Konu Başlığı: Ad Kavmi Ve Yaşayışları Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 04 Ağustos 2012, 09:54:53 ÂD KAVMİ VE YAŞADIKLARI BÖLGE Sami ırkının ilk kuşağı Arabistan'ın ilk ahalisi olarak bilinmektedir ve onların en eski en tanınmış kavimleri Âd, Semûd, Lahm, Cürhüm ile Cedis ve Tasm kabileleridir. Değişik sebeplerden ötürü bunlar başka topraklara göç etmişlerdir. Arabistan, Babil ve Mısır'da güçlü krallıklar kurmuşlardır. Avrupalı arkeologlar Samilerin değişik kollarını farklı olarak adlandırmamışlardır, hepsine Sami demektedirler. Araplar ise Samilere değişik adlar vermiştir. Onlara göre Sami ırkları Şem (ya da Sam)'in oğlu Aran'dan gelmişlerdir; onlardan Ümem-i Bâide (yok edilen ümmetler) olarak bahsederler, çünkü onlar göçten sonra kimliklerini kaybetmişlerdir. Bazıları onlara Arabul-Aribe saf Arap ya da karışmamış Arap demektedir. Yahudiler ve bazı başka topluluklar onlara yalnışlıkla Amalekitler demiştir. Ad, bu ırkın ilk ve en güçlü kavmiydi ve dünyanın bilinen bütün medenî bölgelerine hükmediyorlardı; krallıkları Mısır ve Babil'i kapsamaktaydı (Sedles, History ofArabia). Ad kavmi Nuh aley his selâmın soyundandır. Onlar Nuh oğlu Sam (ya da Şem)'in İrem adlı oğlundandırlar. Arabistan'ın yerleşmeye en elverişli ve verimli bölgesinde, Yemen ve Hadramût çevresinde yaşamışlardır ve Fars Körfezi kıyılarından Mezapotomya'ya geçmişlerdir (İbni Kuteybe, Ma'arif). S. Laing'e göre, Âd halkının başkenti Ye-men'di, Fars Körfezi kıyılarından ve Irak'a kadar uzanıyordu. Buradan çok uzak beldelere, rahat ve güvenlik İçinde gidebilirlerdi (Human Origins). Arabistan'dan başka yerlere gitmek için en çok tercih ettikleri Irak yoluydu. Ve Arabistan'da hiç nehir olmadığından Ad ve soyları komşu bölgelere sıkça giderdi. Genellikle göç ettikleri yerler Babil, Suriye ve İran idi. Babil, Mısır ve İran'a ait eski gelenekler bunu doğrular (İbni Kuteybe, Kitabû''l-Ma'arif; İbni Haldun, Kitaba'l-İber, c. II; İbnu'n-Nedîm, Fihrist ve Taberî, Tarik). Tevrat da, İbrahim peygamber devrinden önce İsraillilerin atalarının Bâbil'de yaşadıklarını söylemektedir (Tekvin, 10:7-32). Alman tarihçi Duncker, Kitab-ı Mukaddes'teki terimin Güneyde yaşayan meselâ Habeşistan ve Nabatiler gibi kavimlerin hepsini kapsadığı yorumunu yapmaktadır. Bu arada Güney Arabistandakİ Arapların da, Babil'i kuran ve Fars Körfezi çevresinde yaşayan Cûş oğullarına bu şekilde hitap ettikleri bilinmektedir (History ofAnüquity, c. I). Bâbil'in kayıplara karışan medeniyeti konusundaki arkeolojik bulgular, Bâbil'de bulunan kitabelerden edinilmiştir. Bu kitabelere göre, Babil bölgesinde Sami ve diğer ırklar yaşamıştır. Ancak, Semitik olmayan kitabeler Samilere ait olanlardan daha eskidir, ki bu, Sami olmayan ırkların Samilerden Önce bu bölgede yaşadıkları manasına gelir. Aynı kitabeler, İvI.Ö. 4-000'e kadar Sümer dilinde Semitik kelimelerin olmadığını gösterir. Bu da, Sümerlerin, çok daha sonraları (aşağı yukarı M.Ö. 4000'den sonra) bu bölgeye gelen Samilerden önce burada yerleşmiş olduklarını gösterir. Ancak ondan sonra Sümer dili Semi-tik kelimeler ihtiva etmeye başlamıştır ve M.Ö. 3500 civarında, Sümer dili bütünüyle değişmiştir ve neredeyse tamamen Semitik bir biçim almıştır. Bu ise yeni gelen Samilerin büyük etkisini gösterir. Bütün bunlar açıkça Bâbİl'de önce Sümer ve Akatların meskûn olduğunu ve Samilerin sonradan Arabistan'dan bu bölgeye geldiklerini gösterir. Bu tarihî ve arkeolojik bulgulara dayanarak, Âd kavminin ilk büyük topluluk olduğunu ve en eski medeniyeti meydana getirdiğini, aynı zamanda da Babil, Suriye, Mısır, hatta Yunanistan'da yaşayan toplulukları etkilediğini söyleyebiliriz. Âd kavmi Allah'a İnanmazdı (7: 65, 11: 57, 26: 135, 41: 16, 46: 24-25 ve 69: 6-8), gururluydu (41: 15, 26: 132-135), fakir ve güçsüzlere zulmedip saldırırlardı (26: 130). Allah da onları yok etti. Tevrat'a göre Peygamber Hud bütün îbranile-rin atasıdır. Aden yakınlarında bulunan, ikinci Âd'a ait (Peygamber Hud ile ilgili felaketten kalan) bir kitabede Peygamber Hud'un ismi geçmektedir; aynı zamanda Birinci Ad denilen Peygamber Hud'un halkının nasıl Allah'ın gazabından kurtulduğu orada yazılıdır; cezalandırılmışlardır, çünkü Allah'ın emirlerine karşı gelmişlerdir. Âd, en eski Arabistan kabilelerinden birisidir. Bu kavmin kıssaları çok iyi bilinmekte ve ülkenin her yerinde anlatılmaktaydı. Onların güç ve kuvvetleri ve zenginlikleri hakkındaki hikâyeler çok meşhur hâle gelmiş ve sonuçta kökünden helak edilişleri de ibret alınacak bir örnek olarak anlatılmıştır. Onların bu kötü şöhretleri, isimlerine benzeyen yeni kelimelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Meselâ her eski şeye "âdS" denir ve arkeolojik kalıntılara da "âdiyyât" diye isim verilir oldu. Hiçbir izleyeni ve sahibi kalmamış ve bu yüzden çoraklaşmış araziye de "âdîu'l-arz" denilmektedir. Eski Arap şiirinde bu kavim sık sık geçer Arap kavimleri nesep uzmanları, yok olmuş nesilleri kesilmiş ilk Arap kabilesi olarak Âd kavmini zikrederler. Günün birinde Âd kavmin yaşamış olduğu topraklarda oturan Benî Zahl b. Şeyban adında birinin Hz. Peygamber'in yanına geldiği ve çok eski zamanlardan beri Âd kavmi hakkında anlatılagelmiş hikâyeler naklettiği rivayet edilmiştir. Kur'ân'a göre Âd kavmi, etrafı Hicaz, Yemen ve Yemame ile çevrilmiş olan Ahkâf adındaki bölgede otururdu. Burasını merkez tutarak, Yemen,' Umman ve Hadramût'tan Irak'a kadar uzanan çok geniş bir alana hâkimiyetlerini kurmuşlardı. Tarih yönünden kalıntıları oldukça eski olmasına rağmen Güney Arabistan'da Âd kavmine atfedilen bazı kalıntılar hâlen vardır. Hadramût'un bir bölgesinde Hz. Hud'a ait olduğu söylenen bir mezar mevcuttur. 1.837'de İngiliz donanmasında görevli James R. Wellested, Hısn-ı Gurab yakınında Hud peygamberden bahseden bir levha bulmuştur. Dahası, levhadaki yazı, burada yaşamış olanların Hz. Hud'un şeriatını takip edenler olduğunu da gösteriyordu (The Meanİng of the Quran, c. IV, sn. 41.) Kur'ân'a göre Hud'un halkı feci bir fırtına tarafından yok edilmiştir. Fırtınanın vadiye doğru ilerlediğini görünce önceleri bunun yoğun bulutlar olduğunu, onlara kuvvetli bir yağmur geleceğini sanıp sevinmişlerdi; ama gerçekte bu Allah'ın Gazabı'ydı. Fırtına sekiz gün ve yedi gece sürdü ve herşeyi yok etti. İnsanlar saman gibi sürüklendi ve kızgın rüzgara maruz kalan herşey çürüdü. Bu hain kavime mensup en son kişi akıbetini bulmadan da fırtına dinmedi. Onların korkunç kaderini anlatmak üzere yalnızca evlerinin kalıntıları geriye kaldı ve bugün onlar bile yok olmuştur. Bütün Ahkâf bölgesi korkunç bir çöl haline geldi (The Meanİng of the Quran, c. VIII, sh. 253). Eski zamanlarda bu toprakların en güçlü halkı Âd kavmi olarak bilinirdi. Ahkâf, hikf'm çoğul şeklidir ve dağ kadar olmasalar da, uzun kum tepeleri anlamına gelir. Fakat ıstılah olarak Arabistan çölünün güneybatısına tekabül eder. Oraya Rubul-Hali denir. Bugün ise bu bölgede kimse yaşamamaktadır. İbn İshak'ın rivayetine göre, Âd kavminin yurdu Umman'dan Yemen'e kadar uzanmaktaydı. Kur'ân bunların asıl yurdunun el-Ahkâf olduğunu belirtmiştir. Buradan çıkarak civarındaki ülkelere ve zayıf ülkeler üzerine hâkimiyet kurmuşlardı. Bugün bile Güney Arabistan'da yaşayan topluluklar, bu bölgede bir zamanlar Âd kavminin yaşadığını bilmektedirler. Şimdiki el-Mukalla şehrinden 125 mil kuzeyde Hadramût taraflarında bir makam vardır. Burada Hz. Hûd'un mezarının olduğuna inanılır. Kabr-i Hûd adıyla meşhurdur. Her yıl Şaban ayının on beşinde Arap yarımadasının değişik yerlerinden binlerce kişi burada toplanarak bir merasim düzenlerler. Her ne kadar tarihî olarak bu mezar ispatlanmamışsa da burada bir kabrin inşâ edilmiş olması ve güney Arabistan halkının çoğunun oraya rağbet etmesi, mahallî rivayetlere göre, Ad kavminin yurtlarının buralar olduğunu ispatlamaktadır. Bunun dışında yöre halkı Hadramût'ta bulunan bir çok harabeyi bu güne kadar dârul-Ad (Âd kavminin evleri) olarak anmaktadır. Günümüzde bu bölge tümüyle terkedilmiş bir kum çölüdür ve içerlerine girmeye kimse cesaret edememektedir. 1843 yılında Bavyera'lı bir asker bunun güney kenarına kadar ulaşmıştı. Bu şahıs anlatıyor: "Hadramût'un kuzeydeki yüksek tepelerinden aşağıya bakınca bu çöl sanki 300 metre kadar aşağıda gözüküyordu. Yer yer beyaz kısımları vardı ki, eğer onlara bir şey düşerse, o kumun içinde mahvolur gider ve tamamen çürürdü. Arabistan bedevileri bu bölgeden çok korkarlar ve hiçbir surette oraya gitmeye yanaşmazlar. Bir kere hiçbir bedeviyi razı edemeyince yalnız başıma gittim. Buranın kumu âdeta toz gibi çok incedir. Ucuna ip bağlı bir şakülü uzaktan fırlattım. Beş dakika içerisinde kumun içine gömüldü. İpin uç kısmı ise çürümüştü." (Tafheem al-Qur'an, c. IV, sh. 613-615. Daha fazla bilgi için bkz.: Harold Ingrams, Arabia and Isles; Philby, The Empty Quarter, R. H. Kirnan, The Unveihing of Arabia). |