๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Makale Dünyası => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 16 Mayıs 2010, 15:31:02



Konu Başlığı: Bir kaşık irfan
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 16 Mayıs 2010, 15:31:02
Bir Kaşık İrfan

Haberi yok çoğunun bu yaşanan dünyadan,
Dalgınlıkta eriyor sabahlar ve akşamlar.
Seyrediyor varlığı sisli-paslı bir camdan,
Dolapla dönen yolda, yolunu kesmiş yollar...

Bir şey gördüm sanıyor, gördüğü sis ve duman
Zannınca yol alıyor, mesafeler ayarsız;
Bir ömür boyu alıp satıyor hiç durmadan;
Ama kantarlar vefasız, kıstaslar vefasız...

Gerçeklere kapalı rüyalarla avunur,
Büyüklüğü sadece ikindi gölgesinde
Alternatif yokluk, yoklukta çalım ve gurur,
Derenin dibindeyken, dağların zirvesinde...

alemi hor görme, bencillik, kibir ve caka.
Küçüklüğe emare ne varsa hepsi onda.
Ne halka yararlı bir işi var ne de Hakk'a,
Ruhunda aşağılık... görünme sevdasında.

Çehresine bakarsan kömür elenmiş gibi.
Manasız bakışlarında Mecnunca gülüşler;
Bir kaşık çalsan irfanına görünür dibi.
Sırf bir aldatmaca o avdınca görünüşler.

M.Fethullah Gülen


Bir metni metin yapan unsurları tasvir ve tasnif etmeye çalışan metindilbilimin tespitleri, edebi kritik ve tahlillere yani bir çehre kazandırabilir (Boztaş, 1994). Zira metinler, sadece edebiyat tarafından analiz edilemeyecek kadar kompleks iletişim birimleridir. Bir metnin müellifi ve muhatabı, sosyokültürel ortak noktaları, kolektif şuuru, müşterek irfanı ve ifade edilmediği halde çoğunluk tarafından bilinen ve yaşanan fikir ve hisleri kullanarak çok karmaşık bir iletişim kurarlar. Bu duygu ve düşünce aktarımı sadece yazardan okuraymış gibi gözükse de aslında sosyal beyan sahasının oluşturduğu kognitif ağdan istifade eden yazar da okurlardan mesajlar alır. İşte böyle çok yönlü ve çok unsurlu bir iletişimin analiz edilebilmesi için psikoloji, sosyoloji, beyan tahlili, işaretbilim ve metindilbilim gibi bilimlerden istifade etmek gereklidir.

Metin dilbilime göre bir metni oluşturan yedi standart mevcuttur.

1. İmtizaç: Gördüğümüz veya duyduğumuz lafızlar arasında mutlaka bir imtizaç, bir irtibat olmalıdır. Başka bir ifadeyle, bir metindeki lafızlar, silsile halinde birbirleriyle bağlanmalıdırlar. "Bir Kaşık İrfan"da imtizacın, üçüncü tekil şahsa yapılan atıflarla, "yol" metaforunda olduğu gibi tekrarlarla, paralel tabirler kullanmakla (kantarlar vefasız, kıstaslar vefasız), şerh ve izahla (Haberi yok çoğunun bu yaşanan dünyadan - Dalgınlıkta eriyor sabahlar ve akşamlar - Seyrediyor varlığı sisli-paslı bir camdan) ve hazfla (Ne halka yararlı bir işi var ne de Hakk'a) gerçekleştirildiği görülmektedir.
Şiirin her bir mısrasının 14 heceden meydana gelmesi, kafiye düzeni ve ritmi de imtizacı muhkem kılmaktadır.

2. İnsicam: İnsicam imtizacın derinliklerinde bulunan kavramlar arasındaki irtibattır. İmtizaç bir hücrenin atom ve molekülleri olarak kabul edilirse, insicam da o hücrenin canlılığıdır. Gerçekten de metne hayat veren unsur insicamdır. Cansız kelimelerin mana kazanması ancak bu ilkeye riayetle gerçekleşir. Mananın kaynağı ise manaviyattır. Kulak ve gözlerin ötesine geçen manalar, metafizik olgunluğa erişmiş insanlardan sudur eder. O halde bir müellifin maneviyatı ne kadar kuvvetliyse, onun beyan ettiği metin de o kadar insicamlı olacaktır.

Şiirdeki insicam öylesine rasih ve renklidir ki zihinde ve gönülde oluşan orijinal kavram pencerelerinden; insan, hayat ve kainat ilişkisini damıtmış bir dimağın kalbi dünyası rahatlıkla seyredilebilir. Bu meyanda Croce sanatın sağladığı tasarımın kainatın aksini taşıdığına dikkat çekerek şunları ifade eder: "...bir sanat tasarımı hem kendisine hem de bütün bir kainata işaret eder: şahsi bir üslup içinde bir kainat ve bir kainat olarak şahsi bir üslup. Şairin her bir ifadesinde, tasavvur ve tahayyüllerinin her birinde insanın bütün bir kaderi, yani bütün ümitleri, bütün acıları ve sevinçleri, insani yücelikler ve aşağılıklar, insan çile çekerken de mutlu yaşarken de oluşmaktan ve gelişmekten geri kalmayan hakikatin bütün bir dramı vardır." (Krş. Eco, 1992:40).

Şairin şahsi tecrübeleri, hayatı boyunca bizzat yaşadığı hadiseler, idrak ettiği hakikatler, tılsımını keşfettiği esrarlı fenomenler, gönlünde peçelerini açan gizemler şiirine yansır. Eğer okur gerekli zihni ve kalbi donanıma sahipse, kastedilen manalar çiçek açmaya başlar. Şiirin sunduğu niteliklerle okurun keyfiyeti eriyip kaynaştığı an manevi manaları tebessüm eder. Kendisi de bu "yaşanan dünya"nın bir parçası olan okur, "haberi olan ve olmayan" insanların, nelerden haberdar olup olmadıklarını düşünürken, bizzat edindiği tecrübelerle zihninde birkaç müşahhas sima belirir. Kalbinde bu hakikati tasdik eder. Şiirin devamında oluşan her bir kavramı ve hükmü, şahsi birikimiyle teyit ede ede ta son kıt'aya ulaşır ve oradaki "kömür elenmiş çehreler" in başlangıçtaki simalara nasıl tekabül ettiğini görür.

Şiirin başından sonuna kadar kurulan iletişimde, metnin taşıdığı bilgilerle okurun sahip olduğu bilgiler etkileşim halindedir. İnsicam bu etkileşimden doğar. Bediüzzaman Hazretleri (1987:77), bu kavramı "nazm-ı maani" olarak adlandırır. Halliday (1976) ve de Beaugrande (1981) gibi dilbilimciler ise "anlam sürekliliği" şeklinde bir tabir kullanırlar. İnsicam okura böyle bir anlam sürekliliği takdim eder. Okurun elinden tutarak nazm-ı maani merdivenini basamak basamak çıkarır. Şiir tekrar tekrar okundukça bu merdivenin ne kadar sağlam oluduğu görülecektir.

3.Niyet: Bir metinde maksat ne kadar açıksa,selaset o kadar fazla olur. Kastedilen şeyler anlaşılmazsa, metinde akıcılık görülmez. Maksadı ve niyeti açık bir şekilde aktarmanın en iyi yolu, sağlam bir makam ve muhteva temeli üzerine, tutarlı bir şekilde fikirleri inşa etmektir. Bu temel atmanın en sağlıklı yolu ise muhtasar anafikir çevresinde (ki Teun A. van Dijk bunu "makroyapı" diye adlandırır, tali fikirleri, uygun mesaj, imaj ve metaforlarla örgülemektir. Bu makro yapı genellikle başlık şeklinde tezahür eder. "Bir Kaşık İrfan" zihnimizde mücmel bir temel fikir, bir şema oluşturur. Her bir kıt'a, her bir mısra ve hatta her bir kelimenin uyandırdığı kavramlar, bu temel fikri destekler, şemanın boşluklarını doldurur. Neticede muhtemel maksatlar tebeyyün eder, niyet anlaşılır. Eğer anlaşılmazsa bu iki sebep yüzündendir. Ya müellifin hayatı bulanıklık, çelişki ve istikrarsızlıklarla doludur (ki bu düzensizlikler onun beyanına da yansır ve niyetini bulandırır) veya okurun kafa ve kalbinde büyük boşluklar vardır. Metin çarptıkça tok sesler yükselir. Şiirde bir
problemin olduğu iddia ediliyorsa, ikinci ihtimal üzerinde durulmalıdır.

4.Kabuledilebilirlik: Bu standart niyetle irtibat halindedir. Niyet ne kadar açık olursa, okurun metni anlaması, hatta kabul edip benimsemesi o kadar kolay olur. Metnin kabuledilebilirliğini artıran unsurlar ise serdedilen hükümlerin nefs-ül emre mutabık olması ve maaniyi müteselsiledeki tederrüçtür. (Nursi, 1987:107). Yani metindeki önermeler tekzip edilemeyecek şekilde akla ve vicdana hitap ediyorsa ve mevcut mana ve mesajlar sindire sindire okura veriliyorsa, o metin zihinde ve gönülde makes bulur. "Bir Kaşık İrfan"daki hiçbir hüküm yadsınamaz. Gerçek hayatta bu hükümlerin yüzlerce, binlerce misali mevcuttur. Şiirdeki kaziyyeleri kabul etmeyen birileri varsa, onlar da şiiri hayatlarıyla tefsir eden, ırgalayıcı ifadeler midelerine oturan, kibirleriyle bunları hazmedemeyen bir kaşık irfanlılardır.

5. Orijinallik: Çoğunluğun malumu olan beyanlara gereken zihni gayret sarf edilmez. Epistemik tecessüsü uyandırmayan metinler sıradanlığın, bayağılığın ve tekdüzeliğin timsalidirler. Tahmin edilemeyen, bilgilendirici, orijinal fikirlerle dolu metinler merak uyandırır. İnsanlar şakakları zonklasa da bu metinlerdeki esrarı keşfetmeye çalışırlar. Eğer metin çok ketumsa, yani okur o kadar gayret etmesine rağmen çok az şey keşfedebiliyorsa, bir süre sonra bıkkınlık doğar ve daha "açık" bir metin avına çıkılır. Öte yandan beklenmedik çözümlerle okurun ruhunu tatmin eden metinler ne kadar ağır olursa olsun kaldırılmaya çalışılır. Uyaranlar-bunalım-beklenti-doyum çemberi, coşku dolu şoklarla, cazip bir metne davette bulunur (Eco,1992:97).

"Dalgınlıkta eriyor sabah ve akşamlar" mısraı, böyle bilgilendirici bir beyandır; orijinal metaforuyla zihinde alışılmışın dışında bir tablo çizmektedir. Zaten başarılı bir şiir, okurunu alarak farklı bir aleme götüren şiirdir. Bu alemde eşya ve hadiseler sıradışıdır (Levin, 1976). Hayal, hissedip de ifade edemediği gerçekleri bu alemde seyreder. Mezar-ötesini düşünmeyen insanların eriyip giden sabah ve akşamları, bütün didinmelerine rağmen ellerinde avuçlarında hiçbir şeyin kalmaması, herşeyin eter gibi uçup gitmesi ancak bu kadar tesirli ifade edilebilir.

Şiirdeki orijinalliği artıran unsurlardan biri de istidlallare açık, tefekküre sevkeden bir üslubun olmasıdır. "Büyüklüğü sadece ikindi gölgesinde" mısrasında bu gerçek açıkça görülmektedir. Uzayıp giden, fakat akıbeti çok yakın ve dramatik olan bir gölge gibi şöhret... İşte bu mısraya ait muhtemel akıl yürütmelerden biri. Şiirin tamamında istidlallere açık bu tür beyanlara rastlamak mümkündür.

"Bir Kaşık Irfan"daki hiçbir hüküm yadsınamaz. Gerçek hayatta bu hükümlerin yüzlerce, binlerce misali mevcuttur. Şiirdeki kaziyyeleri kabul etmeyen birileri varsa, onlar da şiiri hayatlarıyla tefsir eden, ırgalayıcı ifadeler midelerine oturan, kibirleriyle bunları hazmedemeyen bir kaşık irfanlılardır.

6. Makama mutabık olma: Bir metnin orijinalliğinden taviz vermeden idrakini kolaylaştıran, selaset ve insicamını artıran unsur, makama mutabık lafız ve mefhumları, birbirini destekleyecek şekilde sunmaktır. Böylelikle bu tabir ve kavram kanallarının her biri, asıl mana havuzunu besleyecektir. Adeta her bir beyan faktörü, aynı anafikre parmak basacaktır.

Şiirin birinci kıtasındaki "gaflet" kavramı, "sisli-paslı cam" tabiriyle; "monotonluk" mefhumu ise "dolapla dönen yol" ifadesiye desteklenmiştir.

İkinci kıt'adaki "sis ve duman" ve "ayarsız' mesafeler de aynı noktaları vurgulamaktadır. "Vefasız kantarlar" ibaresi yeni bir kavramı ironik bir şekilde uyandırmaktadır. "Sanatçı", "entelektüel" ve "aydın" diye anılan çoğu insan, toplumdan kopuk oldukları için gereken hürmeti bir türlü görememektedirler. Aksine, saygı bekleyen bu insanlar sakil karşılanmaktadır. Zira "ehl-i iman ne kadar ami ve cahil de olsa, aklı derketmediği halde kalbi öyle hodfüruş adamları görse, soğuk görür, manen nefret eder" (Nursi, 1986:414)

Üçüncü kıtadaki "kibir" kavramı, hem ilk iki kıtadaki kavramlara destek olmakta hem de kendisinden sonrakilere atıfta bulunmaktadır. "Yokluk", "çalım", "gurur" ve daha sonra gelen kıtadaki "bencillik", "kibir", "caka" yine aynı noktaya parmak basmaktadır. Son kıtadaki "Bir kaşık çalsan irfanına görünür dibi" mısraı, hem şiiri müthiş bir istiareyle özetlemekte hem de başlığa atıfta bulunarak daha önceki kavramları hatırlatmakta ve şiiri insicamlı bir bütün olarak okura sunmaktadır.

7. Tedai: "Metinlerarasılık" da denilen bu standarda göre bir metin, uygun tedai ve telmihlerle o mevzuyla alakalı başka metinleri hatırlatacak mahiyette olmalıdır. Yorumların renkli olabilmesi için bu tür bir keyfiyete ihtiyaç vardır.


Şiirin daha ilk mısrasında bu standardın mükemmel bir şekilde vücut bulduğu görülmektedir. "Haberi yok çoğunun bu yaşanan dünyadan" tabiri, "Onların çoğu akletmezler" hakikatine işaret etmektedir. "Dalgınlık" tabiri, varlığından ve benliğinden haberdar olmak demek olan "şuur "un tersini, yani "gaflet'i çağrıştırmaktadır. "İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar" elmas sözüne telmihde bulunmaktadır.

Bu meyanda Risale-i Nur'dan bir tedai de şu şekildedir: "İnsan, Cenab-ı Hakk'ı tanımazsa ve Ona tevekkül etmezse, o vakit insan, gayet derecede aciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fani hayvan hükmünde olup bütün sevdiği ve alaka peyda ettiği bütün eşyadan mütemadiyen firak elemini çeke çeke, nihayette, baki kalan bütün ahbabını bir firak-i elim içinde bırakıp kabrin zulümatına yalnız olarak gider. Hem müddet-i hayatında gayet cüz'i bir ihtiyar ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile nihayetsiz elemler ile ve emeller ile faydasız çarpışır. Ve hadsiz arzuların ve makasadın tahsiline semeresiz boşu boşuna çalışır. Hem kendi vücudunu yüklenemediği halde, koca dünya yükünü biçare beline ve kafasına yüklenir. Daha cehenneme gitmeden cehennem azabını çeker. Evet, şu elim elemi ve dehşetli manevi azabı hissetmemek için ehl-i dalalet, iptal-i his nevinden gaflet sarhoşluğu ile muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman, yani kabre yakın olduğu vakit birden hisseder. "(Nursi, 1985:632).

Şiirle, şairin daha sonra telif ettiği bir nesir arasında da ilişki vardır. "Koskoca Bir Ömr-ü Heder" başlıklı makalesinde müellif şunları ifade eder: "O çakırkeyf günler, o tülpembe akşamlar, o büyüleyici geceler, o şen şakrak toplanmalar ve o rengarenk halvetlerden en küçük bir eser, en küçük bir emarenin kalmadığı ve her yanı garipliklerin sardığı şu tükeniş döneminde bunlar, hasretle oturup kalkar, hicranla inler ve ümitsizlik içinde yutkunup dururlar"(Gülen, 1989).

"Küçüklüğe emare ne varsa hepsi onda" mısraı ise, Bediüzzaman Hazretleri'nin Lemeat adlı eserindeki "Büyük Görünme Küçülürsün" parçasından mülhemdir. Evet, "Kamillerde, büyüklük mikyasıdır küçüklük. Nakıslarda küçüklük mizanıdır büyüklük. "(Nursi, 1985:724).

"Çehresine bakarsan kömür elenmiş gibi" tabiri, bazı çehrelerin ay gibi parlayacağı, bazılarının ise kapkara kesileceği mahşer gününden bahseden ayeti (3:106) hatırlatmaktadır.

Son mısra olan "Sırf bir aldatmaca o aydınca görünüşler" hükmü, Attila İlhan'ın dikkat çektiği, Orhan Pamuk'un ironilerle vurguladığı, Alev Alatlı'nın "miş gibi yapmak" tabiriyle tasvir ettiği bir gerçektir.

"Bir kaşık irfan" ifadesindeki "irfan" kelimesinin "bilgi" ve "malumat" kelimelerinin yerine kullanılması ise, "kitap yüklü varlıklar "in sayıp döktüklerinde mevcut olan hakiki ilmin, gerçek hikmetin ne kadar az olduğuna işaret etmektedir.

Buraya kadar yaptığımız yorumlar, şiirin asıl mahiyetini ve şairin iç dünyasını yansıtmaktan uzaktır. Sadece metindilbilimin standartlarıyla bir ömürlük tecrübe ve hisleri gözler önüne sermek mümkün değildir. Bu tip bir yaklaşım, şiirin muhteşem senfonisinin ancak birkaç ezgisini dinletebilir. Senfoninin bütün ritmlerini ruhen dinlemek için şair gibi yaşamaktan başka çare yoktur.