๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 09 Haziran 2012, 15:49:24



Konu Başlığı: Ahiret İle İlgili Deliller
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 09 Haziran 2012, 15:49:24
Ahiret İle İlgili Deliller

Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde ahiretin varlığının mutlak olduğuna dair çeşitli deliller verilmiştir. Öldükten sonra dirilmeye inanmamak, inkâr etmek ne akla, ne de mantığa uyar.           

1- İnsan Ruhu. Kur'an-ı Kerim, önce kişiyi kendisine bakmaya, bir damla sudan nasıl yaratılıp insan şekline getirildiğini düşünme­ye çağırır. "İnsan kendisini bir nutfeden ya­rattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir ve kendi yaratılışını unutur da; 'Çürümüş kemikleri kim yaratacak' diyerek, Bize misal vermeye kalkar?(Ey Muhammed) De ki: 'Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, het türlü yaratmayı bilendir.' " (36: 77-79). Bir diğer surede ise şu ayetleri gör­mekteyiz: "Biz kemik ve ufalanrnış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka dirile­cek miyiz?' derler. De ki: 'İster taş veya de­mir ya da kalbinizde büyüttüğünüz başka bir yaratık olun, yine de dirileceksiniz.' 'Bizi tek­rar kim diriltir?' derler. De ki: 'Sizi ilk defa yaratan.' Sana başlarım sallayarak 'Ne za­mandır bu.' derler. 'Yakında olması müm­kündür.' de. Sizi çağırdığı gün O'na hamd ederek davetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız." (17: 49-52)

Meryem Suresi'nde ise şöyle buyurulmaktadır, "İnsan: 'Ben öldüğümde mi diriltilece­ğim?' der. Bir insan, kendisi önceden bir şey değilken onu yaratmış olduğumuzu hatırla­maz mı?" (19: 66-67).

Sonra, bu husus aşağıdaki ayette güzelce özetlenir: "Ey insanlar! Öldükten sonra tek­rar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki, ne ol­duğunuzu size açıklamak için, Biz sizi top­raktan, sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğ­nem etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi ço­cuk olarak çıkartırız, böylece yetişip ergin­lik çağına varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştı-rılır ki, bilirken bir şey bilmez olur. Yeryü­zünü görürsün ki kupkurudur; fakat Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetiştirir." (22: 5).

"Puta tapanlar: ' Toprağa karışıp yok olduk­tan sonra yeniden mi yaratılacağız?' derler. Evet; onlar, Rablerine kavuşmayı inkâr edenlerdir.(Ey Muhammed) De ki;'Size vekil kı­lman ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.' "(32: 10-11).

Bu kısa ayet-i kerime hayatın bütün gerçeği­ni ve felsefesini içermektedir. (E.A. Mevdû-di, Siret-i Server-u Âlem, cilt II, sh. 323-387). Ölümün, saatin durması gibi basit bir kaza olmadığını açıklamaktadır. Allah herkese muayyen bir ömür takdir etmiştir. Vadesi ye-tince Ölüm Meleği onun çanını alır. Ölüm Meleği'nİn ve yanındakilerin iyi ruha mua­melesi ayrı, kötü ruha ayrıdır. (4: 97, 6:93, 16: 28 ve 59: 83-94) (E. A. Mevdûdi, The Me-aning of the Qur'an, cilt II, sh. 10-12).

Bu ayette, ölümün bir yok oluş olmadığı, ru­hun cesetten ayrıldıktan sonra varlığını sür­düreceği de anlatılmaktadır. Kur'an-ı Kerim'deki "Ölüm Meleği ruhunuzu kabzedecek" sözü de aynı hususu belirtmektedir. Olma­yan bir şeyin ise kabzedilmesi mümkün de­ğildir. İyilik sahibi bir ruh diğer soylu ruh­larla birlikte cennet nimetlerine kavuşurken, kötülük sahibi bir ruh ise cehennemde aza­ba duçar olacaktır (56: 88-95) (E.A. Mevdû­di, a.g.e.) Bu ayet aynı zamanda, ölüm esna­sında kabzedilen şeyin insanın biyolojik ca­nı olmadığını, konuşmalarımızda "Ben, sen, biz" diye söz ettiğimiz "Ruh" olduğunu gös­termektedir. Bu dünyada ceset kalıbının için­de bulunan ruh, bütün Özellikleri ve vasıfla­rıyla olduğu gibi, Öldükten sonra, Allah'a döndürülür. Ahiret günü yeni bir vücut ve hayat verilecek, dünyada yaptıklarından he­saba çekilip, iyi ve kötü amellerinin karşılı­ğını görecektir.

Kâfirler bunu zor ve imkânsız bir iş zanne­debilirler; fakat göklerin ve yerin yaratıcısı Yüce Allah için hiçbir şey güç değildir. (37: 11, 16-20 ve 40: 57). Öldükten sonra dirilme­nin imkânsız olduğunu düşünen ve buna ina­nanlar kendi yaratılışlarına bakmalıdırlar. Nasıl meydana gelmişlerdir? Küçücük bir su damlasının kendiliğinden, konuşan, mükem­mel bir yaratık haline gelebileceğine akılları yatar mı? Bunu, ancak her şeyi bilen ve her şeye kadir olan Allah yapabilir, insan çevre­sine ve kendisine bakmalıdır. (88: 17-26)

İnsan bayağı düşük bir maddeden yaratıl­mış ve en güzel şekle sokulmuştur (75:37 ve 86: 5-8). İnsanoğluna, Allah için hiçbir zor­luk olmadığı, O'nun her şeye kadir olduğu apaçık beyan edilmektedir. Var olan şeyleri tekrar yaratmaya mı gücü yetmeyecektir? Sa­nırlar mı ki Allah yaratmaktan yorulmuştur? (50: 15). O, her şeyi bilir ve dilediği zaman dilediğini yapar. Bu O'na hiç de güç gelmez. Üstelik herkesin ameli kaydolunmuştur ve hiçbir şey unutulmuş değildir. (50: 3-4)

2- Dış Dünya. Sonra insan çevresine bakma­ya ve düşünmeye çağrılmaktadır. Kâinatın yaratılması kendi yaratılışından daha güç de­ğildir. "Göklerin ve yerin yaratılması, insan­ların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (40: 57) "Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı?" (79: 27)."(Ey Muhammed) Allah'a eş koşanlara sor: 'Kendilerini yarat­mak mı daha zordur, yoksa Bizim yarattığı­mız gökleri yaratmak mı?' Aslında Biz ken­dilerini özlü ve yapışkan çamurdan yaratmı-şızdır." (37: 11)

Gökleri, yeri ve aralarındakileri yaratmak Cenab-ı Hakka hiç de zor gelmez. O, sade­ce "Ol" der ve büyük-küçük her şey zaman­dan münezzeh olarak "Olur". Öldükten sonra tekrar dirilişin imkânsız olduğunu na­sıl düşünebilirler artık? (6: 73). Sizi yarattı­ğı gibi, Rabbiniz hiçbir zorluk olmaksızın başka bir şekilde, tekrar yaratmaya da kadir­dir (14: 19-20). Bu, O'nun için çok kolaydır.

İnsana, mevsimlerin ardısıra gelişini, kışın ardından bitkilerin yeşermesini, yeryüzünün yeşillenmesini düşünmesi söylenmektedir. Ölü duran toprak, yağmurla nasıl da canlan­makta, çeşitli bitkiler vermektedir! Ölü top­rağı canlandıran Allah, istediği şekilde mu­hakkak ölülere de tekraV can verecektir. Bu husus, insanın dirilmeye inanmasını sağla­mak için bu açıdan detaylı bir şekilde anla­tılmaktadır. Fussilet Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır: "Kupkuru gördüğün yeryüzünün, Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geç­mesi, kabarması, Allah'ın varlığının belge-lerindendir. Ona can veren Allah, şüphesiz ölüleri de diriltir. Doğrusu O, her şeye ka­dirdir." (41: 39) Aynı şekilde A'râf Suresi'­nde şöyle buyyrulmakta, "Rahmet'inin önünde müjdeci olarak rüzgârları gönderen Allah'tır. Rüzgârlar yağmur yüklü bulutları taşıdığında onu ölü bir memlekete gönâerir, su indirir ve onunla her türlü ürünü yetişti­ririz; ölüleri de bunun gibi diriltip çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız." (7: 57). "Yer­yüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetiştiri­riz. Bunlar, yalnız Allah'ın gerçek olduğu­nu, ölüleri dirilttiğini gücünün her şeye yet­tiğini gösterir." (22: 5-6).

İnsanın tekrar yaratılmasının sadece müm­kün değil, -bir hakikat olduğu daha birçok ayette belirtilir. Delil olarak da insanın ken­dine bakması ve baharda tabiatın tekrar di- -rilişini gözlemesi yeterlidir.

Ahiretle İlgili Deliller. Kur'an-ı Kerim öte dünyanın mümkün olduğunu göstermekle kalmamış, bunun gerekli olduğuna dair red­dedilmez deliller de getirmiştir. İnsanın er­genlik çağından ölümüne kadarki ömrü içinde yaptığı bütün işlerden,' ölümünden sonra nesilleri etkilemiş iyi veya kötü amel­lerinden hesaba çekileceği bir hakikattir. Ah­lâk, adalet anlayışı ve akıl, insanı başka bir hayatın var olması gerektiği sonucuna var­dırır. İyilikler mükâfatını, kötülükler de ce­zasını görmeyecek olsaydı—Hâşa— Cenab-ı Hakkın âdil olmadığı, tüm insan hayatının anlamsız, maksatsız ve neticesiz olduğu düşüncesi ortaya çıkacaktı. Buradan da, insa-,nın bu dünyada yaptıklarından hesaba çeki­leceği, iyilerin mükâfat, kötülerin cezalarını görecekleri, âdil bir mahkemenin var olma­sı gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu ancak Ahiret'te mümkündür.

Bu konu Kur'an-ı Kerim'de uzun uzadıya an­latılır. Kıyamet Suresi'nde insana, tekrar di-riltileceğini ve bu dünyada yaptıklarından hesaba çekileceğini düşünmesi söylenir (75: 36-40). Cenab-s. Hak hesap gününün gelece­ğine ve İnsanların diriltilip, sorgulanacakla­rına yemin eder. (75: 1-13). Kâinat ve içinde­ki başıboş yaratılmamıştır, hepsinin bir ga­yesi vardır. "Göğü, yeri ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bunun bo­şuna olduğu inkarcıların zannıdır. Vay ateşe uğrayacak inkarcıların haline! Yoksa inanıp yararlı iş işleyenleri yeryüzünde, bozguncu­lar gibi mi tutarız? Yoksa Allah'a karşı gel­mekten sakınanları, yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?" (38: 27-28).

Bu ayet-i kerime Ahiret gününün gayesini açıkça belirtmektedir: Bu dünya İnsanlar ara­sında doğruluk ve adalet olmaksızın, iyilik­lerin ve kötülüklerin karşılığını görmesi dü­şünülmeden, sebepsiz, gayesiz, oyun ve eğ­lence olsun diye yaratılmamıştır. İnsan yap­tıklarından sorumsuz kendi haline bırakıl­mamıştır, çünkü iyilik ve kötülük Allah ka­tında bir değildir. Bu yüzden Cenab-ı Hak herkesin bir yere toplanıp, amellerinin kar­şılığını alacakları Hüküm Günü'nü takdir et­miştir.

İnsana bu husus şöyle hatırlatılır, "Sizi bo­şuna yarattığımızı ve Bize döndürülmeyece-ğinizi mi sandınız?" (23: 115).

"Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulu­nanları oyun olsun diye yaratmadık. Biz on­ları, ancak ve ancak gerektiği gibi yarattık, ama insanların çoğu bilmezler. Doğrusu hü­küm günü hepsinin bir arada bulunacağı gündür." (44: 38.-40). Tegâbün Suresi'nde in­karcıların fikirleri şiddetle reddedilerek şöyle buyurulmaktadır; "İnkâr edenler, tekrar di-rilmeyeceklerini ileri sürerler. (Ey Muham-med) De ki: 'Evet; Rabbime anüolsun ki, şüphesiz diriltileceksiniz ve sonra, yaptıkla­rınız size bildirilecektir. Bu Allah'a kolay­dır.'... Sizi toplanma gününde bir araya ge­tirdiği gün, işte o, kimin aldandığının orta­ya çıkacağı gündür; Alah'a kim inanmış ve yararlı iş İşlemişse, Allah onun kötülükleri­ni örter, onu içinde temelli ve sonsuz kala­cağı, içlerinden ırmaklar akan cennetlere ko­yar; büyük kurtuluş işte budur. İnkâr edip, ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da ateş­liklerdir. Orada temellidirler. Ne kötü bir dö­nüştür!" (64: 7-10).

Öldükten sonraki hayatın maksadı, bu ayette daha iyi anlaşılmaktadır. O gün, insanlar di­riltilecek ve tek tek hayatlarını nasıl geçirdik­leri sorulacaktır, İnsana, yeryüzünün kay­naklarından istediği şekilde istifade etme yet­kisi ve gücü verilmiştir. Yaptıklarından so­rulmadan bırakılmayacaktır, aksi halde yer­yüzündeki hayatın hiçbir anlamı ve gayesi kalmaz. İyi ve kötü bir olur, karşılıklarını görmezler. Hiçbir akıl ve izan sahibi kişi, bu muazzam nizamın boşuna yaratıldığını ve her şeyin sonunun boş olduğunu düşünmez. Yukardaki ayet öldükten sonra dirilmenin se­bebini ve gerekliliğini açıklamakta, inkârcı-__ ların fikirlerini reddetmektedir. Onların, dü­şüncesizce, "Öldükten sonra diriliş doğruy­sa, haydi o zaman atalarımızı geri getirin" diye istekte bulunmalarına da böylece cevap verilmektedir. İnsanın hesaba çekilmesinin ve Ahiret gününün oyun ve eğlence konusu ol­madığını, bazı peygamberler ölüleri dirilte­rek gösterdikleri mucizelerle, vahyi inkâr eden akılsız kişilere ispat etmişlerdir.

Aşağıdaki ayet ile de Ahiret'in ahlâkî açıdan gerekliliği anlatılmaktadır: "Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerin­de, kendilerini, inanıp yararlı iş işleyen kim­seler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah gökleri ve yeri gerçekle yaratmıştır; her cana, kazandığının karşılığı verilir, onlara zulmedilmez." (45: 21-22) Ahlâk açısından da iyiler ile kötüler ay­nı karşılığı görmemeli, iyi ameller mükâfat-landırılmah, kötü ameller ise cezalandırılma­lıdır.

Böyle olmayıp da, iyi ve kötünün sonu aynı olsaydı, aralarında fark olduğunu söylemek saçma olurdu. Cenab-ı Hakkın —Hâşa— âdil olmadığı, ahlâksızlığa, zulme ve kaba­lığa izin verdiği anlamı ortaya çıkardı. Ger­çek şu ki, böyle bir fikir, kötülük ve günah sahiplerinin bir uydurmasıdır. Çünkü iyilikle kötülüğün bir tutulması Allah'ın İlâhî ada­letine sığmaz. Bu ayette ayrıca, göklerin ve yerin boşuna yaratılmadığı, her şeyin muay­yen bir sebebi olduğu ve Hesap Günü her­kese âdil davranılacağı da vurgulanmaktadır

Tarih şahittir ki, hesap gününü inkâr eden ler, şehevî arzularının doğrultusunda lüks vı ahlâksızlık içinde yaşamak isteyenlerdir. öt< dünyayı inkâr etmekle, zevk-u sefa peşindi gitmekte daha rahat davranmaktadırlar, Ba zıları sapıklıkta o kadar ileri gitmişlerdi ki yapmadıkları rezalet kalmamıştı. Sonra yap tıklarını haklı göstermek için olmadık yol lara başvurmuşlardı. Böylece, maneviyatla rı mahvolmuş ve hayvanlardan daha aşağ dereceye düşmüşlerdi. İnkarcıların bu hal Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır: "Kendile rini Allah'a vermiş olanları hiç suçlular git tutar mıyız? Ne oluyorsunuz? Ne biçim hitt mediyorsunuz? Yoksa okuduğunuz bir kit£ biniz mı var? Seçtikleriniz herhalde orad olacaktır. Yoksa aleyhimizde, kıyamet güni ne kadar süregidecek, ahidleriniz mi var k kendinize hükmettikleriniz sizin olacaktır (Ey Muhammed)Soronlara:'Bunu kim üz< rine alır?' Yoksa onların ortakları mı vardıı Doğru sözlü iseler ortaklarım getirsinler (68: 35-41).

Dünya Hayatı İnsan İçin Birİmtihandır.Isan yeryüzüne denenmek için gönderilmı tir. Ferdî ve içtimaî bütün hareketlerinin t mü bir imtihandır. İmtihan süresi olan ör rünün ve yaptıklarının sonucu Hüküm günü belli olacaktır. Bu konuda insan bilgi yakılmamış, Yaratanı tarafından kurtuluş yolu insana gösterilmiştir. "Hanginizin da­ha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan O'dur. O güçlüdür, bağışla­yandır." (67:2).

Bu ayette, Allah'ın insanı peygamberlerin ge­tirdikleri ile, onların düşmanları arasında doğru seçim yapmaları için yarattığı açık ola­rak belirtilmektedir. Bu kısa ayet hayatın bir­çok gerçeğine işaret etmektedir: Birincisi, ha­yat da, ölüm de Allah'tandır. O'ndan başka kimse ne can verebilir, ne de alabilir. İkinci­si, Allah insanı yaratmış ve ona kötülüğü ol­duğu kadar iyilik yapabilme istidadı da ver­miştir. Üçüncüsü, insanın ne hayatı, ne de ölümü sebepsizdir. Allah insanı yeryüzüne imtihan etmek için göndermiştir. Hayat, onun için imtihan süresi, ölüm ise bu süre­nin bitmesidir. Cenab-ı Hak her kuluna, iyi ve kötü amelleriyle nasıl bir kişi olduğunu gösterebilme şansı vermiştir. Dördüncü ola­rak, kimin amellerinin iyi, kimin amelleri­nin kötü olduğuna karar verecek olan Allah'tır. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu tespit et­mek insanın işi değildir. Bu yüzden, kurtu­luşa ermek için Allah katındaki ölçüyü bil­mek elzemdir. Beşincisi, herkes kendi yaptık­larının karşılığını görecektir. İyiler cennette sonsuz nimete kavuşurken, kötüler cehen­nemde sonsuz azaba duçar olacaklardır. Bir diğer surede aynı nokta işaret edilerek şöyle buyurulur: "Biz insanı katışık bir nut-feden yaratmışızdır; onu deneriz; bu yüzden onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır. Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şük­reder, kimi de nankörlük" (76: 2-3).

Bu ayet, insanın yeryüzündeki hayatının öne­mini ve gerçek manasını açıklamaktadır. İn­san gayesiz yaratılmamıştır; yaratılışının akla ve adalete dayanan belirli bir sebebi vardır. Dünya hayatı, ne rahiplerin düşündüğü gibi msanın cezalandırılması için vardır, ne de te­nasühe inananların dediği gibi mükâfat ola­rak. Ne materyalistlerin sandığı gibi oyun ve eğlence yeri, ne de Marx ve Darwİn'in iddia ettiği gibi mücadele yeridir; dünya ancak, in­sanın ömrünün sonuna kadar deneneceği bir imtihan yeridir. Amellerin neticesi, Hüküm Günü kendisine gösterilecektir. Bu imtihan­dan yüzünün akıyla çıkması, ancak AllahL in emirlerine harfiyyen riayet etmesi ile mümkündür.

Yine bu ayet, insanın hakikati bulması için akıl ve bilgi ile teçhiz edildiği gibi, aynı za­manda çeşitli yönlerden İnsana yardım edil­diğini göstermektedir. Birincisi, her kişiye, aklın ve bilginin yanısıra iyiyi kötüden ayırt edecek ahlâk hissi verilmiştir. İnsan günah işlese bile bunun kötü olduğunu ve iyi amel­lerde bulunmasa bile bunların makbul oldu­ğunu bilir. İkincisi, Allah her kuluna vicdan (Nefs-i Levvame) vermiştir, ki insan ne va­kit kötü bir amel işlese, hemen pişman olur. İnsan vicdanını baskılamak, kendisinden uzaklaştırmak için ne kadar uğraşırsa uğraş­sın, onu tamamen yok edemez. Vicdan, ne vakit insan bir günaha niyetlense veya kötü­lük işlese onu uyarır veya azarlar. Kıyamet Suresi'nde bu husus hatırlatılmaktadır: "Özürlerini sayıp dökse de insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir." (75: 14-15).

Üçüncü olarak, insanın kendisinde, gökler­de ve yerde gizli, kâinattaki bu muazzam ni­zamın kendiğilinden meydana gelemeyeceği gerçeğini, bunun ancak Allah'ın Kudret ve Haşmeti ile mümkün olduğunu gösteren ayetler vardır. Bu ayetler aynı zamanda Ahi-ret gününün ve öldükten sonra dirilmenin de hak olduğunu ispatlar. Eğer insan bu ayet­lere gözünü açmaz veya basitçe görmemezlikten gelir ve Allah'a, Hüküm Günü'ne inanmaz ise, sonsuz azaba müstehak olmuş­tur artık. Çünkü, Allah insanı hayatın ger­çeğini bulma ve Hakk'a ulaşma yolunda yal­nız bırakmamıştır. Dördüncüsü tarih boyun­ca —insanın ancak seyirci kaldığı— kâinat­taki nizamı düzenleyen ve kontrol eden bir üstün Güç bulunduğunu gösteren sayısız ha­diseler olmuştur ve olmaktadır. Bu tecrübe­ler ve gözlemler yalnız dış alemde değil, insanın kendi içinde de Allah'ın varlığına de­liller bulunduğu gerçeğine işaret etmektedir­ler. Azılı bir kâfirin bile bir gün olup O'na yalvarması ve O'ndan yardım dilemesi bu yüzdendir. Beşincisi, İnsanın fıtratı ve aklı da, iyiliğin mükâfat, kötülüğün ceza görmesi gerektiğini söyler. Her toplumda şöyle veya böyle, bir hukuk sisteminin var olmasının se­bebi budur. Övülmeye değer davranışlar mü­kâfatlandırılır, zararlı olanlar ceza görür. Bu, dürüst olanın taltif edilmesinin elzem oldu­ğunun apaçık bir delilidir ve hiç kimse bu­nu inkâr edemez. Bu dünyada, bütün fena­lıkların ve suçların cezalarını tam olarak gör­medikleri ve göremeyecekleri de bir gerçek­tir.

Herkesin yeryüzündeki amellerinin karşılığı­nı tam olarak alabilmesi ve hak yerini bul­ması için öbür dünyanın var olması gerekli­dir. Altıncı olarak,Allah insanlığa rehber ola­rak peygamberler ve neyin eğri, neyin doğru olduğunu açıklayan kitaplar göndermiştir. Bu iki yolun sonuçlarının neler olacağını da apaçık bildirmiştir. Artık Hak Yolun ebedî saadete, diğerinin de ebedî azaba varacağı­na bir şüphe yoktur. (Mevdûdî, Siret-i Ser-ver-i Âlem, c II, sh. 323-387).