๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sabredenler ve Şükredenler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 18 Temmuz 2010, 17:05:12



Konu Başlığı: Şükrün Faziletli
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Temmuz 2010, 17:05:12
بســـم الله الرحمن الرحيم
 
 
2. Şükrün Faziletli ve Üstün Olduğunu İddia Edenlerin Delilleri
 
 
Şükrün daha üstün olduğunu iddia edenler, sabrın daha üstün olduğunu iddia edenlere şöyle demişlerdir:

"Siz, haddinizi aşdınız. Aşağı derecede bulunan sabır makamını, kendisinden üstün derecede bulunan şükür makamının üzerine geçirdiniz. Böyle yapmakla vesileyi gaye ve maksad üzerine ve başkasından dolayı yapılması istenilen şeyi, bizzat yapılması istenilen şey üzerine ve kamil olan bir ameli daha mükemmel olan bir amel üzerine ve faziletli olan bir şeyi daha faziletli olan bir şey üzerine takdim etmiş oldunuz.

Bundan dolayı şükrün tam hakkını vermediniz. Halbuki Allah Teala, mahlukatından talebettiği şükr'ü kendi zikrine yakın kılarak bunların her ikisini de mahlukatından istemiştir. Sabır, bunlara giden bir yoldur ve bunların hizmetçisi ve yardımcısıdır.

Nitekim Allah Teala:

"Siz beni zikredin ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin" (Bakara/152) buyurmuştur.

Yine Allah Teala Hazretleri şükrü, imana yakın kılıp, insanlar şükreder ve iman ederlerse, onlara azap etmek için bir garazı bulunmadığını haber vererek:

"Eğer siz şükreder, iman ederseniz, Allah size ne diye azap etsin. Yani siz yarat dışınızdaki gaye ve maksadı bilerek şükreder ve iman ederseniz, bunları yaptıktan sonra Allah size ne diye azap etsin" (Nisa/147) buyurmuştur.

Yine Cenab-ı Hak, kulları arasından şükredenlere, lutûf ve ihsanını tahsis etmiş olduğunu haber vererek:

"Bazılarını bazılarıyla imtihan ettik ki, (Kureyş'in ileri gelenleri), "bunlar mı, Allah'ın aramızdan lutfûna layık gördüğü kimseler?" dediler. Allah şükredenleri daha iyi bilen değil midir?" (En'am/53) buyurmuştur.

Allah Teala Hazretleri, insanları, şükredenler ve nankörler (küfredenler) olmak üzere iki kısma ayırmış ve en çok buğuz ettiği varlıkların kafirler olduğunu ve en çok sevdiği varlıkların da şükredenler olduğunu haber vermiştir. Allah Teala, insan hakkında:

"Biz ona yolu gösterdik. İster şükreden (mü'min) olsun, ister nankör (kafir) olsun" (İnsân/3) buyurmuştur.

Yine Allah Teala, Süleyman aleyhisselam'dan haber vererek:

"Süleyman, bu Rabbimin fazlındandır. Beni imtihan için ki, bakalım şükür mü edeceğim, yoksa küfran-ı nimet mi? Kim şükrederse ancak kendi nefsi için şükreder. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki, Rabbım onun şükrüne muhtaç değildir. Kerimdir" (Neml/40).

Diğer bir ayette de:

"Ve Rabbinizin şöyle söylediğini bir düşünün, And olsun eğer siz şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım. Fakat nankörlük ederseniz, muhakkak ki, benim azabım çok şiddetlidir." (İbrahim/7).

Başka bir ayette de:

"Eğer küfrederseniz, bilmiş olun ki, Allah sizden müstağnidir. Size muhtaç değildir. Ama kulları için küfre razı olmaz. Eğer şükrederseniz, sizin hesabınıza ona razı olur." (Zümer/7) buyurmuştur.

Kur'an-ı Kerimin bir çok yerinde, şükrün karşısında zıddı olan küfür zikredilmiştir.

Nitekim Allah Teala Hazretleri:

"Muhammed, peygamberden başka bir şey değildir. Ondan önce bir çok peygamberler gelmiş geçmiştir. O ölür veya öldürülürse, siz hem geriye mi döneceksiniz? (yani tekrar kafir mi olacaksınız?) her kim ardına dönerse, iyi bilsin ki, Allah'a asla bir zarar getirecek değildir. Allah, şükredenleri mükafatlandıracaktır. (Al-i İmran/144) buyurmuştur.

Şükredenler iman nimeti üzerine sebat edip geriye dönmemiştirler, yani kafir olmamışlardır. Cenab-ı Hak nimetin artmasını şükre bağlamıştır. Şükrün nihayeti olmadığı gibi Allah'ın nimetinin de nihayeti yoktur.

Allah Teala, zengin kılmayı, duayı kabul etmeyi, rızık vermeyi, mağfiret etmeyi ve tevbeyi kabul etmeyi dilemesine bağladığı halde şükrün mükafatını kesin olarak vereceğini vaad etmiştir.

Zengin kılmada;

"Allah dilerse, sizi yakında fazlından zengin kılar" (Tevbe/28).

Duayı kabul etmede;

"O da dilerse bertaraf edilmesine yalvardığınız belayı kaldırır" (En'am/41)

Rızık vermede;

"Allah dilediğine hesapsız rızık verir" (Bakara/ 212).

Mağfiret etmede;

"Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, ama ondan aşağısını, dilediği kimseler için, bağışlar" (Nisa/48).

Tevbeyi kabul etmede;

"Allah dilediğine tevbe nasip eder" (Tevbe/15).

Şükrün mükafatını vermede;

"Şükredenlere ise muhakkak mükafat vereceğiz"

ve başka ayette de:

"Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır." (Al-i İmran/144-145). buyurmuştur.

Allah'ın düşmanı İblis, makamların en büyüğü ve en yücesi olan şükür makamının kadrini ve kıymetini bilince insanları onun yolundan men etme hususunda var kuvvetiyle çalışacağını haber vererek:

"Sonra onlara, önlerinden arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de çoğunu şükredici bulamayacaksın" (Araf/17) demiştir.

Allah Teala, kullarından şükredenlerin az bulunduğunu beyanla:

"Kullarım içinde şükreden azdır" (Se'be/13) buyurmuştur.

İmam Ahmed'in rivayetine göre;

Ömer b. Hattab (r.a.): bir kimsenin:

"Allah'ım beni azlardan kıl" dediğini işitmiş,

O da: "Bu azlar kimlerdir?" diye sormuş.

O da: "Ey mü'minlerin emiri Allah Teala'nın:

"Zaten Nuh'un beraberinde bulunan az bir kimseden başkası da iman etmemişti" (Hud/40),

Yine diğer bir ayette de:

"Kullarım içinde şükredeni azdır" (Se'be/13),

Yine başka bir ayette de:

"Yalnız iman edip salih amel işleyenler müstesna. Ama onlar da pek azdır" (Sad/24) buyurduğunu duymadın mı?" diye cevap vermiş.

Bunun üzerine Ömer (r.a.): "Doğru söyledin" demişti.

Allah Teala, yeryüzündeki bütün insanlara, iki defa, gönderdiği peygamberini şükretmesi dolayısıyla överek:

"Ey Nuh ile beraber gemiye yüklediğimiz kimselerin soyundan gelenler Şüphesiz Nuh, çok şükreden bir kul idi" (İsra/3) buyurmuştur.

Bu ayet-i kerimede Nuh (a.s.)'un zikredilerek tahsis edilmesinde ve insanlara onun zürriyeti olmalarıyla hitap edilmesinde, ona uyulacağına işaret vardır. Çünkü Allah Teala, mahlukatını tufanda suya gark ettikten sonra onun zürriyetinden başka nesil bırakmamıştır.

Nitekim Cenab-ı Hak:

"Nuh'un zürriyyetini, baki kalanların ta kendileri yaptık" (Saffat/77) buyurmuş ve zürriyetine, şükürde babalarına benzemelerini emretmiştir. Çünkü Nuh (a.s.) çok şükreder bir kul idi.

Allah Teala, kendisine şükredenin ancak ibadet ettiğini ve şükretmeyenin ibadet ehlinden olmadığını haber vererek,

"Eğer yalnız Allah'a tapıyorsanız O'na şükredin" (Bakara/ 172) buyurmuştur.

Allah Teala Musa Aleeyhisselam'a, kendisine verilen peygamberliği, risaleti ve kelâmı, şükretmekle almasını emrederek,

"ya Musa! Ben seni risaletimle ve kelâmımla insanların üzerine seçkin kıldım. Şimdi sana şu verdiğimi al da şükredenlerden ol!" (Araf/144) buyurmuştur.

Akıl baliğ olan insana Allah Teala'nın ilk vasiyeti, Kendisi'ne, anne ve babasına şükretmesi olduğunu tavsiye ederek:

"Biz, insana, ana babasını (gözetmesini) tavsiye ettik. Anası onu çile üstüne çile ile taşıdı (doğum sancıları ve doğum acısı çekti). Sütten kesilmesi de iki sene (müddetli) dir. Ve insana dedik ki, Bana ve anana babana şükret, dönüşün ancak banadır." (Lokman/14) buyurmuştur.

Yine Cenab-ı Hak rızasının kendisine şükretmekde olduğunu haber vererek:

"Eğer şükrederseniz sizin hesabinize ona razı olur" (Zümer/7) buyurmuştur.

Yine Allah Teala Hazretleri nimetlerini şükreden İbrahim Halilullah'ı methederek:

"Muhakkak İbrahim, Allah'a itaat eden ve hakka yönelen (başlıbaşına) bir ümmetti (önderdi). O hiçbir zaman müşriklerden olmamışdı. Allah'ın nimetlerine şükredici idi. (Allah) onu seçmiş ve doğru yola hidayet buyurmuştu" (Nahl/ 120-121) buyurdu.

Yani, Allah Teala, İbrahim Halilullah'ın kendisine hayırda uyulan önder olduğunu, Allah'a devamlı taat ve ibadette bulunduğunu, yalnız O'na yönelip başkalarından yüz çevirdiğini haber vermiş, sonra bu sıfatlarla muttasıf olmasını Allah'ın nimetlerine şükredici olmasıyla bitirerek şükrü, Halilullah'ın gayesi ve maksadı kılmıştır.

Allah Teala Hazretleri, kullarını yaratmaktaki gayesinin de şükretmeleri olduğunu haber vererek:

"Allah, sizi analarınızın karnından öyle bir halde çıkardı ki hiçbir şey bilmiyordunuz. Size kulaklar, gözler ve kalpler verdi ki, şükredesiniz" (Nahl/78)

diğer bir ayette de:

"And-olsun ki, Bedir savaşında siz düşkün bir durumda iken, Allah sizi muzaffer kıldı. O halde Allah'dan korunun ki, şükredesiniz" (Al-i İmran/123) buyurmuştur.

Ayet-i kerimedeki, "şükredesiniz" kavli kerimi, onları muzaffer kılmasının ve onlara takvayı emretmesinin illeti olabilir. Allah Teala'nın mahlukatını yaratmaktaki ve onlara emretmekteki hikmeti şükretmeleridir.

Nitekim, Allah Teala Hazretleri: emrinin ve peygamber göndermesinin gaye ve hikmetini açıklayarak:

"Nitekim size içinizden bir peygamber gönderdik. O, size ayetlerimizi okuyor, sizi şirkten temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor ve size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor. O halde siz, beni zikredin ki ben de sizi anayım. Bana şükredin nankörlük etmeyin" (Bakara/151-152) buyurmuştur.

Şükür bizzat murad edilirken sabır başkasından dolayı murad edilmektedir. Sabır, şükre götürdüğü için övülür. O halde sabır, şükrün hizmetçisidir.

Buhari ile Müslim'de sabit olduğuna göre, Allah Resulü (namaz kıldığı vakit) ayakları patlıyacak derecede ayakta dururdu. Kendisine:

"Sen niye böyle yapıyorsun? Halbuki Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiştir" denilmiş.

 Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurmuştur.

İmam Ahmed'in Müsned'inde ve Tirmizi'de sabit olduğuna göre, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Muaz (r.a.)'a

"Vallahi ben seni seviyorum, her namazın sonunda:

"Allah'ım bana seni zikretmeme, şükretmeme ve sana güzel ibadet etmeme yardım et" diye dua etmeyi unutma" buyurmuştur.

İbn-i Ebi'd-Dünya'nın rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas şöyle demiştir:

"Allah Resulü, Dört şey vardır ki onlar kime verilirse, dünya ve ahiret hayrı verilmiş olur;

- şükreden kalp,

- zikreden dil,

- belaya sabreden beden,

- nefsinde ve malında kendisine hiyanetlik etmeyen kadın" buyurmuştur.

Yine İbn-i Ebi'd-Dünya'nın rivayet ettiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah bir kuluna bir nimet verir de o da onun Allah'dan olduğunu bilirse, mutlaka onun için şükür sevabını yazar.

Allah, kulunun işlediği günahına pişman olduğunu bilirse, mutlaka o istiğfar etmeden önce ona mağfiret eder.

Bir kimse bir dinara bir elbise satın alıp onu giyip de Allah'a hamd ederse, o elbise diz kapaklarına varmadan Allah ona mağfiret eder." buyurmuştur.

Sahih-i Müslim'de, sabit olduğuna göre, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Şüphesiz ki Allah, yemek yedikten sonra, ondan dolayı Allah'a hamdeden, suyu içtikten sonra, ondan dolayı Allah'a hamd eden kuldan razı olur" buyurmuştur.

Bu büyük mükafat, yani Allah'ın razı olması, mükafatların en büyüğüdür. Nitekim Cenab-ı Hak:

"Allah'ın, (kulunun hamdederek şükretmesi karşılığındaki) rızası daha büyüktür." (Tevbe/72) buyurmuştur.

Bir hadis-i şerifde:

"Allah Teala bir kuluna şükretme-yi ihsan ederse, onu ziyadeden mahrum etmez" buyrulmuştur. Çünkü Allah Teala Hazretleri: "Andolsun eğer siz, şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artırırım" (İbrahim/7) buyurmuştur." (İbn-i Ebi'd-Dünya.)

Hasan-ı Basri demiştir ki:

"Allah Teala, nimetiyle dilediği kadar faydalandırır. Nimete şükredilmediği takdirde onu azaba çevirir. Bundan dolayı şükre, "Hafız koruyucu" ismi verilmiştir. Çünkü şükür, mevcud olan nimetleri korur, mevcud olmayan nimetlerin de elde edilmesine vesile olur."

Ali b. Ebu Talip (r.a.), Hemedanlı bir adama:

"Nimete, şükür ile ulaşılır. Şükürle nimet artar. Şükür ile nimet, bir arada bulunurlar Kuldan şükür kesilmedikçe, Allah'dan da nimetin artırılmalı kesilmez" demiştir. (İbn-i Ebi'd Dünya.)

Ömer b. Abdülaziz:

"Allah'ın nimetlerini, Allah'a şükretmek suretiyle bağlayınız" demiştir. Şükür nimetlerin bağıdır.

Mutarrif b. Abdullah:

"Andolsun ki afiyet verilip de şükretmem, bela verilip de sabretmemden daha hayırlıdır" demiştir.

Hasan-ı Basri demiştir ki:

"Elinizde bulunan nimetleri devamlı anlatın. Çünkü nimetleri anlatmak şükürdür. Nitekim Allah Teala Resulüne, Rabbinin nimetlerini anlatmasını emrederek:

"Rabbi'nin nimetlerine gelince, onu anlat da anlat." (Duha/11) buyurmuştur.

Allah Teala, kulunun üzerine vermiş olduğu nimetinin eserini görmeyi sever. Çünkü kulun üzerinde nimetin eserinin görülmesi lisan-ı hal ile nimetin şükrüdür.

Süfyan-ı Sevri demiştir ki:

"Davud aleyhisselam, Allah'a, vechinin keremine ve celalinin izzetine layık olduğu gibi hamdolsun" demiş.

Bunun üzerine Allah Teala, ona:

"Ya Davud, sevap yazmaktan melekleri yordun" diye vahyetmiştir.

Ebu Reca el-Utaridi demiştir ki:

Bir gün bizim yanımıza İmran b. Husayn üzerinde ipekli bir şal bulunduğu halde geldi -ben bu şalı onun üzerinde ne bundan önce ne de bundan, sonra görmedim- ve dedi ki, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"AllahTeala, bir kuluna nimet verdiğinde nimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever" buyurdular.

Amr b. Şuayb'in sahifesinde o babasından, o da dedesinden, o da Resulullah'dan rivayet ettiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Yiyiniz içiniz kibirlenmeden, israf etmeden. Tasadduk edin, çünkü Allah Teala, nimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever" buyurmuştur.

Ebu'l-Ahvas babasından naklen rivayet ediyor. Babası şöyle demiştir.

"Ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanına perişan bir halde geldim. Bana:

"malın var mı?" diye sordu.

Ben de: "Evet" dedim.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Hangi maldan?" dedi.

Ben de: "Her çeşit maldan vardır. Allah bana deve, at, ve koyunlar verdi" dedim.

Bunun üzerine, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah sana mal verince, nimetinin eseri ve şerefi üzerinde görülsün" buyurdu.

Bir mürsel hadis-i şerifde:

"Allah Teala, kulunun yemesinde içmesinde nimetinin eserini görmeyi sever" buyrulmuştur.

Bükeyr b. Abdullah merfu olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifde:

"Bir kimseye servet verilir de onun üzerinde eseri görülürse, ona, Allah'ın dostu ve Allah'ın nimetini anlatan" denilir.

Bir kimseye servet verilir de, onun üzerinde eseri görülmezse, ona da, Allah'ın buğz ettiği ve Allah'ın nimetinin düşmanı denilir" buyrulmuştur.

Fudayl b. Iyaz demiştir ki:

"Şöyle nakledilmektedir, bir kimse Allah'ın nimetini kalbiyle bilip, diliyle hamdederse, bu hamdi tamam olmadan Allah onun nimetini artırır. Çünkü. Hak Teala:

"And olsun eğer siz şükrederseniz elbette size nimetim! artırırım" (İbrahim/7) buyurmuştur. Nimeti anlatmak nimetin şükründendir."

Bir hadis-i kudside Allah Teala:

"Ey Ademoğlu! Benim nimetim içinde dolaşırken devamlı bana karşı günah işlemektesin, benden sakın (aksi takdirde) bana karşı işlemiş olduğun günahların arasında seni perişan ederim. Ey Ademoğlu! Benden kork ve dilediğin yerde uyu" buyurmuştur.

Şa'bi dedi ki:

"Şükür imanın yarısıdır, yakîn ise imanın hepsidir."

Ebu Kalabe:

"Şükrederseniz dünya size zarar vermez" demiştir.

Hasan-ı Basri demiştir ki:

"Allah Teala bir kavme nimet verdiğinde onlardan şükretmelerini ister, eğer şükrederlerse, nimetlerini artırmaya kadirdir. Eğer nankörlük ederlerse nimetini aleyhlerine azaba çevirmeye de kadirdir. Allah Teala Hazretleri nimetlerine şükretmeyen nankörleri yermiştir."

Hasan-ı Basri:

"İnsan Rabbine karşı pek nankördür. Başına gelen musibetleri sayar durur, nimetleri unutur" demiştir.

Bu sebebden dolayı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), cehennem ehlinin çoğunun kadınlar olduğunu haber vererek:

"Onlardan birine, dünya durdukça iyilik etsen de sonra senden (hoşuna gitmeyen) bir şey görse, "ben senden hiçbir hayır görmedim" der" buyurmuştur.

O halde kocasının nimetinin şükrünü terkedenin hali böyle olursa, Allah'ın nimetinin şükrünü terkedenin hali nice olur.

Ey işinde zulmeden kimse!

Zulüm, zulmeden kimsenin aleyhine döndürülecektir. Sen bu zulmüne ne zamana kadar devam edeceksin? Başına gelen musibetlerden şikayet ediyorsun ve nimetleri ise unutuyorsun.

İbn-i Ebi'd-Dünya'nm rivayet ettiğine göre:

Numan b. Beşir şöyle demiştir:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Nimeti anlatmak şükürdür. Nimeti anlatmayı terketmek nankörlüktür. Aza şükretmeyen, çoğa şükretmez. İnsanlara şükretmeyen Allah'a şükretmez. Cemaat berekettir. Cemaattan ayrılmak azabdır" buyurmuştur.

Mutarrıf b. Abdullah demiştir ki:

"Ben afiyete de, şükre de baktım, her ikisinde de dünyanın ve ahiretin hayrını buldum. And olsun, bana afiyet verilip de şükretmem, bela verilip de sabretmemden daha sevimlidir."

Bekir b. Abdullah el-Muzeni:

"Allah'a hamd ederim ve beni mağfiret etmesini dilerim" diyen bir hamal görüp onun sırtından yükünü indirmesini bekleyip ona:

"Bundan başka bir şey bilmez misin?" dedi. O da:

"Çok şey bilirim... Allah'ın kitabını okurum. Yalnız kul, nimet ile günah arasında bulunmaktadır. Allah Teala'ya vermiş olduğu nimetlerinden dolayı hamd ederim. Günahlarımdan dolayı da affımı dilerim" dedi.

Bunun üzerine Bekir b. Abdullah:

"Hamal, Bekir'den daha fakihmiş" dedi.

Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Cabir b. Abdullah (r.a.), ashabın yanına gelip onlara Errahman suresini başından sonuna kadar okudu. Ashab sükût ettiler.

Bunun üzerine Allah Resulü buyurdu ki:

"Cin gecesinde ben bu sureyi cinlere okudum da onlar sizden daha güzel cevap verdiler.

"Ey insanlarla cinler! Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?" kavli ilahisine her geldiğimde onlar:

"hayır nimetlerinden hiçbir şeyi tekzip etmeyiz. Ey Rabbimiz  hamd sana mahsustur." dediler

Miş'ar dedi ki:

"Davud hanedanına, "Çalışın ey Davud hanedanı! Şükür için çalışın" denilince onlar arasında her an namaz kılan bulunurdu."

Avn b. Abdullah dedi ki:

"Fukahadan biri:

"Ben hayır olan her işimin beraberinde şerrin bulunduğunu gördüm. Ancak afiyetle şükürde, şer bulunmaz. Belaya uğrayanların bir çokları şükreder, afiyette olanların bir çokları şükretmez. Siz Allah' dan istediğiniz zaman hem şükrü hem de afiyeti isteyin" demişti."

Ebu Muaviye dedi ki:

"Ömer b. Hattab (r.a.), bir elbiseyi başından giyip omuzlarına gelince:

"Avretimi örtecek ve hayatımı süsleyecek elbiseyi bana giydiren Allah'a hamd olsun" dedikten sonra kollarını sokup elbiseyi giydi ve el bileklerini aşan kısmını kesti.

Sonra dedi ki:

"Allah Resulünü şöyle derken işittim:

"Bir kimse yeni bir elbise giyer ve:

"Avretimi örtecek ve hayatımı süsleyecek elbiseyi bana giydiren Allah'a hamd olsun" der ve sonra eskitmiş olduğu elbiseyi alıp birine sadaka olarak verirse, hayatında ve ölümünde Allah'ın hıfzına ve himayesine mazhar olur" (Tirmizi)

Avn b. Abdullah dedi ki:

"Bir kimse yeni bir elbise alıp giyer de Allah'a hamd ederse Allah ona mağfiret eder. Bunu işiten bir adam, "Gidip bir elbise satın alıp, onu giyeyim de Allah'a hamd edeyim" dedi.

Şurayh dedi ki:

"Bir kulun başına bir musibet gelirse mutlaka o musibette, Allah'ın kulu üzerinde üç nimeti vardır.

Birincisi, o musibetin dininde olmamasıdır.

İkincisi, o musibetin bulunduğundan daha büyük olmamasıdır.

Üçüncüsü, o musibet mutlaka kulun başına gelmesi mukadderdi geldi."

Ömer b. Abdülaziz'in oğlu Abdullah demiştir ki:

"Babam Ömer b. Abdülaziz, kendisine Allah'ın ihsan ettiği bir nimete baktığında mutlaka, "Allah'ım nimetini küfre çevirmekten, onu tanıdıktan sonra nankörlükten ve onu övdükten sonra, unutmaktan sana sığınırım" derdi-.

Ruh b. el-Kasım demiştir ki:

"Kendisini ibadete veren bir kimse, "Ne hurma tatlısı yerim, ne de şükrünü yaparım" deyince bunun üzerine Hasan-ı Basri:

"Bu kimse pek ahmak acaba sırf içtiği soğuk suyun şükrünü eda edebiliyor mu?" dedi."

Bir hadis-i kudside Allah Teala, buyurdu ki:

"Ey Ademoğlu! Benim hayrım sana iniyor ama senin kötülüklerin bana yükseliyor. Ben seni nimetlerimle seviyorum, sen ise bana günahlarla buğzediyorsun. Şerefli bir melek durmadan senin günahlarını bana yükseltmektedir."

Ebu Ali demiştir ki:

Bir komşumun geceleyin şöyle dediğini işitiyordum:

"Ya İlahî! Senin hayrın bana inmektedir, benim kötülüklerim sana yükselmektedir. Nice şerefli melekler, benim çirkin amellerimi sana yükseltmektedirler. Senin bana ihtiyacın olmadığı halde, beni nimetlerinle seviyorsun. Ben, sana devamlı muhtaç olduğum halde, günahlarla sana buğuz ediyorum. Sen, bu hususda bana destek oluyor, günahlarımı örtüyor ve bana rızık veriyorsun" derdi. (İbn-i Ebi'd-Dünya.)

Ebu'l-Mugire'ye:

"Ey Ebu Muhammed nasıl sabahladın?" denildiğinde, şöyle cevap verirdi:

"Allah'ın nimetlerine gark olmuş olarak ve onların şükründen aciz olarak sabahladık. Rabbimiz bize muhtaç olmadığı halde bizi sevmektedir. Biz ona muhtaç olduğumuz halde ona buğz etmekteyiz."

Abdullah b. Sa'labe şöyle derdi:

"İlahî! Kereminden dolayı sana itaat edilip isyan edilmez, hilminden dolayı sana isyan edilir, sanki sen görmezsin, Yeryüzünde bulunanlar her an sana isyan ettikleri halde sen onlara iyilikle muamele edersin."

Muaviye b. Kurre:

Yeni bir elbise giydiği vakit, "Bismillah ve'lhamdülillah" derdi.

Enes b. Malik demiştir ki:

"Bir kul kendisini ibadete verirse Allah Teala onun rızkını göklerden ve yerden geçirerek insanların ellerine teslim eder, onlar da onu işliyerek yenilecek hale getirirler, sonra o rızık o kula verilir. O kul o rızkı alınca şükür kendisine vacip olur, eğer şükretmezse, hamde layık olan Allah o rızkı kendisine şükredecek olan fakir kullara verir."

Bir kimse, Ebu Temime'ye:

"Nasıl sabahladın?" dedi. O da:

"İki nimet arasında sabahladım, onlardan hangisinin üstün olduğunu bilmiyorum;

Birincisi; Allah Teala'nın günahlarımı örtmesidir. Bu yüzden hiçbir kimse beni onlarla ayıplayamıyor.

İkincisi; Allah Teala'nın insanların kalplerine benim sevgimi koymuş olmasıdır ki, ben ona amelimle erişemem" demiştir.

İbn-i Ebi'd-Dünya, Said el-Mukbiri'den rivayet etti, o da babasından rivayet etti, o da Abdullah b. Selam'dan rivayet etti. Abdullah b. Selam dedi ki:

"Musa aleyhisselam:

"Ey Rabbim sana layık olan şükür nedir?" dedi.

Cenab-ı Hak da:

"Dilin devamlı zikrimle meşgul olsun" buyurdu."

Sehl b. Ebu Salih babasından o da Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti. Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki:

"Kuba'lı ensardan biri Resulullah'ı davet etti, beraber gittik. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yemeğini yiyip, ellerini yıkayınca şöyle dua etti:

"Yediren, yedirilmiyen, bize ihsan eden, bize doğru yolu gösteren, bizi doyuran ve sulayan, her güzel bela ile imtihan eden, (divanından) red olunmayan (kabul buyrulan) ve terk olunmayan, bizi nimetine küfredenlerden kılmayan (şükredenlerden kılan) ve kendisinden müstağni olunmayan Allah'a hamdolsun. Yemek yediren, su içiren, çıplakları giydiren, delaletten kurtarıp hidayet veren, karanlıklardan aydınlığa çıkaran, mahlukatından bir çokları üzerine bizi üstün kılan, Allah'a hamd olsun. El-hamdulillahirabbilalemin."

Hüseyin b. Salah'ın Müsned'inde Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Enes b. Malik (r.a.) şöyle demiştir:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah Teala, bir kuluna ehil mal veya evlad nimeti verir de o da, "Maşaallah, lâ kuvvete illâ billah" derse onlarda ölümden başka bir afet görmez." buyurmuştur.

Rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir:

"Resulullah eve girdi yere düşmüş ekmek kırıntıları gördü. Onları temizledi ve:

"Ey Aişe! Allah'ın sana vermiş olduğu bu nimetlerin kadrini ve kıymetini bil, çünkü bir nimet bir evden uzaklaşırsa onlara kolay kolay geri dönmez" buyurdu. (İbn-i Ebi'd-Dünya.)

İmam Ahmed'in naklettiğine göre Ebu'l-Halad şöyle demiştir:

"Davud aleyhisselam'ın şöyle münacatta bulunmuş olduğunu okudum:

"Yarabbi sana nasıl şükredeyim. Çünkü senin şükrüne ancak senin nimetinle erişiyorum".

Bunun üzerine kendisine:

"Ya Davud! Seninle olan nimetlerin hepsinin benden olduğunu bilmez misin?" diye vahiy geldi. O da "bilirim ya Rabbi" dedi. Cenab-ı Hak:

"Bunu bilerek şükredersen senden razı olurum" buyurdu.

Said b. Abdülaziz:

"Nimet verip şükrettiren, bela verip dua ettiren Allah Teala, her türlü noksanlıktan münezzehdir" duası Davud aleyhisselam'ın dualarındandır." demiştir.

İmanı Ahmed, Ebu Muaviye'den, o da A'meş'den, o da Minhal'den, o da Abdullah b. Haris'den naklen rivayet etti.

Abdullah b. Haris demiştir ki:

"Allah Teala, Davud aleyhisselam'a:

"Beni sev, ibadetimi sev, ve beni kullarına sevdir" diye vahyetmiş o da:

"Ya Rabbi! Bu sevgi, sana ait ve kullarına aittir. Ben seni kullarına nasıl sevdireyim?" dedi.

Bunun üzerine Cenab-ı Hak:

"Onların yanında beni güzel bir şekilde an ki, onlar benden ancak güzel olanları bilsinler" buyurmuştur.

Rabbimizin azameti ve celali pek yüksektir. İsmi pek mübarektir. Şanı pek yücedir. İsimleri mukaddestir. Senası pek büyüktür. Ondan başka hak mabud yoktur."

İmam Ahmed dedi ki:

"Bize Abdürrezzak b. İmran dedi ki, "Vehb'i şöyle derken işittim:

"Ben Davud hanedanının kitabında gördüm ki, şunlar yazılıydı; Allah Teala, buyuruyor ki, izzet ve celalime yemin ederim, eğer bir kimse bana sarılırsa göktekiler ve yerdekiler ona kötülük yapmak isteseler ben onun için, bunların arasından bir çıkış yolu yaratırım. Bir kimse de bana sarılmazsa onun gökteki çarelerini keserim, ayaklarının altındaki toprağı yere batırıp, onu muallakta bırakırım, sonra nefsine havale ederim. Ben kuluma mal cihetinden kafiyim, kulum benim taat ve ibadetimde bulunursa, benden istemeden önce ona veririm. Bana dua etmeden önce duasını kabul ederim. Ben onun ihtiyacını ondan daha iyi bilirim."

İmam Ahmed, Yesar'dan, o da Hafs'dan, o da Sabit'ten naklen rivayet etti. Sabit dedi ki:

"Davud aleyhisselam gece ile gündüzün saatlarını ehline taksim etti. Gece ile gündüzün her saatında mutlaka Davud hanedanından biri namaz kılardı. Çünkü Allah Teala, şu ayeti kerimeyi:

"Davud hanedanı! Şükür için çalışın mamafih kullarım içinde şükreden azdır" (Sebe/13)" onlar için inzal etti.

İmam Ahmed, Cabir b. Zeyd'den, o da Mugire b. Uyeyne'den naklen rivayet etti. Mugire b. Uyeyne demiştir ki:

"Davud aleyhisselam:

"Ya Rabbi! Bu gece, mahlukatından biri seni, benden daha çok zikretti mi?" dedi.

Bunun üzerine Allah Teala ona:

"Evet, kurbağalar" diye vahyetti ve yukarıda geçen ayet-i kerimeyi indirdi.

Davud aleyhisselam:

"Ya Rabbi! Senin şükrüne nasıl gücüm yeter? Çünkü bana nimet veren sensin, bir nimetten sonra diğer bir nimet veriyorsun, nimetler de senden şükür de sendendir. Buna göre senin şükrüne nasıl gücüm yeter?" dedi.

Allah Teala, Davud Aleyhisselam'a: "Şimdi beni bildin ya Davud" buyurdu.

İmam Ahmed, Abdürrahman'dan, o da Redi b. Sabih'den, o da Hasan-ı Basri'den naklen rivayet etti. Hasan-ı Basri demiştir ki:

"Davud Aleyhisselam:

"İlahî! her bir kılımın, iki dili olsa da gece gündüz ve dünya durdukça seni tesbih etseler, bir nimetinin hakkını ödeyemem" dedi."

İbn-i Ebi'd-Dünya, Ebu İmran el-Cuvveni'den, o da Ebu'l Halad'dan naklen rivayet etti. Ebu'l Halad demişdir ki:

Musa aleyhisselam:

"Ya Rabbi, sana nasıl şükredeyim? Bana ihsan ettiğin nimetlerinden en küçük bir nimete bile bütün âmellerim karşılık olamaz" dedi.

Bunun üzerine Allah Teala:

"Ya Musa! şimdi bana şükretmiş oldun" diye vahyetti.

Bekir b. Abdullah demiştir ki:

"Bir kul "Elhamdülillah" derse, mutlaka, "Elhamdülillah" demesi sebebiyle kendisine bir nimet verilir. Bu nimetin mükafatı da tekrar "Elhamdülillah" demesidir. Bunu söylediğinde de tekrar bir nimet daha verilir. Allahın nimetleri bitmez."

Hasan-ı Basri demiştir ki,

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir adamın:

"Elhamdülillahi bi'l-İslam" dediğini işitmiş bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:

"büyük bir nimet üzerine Allah'a hamdediyorsun" buyurmuştur."

Halid b. Mi'dan demiştir ki:

"Abdülmelik b. Mervan'i şöyle derken işittim:

"Bir kimsenin, "Elhamdülillahillezi en'ame aleyna ve hedana lil İslam" demesinden, Allah katında şükretmek hususunda bundan daha üstün, daha sevimli bir dua yoktur."

Süleyman et-Teymi demiştir ki:

"Allah Teala, kendi azametine layık olan şekilde kullarına nimet verir. Onlardan da kudretlerine göre, şükretmelerini ister.

Hasan-ı Basri, sözüne başlarken şöyle derdi:

"Hamd Allah'a mahsustur. Ey Rabbimiz! Bizi yarattığın, bize rızık verdiğin, bize doğru yolu gösterdiğin, bize öğrettiğin, bizi sapıklıktan kurtardığın, bizim gam ve kederimizi giderdiğin için ancak sana hamd ederiz.

Bize İslam dinini ve Kur'an-ı Kerimi ihsan ettiğin için ancak sana hamdederiz.

Bize ehil, mal ve afiyet verdiğin düşmanlarımızı perişan ettiğin, bize bol rızık verdiğin, bize emniyet verip bir araya topladığın, bize güzel afiyet verdiğin, ve her istediğimizi bize verdiğin için ey Rabbimiz sana binlerce hamd-ü senalar olsun.

Ey Rabbimiz! bize eski, yeni, gizli, açık, hususi, umumi verdiğin nimetler için ve biz diriyken, ölüyken, hazır iken, gaib iken vermiş olduğun nimetlerin için ancak sana hamdederiz. Sen razı oluncaya kadar sana hamd ederim. Sen razı olduğunda da sana hamd ederiz."

Hasan-ı Basri, demiştir ki:

"Musa Aleyhisselam:

"Ya Rabbi! Adem aleyhisselam senin ona verdiğin nimetlerinin şükrünü nasıl ödeyebilir? Çünkü sen onu yed-i kudretinle yarattın, ona ruhundan üfürdün, onu cennetine koydun, ona meleklerin secde etmelerini emrettin de, onlar da ona secde ettiler" dedi.

Bunun üzerine Allah Teala:

"Ya Musa! Adem aleyhisselam bunların benden olduğunu bilir de bundan dolayı bana hamd ederse, işte onun bu hamdi benim ona verdiğim nimetlerin şükrü olmuş olur" buyurdu.

Sa'd b. Mes'ud es-Sekafi demiştir ki:

"Nuh aleyhisselam'a, "çok şükreden bir kul" diye isim verilmiştir. Çünkü o yeni bir elbise giydiğinde, yemek yediğinde mutlaka, "Elhamdülillah" derdi.

Ali b. Ebu Talib, heladan çıkınca eli ile karnını mesheder ve:

"Bu ne büyük bir nimettir fakat insanlar bunun şükrünü bilmezler" derdi.

Mahled b. Hüseyin demiştir ki:

"Şükür günahları terketmektir" denilirdi.

Ebu Hazim; "Allah'a yaklaştırmayan her nimet beladır ve musibettir" demiştir.

Ebu Süleyman; "Nimetleri anmak, Allah'ı sevmeyi gerektirir." demiştir.

Hammad b. Zeyd, Leys'den, o da Ebu Bürde'den naklen rivayet etti. Ebu Bürde dedi ki:

"Ben Medine'ye, gelince, Abdullah b. Selam ile karşılaştım. Bana, "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın girdiği eve girmez misin? Sana kavun ve hurma yedireyim" dedi. Sonra şunları anlattı, Allah Teala insanları kıyamet gününde topladığı vakit onlara vermiş olduğu nimetlerini hatırlatır. Bunun üzerine kul, "Bunun alameti nedir?" der. Cenab-ı Hak, "Bunun alameti sen şöyle şöyle bir sıkıntıda idin. Bana dua ettin. Ben de senin sıkıntını giderdim. Bunun alameti sen bir vakit seferde idin, benden yardım istedin, ben de sana yardım ettim. Cenab-ı Hak hatırlatır, kul da hatırlar. Allah Teala, bunun alameti, sen filanın kızını istedin, seninle beraber bir çok isteyenler bulundu, onu sana verdim, diğerlerini, reddettim" buyu/ur. Sözüne şöyle devam ederek, "Allah'ın huzurunda kulu da ona nimetlerini sayacaktır? deyip, ağladı, ağladı. Sonra "Allah Teala'dan bir kulunu huzuruna oturtup da sual azabına tutmamasını niyaz ederim" dedi.

Leys b. Ebu Süleym, Osman'dan, o da İbn-i Sirin'den, o da Enes b. Malik (r.a.)den naklen rivayet etti. Enes b. Malik demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Kıyamet gününde nimetler, iyilikler, kötülükler getirilir. Allah Azze ve Celle nimetlerden bir nimete "iyiliklerden hakkını al" buyurur. O da iyiliklerden hiçbirini bırakmayıp alıp götürür" buyurdu."

Bekir b. Abdullah el-Müzeni demiştir ki:

"Bir kulun başına bir bela gelince, Allah'a dua eder. Allah da onu giderir. Bunun üzerine şeytan ona gelip, şükrünü zayıflatmak için ona, "Bela, senin dua ederek çektiğin zahmetten daha şiddetli idi. Fakat Allah Teala Onu benden giderdi" demelidir.

İbn-i Ebi'd-Dünya'nın Sadaka b. Yesar'dan rivayet ettiğine göre, Sadaka b. Yesar şöyle demiştir:

"Davud aleyhisselam, mihrabda iken yanından bir zerre geçti. Ona bakıp yaradılışını düşünüp hayret ederek, "Allah, buna da önem veriyor mu?" dedi.

Bunun üzerine Allah ona dil verip o da:

"Ey Davud sen kendini beğeniyor musun? Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben Allah Teala'nın bana vermiş olduğu fazl-u ihsanına sana vermiş olduğu fazl-u ihsanından daha çok şükrediyorum" dedi.

Eyyüb dedi ki:

"Şüphesiz Allah'ın kulu üzerindeki nimetlerinin en büyüğü, kulun Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın getirmiş olduklarını tasdik etmesidir."

Süfyan-ı Sevri demiştir ki:

"Bir kimse, belayı nimet, bolluğu musibet saymadıkça fakih ve alim olamaz" denilirdi.

Zazan: "Allah'ın nimet vermiş olduğu kimse üzerindeki hakkı o kimsenin o nimetle günah işlememesidir." demiştir.

İbn-i Ebi'd-Dünya dedi ki, bana Mahmud el-Verrak şöyle okudu:

"Allah'ın nimetine şükrettiğimde bana başka bir nimet verilir ki, ona da ayrı bir şükür vacib olur. O halde her bir şükre karşılık Allah Teala, fazlı kereminden bir nimet verir. Her ne kadar günler uzasa ve ömür devam etse de. Genişlik ve bolluk olduğunda sevinci umumi olur. Darlık ve kıtlık olursa sonu mükafat olur. Darlık ile bolluktan her birinde Allah'ın öyle bir nimeti vardır ki, ona hayaller, kara ve deniz dar gelir."

Ebu Hüreyre demiştir ki, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah Teala, buyuruyor, "Benim katımda mü'min kulum daima hayır üzeredir. Ben onun canını alırken o bana hamdeder" buyurmuştur. (Müsned-i İmam Ahmed)

Muhammed b. el-Münkedir:

"Bir kadına göz kırpan bir gencin yanından geçerken ona:

"Ey genç bu, Allah'ın sana verdiği nimetlerin mükafatı mıdır?" dedi.

Hammad b. Seleme, Sabit'den, o da Ebu'l-Aliye'den naklen rivayet etti. Ebu'l-Aliye demiştir ki:

"Ben kulun iki şey arasında helak olmayacağını ümid ederim, biri, Allah'a hamd ettiği nimet diğeri de istiğfar ettiği günahtır."

İbn-i Semmak, Muhammed b. el-Hasan'a, Rakka'ya kadı olduğu zaman mektup yazdı.

Mektubunda şöyle diyordu:

"Bundan sonra bilmiş ol ki, takvalık hiçbir zaman kalbinden çıkmasın, Allah'ın sana vermiş olduğu nimetlere az şükretmekten ve onunla günah işlemekten Allah'dan kork. Çünkü her nimette bir hüccet ve bir vebal vardır.

Nimetin hüccet olması onunla günah işlenmesidir.

Vebal olması ise, nimete şükrün az yapılmasıdır.

Şükrü zayi ettiğinde veya günah işlediğinde veyahut bir hakta kusur ettiğinde Allah seni affetsin."

Rebi b. Ebu Raşid, kötürüm olan bir adamın yanından geçti, sonra oturup Allah'a hamd ederek ağladı, ona:

"Seni ağlatan nedir?" diye soruldu. O da:

"Cennet ehlini ve cehennem ehlini hatırladım, cennet ehlini afiyette olanlara, ve cehennem ehlini de belaya uğrayanlara benzettim. İşte beni ağlatan budur" diye cevap verdi.

Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiğine göre, Resulullah:

"Sizden biri kendisine verilmiş olan Allah'ın nimetinin kadrini görmeyi arzu ederse, kendisinden daha fakir olanlara baksın, zengin olanlara bakmasın" buyurmuştur.   

İbn-i Mübarek, Yezid b. İbrahim'den, o da Hasan'dan, o da, Ebu'd-Derda'dan naklen rivayet etti. Ebu'd Derda:

"Bir kimse Allanın nimetinin yalnız yemeden, içmeden ibaret olduğunu bilirse, onun ameli az olmuş ve azabı hazır olmuş olur" dedi.

Yine İbn-i Mübarek, Malik b. Enes'den o da, Enes (r.a.)' den naklen rivayet etti. Enes (r.a.) dedi ki:

"Hazeti Ömer'den dinledim;

Hz. Ömer bir kimseye selam vermiş, o da selamını almış,

Hz. Ömer o adama:

"Nasılsın?" demiş o adam da:

"Allah'a hamd ettiğimi sana bildiririm" demiş. Bunun üzerine Hz. Ömer de:

"Senden bu cevabı bekliyordum" demiş.

Yine İbn-i Mübarek, Mes'ud'dan, o da Alkame, b. Mersed'den, o da, İbn-i Ömer'den naklen rivayet etti. İbn-i Ömer:

"Biz bir günde defalarca karşılaşıp birbirimizin halinden sormayı arzu ederdik. Bununla yalnız Allah Azze ve Celle'ye....

"Allah, görünür, görünmez bütün nimetlerini üzerinize yığmıştır" (Lokman/20)

Mücahid:

bu ayet-i kerimedeki, "nimet" ile murad, "Lâ ilâhe illallah - Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur" demiştir.

İbn-i Uyeyne demiştir ki;

"Allah Teala kullarına, "Lâ ilâhe illallah - Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur" dan daha üstün bir nimet vermemiştir ve "Lâ ilâhe illallah - Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur" ahirette insanlar için dünyadaki su gibidir."

Selef-i salihinden biri bayram hutbesinde demiştir ki:

"Ey mü'minler, siz çiçekler gibi sabahladınız. İnsanlar kumaştan dokuyor siz giyiyorsunuz, insanlar veriyorlar siz alıyorsunuz, insanlar hayvanları yetiştiriyorlar siz biniyorsunuz. İnsanlar ekip biçiyor siz yiyorsunuz" diyerek ağladı ve cemaatı ağlattı.

Sahabeden Abdullah b. Kurt el-Ezdi, kurban bayramı günü hutbe okumak için minbere çıktığında cemaatın üstünde rengarenk elbiseleri görünce:

"Ne doyurucu büyük bir nimettir, ne kadar açık büyük bir keramet ve ihsandır. Bir kavmin elinden nimetten daha çabuk giden bir şey yoktur. Nimet elden gidince bir daha geri döndürülemez. Nimet ancak kendisine nimet verilen kulun, nimet veren Allah Teala'ya şükretmesiyle sabit ve daim olur" demiştir.

Selman-i Farisi (r.a.) demiştir ki:

"Bir adama servet verildi, sonra elinden alındı, o kimse Allah'a hamd-ü sena ediyordu. Hatta bir hasırdan başka birşeyi kalmadı. Yine o kimse Allah'a hamd-ü sena ediyordu. Başka bir şahsa servet verildi. Bu şahıs o fakir düşen kimseye:

"Ne üzerine Allah'a hamd ediyorsun, bana haber ver." dedi. Fakir de:

"O şeyler üzerine hamd ediyorum ki, onların yerine bütün insanlara verilen servet bana verilmiş olsaydı. Onları insanlara vermezdim" dedi. O zengin:

"Onlar nedir?" diye sordu. O da, "Gözler, dil, eller, ve ayaklardır" diye cevap verdi.

Bir kimse: Yunus b. Ubeyd'e fakirlikten şikayet etti. Bunun üzerine Yunus ona:

"Gözlerini yüz bin dirheme verir misin?" dedi.

O da; "Hayır" dedi.

"Ellerini yüz bin dirheme verir misin?" dedi.

O da; "Hayır" dedi.

"Ayaklarını yüz bin dirheme verir misin?" dedi.

O da; "Hayır" dedi. Yunus ona üzerinde Allah'ın nimetlerini hatırlattıktan sonra:

"Senin yanında yüzbinlerce nimet bulunduğu halde, sen hala fakirlikten şikayet ediyorsun" dedi.

Ebu'd-Derda:

"Sıhhat en büyük servettir" derdi.

Cafer b. Muhammed (r.a.) demiştir ki:

"Babam katırını kaybetti ve:

"Allah onu bana iade ederse Allah'ın razı olacağı şekilde hamd edeceğim" dedi.

Biraz sonra katırı, eyeriyle yularıyla birlikte geldi. Onun üzerine binip elbisesini topladıktan sonra başını semaya kaldırarak. "Elhamdülillah" deyip bunun üzerine bir şey ziyade etmedi. Ona, "Allah'ın razı olacağı şekilde hamd edecektin" denildi, o da, "Bir şey terk ettim mi? Geriye bir şey kaldı mı? Bütün hamdi Allah için kıldım" dedi.

İbn-i Ebi'd-Dünya'nın Sa'd b. İshak b. Ka'b b. Ucre'den, O da babasından, O da dedesinden naklen rivayet ettiğine göre, dedesi dedi ki:

"Resulullah Ensardan bir müfreze gönderdi ve:

"Eğer Allah onları selametle ve ganimetle döndürürse bu hususda Cenab-ı Hakk'a şükretmek bana borç olsun" dedi.

Bir müddet sonra müfreze selamet ve ganimetle döndüler. Sahabeden bazıları Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a:

"Allah müfrezeyi selamet ve ganimetle döndürürse bu hususda Allah'a şükretmek bana borç olsun." diye söylediğinizi işittik" dediler.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allahümme lekel hamdü şükren ve lekel mennü fadlen" demek suretiyle onu yaptım" buyurmuştur.

Abdurrrahman b. Yezid b. Esleme demiştir ki:

"Muhammed b. el-Münkedir, Ebu Hazim'e:

"Ey Ebu Hazim! Benimle karşılaşıp bana hayırla dua edenler ne kadar çoktur. Kesinlikle ben onları ne tanıyorum, ne de iyilik ettim" dedi. Bunun üzerine Ebu Hazim ona:

"Bunun seni tarafından olduğunu zannetme, fakat bunun Allah tarafından olduğunu düşün de O'na şükret" dedi.

Bunun üzerine Ebu Abdurrahman:

"İman edip salih emel işleyenler var ya, Rahman bunlar için bir sevgi verecektir (gönüller onları sevecektir)" (Meryem/96) ayet-i kerimesini okudu.

Ali b. el-Ca'd, Abdülaziz b. Ebu Seleme'den, naklen rivayet etti. Abdülaziz:

"Benim kendisini tasdik edeceğim bir zat Ebu Bekir Sıddık (r.a.)'nın duasında şöyle dediğini bana anlattı:

"Allah'ım senden her şeyde nimetin tamamını isterim. Sen razı oluncaya kadar ve razı olduktan sonra bütün nimetlere şükretmek hususunda beni muvaffak etmeni dilerim. Zor olan işlerin değil kolay olan işlerin hayırlısını isterim."

Hasan-ı Basri;

"Allah Teala, bir kuluna bir nimet verir de o da, "Elhamdülillah" derse, mutlaka o kul, aldığından daha çok şeyi Allah'a vermiş olur" dedi.

İbn-i Ebi'd-Dünya demiştir ki:

"Süfyan b. Uyeyne, "Hasan-ı Basri'nin bu sözü hatalıdır. Çünkü kulun fiili, Allah'ın fiilinden üstün olamaz" demiştir.

Alimlerden bazıları Hasan-ı Basri'nin bu sözünü şöyle açıklamışlardır:

Allah'a hamd etmek kendisine vacip olan bir kimseye Allah nimet verip ve verdiği nimeti ona bildirir de, o da Allah'a şükredilmesi layık olduğu şekilde şükrederse, onun hamdi Allah'ın vermiş olduğu nimetten daha üstün olur.

Ben derim ki:

Süfyan b. Uyeyne'nin zikrettiği Hasan-ı Basri'yi ilzam etmez. Çünkü, kulun, "Elhamdülillah" demesi de Allah'ın nimetlerinden bir nimettir. Kulun verilen nimet üzerine Allah'a hamd etmesi de Allah'ın nimetlerinden bir nimettir. Nimetlerin bazısı bazısından daha büyüktür.

Şükür nimeti ise mal mevki, makam, çocuk, zevce ve benzeri nimetlerden daha büyüktür.

Buna göre kulun fiili Allah'ın fiilinden üstün olmasını gerektirmez. Kulun şükür fiili Allah'ın bazı fiillerinden üstün olabilir. Çünkü kulun fiili de Allah'ın fiillerindendir. Şüphe yok ki, Allah'ın fiillerinin bazısı bazısından üstündür.

Alimlerden bir kısmı:

"Allah Teala'nın bize dünyadan vermediği nimetler, vermiş olduğu nimetlerden daha üstündür. Çünkü Allah Teala, Resulü için dünyaya razı olmamıştır. O halde Resulullah için razı olup sevdiği şeyi severiz. Resulü için hoş görmediği ve buğz ettiği şeye biz de buğz ederiz." demişlerdir.

Yine, İbn-i Ebi'd-Dünya demiştir ki:

"Ulemadan bir kısmı da: "Bir alimin kendisine dünyadan verilen nimetlere hamd etmesi lazım olduğu gibi, verilmeyen nimetlere de hamd etmesi lazımdır. Çünkü kendisine verilen nimetlerden dolayı hesaba çekilecektir. Fakat kendisine fazla mal verilmediği takdirde kalbi meşgul olmaz, azaları yorulmaz bu yüzden varlığı ile benliği ile ve huzuru kalble Allah Teala'ya şükreder" demişlerdir.

İbn-i Ebi'l-Havari demiştir ki, Fudayl b. İyaz ile Süfyan b. Uyeyne bir gece oturup sabaha kadar nimet hakkında konuştular.

Süfyan, Allah bize şu nimetleri ve şu nimetleri verdi. Bize şöyle ihsanlarda bulundu, diye. Allah'ın vermiş olduğu nimetleri sabaha kadar saydı.

"Biz onları bilmedikleri yönden azar azar helake yaklaştıracağız" (A'raf/182)

Süfyan b. Uyeyne bu ayet-i kerimenin tefsirinde:

"Allah onlara bol bol nimet verir ve onları şükürden men eder" demiştir.

Süfyan'dan başkası da:

"Onlar her günah işlediklerinde Allah, onlara nimet verir" demiştir.

Sabit el-Bennani'ye, "istidrac" ın manası sorulmuş o da, "istidrac", Allah'ın şükrü zayi eden kullarına mekridir, yani dıştan lütuf, içten kahrıdır" diye cevap vermiştir.

Yunus bu ayet-i kerimenin tefsirinde:

"Kulun, Allah katında bir makamı bulunur. Kul, o makamı muhafaza eder ve o makamda kalır. Sonra Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimete şükreder, Allah da ona o makamdan daha şerefli bir makam verir. Kendisine verilen nimetin şükrünü zayi ederse Allah onu yavaş yavaş helake yaklaştırır, onun şükrü zayi etmesi, "istidrac, yani helaki olur" demiştir.

Ebu Hazim:

"Allah Teala'nın dünyadan bana vermediği nimetleri, bana vermiş olduğu nimetlerden daha büyüktür. Çünkü, Allah Teala'nın nimet vermiş olduğu bir çok kavimler bu yüzden helak olmuşlardır. Allah'a yaklaştırmayan her nimet, beladır. Allah sana nimetlerini bir biri ardınca verdiği halde sen de O'na isyan etmeye devam edersen bu nimetin istidrac olmasından kork" demiştir.

İmam Evzai, bir vaazında, şöyle demiştir:

Ey insanlar!

İçinde bulunduğunuz nimetler ile kalplere ulaşan Allah'ın yakılmış ateşinden kaçmak üzere kuvvet kazanın. Çünkü, içinde çok az faydalanacağınız bir yurtta bulunmaktasınız. Dünyadan en çok faydalanan devirlerden sonra onların yerine siz bırakıldınız.

Onların ömürleri sizinkinden daha uzundu, vücudları daha kuvvetli, eserleri daha büyüktü, dağları deldiler, kayaları oydular, memleketleri dolaştılar, vuruşları pek şiddetli idi. Vücudları kapı gibi idi. Böyle olmalarına rağmen bir müddet sonra yok oldular, eserleri silindi, evleri bom boş kaldı, anılmaları unutuldu, onlardan hiçbirini hissediyor musun? Onlardan bir ses işitiyor musun? Onlar, gafil olan kavmin geceledikleri yerde her şeyden habersiz oynuyorlardı.

Sonra siz, Allah'ın azabının, gece yatarlarken onların bölgesine inmiş olduğunu ve onlardan pek çoğunun yurtlarında diz üstü çöküp helak olduklarını biliyor musunuz?

Geride kalanlar ise onların eserlerindeki tahribata, ellerinden gitmiş olan nimete, bomboş kalan meskenlerine bakıyorlardı.

Bunlarda Allah'ın acıklı azabından korkanlar için alametler ve ibretler vardır. Onlardan sonra sizin de dünyanın da ömrü eksilmektedir. Zamanın bolluk ve bereketi kalmamıştır.

Dünyada ancak şerri koruyanlar, bulanık kalıntılar, korkunç ibretler, sair bilumum kötülükler, fitnelerin gönderilmesi, zelzelelerin devam etmesi, rezil nesiller kalmıştır. Bunlar yüzünden karada ve denizde fesad meydana çıkmıştır.

Hırs, tamah, uzun yaşama ve boş umutlarla kendilerini aldatanlara benzemeyin. Allah Teala bizi de sizi de azabından korkan, rahmetini ümid eden, ahiret için hazırlananlardan kılsın. "Şükür günahı terketmektedir" denilir."

İbn-i Mübarek, Süfyan-ı Sevri'nin:

"Belayı nimet, bolluğu musibet saymayan kimse fakih değidir," dediğini nakletmiştir.

Mervan b. Hikem, İslamı andığı zaman şöyle derdi:

"Ben İslam'a Allah'ın nimeti ile ulaştım, yoksa yaptığım iyilikler ve irademle ulaşmış değilim. Çünkü ben günahkarım. Bir çok yerlere girdim, eğer orada ölseydim, kavmim arasında kötü bir örnek olurdum. Fakat Allah Teala, o kötülüklerden beni muhafaza edip, en büyük nimeti olan İslam nimetine mazhar etti. Allah Teala'nın akşam sabah, gizli açık nice nimetleri vardır."

Bir topluluğun fenalık işlediği, Osman b. Affan (r.a.)'a şikayet edildi. Bunun üzerine Osman (r.â.), onları yakalamak için gitti, fakat daha onların yanına varmadan onlar dağıldılar. Osman, önünde bir müslüman rezil edilmediğinden dolayı, Allah'a şükür için bir köle azad etti.

Yezid b. Harun, bize Usbuğ b. Yezid şöyle anlattı:

"Nuh aleyhisselam, heladan çıktığı vakit:

"Bana nimetin lezzetini tattıran, faydalı olan kısmını vücudumda bırakan, eza veren kısmını benden gideren Allah'a hamd olsun" derdi. Bundan dolayı, kendisine, "Çok şükreden bir kul" ismi verilmiştir.

İbn-i Ebi'd Dünya'nın, rivayet ettiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) heladan çıktığı vakit mutlaka "Elhamdülillah" derdi.

Bir adam Ebu Hazim'e:

"Ey Ebu Hazim, gözlerin şükrü nedir?" diye sordu.

O da; "gözlerinle iyi bir şey görürsen onu açıklaman, onlarla kötü bir şey görürsen onu da gizlemendir" diye cevap verdi.

O adam; "Kulakların şükrü nedir?" diye sordu.

O da; "Kulaklarınla iyi bir şey işitirsen onu bellemen, onlarla kötü bir şey işitirsen onu duymamandır" diye cevap verdi.

O adam; "Ellerin şükrü nedir?" diye sordu.

O da; "Ellerinle sana ait olmayan şeyi almamandır, onlardaki Allah'ın hakkını menetmendir" diye cevap verdi.

O adam; "Karnın şükrü nedir?" diye sordu.

O da; "Karnın alt kısmı yemek için, üst kısmı ilim için olmalıdır" diye cevap verdi.

O adam; "Fecrin şükrü nedir?" dedi,

O da; "Allah Teala buyuruyor, "Onlar ki, ırzlarını korurlar ancak zevcelerine ve sahib oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır. Çünkü bunlar kınanmazlar. Artık kim de bundan ötesini ararsa, işte onlar mütecavizlerin ta kendileridir" (Mü'minun/5-6-7)

O adam, "Ayakların şükrü nedir?" diye sordu.

O da; "Senin gıpta ettiğin bir kimse ölünce hayatta iken onun gitmiş olduğu yoldan gitmendir. Kötü bir kimse öldüğünde de Allah'a şükrederek, onun gittiği yoldan gitmemendir" diye cevap verdi.

Dilinle şükredip bütün azalarıyla şükretmeyen kimsenin hali, elbisesinin bir tarafından tutup ta giymeyen şahsın hali gibidir. Zira o elbise o halde, o şahsı sıcaktan, soğuktan, kardan ve yağmurdan korumaz.

İbn-i Mübarek şöyle anlatıyor:

"Habeş hükümdarı Necaşi, bir gün oraya hicret eden Cafer (r.a.) ile arkadaşlarına huzuruna gelmeleri için haber gönderdi. Bunun üzerine onlar da huzuruna girdiler.

Necaşi, eski elbise giyinmiş, bir odada toprak üstünde oturuyordu. Cafer (r.a.):

"onu bu vaziyette görünce, ondan korktuk" dedi.

Necaşi, rengimizin değiştiğini görünce:

"Size sevineceğiniz bir haber vereceğim. Zira bana memleketinizden bir gözcü gelip haber verdi ki, Allah Teala, Resulüne yardım edip düşmanlarını helak etmiş, filanca ve filanca esir edilmiş, falan ve filan da öldürülmüş. Bunlar Bedir denilen yerde karşılaşmışlar. Sanki ben orayı görüyorum. Çünkü ben orada Beni Damre kabilesinden bir adamın hayvanlarını otlatmıştım" dedi.

Cafer (r.a.) ona:

"Eski elbiseler giyip altına minder almadan, toprağın üstünde oturmaktaki maksadın nedir?" diye sordu.

O da: "Biz Allah Teala'nin İsa aleyhisselam'a indirmiş olduğu İncil'de görüyoruz ki, Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, Allah'ın kullarına yeni bir nimet ihsan ettiğinde kulların da Allah'a karşı mütevazi olmalarıdır. Allah, Resulüne yardım edip muzaffer kılmak suretiyle yeni bir nimet ihsan edince ben de Allah için böyle tevazuda bulundum" diye cevap vermiştir.

Habib b. Ubeyd demiştir ki:

"Allah Teala, bir kuluna bir bela verdiği zaman o belada kul için bir nimet vardır. Çünkü o beladan daha şiddetlisini vermemiştir."

Abdülmelik b. İshak demiştir ki:

"Allah Teala, insanlardan bir kısmına nasıl şükredeceklerini görmek için afiyet vermiştir. Bir kısmına da nasıl sabredeceklerini görmek için bela vermiştir."

Süfyan-ı Sevri demiştir ki:

"Allah Teala, bir kulunun kendisinden tazarru ve niyaz ile istediği ihtiyacından daha çok nimet ihsan eder."

İmam Ahmed'in zikrettiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a, sevindiren bir şey geldiği vakit, Allah'a şükretmek için secde ederdi.

Abdurrahman b. Avf demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), yanımıza geldi. Sonra Sadaka tarafına yönelip mescide girdi. Kıbleye dönüp, secde etti. Secdeyi uzattı, ben:

"Ya Resulullah! öyle bir secde yaptın ki, orada Allah Teala'nin senin ruhunu kabzettiğini sandım" dedim.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Cebrail bana gelip, Allah Teala, sana şöyle buyurdu diye müjdeledi:

"(Ümmetinden) her kim, senin üzerine selavat-ı şerife getirirse, ben de ona rahmet ederim. Her kim de sana selam verirse, ben de ona selam veririm." Bunu işitince ben Allah'a şükür için secde ettim." buyurdu." (İmam Ahmed)

Sa'd b. Ebu Vakkas (r.a.) demiştir ki:

"Biz Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'la beraber Mekke'den Medine'ye gitmek üzere, yola çıktık. Azver'in, (Medine'ye yakın bir yerin ismi) yakınında konakladık. Sonra Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)mübarek ellerini kaldırıp bir saat Allah'a dua etti, sonra secde etti. Uzun müddet secdede kaldı, sonra secdeden kalkıp, ellerini kaldırarak, bir saat dua etti. Sonra yine secde etti, bunu üç defa yaptı. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ben Rabbimden ümmetim hakkında şefaatimin kabul edilmesini istedim. Bana ümmetimin üçte birini verdi. Bunun üzerine Rabbıma şükür için secde ettim. Sonra başımı kaldırdım, Rabbim'den ümmetimi istedim, ümmetimin diğer üçte birini verdi, bunun üzerine yine Rabbıma şükür için secde ettim. Sonra başımı kaldırdım, Rabbim'den ümmetimi istedim, ümmetimin diğer üçte birini de verdi. Bunun üzerine yine Rabbım'a secde ettim" buyurdu." (Ebu Davud)

Muhammed b. İshak:

"Kitabü'l-Fütûh" isimli eserinde zikretmiştir ki, Bedir gününde, Ebu Cehil'in öldürüldüğünü müjde veren, kimseye Resulullah onu ölü olarak gördüğüne dair, kendisinden başka ilah olmayan Allah'a, üç defa yemin etmesini istedi. O da yemin etti. Bunun üzerine, Resulullah, secde etti."

Said b. Mansur zikretmiştir ki:

"Ebu Bekir Sıddık (r.a.)'a Müseyleme el-Kezzab'ın öldürüldüğü haberi gelince secde etmiştir."

İmam Ahmed zikretmiştir ki:

"Ali (r.a.), memeli kimseyi Havaric tarafında görünce secde etmiştir."

Peygamberimiz zamanında Ka'b b. Malik (r.a.) Allah'ın tevbesini kabul etmiş olduğu müjde edilince secde etmiştir. (Buhari ve Müslim)

 

Eğer şöyle bir soru sorulursa:

"Allah'ın nimetleri kulları üzerinde devamlıdır. Devamlı olan nimetlere değil de yeni verilen nimete şükrün tahsis edilmesini gerektiren sebep nedir?" Halbuki devamlı olan nimetler daha büyüktür. Buna bir çok yönlerden cevap verilir.

Birincisi, yeni olan nimet devamlı olan nimeti hatırlatır, insan, yeni olan nimete daha çok bağlanır.

İkincisi, bu yeni nimet yeni kulluğu gerektirir. İnsana en kolay olan Allah katında en sevimli olan Allah'a şükür için yapılan secdedir.

Üçüncüsü, yeni nimet nefislerde daha çok tesir eder, kalbler ona daha çok bağlanır. Bundan dolayı bir kimseye, yeni nimet verildiği vakit tebrik edilir, nimet kaybedildiği vakit taziye edilir.

Dördüncüsü; yeni nimetler nefsin sevincini ve nefsin ferahlamasını ve genişlemesini gerektirir. Çok defa yeni nimet insanı azgınlığa ve şımarmaya sürükler.

Kulun Allah için secde etmesi, acizliğini, kulluğu ve boyun eğmesini itiraf ve ikrar etmesinden ibarettir.

Buna göre, Allah'ın vermiş olduğu nimete nefisin sevineceği, ferahlanacağı ve genişleyeceğinden dolayı, o nimeti secde ile karşılaması, o nimetin devam etmesi için daha layıktır.

Bir kul yeni verilen bir nimeti, cahillerin Allah tarafından kendilerine verilen nimetleri azgınlık ve şımarıklıkla ve Allah'ın sevmediği bir sevinçle karşıladıkları gibi, karşılarsa, o nimetin çabuk elden çıkmasına hatta azaba dönüşmesine ve istidrac (helak) olmasına sebep olur.

Yukarıda geçtiği üzere, Necaşi'nin yaptığı gibi Allah bir kuluna bir nimet verirse, kulun o nimete karşı alçak gönüllü olmasını sever.

El-Ala el-Mugire demiştir ki:

Hasan-ı Basri gizlenmişti, ona Haccac-ı Zalim'in öldüğünü müjdeledim bunun üzerine Hasan-ı Basri Allah için secde etti.
 


Konu Başlığı: Ynt: Şükrün Faziletli
Gönderen: laçin üzerinde 31 Ocak 2012, 18:34:48
Allah razı olsun bilgiler için çok şükür her halimize


Konu Başlığı: Ynt: Şükrün Faziletli
Gönderen: Kayin üzerinde 23 Mayıs 2013, 15:33:20
Şükür nimeti ise mal mevki, makam, çocuk, zevce ve benzeri nimetlerden daha büyüktür. rabbim her daim şükür ehli olanlardan olmayı nasip eylesin...