Konu Başlığı: Umudun çağrısı Gönderen: Sümeyye üzerinde 04 Aralık 2010, 16:12:44 Umudun Çağrısı M. Nihat Malkoç I. Umut, acılara gebeydi gece şafakta can çekişirken Yediveren çiçek misaliydi kanayan düşlerimiz Mavi göklerden güneşini çalmışlardı yetim çocukların Tuz buz olmuştu fecirde bir öksüzün cılız umutları Darmadağın sol yanım, uykular paramparça kuşluklarda Bin parçaya bölündük şarapnel kıymıklarıyla Her parçamız yedi başlı ejder misali buldu can Kanat oldu bizlere büyüttüğümüz onca kutlu dilekler Gözyaşlarına saklandı firar eden hüzünler ve sevinçler Yağmur sularıyla yaramızı yıkadı ışıktan kanatlı melekler… II. Bir coğrafya cayır cayır yanarken… Gözyaşlarımızla söndürdük nefret ateşlerini Dualara tutunduk uçurumların eşiğinde Secdemiz Allah’adır, bükülmedik kula biz… Sonsuzluğa uyuduk şahadet beşiğinde Bir yanardağın alevinde boy verir tevhit goncaları Daralan vakitlerde zamanın göğüs kafesine iner bir balyozun gölgesi Bir yıldız düşer hilalin suda gülümseyen kalbine Sağır duvarların soluğu kesilir kan rengi şafaklarda Ölüm munisleşir, bir diriliş muştusu olur göğüs kafesinde III. Gece, orta yere döker kirli çamaşırlarını Öfkeler biler yorgun savaşçıların paslı kılıçlarını Akıl tutulur, mantık savuşur, aşka gelir gül yüzlü düşünceler Bir kum tanesi kadar görünür gözüne dünya Prangalarından kurtulur kalbini elinde taşıyan mücahit… Bir kurşunun gölgesinde secdeye kapanır kan çiçekleri Kerpetenlerle sökülürken göğüs kafesinden taşan can kırıkları Rüzgârlar tarar bir yiğit savaşçının sırma saçlarını Âhların kundağında vehimlere gömülür simsiyah heyulalar… IV. Cinnetin batağında taşlaşırken kaskatı yürekler İnsanlığın salâsı verilir şahadet parmağı misali ince minarelerden Bir ruh göklere yol alır direnişin çelikten kanatlarıyla Biteviye kanar yarası adanmış bir yiğidin her şafak vakti Mesafeler kaybolur zilletten izzete giden nurlu yollarda Sükûtun diliyle söylenir en acı sözler ölümün koyağında Yarınları çalınmış çocuklar izini sürer hiç söylenmemiş sözlerin Bir kalbin ışığı söndürülür cılız nefeslerle şahadet pınarında Ezelden ebede dörtnala koşar içimdeki yılkı atları Ölümsüzlük katarına katılır bembeyaz güvercinler… V. Hayat son perdesini indirirken zamanın gözbebeklerine Kelimeler düğümlenir sükûtun tenhasında Asık suratlı çağ kusar kursağında biriktirdiklerini Tebessümler firar eder dudaklardan sabır taşı çatlarken… Aynalarda boğulur açık denizlerde iz süren bahriyeliler Yağmur bile paklayamaz nefretin kirli çamaşırlarını En büyük madalyası olur şehidin kanayan mübarek yarası Bir özgürlük türküsünün nağmelerine gömer közleşen acısını VI. Vuruldukça çoğalır, öldükçe yaşar gözü pek serdengeçtiler Göklerin tenhasında asılı kalır kan ve barut kokusu Sükût değirmeninde bir ses böler ömrün gaflet uykusunu Ölümsüzlük, harabeler içinde bir çınar gibi kök salar derinlere Mimsiz medeniyetten medet umanlar suya yazmakta yazı… Zira tankların paletleri altında ezilmekte merhamet Bu çağın Ebreheleri fillerini sürmekte mazlumların üstüne İnsanlık Ebabilleri boşuna bekler kör şafaklarda Gör ki vicdanlar aslına rücu etmedikçe kuşlar geri dönmeyecekler… VII. Bir mermi ömrün en muhkem son kalesini yerle bir ederken Buruşturulur hayat, umutlar gömülür mayınlı yollara Yakup’undan ayrılır, kör kuyularda bir el bekler ay yüzlü Yusuflar… Gözü pek bir nefer hayatın zehrini şifa diye yudumlar son nefesinde Ardına kadar açılır sürmeli kapılar kutlu yolun yolcusuna… Yıldızlar nöbet bekler kutlu bir kabrin mermerde atan nabzında En Sevgili karşılar hakikat yolcusunu yolların kavşağında Misk ü amber yayılır şehidin kanayan yarasından mavi göklere Gece atar üzerinden simsiyah yorganını, bir inşirah müjdesi düşer sabaha Ey ölüm zırhını kuşanan şehit; müjdeler olsun kutlu ervaha! |