๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Haziran 2012, 22:57:10



Konu Başlığı: Âdil Farklılıklar
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Haziran 2012, 22:57:10
Âdil Farklılıklar

İslâm, makul sınırlar içindeki servet farklı­lıklarına izin verir. Ancak, bu farklılıkların; büyük bir çoğunluğu açlık ve sefalet içinde bırakırken, bazılarının lüks içinde yaşama­larına müsaade etmez. Bu servet ve rütbe farkları, doğal ve makul sınırları aşmamalıdır; çünkü eğer aşarsa, bu hal, o toplumun sonu olacaktır. Kur'an'da şöyle buyurulur: "Bir memleketi helak etmek istediğimiz za­man o memleketin zevke düşkün varlıkları­na itaat emrederiz. Onlar, orada boyun eğ­mezler, itaat etmezler. Artık o memleket he­lak olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ede­riz." (17: 16). Bu kişiler, zengin ve fakir ara­sındaki farkı artırırlar ve servetteki eşitsiz­liklerin, doğal ve âdil sınırlar dışına taşma­sına sebep olurlar. Sonuç olarak, toplumdaki grupların karşılıklı rekabet ve husumeti, in­sanın ekonomik hayatını tahrip eder.

Peygamber, doğal olmayan eşitsizlikler ve dolayısıyla toplumun tahribine yol açan bu durumu bir hadisinde şöyle ifade etmiştir: "Eğer herhangi bir kişi, bir şehirde bir gece geçirmiş ve aç kalmışsa Allah'ın o şehri ko­ruma vaadi, artık sona ermiştir." (Müsned İmam Ahmed). Diğer bir hadis-i şerif: "Ara­nızdaki bir kişinin imanı, kendisi için istedi­ğini, kardeşi (İslâm'daki) için istemedikçe ke­mâle ermez.'' (Buharı). Hiç şüphe yoktur ki, İslâm, insanlar arasında belli bir noktanın ötesindeki servet veya rütbe farklılıklarını is­temez. Çünkü böyle bir hal, kin ve husumet doğurur, ayrıca toplumun farklı bölümleri arasında, kıyasıya bir sınıf çatışmasına ve do­layısıyla toplumun parçalanmasına yol açar. Ekonomik eşitsizlikler, haksız yönlere döner ve "fakirler", toplumun "zenginleri" elin­de güçsüz köleler olursa, bu durum, o insan­ların yokolması için bir belirticidir. İslâm, hiçbir durumda, böyle bir halin doğmasına izin vermez. Ekonomik eşitsizliklerin, makul ve doğal sınırların ötesine gitmesini önlemek, gerekli bazı tedbirlerin alınmasına bağlıdır. Gerçekte, böyle bir durum, tam anlamıyla iş­leyen bir İslâm toplumunda, kesinlikle ortaya çıkmaz. Böyle bir toplumda, kazancın faz­lası üzerinden verilen çeşitli yardım fonlarıy­la birlikte, zekat ve miras kanunu da işler­liktedir.

Özetlersek, İslâm, insanlar arasındaki servet farklılıklarını kabul etmesine rağmen, temel ihtiyaçlarda eşitliği tercih eder ve toplumun bütün üyeleri için geçinme (maişet) hakkım savunur. Zenginin serveti, fakirin yoksullu­ğunu ağırlaştırmak demek değildir; çünkü o, Allah'tan bir emanettir. Kur'an ve Sünnet'de belirtildiği gibi, yoksulluğu kaldırmak ve­ya azaltmak için kullanılmalıdır. Hakikaten, zenginin varlığı, toplumun fakir üyeleri için bir yük değil, bir nimet olarak düşünülme­lidir. Eğer zenginler, servetlerinin kullanımın­da yeterli sorumluluk duygusunu göstermezlerse, o zaman, onları prensiplerini tutmaya zorlamak devletin görevidir; ve eğer devlet hazinesi, fakirlerin İhtiyaçlarını karşılamaya yetmiyorsa, o zaman da, servet fazlasının bü­tününü veya bir kısmını zorla almak, devle­tin meşru hakkıdır. Bu durum, yoksulların temel ihtiyaçlarını karşılamak için yapılır ve zenginler, ekonomik zorunluluklarım yerine getirmiş olsalar bile geçerlidir. Çünkü, pey­gamberimizin bir hadisine göre: "Bir kişinin servetinde, zekattan başka pay da vardır." Bununla beraber, herkesin aynı veya benzer geçinme vasıtalarına sahip olması gerekme­diği de belirtilebilir; istenen ve kesinlikle ge­çerli olan, herkesin temel ihtiyaçlarını karşılayacak yeterlikte olmasıdır.   (Economic Doctrines of Islam,ciltI,AfzalurRahman).