๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 26 Temmuz 2012, 10:49:47



Konu Başlığı: Ahlâkî Gelişme
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 26 Temmuz 2012, 10:49:47
Ahlâkî Gelişme

Hz. Muhammed'in peygamberliğinin ger­çek amacı kişinin ahlaken terakkisini ve nef­sini tezkiye etmesini sağlamak idi. Hz. Pey­gamber bunu şu hadisi ile açıklamıştır: "Ben güzel ah'lâkı tamamlamak üzere gönde­rildim." Hz. Peygamber bu gayeyi daima gözönünde tutmuştur. Ahlâkî ilerlemeyi te­min için pek çok amelî tatbikatta bulunmuş ve pek çok vaaz ve nasihat etmiştir. Bir kim­seyi ahlakdışı herhangi bir söz veya davranış içerisinde görse, derhal uyarır ve nasihatte bulunurdu. Bu nevi pek çok olaydan özetle­nen birkaçını aşağıya alıyoruz.

İslâm'ın zekat müessesesi zenginin malından fakire vermesi ve böylece toplumda fakir kal­maması esası üzerine kurulmuştur. Çünkü İslâm'da insanların dilenmesi hoş karşılanma­dığı gibi süflî bir iş olarak görülür. Hz. Pey­gamber, çalışmaya ve kazanmaya ehil kişi­lerin dilenmesini yasaklamıştı. Bir keresinde ensardan bir sahabe Hz. Peygamber'e geldi ve birşeyler istedi. O da; "Evinde bir şeyler var un?" buyurdu. Ensar: "Örtü ve yatak ola­rak kullandığım bir çul ve su içtiğim bir kap var" dedi. Hz. Peygamber "git onları getir" buyurdu. Ensarî gitti ve eşyalarını getirdi. Bunları sahabe arasında satılığa çıkardı. Bir dirhem teklif eden oldu. Bir başkası bunu iki dirheme çıkardı. Hz. Peygamber iki dirhe­mi ensarîye verdi ve "bir dirhemle yiyecek al, diğeriyle de balta al ve bana getir" buyurdu. Ensarî baltayı getirdiğinde Hz. Peygamber kendi elleriyle ona bir sap yaptı ve ensariye; "Ormana git odun kes ve sat, 15 gün yüzünü görmek istemiyorum" buyurdu. Ensarî işine devam etti ve 10 dirhem kazanarak Hz. Pey­gamber 'e geldi. Hz. Peygamber "biraz yiyecek ve giyecek al, kendi kendine (yetebil-meye) bak. Bu bir insan için zillet olan dilen­mekten iyidir. Dilenmek sadece sakat ve has­ta insanlar için meşrudur" buyurdu. (Sünen-i İbn-i Mâce).

Rüşvet ve Hiyanet: Eşitliği ve adaleti tahrip eden en büyük sebep rüşvettir. Hz. Peygam­ber'e refakat etmiş olan ashabın ahlâkî ol­gunluğu o devirde hiçbir rüşvet hâdisesinin vukuuna mahal bırakmamıştır. Ancak bazı ki­şilerin davranışlarında rüşvet şüphesi sezilirse Hz. Peygamber o kişiyi şiddetle ikaz eder­di. Memurlara genellikle hediye şeklinde rüş­vet verilir. Asr-ı Saadette de böyle bir olay vuku bulmuştu.

Hz. Peygamber Ezd kabilesinin zekatını toplamak üzere bir adamı görevlendirdi. O ki­şi vazifeyi îfâ ederek döndü ve zekat malları­nı Hz. Peygamber'in önüne koydu: "Bun­lar Müslümanların zekat olarak verdikleri ve bunlar da bana verilen hediyeler" dedi. Böyle bir hediye rüşvete dönüşebileceği ve eğer bu­na açıkça mâni olunmazsa başkalarının daha sonra bu işten faydalanabileceği düşüncesiy­le, Hz. Peygamber insanlara şöyle seslen­di: "Bu zekat görevlisine bakın. 'Bunlar müs-lumanların zekatı ve bunlar da bana verilen hediyeler' diyor. Şayet babasının evinde otur­saydı hiç hediye alır mıydı?" buyurdu. (Müs­lim).

İhanet, hile ve aldatmaca için en büyük fırsat­lar iş anlaşmalarında ve ticarî ilişkilerde olur. Bu sebeple Hz. Peygamber bu sahada böy­lesi olayları önlemek için çeşitli adımlar at­mıştır. Meselâ; "İnsanların, tacirleri şehir dı-şmda karşılayıp malları pazara getirmeden evvel satın almalarını yasaklamıştır." (Buha­rı). Ayrıca "Hile yapan bizden değildir" bu­yurmuştur. (İbni Mâce).

İslâm, Müslümanlara bir altın kural vermiştir. Buna göre; Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanın zarar görmediği kişidir. Bu kuralın ihlâl edilmesi gerçekte her defasında kötü sonuçlar verir; eşit güçte olan kişiler mütecaviz kişiden öc alarak kendilerini tat­min edebilirler. Ancak zayıfların bu fırsatı da yoktur. Bu sebeple Hz. Muhammed bu ku­ralın çiğnendiğini ne zaman görse, buna şid­detle engel olurdu. Ebû Zer el-Gıfârî şöyle ri­vayet etmiştir: Bir kere bir adamla sövüştük de onu anasından dolayı ayıpladım. Rasûlullah bana buyurdu ki: "Ey Ebû Zer! Onu sen anasından dolayı mı ayıplıyorsun? (De­mek ki) sen, içinde (henüz) câhiliyyet (ahlâki) kalmış bir kimse imişsin. Onlar sizin kardeşlerinizdir. Her kimin eli altında kardeşi bulunursa ona yediğinden yedirsin, giydiğin­den giydirsin. Onlara güçleri yetmiyecek (zahmetli) bir iş yüklemeyiniz. Şayet yükler­seniz onlara yardım ediniz." (Buhari).

Ebû Mes'ud Ensârî'nin rivayetine göre: "Ba­na ait bir köleyi dövüyordum, arkamdan bir sesi duydum: 'Ey Ebû Mes'ud! Bilki Allah, senin ona yeten gücünden sana daha mukte­dirdir.' Döndüm baktrm, bir de ne göreyim; konuşan Rasûlullah imiş." Bu hâdiseden çok müteessir olan Ebû Mes'ud hemen köleyi salıverdi, (Ebu Davud).

Övgünün ve müsrifâne yaşayışın kötülen­mesi: İnsanoğlu gururunun okşanmasından hoşlanır; övgü bu gizli ateşin körüğü gibidir. Krallar ve yöneticiler daima bu yüzden şımar­mış ve bozulagelmişlerdir. Hz. Peygamber övgüden ve dalkavukluktan nefret etmiş, in­sanların bu gizli fakat tehlikeli hastalıkla işti­gal etmelerine engel olmuştur. Bir defasında bir başkasını hakkı olmadığı halde abartarak öven bir kişiyi gördü. Ve "Onu öldürdün!" buyurdu (Buhari).

Enes'in rivayetine göre, Rasûlullah bir çı­kışında etrafındaki evlere nazaran çıkıntı teş­kil eden yüksekçe bir kubbe görür ve "bu ne­dir?" diye sorar. Ashabı kendisine "bu, En-sar'dan falan zâtındır" derler. Rasûlullah manzaraya içinden kızarsa da sükût eder. Fa­kat inşaat sahibi kendisine gelip selâm verin­ce, selâmını almaz ve yüzünü çevirir. O zât karşısına geçip tekrar tekrar selâm verse de Rasûlullah her defasında aynı şekilde dav­ranıp selâmını almaz. Neticede adamcağız Rasûlullah'ın kendisine kızdığını ve bu se­beple yüzünü çevirdiğini anlar. Durumu arka­daşlarına açarak dert yanar. Ona; "Rasûlullah dışan çıktığı vakit kubbeni gördü (ve buna kızdı)" derler. Adam hemen gidip kubbesini yıkar. Rasûlullah bir başka gün aynı yer­den geçerken kubbeyi göremeyince, "O yük­sek kubbe ne oldu?" diye sorar. Olup biteni kendisine anlatırlar. Bunun üzerine Rasûlullah; "İhtiyaç fazlası her bina, sahibi üzeri­ne bir vebaldir" buyurur (Ebu Davud).

Rasûlullah bir gazveden döndüğünde hanı­mı Aişe'nin evi nakışlı kumaşla süslediğini görür. Aişe her zamanki sözleriyle Rasûlullah 'i karşılarsa da Rasûlullah konuşmaz, selâmını bile almaz. İşlemeli örtünün yanına gelip onu indirir ve atar. Sonra; "Hakikatte Allah, bize verdiği nzıktan taşlara ve kerpiç­lere elbise giydirmemizi emretmedi" buyurur. (Ebû Davud).

Rasûlullah'in, kızı Fâtıma' nın evine, kapı­ya asılmış olan nakışlarla süslü perde sebe­biyle girmeden geri döndüğü de rivayet edil­mektedir (Ebû Davud).

İsmet ve iffet: İslâm, insanların temiz ve if­fetli bir hayat sürdürmeleri, fena söz ve dav­ranışlardan ve fuhşiyattan kaçınmaları için if­fet ve paklığı öğretmek üzere gelmiştir. Kur'-ân'da bu gerçek şu ayetle beyan edilmiştir: "Felaha ulaştı o mü'minler... onlar ırzlarını korurlar; ancak eşleri yahut ellerinin sahip ol­duğu (cariyeler) hâriç (bunlarla ilişkilerinden dolayı da) onlar kınanmazlar." (23:1-5,6).

Bir Müslümanın kendisini çağımız toplumla­rında yaygın olan her türlü fuhşiyattan ve cinsî sapıklıklardan koruması farzdır. Günü­müzde yaygın olan ortak görüşe göre, hafifli­ğimiz ya da düşüklüğümüz cinsî arzu ve isteklerimizin gizli niyet ve çabalarıyla ölçüle­bilir. (A. Y. Ali, The Holy Qur'an, sh. 874).

Bu sebeple, Müslümanların haysiyetini ve imajını lekeleyebilecek herhangi bir olaya Peygamber hemen müdahale eder ve mani olurdu. İbni Abbas'ın rivayetine göre, Hz. Peygamber'e veda haccı sırasında bir şey­ler sormak için gelen kadına Rasûlullah'ın bi­neğinin arkasında bulunan Fadl b. Abbas'ın bakmaya başlaması üzerine Rasûlullah eliyle Fadl'm yüzünü aksi istikamete çevire­rek kadınla Fadl arasında vâki olan bakışma­ya mani olmuştur (Buhari).

Kültür ve medeniyeti ile öğünen  Avrupa, ahlâkî bakımdan çok düşük bir konumdadır. Kadınları, elbiseleri içinde bile çıplaktır. Er­kekleri en ufak bir utanma ve günah duygusu taşımadan birarada çırılçıplak banyo yapabilmektedir. Bu kültür, İslâm'ın insanlara vazet­tiği hayat anlayışından çok uzaktır. Bir kere­sinde Hz. Peygamber açıkta ve çıplak ola­rak yıkanan bir adam gördü; bunun üzerine hemen mescide giderek insanlara "Allah afif insanları sever; içinizden kim yıkanmak ister­se bunu örtünerek yapsın" buyurdu. Hz. Pey­gamber çıplaklık konusunda çok hassastı. Bir defasında ağır bir taş taşıyan bir adamın alt giysisinin düştüğünü ve adamın çıplak kaldı­ğını gören Peygamber, onu hemen durdu­rarak giysisini toplamasmı ve çıplak kalma­masını söyledi. (Ebu Davud).

Kadınların durumunda da bazı açılardan ikaz ve düzeltmeler gerekiyordu. Asr-ı Saadet'te Arabistan'da bir grup hadım kişi vardı ve bunlar başkalarının evlerine serbestçe girip çıkabilirlerdi. Böyle biri bir keresinde Hz. Peygamber'in zevceleri önünde bir kadının güzel hatlarını bir erkek şehvetiyle anlattı. Peygamber bunu işittiğinde, bir daha onu eve almamalanm emretti (Müslim). Arap ka­dınları arasında ahlâk-dışı pekçok âdet yaygındı. Bunlardan biri de, kadınların erkeklere benzeme çabaları içinde olmaları idi. Hz. Peygamber böyle kadınlara lanet etmiştir. Bazen bir kadın istemeden bile erkeğe benze­se Peygamber buna mani olurdu. Bir kere­sinde Ümmü Seleme başörtüsünü iki kat yap­mıştı. Hz. Peygamber; "Onu tek kat yapa­rak giy ki, erkeklerin başlığı olan sarığa ben­zemesin" buyurmuştur. Hz. Peygamber bu konuda çok titizdi. Öyle ki bir keresinde bir kadın kendisine perde arkasından bir mektup vermek istedi, kadının ellerinde kına yoktu. Hz. Peygamber; "Bu bir kadın eli mi, yok­sa erkek eli mi?" diye sordu. Kadın "ben ka­dınım" dedi. Hz. Peygamber  "eğer kadın-san, ellerine kına yakmalısın" buyurdu.

Kadınların çoğu giyimleri konusunda dikkat­sizdiler. Bu konu ile ilgili olarak bir âyet nazil olmuştur. (24: 31) Hz. Peygamber ne zaman bu nevi bir dikkatsizlik görse ona he­men engel olurdu. Bir keresinde Esma bintü Ebu Bekr Hz. Peygamber'in evine açık bir elbise ile gelmişti. Hz. Peygamber yüzünü ondan çevirerek "yetişkin bir kadın sadece yüzünü ve ellerini örtüsüz bırakabilir" buyur­muştur (Ebu Davud).

Kadınlar erkeklerle yol ortasında yürürlerdi. Bir keresinde mescidden çıktığında bir erkek­le bir kadının yol ortasında beraber yürüdük­lerini görünce Hz. Peygamber onlara yolun ortasında yürümemelerini, kenardan yürüme­lerini hatırlatmıştır. Bundan sonra kadınlar duvar diplerinden yürümeye başladılar. Bu hususta pek çok olay hadîs kitaplarında yer almaktadır.

Karşılıklı düşmanlık ve tefrikayı gider­mek: Kur'ân'da Allah'ın en büyük nimeti ve rahmeti şöyle ifade edilmektedir: "Ve topluca Allah'ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allah'ın si­ze olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirini­ze düşman idiniz, (Allah) kalplerinizi uzlaş-tırdı. O'nun nîmetiyle kardeşler hâline geldi­niz. Siz ateşten bir çukurun kenarında bulu­nuyordunuz, (Allah) sizi ondan kurtardı..." (3:103). Fakat bu kardeşlik bağı karşılıklı an­laşmazlık ve farklılıklar sebebiyle kopabilir-di. Bundan dolayı Hz. Peygamber'in önemli vazifelerinden birisi Müslümanlar ara­sındaki anlaşmazlıkları ve farklılıkları orta­dan kaldırmak idi. Hz. Peygamber ne za­man bir ailevî anlaşmazlık veya kabilelerarası kanşıklık haberi alsa hemen oraya gider ve taraflar arasında dostça bir tavırla barışı sağ­lardı. Yine bir defasında Benî Umre b. Avf kabilesinin mensupları arasında karşılıklı an­laşmazlık çıktığını öğrenmişti; sahabeden bir­kaç kişi ile beraber sulhu temin için oraya git­ti. Anlaşmazlığı gidermek bir hayli vakit aldı. Bu arada namaz vakti girmişti, Bilâl ezanı okudu, Hz. Ebû Bekir de imamlık yaptı. (Ebû Davud).

Bir defasında Abdullah b. Ubey, Hz. Muhammed'e karşı son derece küstahça bir tavır sergiledi. Bunun üzerine ashabın sabrı taştı ve onu saf dışı etmeye hazırlandılar. Bu defa Abdullah b. Ubey'in taraftarları da kalkınca iki grup dövüşmeye başladı. Fakat Hz. Pey­gamber araya girdi ve ferasetli öğütleri ile onların aklım başına getirdi; böylece korkunç bir çatışma önlenmiş oldu. O vakit Hz. Pey­gamber "barış, fitne ve ihtilaftan hayırlı­dır" buyurdu. (Ebû Davud).

Bir kati olayında, Evs ve Hazrec kabileleri arasında ciddî bir anlaşmazlık çıktı; her iki kabile de çatışmanın sınırına geldi. Fakat Hz. Peygamber onları güzel nasihatlarla yatıştırdı.

Hz. Peygamber saygı ve büyüklere hürmet konusunda da çok hassastı; ashabım bu konu ile ilgili basit hatalarda dahi ikaz ederdi. Bir defasında Abdullah b. Mesud'un oğlu bir ko­nuda babasından önce konuşmaya çalışınca Hz. Peygamber "bırak, önce büyükler ko­nuşsun" diyerek ona engel oldu. (Ebu Da­vud). (Mevlana Ebû'l-Kelam Azad, "A vorg of the Uswa-i Muhammed", in Rasul Number, Sayyara Digest, Karaçi, 1973).