๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Şiir Dünyası => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 28 Aralık 2009, 01:18:03



Konu Başlığı: Eşrofoğlu Rumi Divanı
Gönderen: Ekvan üzerinde 28 Aralık 2009, 01:18:03
EŞREFOĞLU RUMİ´nin HAYATI





Eşrefoğlu Rumi,Türk-İslam dünyasının mutasavvıf şairlerinin en büyüklerindendir.
Menakıb kitaplarına göre soyu Hz.Ali’ye kadar uzanır.Asıl adı Abdullah olan Eşrefoğlu
babasının adına izafeten Eşrefoğlu,İbn ül Eşref,Eşrefzade,doğduğu yere izafeten
İzniki,şöhretine izafeten de Eşref-i Rumi diye anılmaktadır.
Babası gençliğinde Mısır’dan Anadolu’ya göç etmiş,daha sonra da İznik’e
yerleşmiş bir zattır.Babasının adı “Seyyid Ahmed ül Mısri” veya “Seyyid Ahmed Eşref bin Seyyid Muhammed Süyufi” dir.Buradaki Seyyid kelimeleri bu sülalenin
Hz.Peygamberin (S.A.V)sülalesine kadar dayandığına işaret etmektedir.Eskiden
Anadolu’ya Diyar-ı Rum denildiği için Rumi,Anadolu’lu veya Anadolu’da yetişmiş
anlamına gelmektedir.Nasıl ki Mevlana Hazretlerine Mevlana Celaleddin-i Rumi
denildiği gibi,Eşrefoğlu’nun Mısır’da bulunan ve bir mutasavvıf olduğu tahmin edilen
büyük babası ile Mısır’dan kalkarak önce Suriye’nin Hama şehrine,oradan da
Manisa’ya giden,daha sonra da İznik’e yerleşen babası hakkında fazla bir bilgimiz
yoktur.Eşrefoğlu’nun iki kardeşinden birinin Hama’da,diğerinin de Manisa’da medfun
bulunduğunu Asaf Halet Çelebi “Eşrefoğlu Divanı” nda kaydetmektedir.Bu iki kardeş
ya babaları orada bulunduğu sırada vefat etmişler veya daha sonra oralara giderek
oralarda kalmışlardır.
Eşrefoğlu’nun dedesinin ve babasının mutasavvıf olması,o çağlarda tasavvuf’un
en yaygın yerlerinden biri olan Anadolu’ya göç etmeleri için bir sebeb teşkil edeceği
tahmin edilebilir.Çünkü o sıralarda Anadolu’dan Mısır’a; Taşkent,Semerkand ve Buhara
gibi Orta Asya şehirlerine tahsil için gidenler bulunduğu gibi,o taraflardan da
Anadolu’ya kendilerini irşad edecek,tasavvuf’un aşkını ve zevkini aşılayacak olgun
mürşidler,şeyhler aramak için gelenler de bulunuyordu.Eşrefoğlu’nun babası olan zat
da bunlardan biri olabilir.Babasının Anadolu’ya geliş ve İznik’e yerleşiş tarihi
hakkında malumat sahibi olmamakla beraber bunun Miladi 14. Asrın sonlarına doğru
olduğunu tahmin etmek mümkündür.
Babası hakkında çok az da olsa bir bilgi sahibi olmamıza mukabil annesi
hakkında hiçbir şey bilinmemektedir.Eşrefoğlu’nun babasının İznik’te evlendiği ve
annesinin de İznikli olabileceği tahmin edilmektedir.
Şurasını önemle belirtmek lazımdır ki,Eşrefoğlu,ırken Türk olmamış olsa
bile,tamamen Türkleşmiş,en güzel türkçesiyle eserler yazmış ve Türk kültürüne büyük
hizmetleri dokunmuş bir şahsiyettir.Türkçeyi,bulunduğu zamana göre en saf bir şekilde
ifade eden bu zat,tamamen Türk kültürünü benimsemiş,Türk cemiyetine tesir etmiş ve
Türk Tasavvuf Edebiyatı’nın en kuvvetli mümessilleri arasına girerek daha sonraki
mutasavvıf şairlere tesir etmiştir.
İlk tahsilini İznik’te yapan Eşrefoğlu,daha sonra Bursa’ya gitmiş ve orada Çelebi
Sultan Medresesi’nde tahsiline devam etmiştir.Danişmentliği (talebeliği) zamanında
her ilim ve fende arkadaş ve akranlarından daha fazla muvaffak olmuş ve onların
arasında seçkin bir sima olarak tanınmıştır.Tahsilini bitirdikten sonra o devrin büyük
alimlerinden fıkıh üstadı “Kara Hoca” namıyla maruf Afyon Karahisar’lı Alaüddin Ali’ye
asistan olmuştur.İlim ve fende çok ileri gitmesine rağmen Eşrefoğlu’nun tasavvufa karşı
zaten mevcut olan meyli de gittikçe artmaktaydı.Asistanlığı,hatta talebeliği zamanında
derslerden başka tasavvufla da geniş bie şekilde ilgileniyor ve tasavvufi eserleri
okuyordu.İlmi artıp,fikirleri olgunlaştıkça seçmesi icap eden yolun tasavvuf olduğuna
kanaat getiriyor ve kendisini bu yola sokacak hakiki bir mürşid arıyordu.İşte bu
sıralarda,Bursa’da yaşayan Abdal Mehmet adındaki bir meczub veli ile tanışması ve
aralarında geçen bir olay Eşrefoğlu’nun zahir ilimlerden ayrılıp tasavvuf yoluna
girmesine ve o yolun yıldızları arasına yükselmesine sebeb ve vesile teşkil etmiştir.
Eşrefoğlu,bir sabah vakti erkenden medrese civarında Abdal Mehmet
Hazretlerine rastlar.Abdal Mehmet perişan kıyafetli,bazı garip hal ve tavırları olan
meczub bir zattır.Zamanın velilerindendir.Eşrefoğlu içinden gelen bir cezbenin tesiriyle
ona doğru yürümeye başlar.Bir taraftan da içinden şöyle geçirir: “Tarikat yolundan
bana nasib var ise bazı alametler görünsün” Abdal Mehmet’in karşısına gelince
durur.Meczub ona bir bakar ve şöyle der:
Danişmend,var bize köfteli çorba getir.
Bu söz üzerine Eşrefoğlu hemen çarşıya gider.Köfteli çorba aramaya
başlar.Fakat ne gariptir ki bütün aşçı dükkanlarını,hatta Bursa çarşısını dolaştığı halde
köfteli çorba bulamaz.Eli boş dönmek de istemez.Bir aşçı dükkanından köftesiz çorba
satın alır ve doğru meczubun bulunduğu yere koşa koşa gelir.Çorbayı Abdal Mehmet’e
verir.Meczub çorbayı karıştırır karıştırır,fakat bir türlü içinde köfteye rastlamayınca
Eşrefoğlu’na dönüp:
Danişmend,hani bunun köftesi?
Diye sorar.Yoldaki çamurdan bir parça alarak bunu köfte şeklinde birkaç
yuvarlak haline getirir,çorbanın içine atar.Daha sonra çorbayı iyice karıştırır ve
Eşrefoğlu’na uzatarak:
Ye bunu,diye emreder.
Eşrefoğlu,büyük bir teslimiyetle ve hiç tereddüt etmeden çorbayı alır ve yer.Bunu
gören Meczub da:
Ya sen olmayıp da kim olsa gerek.
Şeklinde anlaşılmaz bir söz söyleyip oradan uzaklaşır.Eşrefoğlu bu sözlerden bir
mana çıkaramamakla beraber tasavvuf yoluna girmesi için bir işaret olduğuna
inanır.Hücresine gelir.Nesi var, nesi yoksa fıkaraya dağıtır.Düşüncelere dalar.Kime
gidecek ve tasavvufa kimin delaletiyle girecektir.Artık zahiri ilimlerden vazgeçerek
batıni ilme yönelme zamanı gelmiştir.Sonunda zamanın manevi ulularından ve Bursa’da
şöhret sahibi olan büyük veli Emir Sultan (vefatı 1429) hazretlerine intisap etmeyi
düşünür.
Emir Sultan miladi 1368’de doğmuş,tahsilini ikmal ettikten sonra Busa’ya
gelmiş,Yıldırım Bayazıt’a damat olmuş bir zattır.Timur ordularının Bursa’yı zaptından
sonra Timur,Emir Sultan’a pek çok iltifat ve hürmet ederek,onu Semerkand’e götürmeyi
arzulamışsa da Emir Sultan Bursa’da kalmayı tercih ederek Timur’un teklifini kabul
etmiştir.
Emir Sultan,o sıralarda,Ömer Ekmelüd Din isminde bir zat tarafından Hicri
7.asırda kurulan Halveti tarikatına mensup bulunuyordu.Gerek halk arasında,gerek
yüksek tabakada çok tanınıyor ve çok hürmet görüyordu.Malını mülkünü fakirlere
dağıtıp,kitaplarını da arkadaşlarına hediye eden Eşrefoğlu,Emir Sultan’a giderek:
Bizi bendeliğe kabul edip irşad buyurun,der.
Emir Sultan Eşrefoğlu’nu şöyle bir süzer.Ve daha sonra ona:
Siz varın Ankara’ya,Hacı Bayram Veli’ye gidin.der.
Emir Sultan,Eşrefoğlu’nun halinden ve tavrından ondaki istidadı anlamış ve onu
daha iyi yetiştireceğine inandığı Hacı Bayram Veli’ye göndermiştir.

EŞREFOĞLU VE HACI BAYRAM VELİ

Eşrefoğlu Hacı Bayram Veli dergahına tam bir teslimiyetle gitti.H.Bayram Veli
Hazretleri ilk önce işe Eşrefoğlu’nun nefsini terbiye etmek,onu benlik ve gururdan
tamamen temizlemekle başladı.Eşrefoğlu’nu en aşağılık bir işle vazifelendirdi.Bu iş
dergahın helasının temizliği işi idi.Aşağı yukarı kendisiyle aynı yaşlarda bulunan Hacı
Bayram Veli’nin bu emrine Eşrefoğlu hiç itiraz etmedi. “Baş üstüne” deyip eline
ibrik,kürek ve süpürge alıp işe başladı.Bu imtihanı başarı ile veren Eşrefoğlu daha
sonra Hacı Bayram’ın en ileri gelen müridlerinden biri oldu ve tekkenin tam 11 sene
imamlığını yaptı.
Şeyhine sadakatle hizmet eden,onun has müridleri arasına giren ve tekkenin 11
sene imamlığını yapan Eşrefoğlu, “Ben şeyhime 11 sene hizmet ettim.Bu onbir senede
bir defa dünya kelamı ettim.Şeyh Efendi:
Meşayih katında çok söylemek küstahlıktır.çok söyleme,buyurdu.
“Ben de bir daha konuşmadım.Meğer ki vakıam (rüya,düş) olaydı.Onu bile
edeble söyleyip ta’bir ettirir idim” demektedir.
Eşrefoğlu’nun hal ve hareketini çok beğenen ve diğer müridlere olan faikiyetini
gören Hacı Bayram Veli,onu,kızı Hayrünnisa ile evlendirerek damatlığa kabul
etmiştir.Eşrefoğlu’nun bu evlilikten Züleyha adlı bir kızı olur.Evlendikten kısa bir süre
sonra,henüz daha yegane çocuğu Züleyha doğmadan önce,Hacı Bayram Veli onu
İznik’e gönderir.Veya Eşrefoğlu şeyhinden izin alarak oraya döner.İznik’e dönerken
Hacı Bayram Veli’nin halifeliğini alan Eşrefoğlu’na,şeyhi tarikatın sembolü olan bir
sancakla bir seccade vermiş ve İznik’te halkı irşad ederek tarikatı yaymağa memur
etmişti.Orada münzeviyane bir hayat yaşayan Eşrefoğlu,kendisinin henüz halkı irşad
edecek olgunluğa erişmediğini düşünüyordu.Onun için İznik’te kısa bir müddet
kaldıktan sonra Ankara’ya,Hacı Bayram Veli’ye döner.Sohbet esnasında Eşrefoğlu bir
gün şeyhine şöyle sorar:
Sultanım,seyr ü sülukun tamamı şimdiki makamımız mıdır.yoksa daha var mıdır?
Bir velinin bin sene ömrü olsa envai mücahedat ve riyazat eylese henüz
enbiyadan birisinin kademi (ayağı) vardığı yere velinin başı varmak muhaldir.
Buna karşılık Eşrefoğlu:
Efendim,bendenize kanaat gelmedi.Seyr ilallah’da tayaran arzusu vardır.Daha
ziyadesini isterim diyerek ısrar etti.
Bu söz üzerine H.Bayram Veli ona,Hama’da bulunan,Abdülkadir-i Geylani
hazretlerinin soyundan olup aynı zamanda da kadiri tarikatının temsilcisi bulunan
Şeyh Hüsyn-i Hamevi’ye göndereceğini ve onun yanında daha yüksek makamlara
yükselebileceğini söyledi.Yalnız Hama’ya gitmeden önce İznik’e dönmesini,orada 40
günlük sıkı bir riyazat devresini geçirmesini,bu riyazat ve ibadet devresinde de
göreceği rüyaları yazmasını bildirdi.
Bu söz üzerine Eşrefoğlu İznik’e dönerek şeyhinin emirlerini tamamen yerine
getirdi.Bu riyazet devresindeki rüyalarını uygun bulan Hacı Bayram Veli,nihayet hem
müridi,hem de damadı olan Eşrefoğlu’nun Hama’ya gitmesine izin verir.
Şeyhinden müsaadeyi alan Abdullah,ailesi ve henüz çok küçük olan kızı Züleyha
için bir merkep bularak yorucu ve meşakkatli bir yolculuğa çıkar.
Kendisi yayan olaraka gitmektedir.İznik’ten Hama’ya kadar bu şekilde
giderler.Nihayet birgün uzaktan Hama şehri görünür.Çöllerin kızgın güneşi altında
ilerleyen Eşrefoğlu şehir görününce büyük bir iştiyakla hızını arttırır.Hüseyn-i
Hamevi,Eşrefoğlu’nun geleceğinden haberdardır.Bir rivayete göre o gün hacdan
dönmüştür.Eşrefoğlu’nun o gün Hama’ya gireceği kendisine malum olmuştur ve
müridlerine şöyle demiştir:
Bugün Diyar-ı Rum’dan (Anadolu’dan) bir er geliyor.Gidip onu karşılayınız ve
buraya getiriniz.
Bunun üzerine müridlerinden büyük bir gurup onun şehre gireceği yöne doğru
giderler.Eşrefoğlu ise o sırada merkebde ailesi ve küçük kızı olduğu halde yanlarında
geçip gider.Onlar ise bu perişan kıyafetli kimsenin Rum’dan gelecek büyük zat
olduğunu anlamamışlardır.Rivayete göre Eşrefoğlu’nun hırkası sökük durur ve onu
dikmeyip öyle gezermiş.Müridler Diyar-ı Rum’dan gelecek zatın meşale ve cemaatle
geleceğini zannetmektedirler.Eşrefoğlu bu sırada şehre girer ve doğruca Hüseyn-i
Hamevi’nin evine gider.Şeyh efendi kendisini gayet güzel karşılar.Yanına alır.Bu
sırada kapıda bekleyen karısı ve kızı da Hüseyn-i Hamevi’nin ailesi tarafından alınarak
kendileri için ayrılan odaya götürülür.Şeyh efendi henüz yorgunluğu bile çıkmamış
olan Eşrefoğlu’nun erbaine (küçük bir hücrede yapılan ibadet ve oruç) sokar.Erbainde
pek sıkı bir ibadete dalan,uykuyu,hatta yiyeceği bile terk eden Eşrefoğlu maneviyyat
aleminin tam manasıyla deryasına dalar.Zevk ve cezbe içinde tamamen kendinden
geçer.Adeta bu dünyada yaşadığını unutur.Yemek ve uyku gibi dünya ihtiyaçlarından
geçer.
Bür gün bir hizmetçi hücresine yemek götürmüş,fakat Eşrefoğlu’nun hiç
kıpırdamaz bir şekilde adeta ölmüş gibi bulmuştur.Telaşla durumu şeyhe bildirir.Fakat
şeyh efendi buna hiç aldırış etmez.Çünkü kırk günlük devre tamamlanmadan hücreden
çıkarmamakta kararlıdır.Nihayet bu devre tamamlanır ve Eşrefoğlu’nun hücreden
çıkacağı gün gelir.
Hüseyn-i Hamevi :
Vakit tamam oldu.Rumi’yi erbainden çıkarma zamanıdır der.
Eşrefoğlu kendini o derece ibadet ve taata vermiştir ki,ne kırk günden haberi
vardır,hatta ne de yaşadığından.İlahi aşk içinde kaybolup gitmiştir.Zikirlerle hücresinin
bulunduğu yere giderler.Kapıyı açarlar.Eşrefoğlu kendinden geçmiş bir halde adeta
ölü gibi durmaktadır.Rengi sapsarı olmuş,gözleri kapanmış ve nefesi kesilmiştir.Şeyh
yanına yaklaşır ve kulağına eğilerek birkaç defa :
Rumi,kalk,der.
Daldığı manevi alemden pek güçlükle uyanabilen Eşrefoğlu,gayet hafif bir sesle
ve pek üzüntülü bir şekilde :
Sultanım,bize kıydınız.
Der ve oturabilir.Çünkü o ilahi alemden ayrılmak kendisine çok zor gelmiştir.Şeyh
efendi,Eşrefoğlu’nun ne derece bir insan,nasıl bir Hak aşığı olduğunu iyice anlar.Onun
artık yolunu tam olarak bulduğuna ve bir mürşid olarak halkı irşad etmesi icab ettiğine
kani olur.
Eşrefoğlu’nu hücreden çıkarır.Kendisinin mürşid sıfatıyla İznik’e dönüp halkı
irşadla meşgul olmasını söyler.Daha sonra şöyle hitap eder :
Halk senin zahirine de bakar.Onun için kıyafetini biraz düzmen lazımdır.Şu
hırkayı ve pabuçları al,giy.
Eşrefoğlu hırkayı giyer ve Pabucu da başına geçirerek :
Şeyhimin verdiği pabuç ayağımda değil,başımda gerektir.
Rivayete göre Eşrefoğlu pabucu başına geçirince pabuç yedi yerinden
çatlar.Eşrefiye tacının yedi terk (dilim) li olmasının bu olaya bağlayanlar çoktur.
Eşrefoğlu Hama’dan,şeyhinin yanından ayrıldıktan sonra İznik’e döner.Fakat
halkı irşad edecek yerde silik ve münzeviyane bir hayat yşamaya başlamıştır.Şandan
ve şöhretten hiç hoşlanmayan Eşrefoğlu,kimsenin dikkatini çekmeden fakirane bir ömür
sürüyor,elinden geldiği kadar halkla temas etmemektedir.Eşrefoğlu’nun bu şekildeki
hayatı kısa bir süre devam ettikten sonra,Eşrefoğlu’nu tanıyan ve onun şöhretini işiten
birisinin Hama’dan İznik’e gelmesiyle değişir.Bu şahıs İznik’te herkese Eşrefoğlu’nun
Hama’daki hayatını,Hüseyn-i Hamevi’nin yanında seçkin durumunu,menkıbelerini
anlatmaya başlar.Bundan sonra da halkın nazarları Eşrefoğlu’nun üzerinde
toplanmaya başlamıştır.İznik halkı artık O’na hürmet ve itibar göstermekte ve peşini
bırakmamaktadır.O halkın bu büyük alakasından rahatsız olmuş ve izini kaybetmek
istemiştir.Şehirden uzaklaşıp dağlara çekilir ve tekrar uzlet hayatına başlar.Fakat bu
şekilde yaşayışı da uzun sürmez.
Onun dağlarda dolaşmaşı bir köylünün dikkatini çeker.onu bir suçlu sanarak
yakalayıp evine getirir. Gayesi onu teslim edip ükafat almaktır. Fakat daha sonra,
Eşrefoğlu’nun şöhretini duyan köylünün annesi tarafından mesele anlaşılmış, köylü
de,annesi de ona mürid olmuşlardır. O yeniden şehre döner ve asıl vazifesi olan halkı
irşada tam manasıyla başlar.İlk mürüdi olan köylü,Eşrefoğlu’na Pınarbaşı denilen
yerde bir tekke inşa eder.İşte bu tekkede,Kadiriliğin bir kolu olan ve kendisiyle
başlayan Eşrefiliği yayarak müridlerini yetiştirmektedir. Ünü, İznik’ten başka Bursa’yı
ve civar şehirleri de kaplar. Saray çevresinde de tanına ve hürmet gösterilen bir kimse
olur. Sadrazam Mahmut Paşa onun müridleri arasına girer. Ömrünün sonuna kadar
Pınarbaşı´’daki tekkeden ayrılmaz. Muhtemelen Hicri 874 (Miladi 1469) yılının Hac
mevsiminde 120 yaşına yakın olduğu halde vefat eder.Tekkesinin yanında bulunan
türbesine defnedilir.Eşrefoğlu’nun türbesi daha sonra Sultan 4.Murat tarafından
yeniden yaptırılmış ve kıymetli çinilerle süslenmişse de,Yunan işgali sırasında
Yunanlılar tarafından yıkılmıştır. Tekke ve türbesinin yanında bulunan Eşrefoğlu Camii
ise halen mevcuttur.