๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sahih-i Müslim Muhtasarı => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 18 Kasım 2011, 23:36:37



Konu Başlığı: Zukared Gazası ile Diğer Gazalar
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 18 Kasım 2011, 23:36:37
45- Zukared Gazası ile Diğer Gazalar


1647- Seleme İbnu'1-Ekva' (r.a)'tan rivayet edilmiştir:

“Bir gün sabah namazı için ezan okunmadan önce Gabe ormanlığı tarafına gitmek üzere) yola çıktım. Resulullah (s.a.v.)'in sağmal develeri Zû-Kared'de otluyordu. Derken Abdurrahmân b. Avf in bir hizmetçisi bana rastlayarak:

“Resulullah (s.a.v.)'in sağmal develeri çapulcular tarafında alınıp götürüldü!” dedi. Ona:

“Onları kim alıp götürdü?” dedim. Hizmetçisi:

“Gatafân kabilesi!” diye cevap verdi. Bunun üzerine ben:

“Ey sabahçılar/erken kalkanlar! Yetişin baskın var” diye üç defa bağırdım. Bu sesimi, Medine'nin iki kara taşlığı arasmdakilere işittirdim. Sonra yüzümün döndüğü tarafa hızlandım. Nihayet onlara Zû-Kared'de yetiştim. Tam sudan içmeye başlamış­lardı. Hemen onlara okumu atmaya başladım. Atıcı idim. Bir yandan da:

“Ben Ekva'nın oğluyum! Bugün alçakların öleceği gündür!” diye kısa vezinli şiir okuyordum. Nihayet sağmal develeri onlardan kurtardım. Ayrıca onlardan otuz tane de elbise ele geçirdim. Derken Peygamber (s.a.v.) ile sahabileri geldiler. Ben:

“Ey Allah'ın peygamberi! Ben susamış oldukları halde bu kavme suyu vermedim. Şimdi hemen onların arkasından bir askeri birlik gönder!” dedim. Peygamber (s.a.v.):

“Ey ,Ekva'nın oğlu! Sen alacağını aldın. Dolayısıyla onlara merhametli davran” buyurdu.

Sonra döndük. Resulullah (s.a.v.) Medine'ye girinceye kadar beni terkisine aldı.[1016]

Zû Kared:

Şamyolu üzerinde Medine ile Hayber arasında bir sudur. Medîne'ye bir günlük mesafede olduğu söylenir.

İbn Sad'a göre, Zû Kared gazası hicretin 6. yılında olmuştur.

“Ey sabahçılar” sözüyle Araplar, birbirlerini yardıma çağırırlardı. Esâs itibariyle bu.söz, baskın için seslenildiği zaman söylenirdi. Çünkü çoğunlukla baskınlar, sabah yapılırdı. Bu nedenle de bu ifade kullanılmaktadır.

1648- Seleme İbnu'1-Ekva' (r.a)'tan rivayet edilmiştir:

“Hudeybiye'ye Resulullah (s.a.v.)'le birlikte geldik. 1400 kişi idik. Kuyunun başında elli koyun vardı. Kuyu bunları bile sulayamıyordu. Derken Resulullah (s.a.v.) kuyunun kenarına oturup dua etti yada bereketlenmesi kuyunun içine tükürdü. Bunun üzerine kuyu coştu, biz de hem su içtik ve hem de hayvanlarımızı suladık. Sonra Resulullah (s.a.v.) bizi ağacın altında biat etmeye davet etti. Ona cemaattan İlk ben biat ettim. Sonra birer birer herkes biat etti. Nihayet halkın ortasında kalınca:

“Biat et, ey Seleme!” buyurdu.

“Ben herkesten önce sana biat ettim, ey Allah'ın resulü!” dedim. Resulullah (s.a.v.):

“Yine biat et!'” buyurdu. Resulullah (s.a.v.) beni silahsız gördü. Bunun üzerine bana deriden'yapılma kalkan olan bir hacefe yada deraka verdi. Sonra biat devam etti. Nihayet cemâatin sonunda kalınca:

“Bana biat etmiyor musun, ey Seleme!” buyurdu. Ben de:

“Sana   cemaatin   başında   ve   ortasında   biat   ettim,   ey   Allah'ın   resulü!”  dedim. Resulullah (s.a.v.):

“Yine biat et” buyurdu. Ben de ona üçüncü defa olarak biat ettim. Sonra da bana:

“Ey Seleme! Sana verdiğim hacefen veya derakan nerede?” diye sordu. Ben de:

“Ey Allah'ın resulü! Amcam Âmir, bana silahsız olarak rastladı. Bunun üzerine ben de onu, amcam Âmir'e verdim” dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) güldü ve:

“Senin, amcanla olan bu durumun, geçmiş zamanda olan şu adamın söylediği şu: “Allahım! Bana, kendi nefsimden daha sevimli olan bir dost ver!' sözünün mana­sına benziyor” buyurdu.

Daha sonra müşrikler bize barış anlaşması teklif ettiler. Hattâ birbirimize gidip geldik. Ben, Talha b. Ubeydullâh'ın hizmetçisi idim. Onun atını suluyor, kaşağılıyor ve kendisine hizmet ediyor ve yiyeceğinden de yiyordum. Allah ve Resulü (s.a.v.) uğrunda hicret ederek ailemi ve malımı terk etmiştim. Mekkeliler'le barış anlaşması yapıp da birbirimize karıştığımızda ben bir'ağacın yanına geldim ve dikenlerini süpü-rerek kütüğüne yaslandım. Daha sonra bana Mekkeli müşriklerden dört kişi geldi ve Resulullah (s.a.v.) hakkında atıp tutmaya başladılar. Ben bunlara kızdım ve başka bir ağacın altına geçtim. Onlar da silâhlarını ağaca astılar ve uzanıp yaslandılar. Onlar bu halde iken birden vadinin aşağısından bir dellâl:

“Yetişin ey muhacirler! Zuneym'in oğlu öldürüldü!” diye seslendi. Hemen kılıcımı kuşandım. Sonra bu dört kişiye uyurlarken hücum ettim. Silâhlarını alarak elimde deste yaptım. Sonra da

“Muhammed'in yüzünü şereflendiren Allah'a yemin ederim ki, sizden biriniz başını kaldırırsa üzerinde iki gözü bulunan uzvu/kafasını keserim!” dedim.

Sonra onları önüme katıp Resulullah (s.a.v.)'e getirdim. Amcam Amir de, Kureyş'in Abele kolundan Mikrez adında bir adamı müşriklerden yetmiş kişinin için­de zırhlı bir at üzerinde olduğu halde çekerek Resulullah (s.a.v.)'e getirdi. Resulullah (s.a.v.) onlara bir baktı ve:

“Onları serbest bırakın! Kötülüğün başı da sonu da onların olsun!' buyurdu ve onları affetti. Bunun üzerine Allah, “Sizi onlar üzerine muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan men'eden O'dur” [1017] âyetinin tamâmını indirdi.”

Seleme der ki:

“Bundan sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktık. Öyle bir yere indik ki, bizim ile Lihyân oğulları kabilesi arasında bir dağ vardı. Onlar, müşriktiler. Resulullah (s.a.v.), bu gece bu dağa tırmanacak kimse için istiğfar etti. Sanki o kimse, Peygamber (s.a.v.) ile sahabilerinin karakolu konumunda olacaktı.”

Seleme der ki:

“O gece ben, iki veya üç defa dağa çıktım. Sonra Medine'ye gel­dik. Resulullah (s.a.v.) yük develerini, ben de beraber olmak üzere hizmetçisi Rabâh'la gönderdi. Ben, onun maiyetine Talha'nın atıyla çıktım. Atı, develerle birlikte meraya suya getirip götürüyordum. Sabahladığımız zaman ne göreyim! Abdurrahmân el-Fezârî, Resulullah (s.a.v.)'in develerini yağma edip hepsini götürmüş! Çoba­nını da öldürmüştü! Bunun üzerine ben:

“Ey Rabâh! Bu atı al da Talha b. Ubeydullâh'a götür! Resulullah (s.a.v.)'e de haber ver ki, müşrikler meradaki sürüsünü yağma etmişlerdir!' dedim. Sonra bir tepenin üzerine çıkarak Medine'ye doğru döndüm. Üç defa:

“Ey sabaçılar/Erken kalkanlar!” diye bağırdım. Sonra onların arkasından koştum. Onlara hem ok yağdı­rıyor ve hem de “Ben, Ekva'nın oğluyum! Bugün alçakların öldüğü gündür!” diyerek kısa vezinli şiirler söylüyordum. Bir müddet sonra onlardan birisine yetiştim. Bineği­ne doğru bir ok attım. Okun demiri adamın omuzuna ulaştı. Ben:

“Al sana! Ben, Ekva'nın oğluyum! Bugün alçakların öldüğü gündür!” dedim. Vallahi, onlara hiç durmadan ok atıyor ve onları öldürüyordum. Derken bana doğru bir atlı döndü, ben de bir ağacın yanına gelip kütüğüne oturdum. Sonra ona ok atıp öldürdüm. Nihayet dağ daraldı. Onlar, dağın dar yerine girdiler. Onlara ok atma imkanı olmayınca ben de dağa çıkıp üzerlerine taş yuvarlamaya başladım. Böylece onları adım adım takip etmekten bir olsun ayrılmadım. Nihayet Allah'ın yarattığı Resulullah (s.a.v.)'in develerinin hepsini arka tarafıma geçirdim. Onlar, develer ile benim aramı tamamıyla boşalttılar.

Sonra onlara ok atarak kendilerini yine takip ettim. Nihayet onlar kaçabilmek için yüklerini hafifletmek maksadıyla otuzdan fazla kaftan ve mızrak bıraktılar. On-lann1 attığı her şeyin üzerine, muhakkak arkamdan gelecek olan Resulullah (s.a.v.) ile sahabilerinin tanıyabileceği taşlardan bazı işaretler koyuyordum. Nihayet onlar dar bir dağ yoluna girdiler. Yanlarına Bedr el-Fezârî'nin oğlu filânca geldi. Az sonra sabah kahvaltısı yapmak için oturdular. Ben de dağdarı ayrılıp küçük bir tepenin üzerine oturdum. Fezârî, onlara:

“Görmekte olduğum bu perişan ha nedir?” dedi. Onlar:

“Tepenin üstündeki şu adamla belâya çattık! Vallahi, alaca karanlıktan beri bizden ayrılmadı. Bize ok aüyor, hattâ elimizdeki her şeyi aldı” dediler. Fezârî, onla­ra:

“O halde sizden dört kişi ona gitsin!” dedi. Bunun üzerine onlardan dört kişi dağa benim yanıma çıktı. Bana konuşma imkânı verdikleri zaman, onlara:

“Şeni tanıyor musunuz?” diye sordum. Onlar da:

“Hayır! Sen kimsin?” dediler. Ben de:

“Ben, Seleme b. Ekva'yım. Muhammed (s.a.v.)'in yüzünü şereflendiren Allah'a yemîn ederi ki, sizden bir adamı yakalamak istediğimde mutlaka ona yetişirim! Fa­kat sizden biri beni yakalamak isterse bana yetişemez!” dedim. Onlardan biri:

“Ben biliyorum!” dedi. Sonra da dönüp gittiler. Ben de, Resulullah (s.a.v.)'in yardım için gelen süvarilerini görünceye kadar yerimden hiç ayrılmadım. Süvariler ağaçların arasına giriyolardı. Süvarilerin en önünde, Ahram el-Esedî vardı. Onun arkasında, Ebû Katâde el-Ensârî vardı. Onun peşinde de Mıkdâd İbnu'l-Esved el-Kindî vardı. Hemen Ahram'm atının gemini tuttum.ÇapulcuIar da arkalarına dönüp kaçtılar.   

“Ey Ahram! Bunlardan sakın! Resulullah (s.a.v.) ile sahabileri yetişinceye kadar onlar senin yolunu çevirip yakalamasınlar!” dedim. Ahram:

“Ey Seleme! Eğer Allah'a ve ahîret gününe îman ediyor, cennetin hak ve cehennemin hak olduğunu biliyorsan benimle şehidliğin arasına girme!” dedi.

Bunun üzerine onu bıraktım. O da Abdurrahman'la karşılaştı. Hemen Abdur-rahman'in atını öldürdü. Abdurrahmân da onu yaralayarak öldürdü ve onun atma geçti. Resulullah (s.a.v.)'in süvarisi Ebû Katâde, Abdurrahmân'a yetişerek onu yara­layıp sonra da onu öldürdü. Muhammed (s.a.v.)'in yüzünü şereflendiren Allah'a ye­min olsun ki, yaya koşarak onları takip ettim. Hattâ arkamdaki Muhammed (s.a.v.)'in sahabilerimden ve onların tozundan bîr şey görmüyordum.

Nihayet onlar güneş batmadan önce, içinde Zû-Kared denilen su bulunan bir dağ yoluna saptılar. Susuz olduklarından ondan su içmek istiyorlardı. Bana baktılar, ben onların arkalarından koşuyordum. Ben onlara su içme imkanı vermedim. Dola­yısıyla da ondan bir damla su tadamadılar. Bu sefer çıkıp sarp bir yola düştüler. Ben de arkalarından koştum ve onlardan bir adama yetişerek onun omuz başı kemiğine bir ok fırlatıp:

“Al şunu! Ben, Ekva'ın oğluyum! Bugün alçakların öldüğü gündür!” dedim. Adam da:

“Ey anası ağlayasıca! Sabahki Ekva'ı mı?” dedi. Ben de:

“Evet, ey nefsinin düşmanı! Sabahki Ekva'yım!” diye cevap verdim.

“Sarp bir yolda giderlerken arkalarında iki at bıraktılar. Ben bunları sürerek Resulullah (s.a.v.)'e getirdim.

Amir de, birinde sulandırılmış süt ve diğerinde su bulunan iki tulumla birlikte bana yetişti. Ben, abdest aldım ve su içtim. Sonra Resulullah (s.a.v.)'e geldim. Resulullah (s.a.v.), benim müşrikleri kovduğum suyun başında durmaktaydı. Bir de ne göreyim! Resulullah (s.a.v.), o develeri ve benim müşriklerden kurtardığım her şeyi, her oku ve her elbiseyi almış! Bilâl, benim, düşmandan kurtardığım develerden bir dişi deveyi boğazlayıp ciğerinden ve hörgücünden Resulullah (s.a.v.)'e kızartıyor! Onların yanına gelip:

“Ey Allah'ın resulü! Bana izin verde şu topluluktan yüz adam seçip düşmanı takîp edeyim de onlardan tepelemediğim hiç bir haberci kalmasın!” dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) güldü. Hattâ gündüzün ışığında azı dişleri göründü. Bana:

“Ey Seleme! Bu hususta sana izin versem acaba bîr şey yapacağını sanıyor musun?” buyurdu. Ben de:

“Evet! Sana ikram buyuran Allah'a yemin olsun ki” diye cevâp verdim. Resulullah (s.a.v.):

“Şüphesiz ki onlara şimdi Gatafan toprağında ziyafet verilmektedir” buyurdu. Derken Gatafân'dan bir adam gelip:

“Onlar için filânca kimse bir deve boğazladı. Ama derisini açtıkları zaman bir   toz   gördüler.   Bunun   üzerine:   

“Düşman   size   gelmiş!”  dediler   ve   hemen çıkarak kaçtılar” dedi.

Sabahladığımızda Resulullah (s.a.v.):

“Bugün süvarilerimizin en hayırlısı, Ebû Katâde ve piyadelerimizin en hayırlısı da Seleme idi” buyurdular.

Sonra Resulullah {s.a.v) bana iki hisse verdi. Biri süvari hissesi ve biri de piyade hissesi idi. Benim için bunların ikisini bir araya getirdi. Sonra Resulullah (s.a.v.) Me­dine'ye dönmek üzere beni devesi Adbâ'nın üzerinde terkisine aldı. Ensâr'dan bir kimse vardı ki, yaya koşusunda geçilmezdi. Biz yürümekte iken:

“Medine'ye kadar koşu yapacak yok mu? Koşucu var mı?” demeye ve bunu tekrarlamaya başladı. Ben onu bu sözünü işitince:

“Sen hiç bir iyiye ikram etmez ve hiç bir şerefliyi saymaz mısın?” dedim. O adam:

“Hayır! İkram ve şerefin Resulullah (s.a.v.) olması hali hariç!” diye cevâp verdi. Bunun üzerine:

“Ey Allah'ın resulü! Annem-babam sana feda olsun! İzin ver de, şu adamla müsabaka edeyim!” dedim. Resulullah (s.a.v.):

“Dilersen yap!” buyurdu. O adama:

“Sen koş!” dedim. Ayaklarımı ayarlayarak bir sıçradım!.. Bir koştum!.. Nefesim tükenmesin diye bir veya iki bayırda kendimi tuttum. Onun izinden koştum. Yine bir veya iki bayırda kendimi tuttum. Sonra ona yetişmek için son hızla koştum, onun iki omuzunun arasına dokunup:

“Vallahi, geçildin!” dedim. Adam:

“Ben de bunu biliyorum!” dedi. Derken onu geçtim ve Medine'ye ulaştım.

Seleme der ki:

“Vallahi, biz bu Zu-Kured seferinden döndükten sonra Medine'de ancak üç gece kaldık. Nihayet Resulullah (s.a.v.)'le birlikte Hayber'e doğru yola çıktık. Amcam Amir düşmana kısa vecizli şiirler okumaya başladı:

Vallahi, Allah olmasaydı biz ne hidayete erer, ne sadaka verir ve ne de namaz kılardık!”

“Biz senin fadlından müstağni değiliz!”

“Eğer düşmanla karşılaşırsak, ayaklarımızı sabit kıl!”

“Üzerimize mutlaka sekînet/manevi kuvvet indir!” Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.):

“Bu kimdir?” diye sordu. Amcam:

“Ben, Amir'im!” diye cevap verdi. Resulullah (s.a.v.):

“Rabbin sana mağfiret buyursun!” diye dua etti.

Resulullah (s.a.v.) özellikle bir insana mağfiret dilerse, o insan mutlaka şehid olurdu! Bu sebeple devesinin üzerinde bulunan Ömer b. Hattâb:

“Ey Allah'ın resulü! Keşke bizleri Amir'le daha faydalandırsaydm!” diye seslendi.

Hayber'e vardığımızda hükümdarları Marhab kılıcını kaldırıp indirerek ortaya çıktı. Sonra da şu kısa vecizli şiirleri okuyarak:

“Hayber benim Marhab olduğumu iyi bilir.”

Silâhı tamam, denenmiş bir kahraman!”

Harpler geldiğinde alev alev yanar!” diyordu.

Onun karşısına amcam Amir çıktı.Ona karşı şunları söyledi:

“Hayber, benim Amir olduğumu iyi bilir.”

“Süâhı tamam, bahâdır, kahraman!”

Derken iki vuruşla birbirlerine girdiler. Marhab'ın kılıcı Amir'in kalkanının içine girdi. Amir'de ona alttan vurmaya kalkıştı. Fakat kılıcı kendine dönerek can damarı­nı kesti. Ölümü de bundan oldu.

Seleme der ki:

“Dışarı çıktım. Bir de baktım ki, Peygamber (s.a.v.)'in sahabilerinden birkaç kişi:

“Amir'in şehit olma ameli bâtıl oldu! O kendini öldürdü!” diyorlardı.

Hemen ağlayarak Peygamber (s.a.v.)'e geldim. Ona:

“Ey Allah'ın resulü! Amir'in şehit olma ameli bâtıl mı oldu?” dedim. Resulutlah (s.a.v.):

“Bunu kim söyledi?” diye sordu. Ben de:

“Senin sahabilerinden bazı kimseler” dedim. Resulullah (s.a.v.):

“Bunu söyleyen hatâ etmiş! Bilâkis onun için iki defa ecir vardır!” buyurdu.

Sonra beni Ali'ye gönderdi. AH gözlerinden rahatsızdı. Bu sırada Resulullah (s.a.v.):

“Bu sancağı herhalükarda Allah'ı ve Resulünü seven yada Allah'ın ve Resulü­nün sevdiği bir adama vereceğim!” buyurdu.

Derken Ali'ye vardım. Onu, gözlerinden rahatsız olduğu halde onu önüme katıp Resulullah (s.a.v.)'e getirdim. Nihayet onu Resulullah (s.a.v.)'in huzuruna çıkardım. Gözlerine tükürdü. Gözleri hemen iyileşti. Sancağı ona verdi. Savaş alanına ilk önce Yahudi cengaveri Marhab da çıkıp şunları söyledi:

“Hayber benim Marhab olduğumu iyi bilir.”

“Silâhı tamam, denenmiş bir kahraman!”

“Harpler geldiğinde alev alev yanar!”

Bunun üzerine Ali'de şunları söyledi:

“Ben o kimseyim ki, annem adımı “Haydar” (=arslan) koymuştur.”

Ben ormanların heybetli görünüşlü arslanı gibiyim.

Ben çirkin manzaralı düşmanlara, şendere kilesi kadar büyük sa ölçeğiyle gelirim!”

Daha sonra Ali, Marhab'm basma bir kılıçla vurup onu öldürdü. Bundan sonra Hayber'in fethi, Ali'nin eliyle gerçekleşti. [1018]

Hudeybiye:
 
Mekke'ye bir, Medine'ye dokuz konak mesafede küçük bir beldedir. Köye bu isim, orada bulunan aynı isimde bir su kuyusu dolayısıyla verilmiştir. Ağaç altındaki meş­hur biat burada olmuştur.


[1016] Buhari, Meğâzî 37; Nesâî, Amelu'1-Yevm ve'1-Leyl, 978; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/48.

[1017] Feth: 48/24.

[1018] Ebu Dâvud, Cihad 147, 2752; Ahmed.b. Hanbel, Müsncd, 4/48, 51, 52