๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sahih-i Müslim Muhtasarı => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 27 Aralık 2011, 23:25:42



Konu Başlığı: Senedin Dinden Olması
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 27 Aralık 2011, 23:25:42
4- Senedin Dinden Olması, Rivayetin Ancak Sika/Gü­venilir Kimselerden Alınması, Kendilerinde Bulunan Kusur Sebebiyle Ravileri Cerh Etmenin Caiz Olması


10- Muhammed b. Şîrîn'den rivayet edilmiştir:

“Bu isnad ilmi, dinî ilimlerdendir. Dininizi kimlerden aldığınıza dik­kat edin!”

11- Muhammed b. Şîrîn'den rivayet edilmiştir:

“İnsanlar, önceleri hadisin isnadını sormazlardı. Fitne ortaya çıkınca, “Bize ravilerinizin adlarını söyleyin” demeye başladılar. Şimdi ise Ehl-i sünnete dikkat ediliyor ve onların hadisleri kabul ediliyor. Ehl-i bid'ata bakılıp onların rivayet ettikleri hadisler alınmıyor.”

12- Muhammed'den rivayet edilmiştir;

“Ebu İshâk İbrahim b. İsa et-Tâlekânî”yi dinledim. O şöyle dedi:

Abdullah İbn Mübârek'e:

“Ey Ebu Abdurrahman! Kulağımıza, “Doğrusu kendi namazınla birlikte anne ve babana da namaz kılman, orucunla beraber onlara da oruç tutman, iyilik üstüne iyiliktendir” şeklinde bir hadis rivayet edilmektedir. Bununla ilgili olarak ne dersin?” dedi. Abdullah:

“Ey Ebu îshâk! Bu hadis, kimden (nakledilmiş)tir?” dedi. Ben;

“Bu hadis, Şihâb b. Hırâş'tan (rivayet edilmekte)di” dedim. Abdullah:

“O, güvenilir bir kimsedir. Peki o, bu hadisi kimden almış?” dedi. Ben:

“Haccâc b. Dinar'dan (almış)” dedim. Abdullah:

“O, güvenilir bir kimsedir. Peki o, bu hadisi kimden almış?” dedi. Ben:

“Resulullah (s.a.v.) buyurmuş” dedi. Abdullah:

“Ey Ebu İshâk! Doğrusu Haccâc b. Dinar ile Peygamber (s.a.v.) arasında aşılması çok güç olan öyle çöller var ki, o çöllerde binek hayvanlarının boyunları  kopar.  Fakat sadaka  verme konusunda bîr görüş  ayrılığı yoktur” dedi.”

13- Süfyân İbn Uyeyne'den rivayet edilmiştir:

“Bana, Buheyne'nin arkadaşı Ebu Akıl haber verdiğine göre; Abdullah İbn Ömer'in oğullarından bazıları, Hz. Ömer'in torunlarından olan Kâsım'a bilmediği bir şeyi sormuşlar.

Yahya İbn Saîd, ona, Ömer ile Abdullah İbn Ömer'i kastederek:

“Vallahi, hidayet imamının oğlu olduğun halde senin gibi bir kişinin, sorulan bir şey hakkında bilgisiz bulunmanı gerçekten büyük bir kusur saya­rım” dedi. Kâsım'da:

“Vallahi, Allah katında ve Allah için düşünen bir kimseye göre, benim ilimsiz konuşmam yada güvenilir olmayan bir raviden haber nakletmem bun­dan daha büyük kusurdur” diye cevap verdi.”

İslam Tarihi'nde zamanın ilerlemesiyle müslümanların arasında bir takım ihtilaflar orta­ya çıktı. Siyasî anlaşmazlıklardan kaynaklanan bu ihtilaflar, önce siyasî kamplaşmalara, ar­dından da dinî bir hüviyet kazanarak yeni oluşumlara, yani mezheplerin doğuşuna neden oldu. Her iki aşamada da, kazanılan yeni kimlikler öne çıktı. Bu aşamadan itibaren insanlar, Mervanî, Şii, Haricî gibi yeni kimlikleriyle anılmaya başlandı. Siyasî yada dinî bir kaygıyla grup oluşturan bireyler, bu psikolojiyle kendi söylemlerinin doğruluğunu, dolayısıyla muhalif­lerin sapıklıkta olduğunu ispat etme uğraşasma düştüler. Bu amacı gerçekleştirmek için ilk başvurulan yol, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den beri bilinen, özellikle te'vilin kullanılması olmuş­tur.

Bu aşamada yapılan müdahale, hâlâ sözlü ve mana olarak aktarılabilen hadis metinleri­ne, girebileceği boşluklar yakaladı. Zira mana, mefhum ve muhteva rivayeti caizdi. Bu şart­larda te'ville ulaşılan yorumun, metne yansıması, hatta metnin formal yapısını değiştirmesi kaçınılmaz oldu. Bu nedenle söz konusu gelişme üzerine ravilerin kim olduğu sorulmaya başlandı. Eğer ravi, Ehl-i sünnetten ise hadisi kabul edilmekte, değilse hadisi reddedilmekte­dir. Burada Ehl-i sünnet kavramına özel bir anlam yüklenildiği görülmekte; böylece kişinin, övülen dosdoğru bir yol üzere olduğu, yani kendileri gibi düşündüğü vurgulanmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, kişinin, Ehl-i sünnetten olması, takip ettiği çizgi itibariyle nasları çarpıtmayacağı konusunda muhaddise güven teikin etmektedir. Öte yandan onun Ehl-i sünnet­ten olup olmadığı da, tarihî süreç içerisinde oluşan otoritelerin değerlendirmeleriyle öğrenil­mekte, hatta bu bilgi de tıpkı hadis metni gibi diğer insanlara iletilmektedir.

Söz konusu siyasî-dinî oluşumun ortaya çıkardığı taassup, maddi veya manevi çıkar te­min etme, hatta İslam'a hizmet arzulan gibi nedenler, hadislerin, dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)'in nüfuzunun kullanılmasına; kişilerin şahsi görüşlerini destekleyen herhangi bir rivayet bulunmadığı takdirde mevcutlardan uygun olanların te'viline yada yeni bir takım rivayetlerin uydurulup Resulullah (s.a.v.)'e atfedilmesine yol açtı...

İşte bu aşamada senedin, dileyenin dilediğini söylemesine, dolayısıyla dinden olmaya­nın dine sokulmasına engel olacağı düşünüldü. Hadis uydurmacılığına karşı bir kalkan olarak geliştirilen bu yöntemle, uydurma olanlar da diğerlerinden ayrıştırılacak, haberin sıhhati de sadece isnadla belirlenebilecekti. Bu düşünce, hadis konusunda titiz olan insanlan, hem hadisi alırken ve hem de naklederken kimden aldığını işaret etmeye sevk etti...

Bu süreç içerisinde, rivayet ettiği hadisin kaynağını bildirmeye taraf olanlar, hatta bunu zorunlu görenlerin yanında, bundan rahatsızlık duyanların bulunduğu müşahade edilmiştir. [21]

Burada karşımıza çıkan diğer bir husus da; müsteşriklerin, hadis senedlerinin, II. asrın sonu ile III. asrın başında hadis alimleri tarafından uydurulduğu [22] iddiasıdır. Hadislerin güvenirlilik ölçüsünü ilk kademede ortaya koyan isnad sistemi hak­kındaki bu ağır İthamını hiç bir belgeye dayandırmaması, onun en önemli konularda bile zan ve tahmin ile konuşmakta sakınca görmediğini kanıtlamaktadır. Kendi kaynaklarından biri olan ve II. (8.) yüzyılın başlarında yazılan İbn İshâk'ın küçük hacimli “es-Sîre”sinde bile 200'e yakın isnadın kullanılmış olduğunu görmezlikten gelmesi, tıpkı hadis metinleri gibi isnadlann da daha sonraları icat edildiğini kabul etmesi [23] sebebiyledir

Halbuki hadislerin sağlamlık derecesini tespit etmek üzere muhaddislerin ortaya koyup geliştirdiği sened tenkidi, rivayetleri bir tür ön elemeden geçirme faaliyeti olup bundan sonra hadis metinleri de incelenerek bunlann Kur'an'a, mütevatİr sünnete, te'vil edilemeyecek kadar akla, duyu ve müşahadeye ve tarihî gerçeklere aykırı olup olmadığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Muhaddisler, bu ölçülere göre hadisin lafzında ve manasında bir bozukluk bu­lunmasını ondan şüphelenmek için yeterli sebep kabul etmişlerdir.

Erken devirlerden itibaren metin tenkidi alanında yapılan çalışmalar geniş araştırmalara konu olmuştur. Bu çalışmalara örnek olarak, Selahaddin b. Ahmed Edlibî'nin “Menhecü nakdi'1-metninde ulemâi'l-hadîsi'n-nebevî” [24] Misfır b. Gurmullah ed-Dümeynî'nin “Mekâyisü nakdi mütûni's-sünne” [25] Muhammed Lokman es-Selefi'nin “Ihtimârnü'l-muhaddisîn bi-nakdi'1-hadîs seneden ve metnen” [26] ve Muhammed Tâhir el-Cevâbî'nin “Cühâdü'l-muhaddisîn fî nakdi metni'1-hadîs” [27] adlı eserleri zikredilebilir.


[21] Yavuz Ünal, Hadisin Doğuş ve Gelişim Tarihine Yeniden Bakış, Etüt Yay., Samsun 2001, s. 286-287, 291, 93, 94.

[22] Caetani, İslam Tarihi, I, 88.

[23] İslam Tarihi, 1/88.

[24] Beyrut 1403/1983.

[25] Riyad 1404/1984.

[26] Riyad 1408/1987.

[27] Tunus 1991.