Konu Başlığı: Ana Babanın Birliği Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 27 Temmuz 2012, 13:29:43 2- Ana Babanın Birliği İnsanlığı bir tek kardeşlik hâline getirmek için, Kur'ân sadece Tanrının birliğini ileri sürmez ve şu gerçeğe işaret eder: Dil, renk, ulus, kabile ve ülke farklılığına rağmen insanlar bir aileden gelmiştir: "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten (nefes alan candan) yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabb'inizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık(bağlarını kırmak)tan sakının. Şüphesiz ki Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir." (4:1). Bu âyetle insanlar bir taraftan Allah'tan ve O'nun azabından korkma konusunda uyarılırken, diğer taraftan onlara bütün insanların bir ana babadan yaratıldıkları ve birbirleriyle yakın bağlan oldukları hatırlatılmaktadır: "...O sizi bir tek nefisten yarattı." Başlangıçta bir tek insan yaratılmış ve bütün insanlık da ondan türetilip yeryüzüne yayılmıştır. Kur'ân'm bir başka sûresinde de Hz. Âdem'in "bir tek nefis" olduğunu öğrenmekteyiz. Ve eşi de Âdem'den yaratıldı. Hucurât Sûresinde şu ifadeleri görürüz: "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi taifelere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (Allah'ın emirleri dışına çıkmaktan) en çok korunanınızdır..." (49:13). Bu âyette bütün insanlığa dünyada adaletsizliğin, kötülüğün ve evrensel dejenarasyonun sebebi olan fenalık hatırlatılmaktadır. Bu fenalık hemen hemen her zaman insanlığı ifsat eden ırk, renk, dil, bölge ve ülke taassubudur. İnsanoğlu bu durumda bütün insanlığın birliğini gözden uzak tutarak ırk, renk, dil ve milliyet gibi tabiî sınırlan kendilerine kalkan yapıp, diğerlerini yabancı telakki ederek onları aşağı yaratıklar olarak görürler. Bu farklılıklar herhangi bir akıl, mantık ve ahlâk temeline dayanmaz; sadece doğum olayı üzerine bina edilir. Bazen bu farklılıklar aynı aileden, kabileden veya ırktan olmak ve bazen aynı coğrafî bölgede bulunmak ya da aynı dili konuşmak esası üzerine bina edilir. Bu temeller üzerinde bu farklılıklar diğer milletlere ve insanlara karşı kin, düşmanlık, hakir görme ve zulmetme gibi fikir ve eylemlerin oluşmasına sebep olur. Dinin, hukukun, ahlâkın ve sosyal prensiplerin bütün unsurları bu temeller üzerinde oluşur. Ve diğer renklerin, dillerin ve ırkların mensuplarına karşı bir nefret ve zulüm kampanyası başlatılır. Bu kısa âyette (49: 13) Allahu Teâlâ bütün insanlığa hitap ederek son derece önemli üç temel gerçeği açıklamıştır. Bunlardan biri şudur: Herkesin orijini (kökeni) aynıdır. Bütün insan ırkı bir tek erkek ve kadından yaratıldı. Ve bugün dünyada varolan bütün ırk ve uluslar gerçekte bir anne ve bir baba ile başlayan bir tek ırktan gelmektedir. Bu büyüyen silsilede insanların kendi aralarında suni olarak oluşturduğu herhangi bir farklılığa yer yoktur. İnsanların bir yaratıcısı vardır, tek bir kişiden ve aynı maddeden ve aynı ana ve babadan yaratılmışlardır. Bu nedenle herhangi bir grubun diğerleri üzerinde üstünlük iddia etmesi için mantıkî, ahlâkî ve sosyal hiç bir gerekçesi yoktur. İkinci olarak, asıl ve temel yönü ile insanların bir olmasına rağmen, kabilelere, ailelere ve uluslara ayrılmaları yaratılış gereğidir. Yeryüzünde yaşayan bütün insanların bir tek aile olamayacağı meydandadır. Nüfus artışıyla beraber sayısız ailelerin, daha sonra da ailelerden soyların ve milletlerin meydana gelmesi kaçınılmazdır. Aynı şekilde farklı coğrafî bölgelerde ve farklı iklimlerde insanların renkleri, özellikleri, dilleri ve hayat tarzları farklılaşmaktadır. Fakat bu tabiî farklılıklar soyluluk ve soysuzluk, üstünlük ve aşağılığı ima etmez. Aynı şekilde şunlar da söz konusu olamaz: Bir ırkın diğeri üzerinde üstünlük kurması, aynı renkteki insanların başka renkteki insanları hor ve hakir görmeleri, bir ulusun diğerleri üzerinde üstünlük iddia etmesi veya insan haklan konusunda bir zümrenin diğerine üstün tutulması gibi. Yaratıcının, insan topluluklarım soy, kabile ve ulus şeklinde düzenlemesi, sadece onların arasında tanışma ve doğuştan gelen yardımlaşmanın bu şekilde olmasından dolayı idi. Sadece bu yolla bir sülale, bir soy, bir kabile ve bir ulusun mensupları birleşerek ortak bir toplum düzeni kurabilirler ve hayatta karşılaştıkları her işte birbirlerine yardımcı olabilirlerdi. Allah'ın insanlar arasında tabii tanışma sebebi olarak yarattığı fıtratın bir üstünlük, kin, zulüm ve saldırganlık vasıtası yapılması şeytanî bir sapmadır. Üçüncü olarak, insanlar arasında bir üstünlük ve fazilet varsa ve olabilirse, o da sadece ahlâkî üstünlük ve fazilettir. Yaratılış bakımından bütün insanlar eşittir. Çünkü onların yaratıcısı birdir, aynı maddeden yaratılmışlar ve hepsinin soyları bir tek ana babaya dayanmaktadır. Bununla birlikte bir kimsenin, herhangi bir ülkede, ulusta veya ailede doğması, kendi iradesi ve seçiminin dışında ve hiçbir çalışma ve gayreti olmaksızın, İlâhî irade ile meydana gelmiş bir olaydır. Bu bakımdan birinin diğerine üstünlük iddia etmesi için hiçbir makûl sebep yoktur. Birinin diğerlerine üstün olmasını gerektiren asıl faktör, o kimsenin diğerlerinden daha çok Allah'tan sakınması, iyilik ve takva yolunu izleyenlerden olmasıdır. Böyle bir insan hangi aileye, hangi ırka ve ulusa ait olursa olsun bir derece ve şerefe nail olur. Bunun aksine olan biri de ister siyah ya da beyaz, ister doğuda ya da batıda doğmuş olsun, aşağı derecede bayağı bir insandır. (Mevdûdî, a.g.e.) Yukarıda meali verilen âyette özetlenen bu gerçekler Hz. Peygamber'in çeşitli hutbelerinde ve emirlerinde izah edilmiştir. O, Mekke'nin fethinde Kabe'yi tavaf ettikten sonra yaptıkları bir konuşmada şöyle buyurmuştur: "Sizden, cahüiyyetin ayıp ve kibrini gideren Allah'a şükürler olsun. Ey insanlar! Bütün insanlar ikiye ayrılır. Bir kısmı iyi olan, iyilik yapan ve kötülüklerden sakınanlardır ki bunlar Allah nazarında değerlidirler. Diğer kısmı ise günahkar, isyankâr olanlardır ki bunlar ise Allah nazarında değersizdirler. Bunun dışında insanların hepsi Âdem'in çocuklarıdır. Allah da Âdem'i topraktan yaratmıştır." (Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Beyhakî). Rasûlullah, birçok defalar geçmişte yapılan kabile savaşlarını açıkça eleştirdi. Bir keresinde şöyle dedi: "Kabilecilik yapan bizden değildir; kabilecilik için savaşan bizden değildir ve kabilecilik sebebiyle ölen bizden değildir." (Ebû DâVûd). Veda haccı sırasında vermiş olduğu hutbede Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Dikkat edin! Hepinizin Rabb'i birdir. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır. Allah katında en kıymetli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Dikkat edin!..." Bundan sonra Rasûllullah iki kere "Tebliğ ettim mi?" buyurdu. Orada bulunanlar: "Evet, tebliğ ettin ey Allah'ın Rasûlü!" dediler. Rasûlullah: "Şâhid ol yâ Rab!" dedikten sonra: "Burada hazır bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin!" buyurdu. (Beyhakî). Bir hadis-İ şerifte Peygamber şöyle buyurmuştur: "Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Herkes atalarıyla övünmekten vazgeçsin. Böyle yapanlar Allah nazarında en aşağı kimseler olacaktır." (Bezzâr). Bir başka hadiste de şöyle buyurmuştur: "Al-lahu Teâlâ Kıyamet günü sizin soyunuzu so-punuzu sormayacaktır. Şüphesiz ki O'nun nazarında en üstününüz, kötülüklerden en çok sakmamnızdır." (İbni Cerîr) Bir başka defa Peygamber şöyle buyurdu: "Allah sizin yüzlerinize ve zenginliğinize bakmaz. Fakat O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim ve İbni Mâce). Bu öğreti sadece belli bir takım sözlerle sınırlı kalmadı; İslâm evrensel bir topluluk kurarak bunu fiilen ispatlamıştır. Bu toplulukta renk, ırk, dil vatan ve milliyet ayrımı yoktur. Bunda üstünlük, aşağılık, ayırımcılık ve taassubun hiç bir izine rastlanmaz. Bu topluma giren her insan hangi ırk, ulus veya bölgeden olursa olsun ve yine hangi dili konuşursa konuşsun, hangi renge sahip olursa olsun, eşit hak ve ayrıcalıklara sahiptir. İslâm'a karşı olanlar bile müslüman toplumda insan eşitliği ve birliğinin başarılı bir şekilde uygulanmasını, başka herhangi bir dinde ve düzende bulamadıklarını kabul etmektedirler. Diğer din ve sistemler pratikte bunu başaramamışlardır. Sadece İslâm dinidir ki, dünyanın farklı bölgelerindeki sayısız ulusları ve ırkları birleştirerek evrensel bir toplum (ümmet) hâline getirmiştir. |