Konu Başlığı: Cuma Namazını Ve Hutbeyi Kısa Tutma Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 15 Aralık 2011, 20:27:21 13- Cuma Namazını Ve Hutbeyi Kısa Tutma 781- Câbir b. Semure (r.a)'tan rivayet edilmiştir: “Ben, Resulullah (s.a.v.)'îe birlikte namaz kılardım. Onun namazı ve hutbesi, orta düzeyde idi.” [1104] 782- Câbir b. Abdullah (r.a)'tan rivayet edilmiştir: “Resulullah (s.a.v.) hutbe okuduğunda gözleri kızarır, sesi yükselir ve hiddeti artardı. Hatta bir orduyu tehdit etme mahiyetinde: “Düşman akşama-sabah size baskın yapacak” diyen ordu komutanı gibi olur ve şehâdet parmağı ile orta parmağını yan yana getirerek: “Ben kıyamete şunların bir birine olan yakınlığı gibi yakın bir zamanda gönderildim” der ve sözüne şöyle devam ederdi: “Bundan sonra bilginiz ola ki; sözün en hayırlısı, Allah'ın kitabıdır. Yolların en doğrusu da, Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan çıkarılanlarıdır. Her bidat dalâlettir” buyurur, sonra da: “Ben her mümine kendi nefsinden ileriyim. Bir kimse ölürken mal bırakırsa o mal onun yakınlarına aittir. Fakat borç veya çoluk-çocuk bırakırsa bana âit ve benim üzerimedir” buyururdu.” Açıklama: Bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır: “Peygamber (s.a.v.)'in Cuma günkü hutbesi şöyleydi: “ilk önce) Allah'a hamd eder, övgüde bulunur, sonra da bunun ardından sesi yükseltmiş olarak konuşurdu.” [1105] “Sözün en hayırlısı, Allah'ın kitabıdır. Yolların en doğrusu da, Muhammed'in yoludur” sözü hakkında Lütfü Çakan şunları söylemektedir; “müslümanların temel düşünce yapısını, Kitab ve Sünnet'e bakışını tesbit eden hadisimiz, özündeki öneme münâsip bir söyleyiş güzelliğine de sahip bulunmaktadır: “Sözlerin en güzeli Allah’ın kelâmı; yolların en doğrusu, Muhammed'in yoludur.” Fesahat ve belagat yönünden tüm incelikleri en üst seviyede ihtiva ettiği, ya pek açık şekilde veya işaret yoluyla her şeyi açıkladığı için sözlerin en güzeli, en hayırlısı ve en doğrusu Allah'ın kelâmı, Kur'an-ı Kerim'dir. Nitekim “Sana bu kitabı, her şeyi açıklayan ve müslütnanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik” [1106] buyurulmuştur. Bu “Her şey”, din ve dünya işlerinden açıklanmasına ihtiyaç duyulacak itikadı, amelî, siyasî, iktisadî, içtimaî ve ahlâkî her konudur. Bütün bu konulan açıklamakta, üslûb ve muhteva olarak Allah'ın kelâmı hiç şüphesiz, sözlerin en güzeli ve en mükemmelidir. Hadisimizin ihtiva ettiği lafız farklılıkları sanki bir anlamda, Allah kelâmının erişilmez güzelliğinin değişik yönlerini göstermektedir. Verdiği haberler ve işaret ettiği gerçeklerin doğruluğu açısından en doğru asdak [1107] koyduğu kaidelerle inananların dünya ve âhiret hayatları ve iki cihan mutluluklarını temin bakımından en hayırlı hayr olan Allah kelâmı, söyleyiş olarak edebî açıdan da en güzeldir. Öylesine güzel ve farklıdır ki, bu konuda bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allah kelâmının öteki sözlere üstünlüğü; Allah'ın yarattıklarına üstünlüğü gibidir” [1108] Aslında bu niteliği kendisine bizzat Kur'an vermiştir: “Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kur anı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir.” [1109] Böylesine güzel, doğru ve hayırlı olan söze itibar etmek, onu benimsemek, yaşamak ve gelecek nesillere benimsetmek, hem en üstün iş, hem de en büyük mutluluktur. Nitekim bir hadîs-i şerifte Sevgili Peygamberimiz, “Allah, milletleri bu kitap ile yüceltir veya alçaltır.” [1110] buyurmuş; bu en güzel kelâmın toplumların hayatındaki yerini en açık şekilde duyurmuştur. Bir başka hadislerinde de; “Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğretenlerinizdir” [1111] buyurmak suretiyle Kur'an eğitim ve öğretiminin önemine işaret etmişlerdir. Tebliğ ve telkinde de en etkili yol, Kur'an okumak yani sözlerin en güzeliyle insanlara hitap etmektir. Kur'an âyetleriyte veya âyetlerden iktibaslarla zenginleştirilmemiş sözler, sohbetler, yazılar, kitaplar, nutuklar, hutbeler ve va'azlar asla müessir olamaz, kalpleri yumuşatamaz. Hadisimizdeki yol ve gidişat anlamına gelen hedy kelimesi delâlet ve irşat etmek anlamına hüdâ kelimesiyle de rivayet edilmiştir. Her iki şekle göre mâna şöyle olmaktadır: a- Yolların en doğrusu en güzeli, Muhammed'in yoludur. b- Hidâyet ve irşadın en güzeli, en doğrusu, Muhammed'in irşadıdır. Bu iki mânadan, yolların en güzeli, Hz Muhammed'in sünneti ve İslâm olduğu anlaşılmaktadır. Zira onun yolu, sünneti; onun irşâd ve tebliği İslâm'dır. Hadisin bu kısmında yer alan, yolların en üstünü (efdalu'1-hedy) ve yolların en hayırlısı (hayrul-hedy) kayıtları, Hz. Peygamber'in yol ve irşadının en güzel ve en doğru oluşunu ahsen ve asdak, iki ayrı yönden açıklamaktadır. Hayatı, Kur'an lisanıyla, inananlara “En güzel örnek” olarak tanıtılmış olan Hz. Peygamber'in yaşayış tarzı, elbette yolların en güzelidir. Binâenaleyh, bu güzellikler manzumesine yabancı bütün anlayış ve uygulamalar, birer yozlaşma ve sapıklık sebebi ve birer “Bid”aftir. “İşlerin en zararlısı ve şerlisi” de işte bu sebeple, bid'atlerdir. İslâmî anlayış ve yaşayışın prensipleri, sözlerin en güzeli Kur'an-ı Kerim ile en güzel şekilde; uygulama şekilleri de yolların en doğrusu Hz. Peygamber'in irşâd ve örnek hayatı ile en güzel ve mükemmel biçimde ortaya konulmuş bulunmaktadır. Bu sebeple, bu güzelliklere ters düşecek hiç bir söz, fikir ve uygulama, asla iltifata lâyık değildir; aldatıcıdır, saptırıcıdır. Mutlak surette böylesi yabancı unsurlara karşı tam bir uyanıklık içinde olunmalıdır. Söz, Allah'ın sözü; Hz. Muhammed (s.a.v.)'in izidir. [1112] 783- Câbir b. Abdullah (r.a)'tan rivayet edilmiştir: “Resulullah (s.a.v.) cemaate hutbe okurken ilk önce Allah'a hamd eder, layık olduğu şekliyle O'na övgüde bulunur, sonra da: “Men vehdihillâhu felâ mudille lehu ve men vudlil felâ hâdiye lehu ve hayru'l-hadîsi kitâbu'llâhi” Allah bir kimseye hidayet verirse onu saptıracak yoktur. Allah'ın saptırdığına da hidayet verecek yoktur. Sözün en hayrlısı, Allah'ın Kitabıdır” derdi.” [1113] 784- Abdullah İbn Abbâs (r.a)'tan rivayet edilmiştir: “Dımâd Mekke'ye gelmişti. O, Ezd-i Şenûe kabilesinden olup delilere nefes ederdi. Mekkelilerden bazı akılsızların: “Muhammed delidir”dediklerini işitmişti. Bunun üzerine kendi kendine: “Şu zâtı bir görsem! Belki Allah ona benim elimde şifâ nasıp eder” dedi. Sonra bir gün Resulullah'a rastlayıp ona: “Ey Muhammed! Ben delilere okurum. Hem Allah, benim elimde dilediğine şifâ ihsan eder.Okumamnstermisin?” dedi. Resulullah (s.a.v.): “Inne'l-hamde li'ilâh, nahmeduhu ve nesteînuhu, men yehdihi'hâhu felâ mudille leh ve men yudlil felâ hâdive leh, ve eşhedu en lâ ilahe illâllâhu vahdehu lâ şerike leh ve enne Muhammeden abduhu ve Resuluh. Amma ba'du” Şüphesiz ki hamd, Allaha mahsustur. Biz O'na hamdeder, O'ndan yardım dileriz. Allah, her kime hidâyet verirse artık onu şaşırtacak hiçkimse yoktur. Kimi de şaşırtırsa onu da hidâyete erdirecek yoktur. Ben, Allahdan başka ilâh olmadığına, bir Allah olup ortağı bulunmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve resulü olduğuna şehâdet ederim.” Bundan sonra diyerek söze başladı. Dımâd: “Şu sözlerini bana bir daha tekrarla!” dedi. Resulullah (s.a.v.) bu sözleri ona üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Dımâd: “Doğrusu ben kâhinlerin sözlerini de, sihirbazların sözlerini de, şâirlerin sözlerini de dinledim. Fakat senin şu sözlerin gibi hiç bir söz işitmedim. Bunlar, gerçekten denizin dibine vardı. Ver elini sana İslâmiyet üzerine biat edeyim!” diyerek ona biat etti. Resulullah (s.a.v.): “Bu biat, kavmin için de olsun mu?” buyurdu. Dımâd: “Evet. kavmim adına da olsun” dedi. Derken Resulullah (s.a.v.) bir tarafa askeri bir birlik gönderdi. Bunlar, Dımâd'ın kavmine uğramışlardı. Askeri birliği komutanı, askerlerine: “Bunlardan bir şey aldınız mı?” diye sordu. Oradakilerden biri: “Ben onlardan bir matara/temizlik kabı aldım” dedi. Komutan: “Onu sahibine iade edin. Çünkü bunlar Dımâd'ın kavmidir” dedi.” [1114] Açıklama: Resulullah (s.a.v.), gerek Cuma hutbelerinde ve gerekse askerî, siyasî, toplumsal, eğitim ve diğer herhangi bir sebeple olursa olsun yaptığı bütün hitabelerinde söze Allah'a hamd ve. sena ile başlardı. Çoğunlukla hamd ve senadan sonra şehadet kelimelerini de söylerdi. Bunu takiben “Amma ba'du” hitabıyla giriş konuşmasını bitirir, bundan sonra maksadı olan konuşmayı yapardı. Konuşması; gayet açık, özlü ve sade olurdu. Çoğunlukla konuşmasının içeriğini Kur'an ayetleri oluştururdu. Resulullah (s.a.v.)'in hemen hemen bütün konuşmalarının giriş kısmı hep bu tarzda hamd ve sena olduğunu gösteren sadece Buharî'de otuz kadar hadis vardır. Hatta Kettânî, “Mütevatir Hadisler”de bunun mütevatîr olduğunu belirtmektedir.” [1115] Bu, en makul ve en güzei ve en eskimez bir hitabet şeklidir. Çünkü Kur'an “El-hamdu” ile başlıyor, namaz “El-Hamdu” ile başlıyor, Resulullah (s.a.v.)'in bunca hitabeleri de hep “El-Hamdu” ile başlıyor. Konuşmaya, konuşma nimetini İhsan eden Allah'a hamd ile başlamak; ne kadar ma'kul ve ne derece yakışan bir hitabet tarzı olduğu böyle anlaşılmak olmaktadır. [1116] 785- Ebu Vâil'den rivayet edilmiştir: “Ammâr bize hutbe okudu. Fakat hutbeyi, kısa ve açık bir şekilde okudu. Minberden inince ona: “Ey Ebui-Yekzân! Gerçekten kısa ve açık bir hutbe okudun. Biraz daha uzatsan iyi olurdu” dedik. Bunun üzerine Ammâr: “Ben Resulullah (s.a.v.)'i: “Şüphesiz ki kişinin namazı uzun, hutbeyi kısa tutması, kavrayışlı olduğunun alametidir. Dolayısıyla siz namazı uzun tutun, fakat hutbeyi kısa kesin. Doğrusu beyanda sihir vardır” buyururken işittim” dedi. [1117] 786- Adiyy b. Hatim (r.a)'tan rivayet edilmiştir: “Bir adam, Peygamber (s.a.v.)'in yanında hutbe okuyup: “Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse doğru yolu bulmuş olur. Kim de onlara isyan ederse sapmış olur” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sen ne kötü bir hatibsin! “Onlara” diyeceğine “Allah'a ve Resulüne” isyan ederse sapmıştır” de”. [1118] 787- Ya'lâ (r.a)'tan rivayet edilmiştir: “Ya'lâ, Peygamber (s.a.v.)'i, minberde “Ve nâdev, yâ Mâliku” “Cehennemlikler: “Ey Mâlik” diye seslendiler” [1119] ayetini okurken işitmistir.[1120] 788- Amre (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir: “Ben, Kâf suresini Cuma günü Resulullah (s.a.v.)'in ağzından belledim. Onu her Cuma günü halka hutbe verirken minberde okurdu.” [1121] 789- Umâre b. Rueybe (r.a)'tan rivayet edilmiştir: “Umâre, Bişr b. Mervârı'ı minberde elîerini kaldırırken görüp: “Allah bu ellerin cezasını versin! Doğrusu ben Resulullah (s.a.v.)'i dua ederken gördüm. Elini şu kadarcıktan fazla kaldırmıyordu deyip şehadet parmağıyla ne kadar kaldırdığına işaret etti.” [1122] [1104] Tirmizî, Cuma 364, 507; Nesâî, İydeyn 24 [1105] Nesâî, İydeyn 22; İbn Mâce, Mukaddime 7, 45; Ahmed Hanbel, Müsned, 3/ 319, 338, 371. [1106] Nahl: 16/89. [1107] Nahl: 16/87. [1108] Tirmizî, Sevabu'l-Kur'an 25; Dârimî, Fezailu'l-Kur'an 6. [1109] Zümer: 39/23. [1110] Dârimî, Fedâilu'i-Kur'an 9. [1111] Buhârî, Fedâİlu'l-Kur'an 21; Tirmizî, Sevabu'l-Kur'an 15; İbn Mâce, Mukaddime 16; Dârimî, Fedâilu'l-Kur'an, 2. [1112] Prof. Dr. İ. Lütfü Çakan, a.g.e., s. 324-326. [1113] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/310. [1114] Nesâî, Nikah 39; İbn Mâce, Nikah 19, 1893; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/302, 350. [1115] Kettanî, Mütevatir Hadisler, Kannca Yayınlar, çev. Hanifi AKIN, İstanbul 2003, s. 240-242. [1116] B.k.z: M. Sofuoğlu, Müslim Tercemesi, 3/30-31; A. Davudoğlu, Müslim Şerhi, 4/535. [1117] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/263; İbn Huzeyme, Sahih, 1782. [1118] Ebu Dâvud, Salat 221-223, 1099, Edeb 85, 4981; Nesâî, Nikah 40. [1119] Zuhruf: 43/77. [1120] fiuhârî, Bed'u'I-Halk 7; Ebu Dâvud, Huruf ve'I-Kıraat 1, 3992; Tirmizî, Cuma 365, 508. [1121] Ebu Dâvud, Salat 221-223, 1100, 1102, 1103; Nesâî, İftitah 43. [1122] Ebu Dâvud, Salat 221-223, 1104; Tirmizî, Cuma 371, 515; Nesâî, Cuma 29. |