๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Haziran 2012, 09:48:14



Konu Başlığı: Âlimlerin Ve Ana Babaların Vazifeleri
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Haziran 2012, 09:48:14
Âlimlerin Ve Ana-Babaların Vazifeleri

Bu vazife yukarıdaki ayette liyunziru kavme-hum ifadesiyle açıklanmıştır. Alimler ve ana-babalar talebelerini veya çocuklarını Allah'ı ve O'nun istediği hayat tarzını inkar veya reddet­melerinin kötü neticeleri hakkında uyarmaları gereklidir. Bİr alimin görevinin halkını uyar­mak (enzaru kavm) olduğu belirtmeye değer bir husustur. Bu kelime çok şümullüdür ve bir hırsızdan, soyguncudan veya zehirli yılandan gelmesi vâki tehlike hakkında normal manada uyarmadan daha fazla şeyleri ifade etmektedir. Daha çok, müşfik bir babanın, çocuğunun menfaatini düşünerek sevgi dolu yüreğiyle onu za­rarlı ve tehlikeli şeyler hakkında uyarması gibi bir anlam taşımaktadır. Bu ayetin şekli ve vur­gusu az-çok bir babanın oğluna verdiği şefkat dolu öğüde benzemektedir.

İnzar bu nevi bir uyarmadır. Bu sebepten Al­lah'ın elçilerine nezir lakabı verilmiştir. Alimle­rin halka (veya ana-babalann çocuklarına) karşı olan bu uyarma görevi esasen peygamberlikten miras kalan bir vazifedir ve bir hadis ile alimlere yüklenmiştir.

Dikkate alınması gereken bir başka husus da Al­lah'ın elçilerinin beşîr ve nezir olarak İki lakap lannın bulunmasıdır. Nezir'in manasını yukarı­da açıklamıştık, beşir ise müjdeleyen demektir. Allah'ın elçilerinin bir vazifesi de salih ameller işleyenlere iyi haberler vermektir. Burada inzar, özellikle ve ayrıca kullanılmasına rağmen Kuran'ın diğer bölümleri alimlerin bir başka görevlerinin salih amel sahiplerini iyi haberler­le müjdelemek olduğunu açıkça göstermektedir Burada inzar'm kullanılışı İnsanın iki vazifesi­ne İşaret etmektedir: Birincisi bu dünyada ve ahirette kendisine faydalı olacak Fiilleri benim­semek, ikincisi onun menfaatlerine ve İyi haline zararlı olacak şeylerden kaçınmaktır. Bütün âlimler ve hikmet sahibi kişiler ikinci vazifenin birinciden daha önemli olduğunda ittifak et­mişlerdir. Fıkıh terminolojisinde bunlar celb-İ menfaat (faydayı tedarik) ve def-i mazarrat (zararlıyı yok etmek) olarak bilinmektedir. Fâkıhler, ikincinin ilkinden daha dikkate değer olduğunu belirtmişlerdir. Bir anlamda def-i ma­zarrat ile celb-i menfaat husule gelmektedir, çünkü insanın faydalı şeylerden mahrum kal­ması kendi zararınadır ve kendini bazı maddele­rin ve fiillerin zararından korumaya çalışan kimse faydalı ve lüzumlu şeylerden ayn kalma­mak için de gayret gösterecektir.

İslama davetin ve bu yoldaki öğütlerin çoğu kez tesirsiz olmasının sebeplerinden biri de İnzar hususundaki gerekli davranışların gösterilmemesidir. Bu tavır dinleyene, konuşanın sevgi ve şefkatini (yine dinleyenin faydasına) ifade etmelidîr. Eğer insanları Hakka ve hakikate davet bu şekli alırsa, o vakit davet edilenler kesinlikle kendi davranışlarını düşünmeye ve son gayele­rini belirlemeye çalışacaklardır. Bu inzar tavrı devam ederse, büyük bir İhtimalle İnsanlar ted­ricen öğüt alacaklardır.

Ayetin sonundaki "ki böylece yanlış hareketler­den çekinirler" ifadesi alimin maksadının sade­ce ceza hakkında uyarmak olmadığına, ayrıca öğüdün dinleyenlerde ne gibi bir tesir vücuda getirdiğini gözlemek olduğuna işaret etmekte­dir. Öğüt eğer tesirli olmadıysa veya gerekli et­kiyi uyandırmadıysa, o vakit gayretlerine daha etkili bir yol olan hikmet ve güzel öğüt ile en iyi ve güzel şekilde devam etmelidir. (16:125).

Kur'an-ı Kerim, diğer insanlara Din'i öğretme­nin ve tebliğ etmenin faziletlerinden şu sözlerle bahsediyor: "Doğrusu ben kendimi Allah'a ve­renlerdenim' diyen yararlı İş işleyen ve Allah'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?"(41:33). İyi nasihatlar veren ve Allah'ın yoluna davet eden kimse dinlenilmeye değer. O üç kişi üç sebepten dolayı, konuşan İnsanların en şereflisidir: (1) Hiç bir şahsi menfaati olma­dan İnsanları Hakka ve Allah yoluna çağırmak­tadır, (2) O kişi, doğru bir adamdır; sözleri ile yaptıkları arasında bir fark yoktur, (3) Kendisi­ni tamamen Allah'ın rızasına terketmiştir. Böylece İslami şahsında temsil etmektedir. Bu diğer insanları İslama davet vazifesiyle memur edilmiş Peygamber'ın şahsında tanımlamak­tadır. (Yusuf Ali; The Holy Quran, sh.1296).

Bu ayet diğer İnsanları Allah yoluna çağırmanın ve Kelimetullah'ı söz ve davranışlarla öğretme­nin, mükemmelliğin zirvesi olduğunu göster­mektedir. Hangi fiil vardır ki; Allah'a inanan, O'nun yolunu izleyerek inancının kuvvetini gösteren, sonrada bu mesajı başkalarına tebliğ edip onlan Kelimetullah'a çağıranın bu fiille­rinden daha kıymetli olsun? Bu davranışlar başkalarım Allah'ın Dinine çağırmanın bütün şekillerini kapsamaktadır; sözlü olsun, yazılı olsun; bunlar açık birer örnektirler.

Bu uygulamalar Allah'ın elçilerinin geleneksel mirastır; çünkü onlar başkalarını Allah'ın Di­nine çağırmak ve onlara bu inancın esaslarını öğretmekle emredilmişlerdir. Kur'an bundan Ehl-i Kitab'a atıfla şöyle bahsetmektedir: "Al­lah, Kitap verilenlerden onu İnsanlara açıklaya­caksınız ve gizlemeyeceksiniz, diye ahid almıştı..."(3:187). Bu ayette adı geçen ahitten İncil'de defalarca bahsedilmiştir; özellikle Tesniye bölümünde tekrar tekrar hatırlatılmıştır. Hz.Musa onlara şu sözlerle nasihat etmekte­dir: "Ve şimdi ey israil, sana öğretmekte ol­duğum kanunları ve hükümleri yapmak için dinle! Ta ki yaşıyasmız, içeri giresiniz ve ata­larınızın Allah'ı Rabbİnizin size vereceği diyarı mülk edininiz. Size emretmekte olduğum söze bir şey katmayacaksınız ve ondan eksiltmeye­ceksiniz, ta ki, Rabbİnizin size emretmekte ol­duğum emirlerini tutasmız."(T.esniye 4,2). Ve "Dinle ey İsrail, Allah'ımız Rab, bîr olan Rab'dir; ve Allah Rabbi bütün yüreğinle ve bütün canınla ve bütün kuvvetinle seveceksin. Ve bugün sana emretmekte olduğum bu sözler se­nin yüreğinde olacaklar; ve onları oğullarının zihnine iyice koyacaksın, ve evinde oturduğun ve yolda yürüdüğün ve yattığın ve kalktığın za­man bunlar hakkında konuşacaksın. Ve onlan alamet olarak elinin üzerine bağlayacaksın, ve onlar gözlerinin arasında alın bağlı olacaklar. Ve onları evinin kapı süveleri Üzerine, ve kapı­larının üzerine yazacaksın."(Tesniye 6,4-9). "Ve vâki olacak ki, Ürdün'den geçtiğiniz za­man, bugün size emretmekte olduğum bu taşlan Ebal dağında dikeceksiniz ve onları kireç ile ki­reçleyeceksiniz ve geçtiğiniz zaman bu şeriatın bütün sözlerini yazacaksınız; ta ki atalarının Al­lah'ı Rabbin sana vadetmiş olduğu gibi, Allah'ın Rabbin sana vermekte olduğu diyara giresin."(Tesniye 27,2).

Peygamberlerin takipçileri mirası çocuklarına ve halka aktarma işinde Allah'ın emirlerini sadakatla yerine getirdikleri müddetçe refah ve gelişme içinde olmaya devam ettiler, fakat Al­lah yolunu halka ve çocuklarına öğretmeyi dur­durduklarında şeref ve izzetleri yok oldu.