๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Safahat => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 26 Aralık 2009, 23:09:50



Konu Başlığı: Hasta
Gönderen: Ekvan üzerinde 26 Aralık 2009, 23:09:50
Hasta






" Vak´a Halkalı Zirâ´at Mektebi´nde geçmişti"


-Bence, doktor, onu siz bir soyarak dinleyiniz;

Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyyetsiz,

Sâde bir nezle-i sadriyye mi illet? Nerde!

Çocuğun hali fenâlaştı şu son günlerde.

Ameliyyâta çıkarken sınıf on gün evvl,

Bu da gelmez mi, dedim: "Kim dedi, oğlum, sana gel?

Nöbet üstünde adam kaçmalı yorgunluktan,

Hadi yavrum, hadi söz dinle de bir parça uzan. "

O zamandan beridir za?fı terakkî ediyor;

Görünen: Bir daha kalkınması artık pek zor.

Uyku yokmuş; gece hep öksürüyormuş; ateşin

Olmuyormuş azıcık dindiği...

-Ben zâten işin,

Bir ay evvel biliyordum ne vahîm olduğunu...

Bana ihtâra ne hâcet, a beyim, şimdi bunu?

Ma´amâfıh yeniden bir bakalım dikkatle:

Hükmü kat´î verelim, etmeye gelmez acele.

-Çağırın hastayı gelsin.

-Kapının perdesini

Açarak girdi o esnâda düzeltip fesini,

Bir uzun boylu çocuk... Lâkin o bir levha idi!




Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedî:

Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri;

Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri.

O şakaklar göçerek cebheyi yandan sıkmış;

Fırlamış alnı, damarlar da beraber çıkmış!

Bet beniz kül gibi olmuş uçarak nûr-i şebâb;

O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bîtâb!

O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi;

Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi!

Kafa bir yük kesilip boynuna, çökmüş bağrı;

İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı.



-Otur oğlum, seni dikkatlice bir dinliyelim...

Soyun evvelce fakat...

-Siz soyunuz, yok hâlim!

Soydu bîçâreyi üç beş kişi birden, o zaman

Aldı bir heykel-i üryân-ı sefâlet meydan!

Bu kemik külçesinin dinlenecek bir ciheti

Yoktu. Zannımca tabîbin coşarak merhameti,

"Bakmasak hastayı nevmîd ederiz belki" diye;

Çocuğun göğsüne yaklaştı biraz dinlemeye:

-Öksür oğlum... Nefes al... Alma nefes... Oldu, giyin;

Bakayım nabzına... A´lâ... Sana yavrum, kodein

Yazayım; öksürüyorsun, o, keser, pek iyidir:..

Arsenik haplar al, söylerim eczâcı verir:

Hadi git kendine iyi bak...



-Nasıl ettin doktor?

-Edecek yok, çocuk artık yola girmiş, gidiyor!

Sol taraftan rienin zirvesi tekmil çürümüş;

Hastalık seyr-i tabî´îsini almış yürümüş.

Devr-i sâlisteki âsârı o mel´un marazın

Var tamâmiyle, değil hiçbiri eksik arazın.

Bütün a´râz, şehîkıyle, zefiriyle...

-Yeter!

Hastanın çehresi meydanda ya! İnsanda meğer

Olmasın his denilen şey .. O değil, lâkin biz

Bunu, "tebdîl-i havâ " der de nasıl göndeririz?

Şurda üç beş günü var:.. Gönderelim: Yolda ölür...

"Git!" demek, hem, düşünürsek ne büyük bir züldür!

Hadi göndermiyelim... Var mı fakat imkânı?

Kime dert anlatırız? Bulsana dert anlıyanı!

-Sözünüz doğru Müdür Bey; ne yapıp yapmalı; tek

Bu çocuk gitmelidir: Çünkü, emînim, pek pek,

Daha bir hafta yaşar, sonra sirâyet de olur;

Böyle bir hastayı gönderse de mektep ma´zur:

-Bir mubassır çağırın.



-Buyurun efendim.

-Bana bak:

Hastanın gitmesi herhalde muvâfık olacak.

"Sana tebdîl-i havâ tavsiye etmiş doktor;

Gezmiş olsan açılırsın... " diye bir fikrini sor:

"İstemem!" der o, fakat dinleme, iknâ´a çalış:

Kim bilir, belki de bîçâre çocuk anlamamış?

***

-Şimdi tebdîl-i havâ var mı benim istediğim?

Bırakın hâlime artık beni râhat öleyim!

Üç buçuk yı1 bana katlandı bu mektep, üç gün

Daha katlansa kıyâmet mi kopar? Hem ne içün

Beni yıllarca barındırmış olan bir yerden,

"Öleceksin!" diye koğmak? Bu koğulmaktır. Ben,

Kimsesiz bir çocuğum, nerde gider yer bulurum?

Etmeyin, sonra sokaklarda perîşân olurum!

Anam ölmüş, babamın bilmiyorum hiç yüzünü;

Kardeşim var, o da lâkin bana dikmiş gözünü:

Sanki âtîdeki mevhûm refâhım giderek

Onu çalkandığı hüsranlar içinden çekecek!

Kardeşim, kurduğun âmâli devirmekte ölüm;

Beni göm hufre-i nisyâna, ben artık öldüm!

Hangi bir derdim için ağlıyayım, bilmiyorum.

Döktüğüm yaşlan çok görmeyiniz: Mağdûrum!

O kadar sa´y-i belîğin bu sefâlet mi sonu?

Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu,

Çalışıp ömrümü çılgınca hebâ etmezdim,

Ben bu müstakbele mâzîmi fedâ etmezdim!

Merhamet bilmeyen insanlara bak, yâ Rabbi,

Kovuyorlar beni bir sâil-i âvâre gibi!

-Seni bir kerre koğan yok, bu sözün pek haksız.

"İstemem, yollamayın" dersen eğer, kal, yalnız...

Hastasın...

-Hem veremim! Söyle, ne var saklıyacak?

-Yok canım, öyle değil...

-Öyle ya, herkes ahmak!

Bırakırlar mı eğer gitmemiş olsam acaba!

Doğrudur, gitmeliyim... Koşturunuz bir araba,



Son sınıftan iki vicdanlı refikin koluna

Dayanıp çıktı o bîçâre sefâlet yoluna"

Atarak arkaya bir lemha-i lebrîz-i elem,

Onu teb´îd edecek paytona yaklaştı "verem!"

Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini,

Öptüler girye-i matem dökerek gözlerini;

-Çekiver doğruca istasyona...

-Yok yok, beni ta,

Götür İstanbul?a bir yerde bırak ki: Gureba,

-Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada-

Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada!