๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sahih-i Müslim Muhtasarı => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 10 Kasım 2011, 15:02:19



Konu Başlığı: Hızır'ın Fazileti
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 10 Kasım 2011, 15:02:19
46- Hızır'ın Fazileti


2166- Saîd b. Cübeyr'den rivayet edilmiştir:

“Abdullah İbnAbbas'a:

“Peygamberi Musa(a.s)'m Hızır(a.s)'m arkadaşı” dedim. Bunun üzerine Abdullah İbn Abbâs şunu söyledi;

“Ben Kâ'b'ı dinledim”  derdi ki: Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken işittim:

“Musa (a.s), İsrail oğulları içerisinde hutbe okumak için ayağa kalktı. Ona:

“İnsanların en alimi kimdir?” diye soruldu. Musa:

“En âlim benim” diye cevap verdi.

Musa bu husustaki bilgiyi Allah en iyi bilendir” diyerek Allah'a havaîe etmedi­ğinden dolayı Allah onun doğru olmayan bu tavrını ortaya koymak istedi. Bunun üzerine Allah, ona:

“iki denizin kavuştuğu yerde benim kullarımdan bir kul var, o senden daha âlimdir” dîye vahy indirdi. Musa:

“Ey Rabbim! Benim için onunla buluşmanın yolu nedir?” diye sordu. Ona:

“Bir zenbilin içine bir balık koyarak sırtına al. Bu balığı nerede kaybedersen, o zat oradadır” denildi.

Bunun üzerine Musa yola koyuldu. Onunla birlikte hizmetçisi de yola çıktı. Bu zat Yûşa' b. Nun idi. Musa (a.s)bir zenbilde bir balık taşıyordu. Hizmetçisi ile birlikte yürüyerek gittiler. Nihayet bir kayaya vardılar. Orada gerek Musa (a.s) ve gerekse hizmetçisi uyuya kaldılar.Derken zenbildeki balık harekete gelerek zenbilden sıçrayıp denize düştü. Allah ondan suyun akıntısını kesti. Hattâ (su) kemer gibi oldu. Balık için bîr kana! meydana gelmişti. Musa ile hizmetçisi için şaşacak bir şey olmuştu. Günlerinin kalan kısmı ile o geceyi de yürüdüler. Musa'nın arkadaşı ona haber ver­meyi unutmuştu.Musa (a.s) sabahlayınca hizmetçisine:

“Sabah kahvaltımızı getir. Gerçekten bu yolculuğumuzda sıkıntılarla karşılaştık” dedi. Ama emrolunduğu yeri geçinceye kadar yorulmadı. Hizmetçi:

“Gördün mü? Kayaya geldiğimizde gerçekten ben balığı unuttum. Ama onu hatırlamayı bana ancak şeytan unutturdu ve denizde şaşılacak bir şekilde yolunu tuttu” dedi. Musa:

“İşte bizim istediğimiz de buydu” dedi.

Hemen izlerini takip ederek geriye döndüler. Kendi izlerini takip ediyorlardı. Nihayet kayaya geldiler. Orada örtünmüş bir adam gördü. Üzerinde bir elbise vardı. Musa, ona selâm verdi. Hızır, ona:

“Senin bu yerinde selâm ne gezer” dedi. Musa:

“Ben Musa'yım!” dedi. Hızır;

“İsrail oğullarının Musa'sı mı?” dedi. Musa:

“Evet!” dedi. Hızır:

“Sen, Allah'ın ilminden bir ilmi bilmektesin ki, Allah onu sana öğretmiştir. Onu ben bilmem. Ben de Allah'ın ilminden bir ilim üzerindeyim ki, onu bana öğretmiştir. Sen bilmezsin” dedi. Musa (a.s), ona:

“Sana öğretilenden hakkı bana öğretmek suretiyle sana tâbi olabilir miyim?” diye sordu. Hızır:

“Sen benimle beraber sabretmeye güç yetiremezsin?” İyice bilmediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin ki?” dedi. Musa:

“Beni, inşaallah sabırlı bulacaksın. Sana hiç bir hususta karşı gelmem” dedi. Hı­zır, ona:

“O halde bana tâbi olursan, bana hiç bir şey sorma. Tâ ki kendim sana ondan bir şey anıp söyleyinceye kadar!” dedi. Musa:

“Tamam!” diye cevap verdi.

Daha sonra Hızır ile Musa deniz sahilinden yürüyerek yola koyudular.Derken yanlarına bir gemi uğradı. Bunlar kendilerini gemiye almaları hususunda gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı derhal tanıdılar. ikisini de ücretsiz olarak gemiye bin­dirdiler.

Derken Hızır geminin tahtalarından birine vurarak onu çıkardı. Bunun üzerine Mu­sa, ona:

“Bu adamlar bizi parasız gemilerine bindirdiler. Sen onların gemisine kastede­rek yolcularını boğmak için gemiyi deliyorsun. Gerçekten çok büyük bir iş yaptın” dedi. Hızır, Musa'ya:

“Ben, sana; benimle beraber sabretmeye güç yetiremezsin demedim mi?” dedi. Musa:

“Unuttuğumdan dolayı beni sorumlu tutma. Bu işte benim başıma güçlük de çıkarma” dedi.

Bundan sonra gemiden çıktılar. Sahilde yürürlerken bir de baktılar ki, bir çocuk diğer çocuklarla oynuyor. Hızır hemen onun kafasından tutarak eliyle onu kopardı ve çocuğu öldürdü. Bunun üzerine Musa, Hızır'a:

“Masum bir canlıyı kısas hakkın olmaksızın öldürdün? Gerçekten yadırganacak bir şey yaptın!” dedi. Hızır:

“Ben sana benimle beraber sabretmeye güç yetiremezsin demedim mi?” dedi. Musa, Hızır'a:

“Fakat bu birinciden daha şiddetli idi” deyip sonra da:

“Bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle arkadaşlık etme. Be­nim tarafımdan özür derecesine vardın!” dedi.

Yine yürüdüler. Nihayet bir köye vararak köylülerden yiyecek istediler. Köylü­ler, onları, misafir kabul etmekten kaçındılar. Bu defa o köyde yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır onu doğrulttu. Hızır eliyle şöyle işaret ediyor. Eğrilmiş di­yordu. Onu doğrulttu. Musa, ona:

“Bir kavim ki; kendilerine geldik, fakat bizi misafir kabul etmediler ve bizi do­yurmadılar. İstesen bunun için bir ücret alabilirdin!” dedi. Hızır, Musa'ya:

“Artık bu, seninle benim aramızın aynlmasıdır. Sabredemediğin şeyin yoru­munu/iç yüzünü sana haber vereceğim” dedi.

Resulullah (s.a.v.) sözüne devamla:

“Allah, Musa'ya rahmet eylesin. Dilerdim ki, Musa sabretmeliydi de Hızır'la be­raber görüp geçirdiklerini bize anlatmalıydır” buyurdu.

Hadisin râvisî der ki: Resulullah (s.a.v.) sözüne devamla:

“Musa'nın ilk muhalefeti, dalgınlık eseri idi” buyurdu. Yine Resulullah (s.a.v.) sözüne devamla şöyle buyurdu:

“Bu sırada bir serçe kuşu gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denizden ga­gasıyla bir yudum su aldı. Bunun üzerine Hızır, Musa'ya:

“Benim ilmim ile senin ilmin, Allah'ın ilminden ancak şu serçenin gagasıyla denizden eksilttiği şu bir yudum su kadar bile eksiltmez” dedi.

Saîd b. Cübeyr der ki: Abdullah İbn Abbâs şu âyeti okuyordu:

“Önlerinde bir hükümdar vardı ki, işe yarar geminin hepsini gasben alacaktı” ve

“Çocuğa gelince: O, kâfirdi” ayetini de okuyordu. [503]

Açıklama:

Hadisçilerden ve tarihçilerden bazıları, Hızır ile Musa kıssasında ismi geçen Musa'nın, İmran'ın oğlu Musa değil de, Mişan'ın oğlu Musa olduğunu zannetmişlerdir. Bundan dolayı da peygamber olan Musa'yı değil de bu Musa'nın kıssada geçtiğini ileri sürmüşlerdir. Musa b. Mişan, Hz. Musa (a.s)'dan önce yaşamış olup Hz. Yusuf (a.s)'ın torunudur. Bundan dolayı da bu Musa'ya, “Birinci Musa” adı verilmiştir.

Kıssa, Kur'an'ın Kehf: 18/60-82 ayetleri arasında da geçmektedir. Burada Hızır'ın hayatı meselesine de kısaca temas etmek gerekmektedir:

1- Bazı alimler, Hızır'ın ebedi hayata mazhar olduğunu ve ölmediğini, zaman zaman görüldüğünü ileri sürerler.

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, Hızır'ın, hiç vefat etmediğini ve arasıra görüldüğünü id­dia edenlerin Tasavvuvçular olduğunu ve kendisi de Hızır'ın yaşamadığı görüşünü kabul etmektedir. [504]

2-  Bir çok alim de, naklî ve aklî deliller ileri sürerek Hızır'ın öldüğünü ileri sürmüşlerdir. İbn Kayyım, konuyla ilgili olarak Ebu'l-Ferec Ibnü'l-Cevzî'den şunu nakletmiştir:

“Hızır'ın dünyada yaşamadığına dair dört tane delil vardır:

1- Kur'an.

2- Sünnet.

3- Muhakkik alimlerin icmâ.

4- Ma'kûl.

A- Kur'an'a gelince, bu, yüce Allah'ın şu buyruğudur:

“Senden önce hiçbir beşere ebedilik vermedik.” [505] Eğer Hızır yaşamaya devam etseydi, “Ebedileşmiş” olurdu.

B- Sünnete gelince,

1- Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Şu gecenizi görüyor musunuz? Bu geceden sonra gelecek yüzyılın başında bugün hayatta olan kimselerden hiçbiri yeryüzünde kalmayacaktır.” [506]

Bu, Buhârî ile Müslim'in üzerinde ittifak ettiği bir hadistir.

2- Müslim'in “Sahîh”inde Câbir b. Abdullah (r.anhümâ)'nın şöyle dediği geçmektedir:

“Resulullah (s.a.v.)'in, vefatından az bir zaman önce şöyle buyurmuştu:

“Bugün canlı olanların hiçbiri, o hayatta iken- üzerine yüz sene gelmeye­cektir.” [507]

C- Muhakkik alimlerin icmâına gelince; Buhârî ile Ali b. Mûsâ er-Rizâ'nin:

“Hızır ölmüştür” dediklerini ve Buhârî'ye, Hızır'ın hayatta olup olmadığı ile ilgili soru sorulunca onun şöyle dediğini anlattı:

“Bu nasıl olabilir? Çünkü Peygamber (s.a.v.):

“Şu gecenizi görüyor musunuz? Bu geceden sonra gelecek yüzyılın başında bugün hayatta olan kimselerden hiçbiri yeryüzünde kalmayacaktır” buyurmaktadır. [508]

İbnü'l-Cevzî sözüne devamla der ki: H

Açıklama:  

“Hızır'ın öldüğünü söyleyenlerden bazıları şunlardır: İbrahim b. İshâk el-Harbî, Ebu'l-Hüseyin İbnü'l-Münâdî. Bu ikisi, dinî konularda imamlardır. İbnü'l-Münâdî, “Hızır sağdır” diyen kimselerin sözünü çok çirkin bulurdu.

Kadı Ebu Ya'lâ'da, “Hızır'ın öldüğü” ile ilgili görüşü; İmam Ahmed'in bazı talebele­rinden nakledip bazı ilim adamlarının: “Hızır sağ olsaydı, Peygamber (s.a.v.)'e gelmesi gerekirdi” şeklindeki sözünü de delil olarak getirmiştir.

(İbnü'l-Cevzî devamla) der ki: Bize ..

Câbir b. Abdullah (r.a)'tan, o da Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu haber verdi:

“Nefsimi elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, Musa sağ olsaydı, bana tabi olmaktan başka bir şey yapmazdı.” [509]

Buna göre Resulullah (s.a.v.) ile birlikte Cum'a ile cemaat namazı kılmayan ve onunla cihad etmeyen birisi nasıl sağ olabilir?

Görmüyor musun! Hz. Isa (a.s}, yeryüzüne indiğinde, Peygamberimizin peygamberliği hususunda bir zedelenme olmaması için, bu ümmetin imamının arkasında namaz kılacak ve öne geçmeyecek.

Ebu'l-Ferec (İbnü'l-Cevzî devamla) der ki: Hızır'ın varlığını ispat edip bu ispatının içeri­sinde yer alan bu şeriattan uzaklaşmayı unutan kimsenin anlayışı ne kadar da kıttır!

D. Ma'kûl olan delile gelince, bunun on yönü bulunmaktadır:

Birincisi:
 
Hızır'ın sağ olduğunu ispat edip onun, Hz. Adem (a.s)'in sulbünden gelme çocuğu olduğunu söyleyen kişinin görüşü, iki yönden bozuktur:

a- Tarihçi Yuhannâ'nin kitabında geçtiği üzere; Hızır'ın ömrü, şu an altı bin yaşındadır. Böyle bir ömür, olağanüstü hususlarla ilgili olarak, İnsan için söz konusu olamaz.

b- Eğer Hızır, Hz. Adem (a.s)'ın sulbünden gelme çocuğu olsaydı yada -iddia ettikleri gibi- Adem'in çocuğunun çocuğundan olma dördüncü bir kimse ve Zulkarneyn'in veziri olsaydı; onlann vücut yapısı, bizim vücut yapımız (gibi) olmayıp aksine uzunluk ve genişlik olarak daha aşırı büyük olurdu.

Buhârî ile Müslim'in “Sahîh”lerinde, Ebu Hureyre (r.a) yoluyla Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu geçmektedir:

“Allah, Adem'i, altmış zira' boyunda yarattı. Bundan sonra insanlar, kısalarak geldi.” [510]

Hızır'ı gördüğünü iddia eden hiçbir kimse, onu, bu irilikte ve insanlann en eskisi olarak görmüş değildir.

İkincisi:
 
Asıl nüshada bulunmamaktadır.

Üçüncüsü:
 

Eğer Hızır, Hz. Nuh (a.s)'dan önce yaşamış olsaydı, Hz. Nuh (a.s)'la bir­likte gemiye binerdi. Böyle bir şeyi ise hiç kimse nakletmemiştir.

Dördüncüsü: Alimlerin ittifakına göre; Hz. Nuh (a.s) gemiden indiğinde, beraberinde bulunan kimseler ölmüş, akabinde onların soyları da ölmüş ve sadece Hz. Nuh (a.s)'ın soyu kalmıştır. Buna delil, yüce Allah'ın şu sözüdür:

“Nuh'un zürriyetini, baki kıldık.” [511]

İşte bu, “Hızır, Hz. Nuh (a.s)'dan önce (sağ) idî” diyen kimsenin görüşünü reddet­mektedir.

Beşincisi:
 

Bu, doğru olup Adem oğullarından birinin, doğduğu günden dünyanın so­nuna kadar yaşasa ve doğumu da, Hz. Nuh (a.s)'dan önce olsa; elbette bu, en büyük muci­zelerden/belgelerden ve olağanüstü durumlardan biri olurdu ve bu haber, Kur'an'ın bir çok yerinde geçerdi. Çünkü böyle bir durum, en büyük Rububiyet mucizelerinden/belgelerindendir.

Yüce Allah, Kur'an'da, Hz. Nuh ile ilgili olarak onu 950 yıl yaşattığını belirtip [512] onu bir mucize/belge saymıştır. Buna göre dünyanın sonuna kadar yaşattığı kimsenin hali nasıl olur?!

İşte bundan dolayıdır ki, ilim adamlanndan birisi:

“Bu düşünceyi, insanlar arasına, ancak şeytan atmıştır” demiştir.

Altıncısı:
 

Hızır'ın sağ olduğu ile ilgili görüş, Allah'a karşı bilgisizce ileri sürülmüş iftira mahiyetinde bir görüş olup böyle bir şey ise, Kur'an nassıyla haramdır.

ikinci öncül, gayet açıktır. Birinci öncül ise: Eğer Hızır'ın sağ olduğu sabit olsa, onun sağ olduğuna dair Kur'an'da, Sünnette ve icmâı ümmette bir deli! olurdu.

İşte Allah'ın kitabı ortada! Onun içeresinde Hızır'ın sağ olduğu ile ilgili nerede bir bilgi var?

İşte Resulullah (s.a.v.)'in sünneti (de ortada)! Onun içerisinden bunu gösteren bir bilgi nerede?

İşte ümmetin alimleri de ortada! Onlar, Hızır'ın sağ olduğu hususunda hiç icma ettiler mi?

Yedincisi:
 

Hızır'ın sağ olduğunu savunan kimselerin tutundukları tek şey, halk arasın­da anlatılan hikayelerdir. Adamın bîri, Hızır'ı gördüğüne dair bir hikaye anlatır.

Allah için, bu ne garip bir şey! Sanki Hızır'ın belli bir alameti var da gö­ren kimse onu bu hikayeler sayesinde mi tanıyor? Bu kimselerin çoğu, gördükleri şahsın: “Ben Hızırım” demesine aldanıyor.

Bilinen şu ki: Böyle bir sözü ortaya atan kimsenin sözünü, Allah'tan bir delil olmaksızın doğrulamak caiz olmaz.

Buna göre Hızır'ı gördüğünü söyleyen kimse, kendisinin “Hızır” olduğunun söyleyen kimsenin yalancı birisi değil de, doğru sözlü birisi olduğu nereden biliyor?

Sekizincisi:
 

Hızır'ın, Kelîmullah olan Hz. Musa (a.s)'dan ayrılmış ve onunla arkadaşlı­ğını sürdürmeyip ona şöyle dedi:

“İşte bu, benim senin arandaki ayrılıktır.” [513]

Buna göre Hızır, Hz. Musa (a.s) gîbî birisinden ayrılmayı kendisine uygun görüp, sonra Cum'a namazı ile cemaat namazına gelmeyen, ilim meclislerine gitmeyen, şeriattan hiçbir şey bilmeyen ve şeriattan sapmış olan cahil abidlerle nasıl bir araya gelebilir?

Bunların her biri: “Hızır dedi ki”, “Bana Hızır geldi”, “Hızır bana tavsiye etti ki” gibi şeyler söylüyorlar.

Doğrusu Hızır'ın, Kelîmullah olan (Hz. Musa')dan ayrılıp abdest almasını ve namaz kıl­masını bilmeyen cahil kimselerle dostluk peşinde koşması şaşılacak bir durum!!.

Dokuzuncusu:
 

İslam ümmeti, bir kimsenin; “Ben Hizırım” deyip “Ben, Resu­lullah (s.a.v.)'i şöyle şöyle derken işittim” şeklindeki sözüne farz edilip, dinî konularda o kimsenin sözüne itibar edilmez ve onun sözüyle delil getirilmez.

Yalnız “Hızır, Resulullah (s.a.v.)'e gelmedi, ona bey'at etmedi” denilmesi ya da bu cahil kimsenin, kendisini kastederek: “Bana bir peygamber gönderilmedi” demesi ile ilgili sözlerde küfürden bazı şeyler vardır.

Onuncusu: Eğer Hızır sağ olsaydı, elbette kafirlere karşı cihad etmesi, Allah yoİunda gayret göstermesi, ordu safında bir saat yer alması, Cum'a'ya “İle cemaata gelmesi ve ilim öğrenmesi; onun için, ıssız yerler ile çöllerdeki vahşi hayvanlar içerisinde çokça gezmesinden daha değerlidir. Böyle bir şey, Hızır için yermeyi ve ayıplamayı gerektiren bir durum olmaz mı?”

Hafız İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/334'de Hızır'ın öldüğünü savunma mahiyetin­de birinci delil olan ayeti açıklamaya yönelik olarak İbnü'l-Cevzî'nin şu sözünü ilave etmiştir:

“Eğer Hızır, insan ise, o zaman” [514] bu ayetin genel hükmü­nün kapsamı içerisine girmektedir. Sahih bir delil olmaksızın Hızır'a ayrı bir statü vermek caiz olmaz. Hızır'ın, özel bir statüde bulunduğuna dair Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından bir delil de nakledilmiş değildir ki kabul edilsin.”

Daha sonra İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/334'de sözüne devamla der ki:

“Bun­lardan, yani İbnü'l-Cevzî'nin, “Ucâletu'l-Muntazir fî Şerhi Hâli'l-Hızır” adlı kitabında getirdiği delillerden birisi de, yüce Allah'ın, Âl-i İmrân: 3/81'deki şu sözüdür:

“Hani Allah, peygamberlerden: “Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yar­dım edeceksiniz' diye söz almış, “Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?” dediğinde, “Kabul ettik” cevabını vermişlerdi. Bunun üzerine Allah: 'O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim” buyurmuştu.”

Abdullah İbn Abbâs der ki:

“Allah, gönderdiği peygamberlerin hepsinden: “Eğer Muhammed'i gönderdiğimde sen sağ isen ona inanıp yardım edeceksiniz!' şeklinde söz almıştı. Yine Allah, gönderdiği peygamberlerin hepsine, ümmetlerinden: ‘eğer siz hayatta iken Muhammed peygamber olarak gönderilirse, ona inanıp yardım edin” şeklinde söz almalarını emretti.”.

Bu hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.

Hızır, eğer peygamber yada veli ise, mutlaka bu ahdin kapsamına girmiştir. Eğer Resulullah (s.a.v.)'in zamanında hayatta olsaydı, onun için en şerefli durum, gelip Resulullah (s.a.v.)'in önünde durup Allah'ın indirmiş olduğu hükümlere iman etmesi ve düşmanlarının kendisine kötülük dokundurmalarına fırsat vermemek için yardım etmesi olacaktı.

Hızır, eğer veli ise, Ebu Bekr es-Sıddîk ondan daha üstündür. Eğer peygamber ise, Mu­sa ondan daha üstündür.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/387'de Câbir b. Abdullah'tan naklen Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Nefsimi elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, Musa sağ olsaydı, bana tabi olmaktan başka bir şey yapmazdı.”

Bu, kesin ve dinden olan ilm-i zarurat diye bilinen bir husustur.

Bu ayeti kerime, bütün peygamberler, faraza, Resulullah (s.a.v.) zamanında hayatta olup mükellef kimseler olsalardı, hepsi de ona tabi olacaklarına, onun emri altına gireceklerine ve onun şeriatının genel kapsamı ile ilgili kurallara uyacaklarına delalet etmektedir.

Nitekim Resulullah (s.a.v.) miraca çıkacağı gece Kudüs'de peygamberler (in ruhlarıy)la buluştuğu zaman, hepsinin üstündeki bir makama yükseltildi. Namaz vakti geldiğinde, Cebrail, Allah'ın emriyle ona, onlara imamlık yapmasını söyledi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.), onların ikamet yurdunda ve velayet yerlerinde onlara imamlık yapmak suretiyle namaz kıldırdı.

İşte bu da, onun en büyük önder, en büyük imam ve son peygamber olduğunu gös­termektedir. Allah'ın salât ve selâmı, bütün peygamberlerin üzerine olsun.

Bu böylece bilindikten sonra, -zaten her mümin bunu bilmektedir- Hızır hayatta olsaydı, Resulullah (s.a.v.)'in ümmeti arasına girerdi. Onun şeriatına uyardı. Başka yapacağı bir şey de kalmazdı. Zaten israil oğullarının son peygamberi ve beş Ulu'1-Azm peygamberden biri olan Meryem oğlu Isa (a.s)'da, ahir zamanda yeryüzüne indiği zaman, Resulullah (s.a.v.)'in tertemiz şeriatıyla hükmedecektir. Başka bir yöne sapmasına imkan yoktur.

Bilindiği üzere, bir gün dahi Hızır'ın, Hz. Peygamber (s.a.v.)'le buluştuğuna veya savaş sahnelerinden birinde onun yanında bulunduğuna delalet eden sahih bir sened nakledilmiş değildir. Örneğin, Bedir savaşında, doğru sözlü ve sözleri tasdik edilen Hz. Peygamber (s.a.v.), Rabbine dua edip yardım isterken kafirlere karşı takviye beklerken şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın! Eğer şu müslümanlardan olan topluluğu, kafirlerin galip gelmesi şeklinde helak edersen, yeryüzünde sana ibadet olunmaz!”

O bir avuç mücahid arasında müslümanların önde gelen şahsiyetleri, büyük melekler, hatta Cebrail vardı. Nitekim Hassan b. Sabit, Araplar arasında en çok övgüye mazhar olmuş bir kasidesinde şöyle demişti:

“Bedir kuyusunun yanında, meleklerin önderleri ve Cebrail Gelip sancağımızın altına, Muhammed'in yanına girdi.”

Eğer Hızır o zaman hayatta olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sancağının altında durma­sı, onun için makamların en şereflisi ve gazaların en büyüğü olurdu. Fakat Hızır, gelip o sancağın altına girmedi. Bu da, Hızır'ın o zaman hayatta olmadığını göstermektedir. [515]



[503] Buhârî, İlm 16, 19, 44, İcare 7, Şura 12, Enbiya 27, Eyman 15; Ebu Dâvud, Sünnet 16, 4707; Tirmizî, Tefsİru'l-Kur'an 18, 3130, 3149; Ahmed b. Hanbcl, Müsned, 5/118, 119.

[504] B.k.z: Hak Dini Kur'an Dili, 5/370-371.

[505] Enbiyâ': 21/34.

[506] Müslim, Cihâd 58, 1763; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/30, 32.

[507] Müslim, Fezâüu's-Sahâbe 220, 2538.

[508] Buhârî, İlm 41, Mevâkîtu's-Salât 20, 40; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 217, 2537.

[509] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/387.

[510] Buhârî, Enbiyâ 1; Müslim, Cennet 28, 2841; Tirmizî, Kıyamet 60, Cennet 5, 7; İbn Mâce, Zühd 39; Ahmed b. Hanbel, 2/315, 323, 535.

[511] Saffât: 37/77.

[512] Ankebut: 29/14.

[513] Kehf: 18/78.

[514] Enbiyâ': 21/34 mealindeki.

[515] B.k.z: İbn Kayyım el-Cevziyye, Uydurma Hadisleri Tanıma Yollan, çev. Hanifı Akın, Karınca Yayınları, İstanbul 2004, s. 196-209. Daha geniş bilgi için buraya bakabilirsiniz.