Hüzün Damıtıyorum Hayattan…
Hayat hüzün veriyor bana. Yaşamanın hüzünle harmanlandığı demlerde yüreğime çöken kasveti dağıtmak her zaman kolay olmuyor… Adımlanan her yolculuk hüzünle biterken hayata dair küskünlüğüm dayanılmaz raddeye varıyor. Yolda olmakla hüzünlü olmak arasında kurduğum derin rabıta beni ürkütüyor… Dağılıvermek istiyorum, umarsızca… Yüreğimi mengene gibi sıkan yaşamın boşboğazlığı zindana dönüştürüyor hayatımı…
Yüzüme kondurulmuş geniş bir gülücükle hayata neşe satarken varlığım hüzünle sarmalanıyor. Gülüp geçerken anlattığım hikâyeler, biteviye sürüp giden bir neşenin hüzünlü hikâyesine dönüşüyor. Varlığım ve hüznüm aynı karede buluşmaktan imtina etmedikleri gibi hüzünle varlığımın yoğrulduğunu söylemek gerçeğe uygundur…
Bir kültürü damıtarak varlık kazanıyorum. Ama bu kültür sadece hüzün yayıyor. Kültür hüznü azaltan değil azdıran bir uygulamaya müsait… İsteğim biraz yalnızlık, biraz özgürlük ve biraz da uzaklaşma hayatın biteviye sunduklarından… Yaşadığım bir kader değil keder… Çünkü insan kendi kaderini yazandır. Ve bu kültür bir kader yazıyor sonra da herkese bu kaderi kendi kaderiymiş gibi dayatıyor. İnsan ise bu kadere isyan edemiyor. Çünkü dayatılmış kutsal bir kâsede sunulan içki muamelesi görüyor…
Şarkılarda şakıyan aşk, yüreğimin hüznünü gidermiyor… Çünkü şarkılar aşka susamış, sese değil… Hep öykülerde saklı kalmış kahramanlıklar, gündelik hayatta biten kahramanlık zaten salak muamelesine tabi kılınıyor. Adalet mi? Kime ve neye göre adalet? Herkesin bir adalet tanımı var ve bu tanımı belirleyen şey ise çıkar… Çıkar var ise vicdan yok olur, vicdanın olmadığı bir arenada ise adalet bulunmaz!
Vicdanın cebe mahkûm olduğu bir yaşamda gözyaşı da barınmaz… Her şey bu dünyada bir şeylere sahip olma dürtüsü ve bir yerlere yükselme arzusuyla besleniyorsa o dünyada iyilik, güzellik ve ahlak bulunmaz! Böyle bir dünyada ancak hüzün damıtır hayatı ve insana yaşama gücü kazandırır.
Yorgunum, yoğrulmuşum, bitap düşmüş, gücüm tükeniyor, varlığım arzusuz, yüreğim tedirgin, kavruluyorum başkalarının günahından… Bütünüyle aşk kesilmek istiyorum, bütünüyle sevgi, adaleti mizan kılmak ve ahlaki duruşu erdem… Çıkarı, bencilliği ve kötülüğü silmek süpürmek istiyorum bütün yaşam alanlarından, dünyadan…
Ama bencillik ve çıkar olmazsa olmazı bu dünyanın… Kocaman bir tebessüm yüklemiş yüzüne sahtekârca… Aldatmak en büyük marifeti bu dünyanın… İnanılmaz daralıyorum, inanılmaz bitiyorum bu sanal dünyanın ağırlığından…
Bir yanlışa kurban gidiyorum kurgulanmış hayattan… Her yer bilgisayara dönüşmüş, her şey sanal olmuş, bütün değerler sahtesiyle değişmiş, insan mı ara ki bulasın, o da sahteleşmiş… Yazık ki ne yazık! Ama gerçek bu, kaçınılmaz gerçek…
Doğru ‘dor atına' atlamış ve gitmiş bu diyardan… Nebilerin sonuncusu vefat edeli çok oldu, âlimler ve arifler de bu diyardan göçeli az değil! Çünkü bu kültür ve yaşam onlara alan bırakmamış… Hakikat ise realite olmuş, süslüyor magazin ve gazetelerin üçüncü sayfasını…
Özlüyorum, hakikatin varlığını, sevginin tanıklığını, aşkın cesur çıkışını ve yüreğin dinginliğini… Özlüyorum, öfke ve kahır yüklü yaşlı insanların değere ve ahlaka sırt çevirmiş yeni yetme insancıklara… Özlüyorum, aşkı için her türlü cefaya göğüs geren âşıkları ve bu uğurda canlarını hiçe saymalarını… Özlüyorum, hayatın biteviye karmaşasında bile sevdiğinin gözlerine dalıp gidenleri… Özlüyorum, her türlü derde ve baskıya karşı sevdiklerine bir halel gelmesin diye titreyenlerin yaşam arzularını…
Sahtekârlığın tahtını yere yıkmalı doğruların hükümdarlığında… Varlığın sesini hakikatle sulamalı ki boy versin, gürleşsin ve hayatı hüzünden sarmalayıp çıkarsın… Derdimi seviyorum, ama yeni dertler de beni korkutmuyor, yeter ki hakikat sahteye, doğru yalana dönüşmesin…
İnce- ince yağan yağmurun serinleten havasında hüzün kokan toprağın ıslaklığının saldığı kokuyu içime çekerek varlığımın derinliğinde sevginin tohumlarını saçtım toprağa… Aşk kokmalı toprak, tütsüler beslemeli hayatı… Hüzün dolsun hayatımız, ama hüzne maruz kalmadan…
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın