Konu Başlığı: Akıl ve Hikmet Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Ağustos 2012, 11:51:44 3- Akıl ve Hikmet Mantık, İslâmi sistem içinde özel yer ve önem verilen bir diğer unsurdur, böylece İnsanoğlunun artık olgunluk çağına eriştiği ve bu nedenle hiçbir kavram veya sistemi münazarasız kabul etmeyeceğine İşaret edilmiş olmaktadır. Bizzat Kur'ân insanın bu konumunu tastiklemektedir: "Dinde zorlama yoktur. Hak ile bâtıl iyice ayrılmıştır." (2: 256). Yani Kur'ân, iman için kişinin kendi rızasını şart koşmaktadır ve zorlamaya karşı çıkmaktadır. Bu ayet imanın bir vicdan meselesi olduğunu ve bir kimse onun Hakikatine tamamen ikna olmadıkça kimseye bunun zorla kabul ettirilemeyeceğini açıkça ifade etmektedir. Ayrıca, artık insanlara Sırat-ı Müstakim (hakikate ulaştıran yol) net olarak açıklandığından ve onun hakkında hiç bir şüphe kalmadığından, şimdi onun doğruluğunu akli temelde muhakeme etmek, onu red veya kabul etmeye karar vermek insanların işi haline gelmiştir. Olgun kişiler olarak, her şeyin değerine göre hüküm verecekleri beklenmektedir; akılcı bir temelde bir şeyi iyi ve doğru bulurlarsa kabul ederler; eğer o şeyin bu temele göre faydasız olduğu anlaşılmışsa, onu reddederler. Ancak, bir şeyi kabul veya reddetmek onların kararına kalmaktadır. Kur'ân bu meselede rehberlik etmektedir: bir şeyin kabul veya reddinden fert olarak sorumlu olmak için o şeyi kabul veya reddetmeden önce, onun bütün yönleri, iyi ya da kötü, bütün açılardan dikkatle incelenmelidir. Ancak ondan sonra kasten ve düşünerek nihaî karara varılmalıdır. Sözkonusu mesele ister dinî isterse din-dışı kabul edilsin, bu yaklaşım her iki halde de çok makul gözükmektedir. Esas olan, herhangi bir mesele ile ilgili olarak alınan kararın yalnızca tahmin, şartlar, arzu ve geleneklere dayanılarak değil rasyonel bulgulara dayanılarak alınmış olmasıdır. Kişilerden İslâm'ın istediği budur: İlkelerinin ve kavramlarının akılcı bir temelde muhakeme edilmesi ve bu ya da öteki türlü bir karara varılması. İslâm, insanlara bütün meseleler hakkında tek tek dikkatle tefekkürde bulunmalarını ve her durumu düşünüp taşınarak muhakeme sonucunda bir karara varmalarını tavsiye etmektedir. Hz. Muhammed'e hitaben Kur'ân şöyle seslenmektedir: "Düşünmüyorlar mı ki arkadaşları olan Peygamberde deliliğin eseri yoktur. O ancak açıkça uyaran bir kimsedir." (7: 184). Nahl sûresinde şu ayeti görmekteyiz: "Sana da, insanlara gönderileni açıklayasin diye Kur'ân'ı indirdik. Belki düşünürler." (16:44). Yine, insanları Kur'ân kendilerinin ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında da düşünmeye çağırır: "Kendi kendilerine, Allah'ın gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları, gerçek olarak ve belirli bîr süre için yarattığını düşünmezler mî?" (30: 8) Ve yine aynı sûrede Allah Teâlâ, "İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen bir topluluk için ders vardır." (30: 21). Kur'ân insanları bu dünyadaki her şeyi incelemeye davet etmektedir ve böylece her yerde Hakikati bulacaklarını söylemektedir: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır." (3: 190). Bu tarz ifadeler Kur'ân'm geneline hastır ve insanların akılcı ve makul muhakemelerine seslenmeyi amaçlamaktadır. Allah yarattığı mucizeleri açıkladıktan sonra, insanların mantık kabiliyetine seslenmektedir: "Düşünen topluluk için ayetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz." (10: 24) "... Doğrusu bunlarda hesap eden kimseler için İbretler vardır." (13: 3); "...akleden kimseler için..." (16: 12); "... düşünen kimseler için" (39: 42; 45: 13; 59: 21). Kıır'ân-ı Kerîm, aynı konuyu şu ayette değişik bir yolla ifade etmiştir: "Kur'ân'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı." (4: 82). Muhammed sûresinde şu ayeti görmekteyiz: "Bunlar Kur'ân'ı düşünmezler mi? Yoksa kalpleri kilitli midir?" (47: 24). Araf sûresinde şu ayet yer almaktadır: "And olsun ki Cehennem için de birçok insan ve cin yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir." (7: 179). Kur'ân insanların Hakikati bulmak için mantık kabiliyetlerini kullanmalarını tekrar vurgulamaktadır: "Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de körle-şir."(22:46). Bu Öğüt ve çağrılara rağmen mantık ışığından faydalanamayan kişiler şu sözlerle uyarılırlar: "Doğrusu size Rabbinizden açık deliller geldi; kim onları kalp gözü ile görürse, kendi lehine, kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim! Böylece biz âyetlerimizi geniş geniş açıklıyoruz ki, 'Sen ders almışsın' desinler de biz de anlayan toplum için Kur'ân'ı iyice açıklayalım." (6: 104-105). Böylece İslâm İnsanların düşünme şekillerini inkılaba uğrattı ve onların insanlık meselelerine karşı tavırlarını değiştirdi. Artık bir şeyi kabul etmeden Önce sorgulamaya ve akla vurmaya başladılar. Bunun metafizik saha kabul, edilen İman sahasında da gerçekleşmesi Özellikle çok şaşırtıcı oldu. Bu yaklaşım dine ve onun temel kavramlarına ilk kez akla vurma unsurunu getirmiş oluyordu. İnsanlar hayatın diğer meselelerinde yaptıkları gibi, dinî inanç ve kavramları sorgulamayı, eleştirmeyi ve akla vurmayı daha önce hiç düşünmemişlerdi. Rahipler ve din adamları tarafından söylenen ve vazedilen herşeyi imanın bir gereği olarak kabul ediyorlar ve onu eleştiriden müstağni tutuyorlardı. Fakat İslâm, "tevhid, âhiret ve peygamberlik" gibi temel kavramları konusunda bile insanları şüphelerinden arınmaya ve birşeyi kabul etmeden önce kendilerini tamamen tatmin etmeye açıkça davet etmektedir, Kur'ân, atalarının inanç ve geleneklerini takip edip, mantıkî olamayan insanların tavrını çok şiddetle kınamaktadır: "...İnsanlardan, Allah hakkında hiç bîr bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir Kitap bulunmadan tartışanlar vardır. Onlara Allah'ın İndirdiğine uyun denince: 'Babalarımızı Üzerinde bulduğumuz yola uyarız' derler. Ya şeytan babalarını alevli ateşin azabına çağırmışsa." (31:20-21). Zuhruf sûresinde ise şöyle buyurulmaktadır: "Hayır! Doğrusu 'Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerinden gitmekteyiz' derler. Senden önce herhangi bir kasabaya gönderdiğimiz uyarıcıya, o kasabanın şımarık varlıklıları sadece 'Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini takip etmekteyiz!' derlerdi. Gönderilen uyarıcı: 'Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş isem de mi bana uymazsınız'derdi Onlar 'doğrusu sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz' derlerdi." (43: 22-24). Kur'ân'da insanlara akıllarını kullanmaları ve arzularının ve diğer insanların zan ve fantezilerinin peşinden gitmekten başka birşey yapmamış olan babalarını ve atalarını taklit etmeyi bırakmaları öğütlenmektedir. Kur'ân, atalarından miras aldıkları katılık ve tutuculuk nedeniyle İlâhî rehberlik'e inanmaktan alıkonanlara seslenmekte; onları kendi iyilikleri için akıl ve mantık yolunu görmeye ve Yaratıcıları ve Hakimleri olan Allah'ın yoluna yönelmeye ısrarla davet etmektedir. Kur'ân çeşitli yollarla, insanları Vahyin Hakikatine ve miras aldıkları inançların bâtıllığına ikna etmeye çalışmaktadır . Onları Kur'ân'daki ışığı görerek hakikate ve kâinatın Bir ve Tek Yaratıcısına gerçekten iman etmeye ulaşabilmeleri için Allah'ın âyetleri hakkında mantığa ve gözleme davet etmektedir: "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır." (2: 164). "İslâm, Kitabı'nda insanları kainatı bütün şaşırtıcı fenomen ve tezahürleri ile gözlemeye ve kendilerini çevreleyen şeyleri ve dünyanın bütün yaratıklarını ve Hakim-i Mutlak Allah'ın yarattığı tüm şeyleri tefekküre sevket-mektedir. Bunu böyle yapmaktadır; çünkü, bizim her türlü vasıtayı kullanarak ve her yola başvurarak bilgi arayışı içinde olmamızı istemektedir; kainatın bütün kanunları ancak bu şekilde anlaşılabilir ve insanlığın avantajına kullanılabilir. Bu yolla, hakiki müminler olabiliriz ve huzurlu ve selâmet dolu bir hayat sürebiliriz." (Muhammed Yusuf Musa, islam and Humanity's Need of it. Shorouk, Kahire). İslâm'ın bu yaklaşımı, dinî kavram, inanç ve uygulamaların tam bir rasyonalizasyonuna yol açmıştır. Hıristiyanların Teslisi, Hindula-nn Krişna'yı ve Budistlerin Buda'yı ilâhlaştırmaları gibi gayrimâkûl dogmalar savunulamaz hâle gelmiş, bu dinlerin takipçileri bu tarz dinî kavramların geçerliliğini sorgulamaya başlamışlardır. Bir iki asır içinde, bu sorgulama fikri diğer ülkelere de yayılmış ve insanlar, özellikle de Avrupa ülkelerindeki insanlar kurumlaşmış inançlarını sorgulamışlar ve bu durumun nihai sonucu olarak Reform ve Protestanlığın yükselişi tezahür etmiştir. Böylece mantık ve akılcılık, insanları yirminci yüzyıldaki ilim ve teknoloji devriminin eşiğine getirmiştir. |