uyarmak amacıyla, Kur'an-ı Kerim'in pek çok bölümünde de tekrar edilir. "Ey insanlar! Rabbİnizden sakının. Babanın oğlu, oğu-lun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın." (31: 33). Fatir Suresi'nde de şöyle buyurulur: "Ey insanlar! Allah'ın vaadi vuku bulacaktır. O halde, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın." (35: 5). Aslında, insanın yaratılış gayesi, onun, dünya zevkleri, varlıkları ve güçleri ortasında nasıl davranacağını denemektir. O, bu hayat zevk-leri içinde kendisini unutup, Yaratıcısını inkâr mı ediyor? Yoksa, bu dünyanın tüm zevk ve cazibelerine rağmen, dirayetli davranıp, Rabbini ve peygamberini hatırdan çıkarmıyor mu? Bu, onun yaratılışının esasıdır: "Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan O'dur. O güçlüdür. Bağışlayandır." {67: 2). Bu ayet, insanın yaratılışındaki gayeyi kesin olarak ortaya koyar; ve bu, İslâm'da arkeolojik araştırmalarla önceki milletler hakkında hüküm vermek için ölçüdür. Kur'an-ı Kerim'in başka bir ayetinde, bunun daha ileri bir izahı vardır. "Biz, yeryüzünde olan şeyleri, yer halkına bir süs yaptık ki, insanların hangisinin daha güzel bir amelde bulunacağını imtihan edelim." Böylece, Kur'an'ın, arkeoloji çalışmalarına yaklaşımı, modern Batı dünyasınınkinden tamamıyla farklıdır. Batı dünyası, sadece eski insanların, zamanlarında mimarî, sanat ve heyk,el alanındaki dünyevî başarılarını inceler ve gelişmeleriyle başarılarını bu maddî şeylerle ölçer. Onların inanışlarına, ahlâklarına ve hayat tarzlarına hiç önem vermez. Allah'a veya tanrılara inanmaları, peygamberleri kabul veya inkâr etmeleri, modern arkeolojistleri hiç ilgilendirmez. Ahlâka aykırı bir hayat tarzını benimsemeleri, hayatlarını ahlâksızlık ve kötülük içinde geçirmeleri, batılının arkeolojik sonuçlarım etkilemez; çünkü böyle şeyler, onun çalışmasının bir parçası değildir. |