Konu Başlığı: Şükreden Zenginlerin Üstün Olduklarını Gönderen: Zehibe üzerinde 16 Temmuz 2010, 19:12:18 بســـم الله الرحمن الرحيم Şükreden Zenginlerin Üstün Olduklarını İleri Sürenlerin Kitaptan, Hadis-i Şerifden ve Eserlerden Delilleri Şükreden zenginlerin üstün olduğunu iddia edenler dediler ki: "Ey sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler, bizim üzerimize delillerin süvarilerini ve piyadelerini sürdünüz. Biz biliyoruz ki, sizin yanınızda bu delillerden daha çok delil bulunmaktadır. Fakat siz delilleri çok uzatmayıp çok kısaltmayıp orta bir yol tuttunuz. Bu delillerin şükreden zenginlerin değil de, sabreden fakirlerin üstün olduğuna hükmeden deliller olduğunu zannettiniz. Bizi vermiş olduğunuz mahkemeye, biz de sizi vereceğiz. Sermayenizi arzettiğiniz zata biz de sermayemizi arz edeceğiz. Hiç bir zaman yanlış tartmayan şeriat ve akıl terazisinde bizim ve sizin delillerinizi tartacağız. Buna göre sabreden fakirlerle şükreden zenginlerden hangisinin üstün olduğu ortaya çıkmış olacaktır. Fakat aranızdan; - Sabreden ve samimi olan fakirlere benzemeye çalışan, onların elbisesini giyen, aslında da dünyaya en çok düşkün olan, fakirlikten ve sabırdan çok uzak bulunan, ama fakirliğini açıklayıp, dünyaya karşı hırsını gizleyen, - Rabbinden gafil olan nefsine ve hevasına uyan, ahiret işlerinde kusur eden, fakir kıyafetinde görünmeyi sanat edinen sahtekarları ve isteyerek değil de fakirliğin zoruyla sabretmeye mecbur olan fakirleri, - ALLAH'ı ve ahireti sevdiği için değil de başka çaresi bulunmadığı için zühd ve takva sahibi görünen fakiri, - Fakirliğinden razı olmayıp sözüyle ve haliyle Rabbine şikayette bulunan fakirleri, - Verilirse razı olup verilmediği takdirde kızan fakiri, - Dünya için içi yanıp tutuşan fakiri, - Dünyada insanların en fakiri olduğu halde dünyayı en çok seven fakiri, - Dünya onu bıraktığı halde dünyayı bırakmayan fakiri, aranızdan çıkarınız. Biz de, aramızdan, - Devamlı malını çoğaltmaya çalışanı, - Kimseye bir kuruş vermiyeni, - Malına sımsıkı sarılıp ondan yalnız kendisi istifade edeni, - Malı arttıkça sevinip eksilince üzüleni, - Mal sevgisi kalbini kaplamış olanı, - Dünyayı elde etmek için kalbi yanıp tutuşanı, - Kendisinden malını hayır yolunda harcaması istenildiğinde malından pek az verip de geri kalanda kaya gibi direteni, - Kendi nefsine başkasını tercih etmeye davet edildiğinde kaçan sahtekar zenginleri çıkaralım. Gerçekten sabreden fakirlerle gerçekten şükreden zenginler imanlarıyla ve halleriyle ALLAH'a ve ahirete doğru yarış yaptıkları gibi, ALLAH'a yakın olmak için amelleriyle ve mallarıyla da yarış yaparlar. Bunların kalpleri ALLAH için çarpmaktadır. Düşünceleri ALLAH'a ulaşmak için yarışmaktadır. Zenginler fakirlere bakarlar, onların iyi amelde kendilerini geçtiklerini görünce onlara yetişmek için gayret gösterirler. Fakirler zenginlere bakarlar, onların ALLAH yolunda mallarını harcadıklarını görünce onlara erişmek için iyi amel işlemeye, sabretmeye, zühd ve takva sahibi olmaya gayret ederler. İşte sabreden fakirler ile şükreden zenginlerden hangisinin üstün ve derecesinin yüksek olduğu meselesinde ihtilaf edilenler bu kardeşlerimizdir. Sahtekar fakirlerle, sahtekar zenginlere gelince; Bunlardan her biri azabda, diğerinin altında ve ondan daha aşağıda olduğunu görür. Yardım ancak ALLAH Teala'dan istenilir. ALLAH Teala, Kitab-ı keriminde iyi amelleri medhetmiş ve sahihlerini övmüştür. Zekat ve hayır yollarında infak, malla ALLAH yolunda cihad etmek, mücahidleri teçhiz etmek, muhtaçlara yardım etmek, köleleri azad etmek, açlık zamanında yemek yedirmek gibi, iyi ameller ancak zenginlikle yapılır. Fakirin sabrı nerede, ölmek üzere bulunan fakire yardım edip, onu kurtaran ve onu sevindiren zengin nerede. Fakirin sabrı nerede, malıyla ALLAH dinine yardım ederek kelime-i tevhidi yükselten ve düşmanları kahreden zenginin faydası nerede. Ebu Zer (r.a.)'in fakirlik üzerine sabrı nerede, ALLAH uğrunda azab edilenleri alıp azad eden ve İslam dinine yardım için malını harcayan Ebu Bekir Sıddık'ın şükrü nerede. Nitekim Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ebu Bekir (r.a.)'in malının bana fayda verdiği gibi hiçbir kimsenin malı bana fayda vermemiştir" buyurmuştur. (İbn-i Mace, Müsned-i Ahmed) Ehli Suffe'nin sabrı nerede, malının büyük bir kısmını hayır yolunda harcayan Osman b. Affan (r.a.)'ın şükrü nerede. Hatta Osman (r. a.) Tebük savaşında askere yardım ettiğinde, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu günden sonra ne yapsa Osman'a zarar vermez" buyurduktan sonra: "Ey Osman! ALLAH senin gizli ve aşikar yapmış olduklarını affetmiştir." buyurdu. (Tirmizi, Müsned-i Ahmed) Kur'an-ı Kerime baktığımız vakit hayır yolunda mallarını harcayanların övülmesinin sabreden fakirlerin övülmesinden kat kat fazla olduğunu görürüz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), fakirlik halinden zenginlik haline nakledilmiştir. Cenab-ı Hak, Resülünü daima daha hayırlı ve daha üstün olan şeye naklederdi: "Muhakkak ahiret, senin için dünyadan daha hayırlıdır." (Duha/4) ayetinin tefsirinde: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın her sonraki hali önceki halinden daha hayırlıdır", denilmiştir. Bundan dolayı bu ayet-i kerimeyi "ileride Rabbin sana öyle ihsanda bulunacak ki, sende razı olacaksın" ayeti takib etmiştir. Bu ayet-i kerimedeki "ihsan", Cenab-ı Hak'kın Resulüne hem dünyada vermiş olduğu ihsanı hem de ahiretde vereceği ihsanı içine almaktadır. Şükür ile birlikte zenginlik ziyade bir lütuf ve rahmettir. Nitekim Cenab-ı Hak: "ALLAH rahmetini dilediğine tahsis eder. ALLAH büyük ihsan sahibidir" buyurmuştur. Şükreden zenginlerin üstün olduğunu iddia edenler dediler ki: "Şükreden zenginler sabreden fakirlere sadaka vermek ve ihsanda bulunmak suretiyle onları destekledikleri için onların taat ve ibadet etmelerine sebeb ve yardımcı olmaktadırlar. Bundan dolayı zenginler hayır yolunda mallarını sarf etmek ve ALLAH'a taat ve ibadet etmekle kazandıkları ecirlerine ziyade olarak fakirlerin ecirlerinden büyük bir ecir de kendilerine verilir. Nitekim "Sahih-İbn-i Huzeyme"de Selman-ı Farisi (r a.)'den rivayet edildiğine göre; Selman demiştir ki; "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ramazan ayını zikrederek; "Her kim bir oruçluya ramazan ayında iftar yemeği yedirirse, günahları affedilir, cehennemden azad edilir, kendisine oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Oruçlunun ecrinden de bir şey eksilmez" buyurmuştur. Şükreden zengin, hem kendi orucunun ecrini, hemde iftar yemeği yedirdiği fakirin ecri kadar ecir almıştır. Şükreden zenginin sadakasının üstünlüğü olmasaydı diğer amelleri ile övünemezdi. Nitekim Ömer b. Hattab (r.a.) demiştir ki; "İyi ameller övündükleri vakit sadaka "Ben sizin en üstününüzüm" demiştir." Sadaka kul ile ateş arasında bir perdedir. İhlaslı ve gizli olarak sadaka veren kimse, kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgelenecektir. Ukbe b. Amir'den rivayet edildiğine göre, Ukbe demiştir ki; "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "Sadaka ALLAH rızası için tasadduk edenlerin kabirlerinin hararetini söndürür. Kıyamet gününde mü'min sadakasının gölgesinde gölgelenecektir" buyurmuştur. (Taberani.) Yine Ukbe demiştir ki: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(Kıyamet gününde) her kişi, insanlar arasında hüküm verilinceye kadar sadakasının gölgesinde (olacaktır)" buyurmuştur." Ebu'l-Hayr her gün bir çörek veya bir soğan olsun sadaka verirdi. Muaz'dan rivayet edildiğine göre, Muaz demiştir ki: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları söndürür." buyurmuştur. (Tirmizi, İbn-i Mace, Müsned-i, Ahmed). Beyhaki'de rivayet edildiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki; "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "Sadaka vermeye koşun, çünkü bela, sadakanın üstünden atlayamaz" buyurmuştur. Buhari ile Müslim'in Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ettiklerine göre, Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "Her kim helal kazancından hurma tanesi değerinde bir şey tasadduk ederse (zaten) ALLAH helaldan başkasını da kabul buyurmaz. ALLAH bu helal sadakayı yeminiyle alarak da dağ kadar büyük oluncaya kadar sizden birinizin tayını yahut sütten kesilen deve yavrusunu büyüttüğü gibi büyütür" buyurmuştur. Beyhaki'nin rivayetinde; "Hatta (sadaka olarak verilen) bir hurma veya bir lokma Uhud dağından daha büyük olur" ziyadesi vardır. Muhammed b. el-Münkedir demiştir ki; "Aç bir müslümanı doyurmak, af ve mağfireti gerektiren iyi amellerdendir." ALLAH Teala susuzluktan yanmış bir köpeği sulayan kimseyi af ve mağfiret ederse, müslümanlardan susayanları sulayanı, aç olanları doyuranı çıplak olanları giydireni nasıl af ve mağfiret etmez. Nitekim Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cehennemden korunun, yarım hurma ile olsa da. Onu da bulamayan (hiç olmazsa güzel) bir sözle cehennemden korunsun" buyurmuştur. (Buhari, Müslim, Tirmizi.) Sadaka vermeye gücü yetmeyenin güzel sözü sadakaya bedel kılınmıştır. Fakat zenginin bilfiil vermiş olduğu sadaka fakirin güzel sözünün sadaka kılınmasından aşağıdaki zikredilen şu vasıflarla üstün kılınmıştır: - Zenginin vermiş olduğu sadakasından kendinin haz duyup, fakirin sevinmesi, - ALLAH Teala'nın sadaka verenleri sevmeleri için kullarının kalplerine muhabbet koymuş olması, - Fakirlerin sadaka verenlere dua etmesi, - Fakirlerin fakirlikleri üzerine sabır ecirlerinden sadaka verenlere hisse verilmesiyle sevinmeleridir Sabır için büyük ecir vardır. Fakat bu ecrin ALLAH katında bir çok dereceleri vardır. Sadaka, lütuf, ihsan ve bağış ALLAH Teala'nın vasfıdır. Nitekim Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mahlukatın hepsi ALLAH'ın iyali rızıklarını vermeyi üzerine aldığı fakirlerindir. ALLAH katında mahlukatının en sevimlisi iyaline en çok faydalı olanıdır" buyurmuştur. (Ebu Yala, Bezzar) Cenab-i Hak saadete erecek olan sınıfları zikrederken önce sadaka verenlerden başlayarak: "Şüphesiz erkek ve kadın sadaka verenler ve ALLAH'a karz-ı hasen verenler, (O'nun yolunda mal sarfedenler) için mükafatları katlanır ve kendilerine cömertçe bir ecir vardır. ALLAH'a ve Peygamberlerine iman edenler yok mu? Onlar Rableri katında çok doğru olanlar ve ALLAH yolunda şehid düşenlerdir. Onların hem mükafatları, hem nurları vardır." (Hadid/18-19) buyurmuştur. Şükreden zenginlerin üstün olduğunu iddia edenler dediler ki: Sadaka vermenin bir çok faydaları ve menfaatları vardır. Sadaka, kötülük kapılarını korur, belaları giderir, zalimin zulmünü def eder. Sadaka, mazlum olanı müdafaa eder, hataları ve günahları söndürür, malı muhafaza eder. Rızkı celbeder, fakiri sevindirir, ALLAH'a itimadı ve hüsnü zannı gerektirir. Nitekim cimrilik, ALLAH katında kötü zanda bulunmaktır. Sadaka, şeytanı kızdırır ve perişan eder, nefsi temizler, kulu ALLAH'a ve mahlukatına sevdirir. Kulun bütün ayıplarını örter, sadaka, ömrü uzatır. İnsanların sadaka verenlere dua etmelerine ve sevmelerine sebeb olur. Cimrilik, kulun bütün iyiliklerini örter. Sadaka, sahibinin kabir azabını giderir, sadaka, kıyamet gününde sahibine gölge olur. Sadaka, ALLAH katında sahibine şefaat eder. Sadaka, dünya ve ahiret şiddetlerini hafifletir. Sadaka, sahibini iyi ameller yapmaya davet eder. Başkasına faydalı olmak, tasadduk etmek, ihsanda bulunmak, bağışlamak, ALLAH'ın sıfatlarından olunca Cenab-ı Hak kendi sıfatlarının eserleriyle muttasıf olanları sever. Buna göre, ALLAH Teala, alimi, cömerdi, haya sahibini, başkalarının ayıplarını örteni sever. ALLAH katında kuvvetli mü'min zayıf mü'minden daha hayırlıdır. ALLAH Teala, adaletle muamele edeni, af edeni, merhametli olanı, şükredeni ve iyilik edeni, cömert olanı sever. Zenginlik, cömertlik, ALLAH'ın sıfatlarından olduğundan Cenab-ı Hak cömert olan zengini sever. Kula malıyla yapmış olduğu iyiliğine karşılık olarak verilecek mükafat, amelinin cinsinden olacaktır. Nitekim kim ki, bir mü'mini giydirirse ALLAH da onu cennet elbiselerinden giydirir. Kim ki, bir açı doyurursa, ALLAH da onu cennet meyvalarından doyurur. Kim ki, bir susuzu sularsa ALLAH da onu cennet şarabından sular. Bir kimse bir köle azad ederse, ALLAH o kölenin her uzvu karşılığında, cehennemden bir uzvu hatta fercine karşılık fercini azad eder. Bir kimse başı sıkılana kolaylık gösterirse, ALLAH da ona dünya ve ahirette kolaylık verir. Bir kimse bir mü'minden dünya sıkıntılarından bir sıkıntı giderirse, ALLAH da ondan ahiret sıkıntılarından bir sıkıntı giderir. Kul, din kardeşinin yardımında oldukça, ALLAH da kulun yardımındadır. Şükreden zenginlerin üstün olduğunu iddia edenler dediler ki: "Biz fakirlik üzerine sabrın faziletini inkar etmiyoruz, fakat şu zikredilen faziletler nerede, fakirlik üzerine sabır nerede Çünkü ALLAH Teala, her şey için bir ölçü koymuştur. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "Yedirip, (ALLAH'a) şükreden, oruç tutup sabreden kimse derecesindedir." buyurmuştur. Çünkü bu zenginin şükrü başkasını doyurmakla olduğu için, derecesi ziyadedir. - Şükür nihayetsiz olarak katlanır, sabrın ise, duracağı bir sınır vardır. - Şükreden, razı olandan daha üstündür. Razı olan ise, sabredenden üstündür. - Buna göre şükreden sabredenden iki derece üstün olmuş olur. Buhari ile Müslim'in rivayet ettiklerine göre, Abdullah b. Ömer demiştir ki; "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "İki kimse gıpta edilmeye layıktır, birisi Kur'an öğrenmiş olup, onunla gece gündüz meşgul ve muktezasıyla amel edendir. Diğeri de ALLAH'ın kendisine mal ihsan ettiği kimsedir ki, gece gündüz o malı ALLAH yolunda sarf eder" buyurmuştur. ALLAH yolunda sarf edilmekle birlikte olan zenginlik, kendisiyle gece gündüz meşgul olunan Kur'an derecesinde kılınmıştır. Ebu Kebşe'nin hadisinde açıklanmıştır ki, mal sahibi malında ilmiyle amel edip, bu nimet içinde Rabbini sever ve sayar, bununla akrabasına sılada bulunur, ALLAH'ın bu nimette olan hakkını tanır. İşte bu kul ALLAH katındaki makamların en üstündedir. Bu hadis-i şerif şükreden zenginin üstün olduğunu açıklamaktadır. (Müsned-i Ahmed) Sabreden fakir; "Malım olsaydı bu malda falanın hayır yaptığı gibi hayır yapardım diye niyet edip, bunu lisanıyla da söylediği takdirde" bu fakir ile o zenginin ecri eşit olur. Çünkü bunlardan her biri hayıra niyet edip, gücünün yettiği şeyi işlemiştir. Zengin hayıra niyet edip, ilmiyle malında amel etmiştir. Fakir ise hayıra niyet edip, onu lisanıyla yapmıştır. Bu cihetten ecirde zengin ile fakir eşit oldular. Asıl ecirde eşit olmalarından ecrin keyfiyet ve tafsilinde de eşit olmaları lazım gelmez. Şüphe yok ki, hem hayıra niyet edip, hem de hayrı bizzat yapmanın ecri yalnız niyet edip, lisan ile söylenen hayrın ecrinden üstündür. Bir kimse, hacca niyet edip, hac yapacak malı bulunmasa, bu niyetinden dolayı sevap alsa da, hacca niyet edip bizzat hac yapanın sevabı elbette bunun sevabından üstündür. Bunun manalını anlamak isterseniz Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın: "Bir kimse ALLAH'dan samimi kalple şehidlik isterse yatağında ölse bile ALLAH onu şehitler makamına yükseltir." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei) kavlini düşününüz. Şüphe yok ki, ALLAH yolunda öldürülen için verilen şehitlik sevabının keyfiyeti ve sıfatları, şehitliği niyet edip, yatağında ölenin sevabından üstündür. Yatağında ölen her ne kadar şehidin makamına ulaşsa da, burada iki ecir vardır, biri ecir, diğeri kurbiyyet (ALLAH'a yakınlık)'tir. Bu iki şehit asıl ecirde eşit olsalar da, bizzat yapılan amellerin elbette bir üstünlüğü ve bir meziyeti vardır ki, bu ALLAH'ın bir lütfü olup ALLAH bunu dilediğine verir. Nitekim Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "İki müslüman kılıçlarıyla yüz yüze gelirlerse, katil de, maktul de cehennemdedir." buyurdu. Ashab-ı Kiram; "Hadi katil öyle de ya maktule ne oluyor" dediler. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "O da gerçekten kardeşini öldürmek istemişti" buyurdu. (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesei). Katil ile maktul cehenneme girmede eşit oldular, fakat bunların derecede ve azap miktarında da eşit olmaları lazım gelmez. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın, mübarek sözlerinin hakkını ver ve onları layık oldukları makama koy ki, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın murad ettiği şey senin için açıklanmış olsun. * * * Zenginlerin üstün olduğunu aşağıdaki hadis-i şerif açıklamaktadır. Muhacirlerin fakirleri Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a, gelerek: "Ya Resulullah! Varlık sahipleri ecirleri alıp gittiler. Onlar da bizim kıldığımız gibi namaz kılıyorlar, bizim tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. Fakat onların fâzla malları var, onlarla hac ediyorlar, umre yapıyorlar, cihad ediyorlar, sadaka veriyorlar" diye şikayette bulundular, bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "Ben size bir şey öğreteyim mi? Onunla sizi geçenlere yetişir, sizden sonrakileri de geçersiniz, hem hiç bir kimse sizden daha faziletli olamaz. Meğer ki, sizin yapmış olduğunuz gibi yapmış olsun" buyurdu. Muhacirler: "Derhal ya Resulullah!" dediler. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her namazdan sonra otuz üçer kere tesbih, tahmid ve tekbir edersiniz" buyurdu. (Bir müddet sonra) fakir muhacirler, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a dönerek; "Mal, mülk sahibi din kardeşlerimiz bizim yaptığımızı işitmiş, bunun mislini onlar da yapıyorlar." dediler. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "(Ne yapalım) Bu ALLAH'ın bir fazlı ve keremidir, onu dilediğine verir." buyurdu. (Buhari ve Müslim.) Şayet fakirler sadece niyetiyle ecir miktarında zenginlere erişmiş olsalardı. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fakirlere: "Zenginlerin yaptığı gibi yapmaya niyet edin, onların ecirleri gibi ecre nail olursunuz" buyururdu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), fakirlere sadaka vermekten, köle azad etmekten, hacca gitmekten, umre yapmaktan kaçırdıkları sevapları, namazlardan sonra tesbih, tahmid ve tekbir getirmekle elde etmelerini emredince, zenginlerinin mallarını hayır yolunda sarfetmekle, fakirlerden üstün oldukları bilinmiştir. Zenginler de fakirlere bu tesbih, tahmid ve tekbirde ortak olunca mallarını hayır yolunda harcamalarının ecri üstün olarak kalmıştır. Fakirler Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a zenginlerin de kendileri gibi namaz kılıp oruç tutmada eşit oldukları gibi, namazlardan sonra tesbih, tahmid ve tekbir getirmede de eşit oldukları için kendilerinden üstün olmaya devam ettiklerini şikayet edince; Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara bu ALLAH'ın bir fazlı ve keremidir. ALLAH onu dilediğine verir diye haber vermiştir. Şayet fakirlerin niyet edip, lisanlarıyla söylemeleriyle zenginlerin elde etmiş oldukları sevabda her bakımdan eşit olsalardı, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fakirlere bunu bildirirdi. * * * Fakirler dediler ki; "Bu hadis-i şerifin gerçek manası anlaşıldığı takdirde bu hadis-i şerif bizim lehimize delildir. Bu hadis-i şerifin manası, zenginler imanda, İslamda, namazda, oruçda, fakirlere eşit oldukdan sonra hayır yolunda mallarını sarfetmekle üstün kılınsalar da namazlardan sonra tesbih, tahmid ve tekbir getirmede fakirleri zenginlerin derecesine eriştirmek vardır. Bir de fakirler iyi niyetle zenginlere eşit olurlar. Çünkü fakirlere mal verilseydi, zenginler gibi hayır yolunda harcarlardı. Bu hadis-i şerifin lafızlarının bazısında: "Ben size bir şey öğreteyim mi? Onu yaparsanız, sizden öncekileri geçersiniz, sizden sonrakiler de size erişemezler" diye rivayet edilmiştir. Hâdis-i şerifin bu rivayeti zenginlerin her ne kadar namazlardan sonra tesbih, tahmid ve tekbir etseler de fakirlere erişemeyeceklerine delalet etmektedir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın: "Bu ALLAH'ın bir fazlı ve keremidir, onu dilediğine verir" ifadesinin manası: "Ey fakirler ALLAH'ın fazlı ve keremi yalnız size ait değildir, Cenab-ı Hak namazlardan sonra tesbih, tahmid ve tekbir etmenizle size fazlından ve kereminden sevap verdiği gibi sizin gibi yapanlara da "fazlından ve kereminden sevap verir" demektir. Ey zenginler, siz hadis-i şerirde geçen "fazl ve kerem" ifadesini tahsis edip kendi manasının dışında kullandınız, halbuki bu ifadenin manası geneldir. Çünkü ALLAH'ın fazl ve keremi hem zenginlere hem de fakirlere şamildir. Buna göre ey zenginler bizden üstün olduğunuzu bu hadis-i şerifden nasıl çıkarıyorsunuz? Şükreden zenginlerin üstün olduğunu iddia edenler dediler ki: "Bu ALLAH'ın bir fazlı ve keremidir" bu ifadede üç ihtimal vardır. Birincisi: zenginlerin mallarını hayır yolunda harcamalarıyla fakirleri geçmeleri. İkincisi: namazlardan sonraki zikrin faziletinde zenginlerin fakirlere eşit olup, bu ALLAH'ın fazlı ve kereminin fakirlere mahsus olmaması. Üçüncüsü: fakirlerin cennete zenginlerden yarım gün (beş yüz sene) önce girmesidir. Bu hadis-i şerifde fakirlerin cennete zenginlerden beş yüz sene önce girmesi zikredilmemiş ise de hadisin diğer rivayetlerinde zikredilmiştir. Bezzar'ın Müsned'inde Musa b. Ubeyde'den, o da, Abdullah b. Dinar'dan o da, İbn-i Ömer'den naklen rivayet edildiğine göre, İbn-i Ömer demiştir ki: Muhacirlerin fakirleri, zenginlerin kendilerinden üstün olduklarını, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a şikayet ederek: "Onlar da bizim tasdik ettiğimiz gibi iman ediyorlar, bizim oruç tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar, fakat onların malları var, ondan sadaka veriyorlar, onunla sıla-ı rahimde bulunuyorlar, mallarını ALLAH yolunda harcıyorlar, biz ise fakiriz bunların hiç birini yapamıyoruz" dediler. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben size bir şey haber vereyim mi? Onu yaptığınız takdirde, onların üstünlüğüne yetişirsiniz: "Her namazdan sonra on bir defa "ALLAHü ekber", on bir defa "Elhamdülillah", on bir defa "Lailahe illallah", on bir defa "Subhanallah" deyiniz. (Bununla) onların üstünlüğüne yetişmiş olursunuz" buyurdu. Fakirler bunları hem kendileri söylediler hem zenginlere de anlattılar, zenginler de onların yaptıkları gibi yaptılar. (Sonra) fakirler Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a gelerek bunu anlattılar ve: "Zengin kardeşlerimiz, bizim söylediğimizi söylüyorlar" dediler. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(Ne yapalım), bu ALLAH'ın bir fazlı ve keremidir, onu dilediğine verir. Ey fakirler cemaatı! Size bir müjde vereyim mi? Müslüman fakirler, cennete zenginlerden yarım gün, yani beş yüz sene önce gireceklerdir" buyurdu. Sonra Musa b. Ubeyde: "Şüphe yok ki, Rabbin katında bir gün saydıklarınızdan bin yıl gibidir" (Hac/47) ayet-i kerimesini okumuştur. Fakirlerin, kendilerine namazlardan sonraki zikirleri söylemede zenginlerin eşit olduklarını anlattıkları vakit Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara müjde vermek için hadisin son kısmını zikretmiş, fazlın ve keremin, fakirlerin cennete zenginlerden önce girmelerine ait olduğu izlenimini vermiştir. Çünkü fakirlerin, zenginlere hem sözde, hem de zenginlerin mallarını hayır yolunda harcamakta niyetleriyle eşit olup, fakirlerin fakirlik meziyeti bulunduğundan dolayı cennete önce girmek müjdesiyle tahsis edilmişlerdir. Zenginler dediler ki: "Ey fakirler insafla düşünülürse bu hadis-i şerifi kendi lehinize çevirmek için çok gayret ettiniz. Çünkü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın; "Bu ALLAH'ın bir fazlı ve keremidir, onu dilediğine verir" ifadesi fakirlerin: "Varlık sahipleri namazda, oruçda, imanda bize eşit oldukları gibi, namazlardan sonraki zikirlerde de bize eşit olup, ve onların hayır yolunda mallarını harcamalarının ecirlerinde bizden üstündürler. Bu ecirlerde bizleri onlara eriştirecek bir şey bulunmamaktadır. Bize namazlardan sonra söylememizi öğrettiğin zikirde onlar bize erişmektedir" demelerine cevap olarak söylenmiştir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın bu ifadesiyle şükreden zenginlerin üstün oldukları anlaşılmaktadır. Zenginlerin mallarını hayır yolunda harcamakla öne geçmiş olup, fakirler onlara erişmekten aciz olduklarını bilmekle ümidleri kırılınca, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), cennete zenginlerden beş yüz sene önce gireceklerini onlara müjdelemiştir. Fakirlerin önce cennete girmeleri, zenginliğin ve hayır yolunda mal sarf etmenin faziletinden mahrum olmalarının karşılığıdır, Fakat fakirlerin önce cennete girmeleri makamlarının zenginlerin makamlarından yüksek olmasını gerektirmez. Hesap için bekletilenlerin çoğunun makam ve dereceleri hesapsız cennete girecek olan yetmiş bin kişinin makam ve derecelerinden daha yüksek olacaktır. Şükreden zenginlerin üstün olduğunu iddia edenler dediler ki: "Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Keriminin bir çok yerinde mala "hayır" ismini vermiştir. Nitekim ALLAH Teala: "Sizden birinize ölüm geldiği vakit, şayet bir hayır (mal) bırakacaksa anasına, babasına ve akrabasına meşru bir şekilde vasiyet etmek takva sahipleri üzerine yapması lazım bir hak olarak farz kılındı" (Bakara/180). (Bu ayetin hükmü Nisa süresindeki miras ayetiyle neshedilmiş yani hükmü kaldırılmıştır). Diğer bir ayette de: "Gerçekten insan hayır (mal) sevgisinden dolayı pek şiddetlidir." (Adiyat/8) buyurmuştur. Nitekim Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'da: "Şüphe yok ki, hayır ancak hayır getirir" buyurmuştur. İnsan, malı kötü yolda kullanmakla ALLAH'a isyan etmiş olur. Yoksa malın kendisi kötü değildir. Bilmiş ol ki, Cenab-ı Hak, malı insanların hayatlarını devam ettirmeleri için yaratmış, onun korunmasını emretmiş ve beyinsizlere, çocuklara, delilere ve benzerlerine verilmesini yasaklamıştır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'da: "Salih kişi için, helal mal ne kadar güzeldir" buyurdu. (Ebu Y'ala, Tabarani). Said b. Müseyyeb demiştir ki; "Helal olmayan yoldan mal toplayan kimsede hayır yoktur. Çünkü o kimse, malla insanlara yüz suyu dökmekten korunur. Onunla sıla-i rahimde bulunur. Onunla ALLAH'ın ve kulların hakkını öder." Ebu İshak es-Sebii demiştir ki: "Selef-i salihin, zenginliği dine yardımcı görürlerdi." Muhammed b. el-Münkedir demiştir ki; "Muttaki olan zengine servet ne büyük bir yardımcıdır." Süfyan-ı Sevri demiştir ki; "Zamanımızda mal müminin silahıdır." Yusuf b. Esbat demiştir ki; "Mal dünya yaratıldığından beri bu zamandaki kadar hiç bir zaman faydalı olmamıştır. Mal ata benzer, kimi insan için ecirdir, kimi insan için koruyucudur, kimi insan için ise günahtır. Cenab-ı Hak, malı bedeni korumak için sebep olarak yaratmıştır. Bedeni korumak ise, ALLAH'ı bilmenin, O'na iman etmenin, peygamberlerini tasdik etmenin, O'nu sevmenin, O'na bağlanmanın yeri olan kalbi muhafaza etmek için sebepdir. Buna göre, mal hem dünyanın ve hem de ahiretin mamur olmasının sebebidir. Mal, ancak meşru olmayan yoldan kazanılıp meşru olmayan yolda sarf edilirse ve o mal kalbe sahip olup, sahibini ALLAH'dan ve ahiretten uzaklaştırırca, ve ancak sahibinin kötü maksadlara ulaşmasına vesile olup, iyi maksadlardan alıkoyarsa yerilir. Burda da yerme mala ait olmayıp malı kazanıp kullanana aittir. Nitekim Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Altının kulu helak oldu, gümüşün kulu helak oldu" buyurmuştur. (Buhari, İbn-i Mace, Hakim.) Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) altın ile gümüşü yermeyip onların sahiplerini yermiştir. İmam Ahmed'in Yezid b. Meysere'den rivayet ettiğine göre, Yezid demiştir ki: "Geçmişte birisi mal toplayıp biriktirdi, sonra çoluk çocuğuna, "Müreffeh ve ahat olarak yaşayalım dedi. O sırada fakir suretinde Melekü'l-Mevt (Azrail) "Bana ev sahibini çağırın" dedi. Onlar da: "Senin gibi birine bizim efendimiz nasıl çıkar?" dediler. Melekü'l-Mevt, bir müddet sonra tekrar kapıyı çaldı. Yine hizmetçiler çıkıp ona: "Senin gibi birine bizim efendimiz nasıl çıkar?" dediler. O da: "Efendinize haber verin, ben Melekü'l-Mevt'im" dedi. Efendileri bu sözü işitince korkarak oturdu ve; "Ona yumuşak söyleyin" dedi. Hizmetçiler; "ALLAH seni mübarek kılsın, efendimizden başkasını istemez misin?" dediler. O da; "Hayır" dedi. Melekü'l-Mevt efendilerinin yanma girip ona: "Kalk vasiyetimi yapp, çünkü ben buradan çıkmadan senin canını alacağım" dedi. Adamın çoluk çocuğu feryad ederek ağlaştılar. Efendileri; "Sandıkları açın, mal bulunan kapların ağzını çözün" dedi. Onlar da, sandıkların ve mal bulunan diğer kapların ağızlarını açtılar. Efendi, mallara dönüp; "Ecelim gelinceye kadar bana ALLAH'ı ye ahireti unutturdunuz, size lanet olsun" diyerek onlara sövmeye başladı. Mallar dile gelerek ona; "Bize sövme, sen insanların gözünde düşük ve aşağıydın biz seni yükselttik, senin üzerinde bizim eserimiz görülüp, büyüklerin ve hükümdarların meclisinde bulundun, ALLAH'ın salih kulları ise, evlenmek istediler, evlenemediler. Bizi kötü yollarda harcadın, biz sana karşı gelmedik, eğer bizi ALLAH yolunda harcasaydın, biz sana yine karşı gelmezdik. Kötülenecek ve kınanacak ancak sensin. Ey Ademoğulları! Biz de siz de ancak topraktan yaratıldık" dediler. İnsanlardan kimi bu dünyada malını hayır yolunda sarf ederek ahirete sevapla gider, kimi de malını hayır yolunda sarf ederek ahirete sevapla gider, kimi de malını kötü yollardan harcayarak ahirete günahla gider. Ey mü'minler mallarımızı hayır yollarında sarf ederek, ahirete iyi amellerle gitmeye çalışalım. Bir hadis-i kudside ALLAH Teala, şöyle buyuruyor: "Mallarımız bize döndüler, onlarla saadete erenler saadete erdi, onlarla bedbaht olanlar da bedbaht oldu." Şükreden zenginlerin üstün olduğunu iddia edenler dediler ki: "Malın bir çok faydaları vardı; İbadet ve taatların eda edilmesi mala bağlıdır. Cihad ve hac farizalarının yerine getirilmesi mala bağlıdır. Farz olan zekatın ve müstehab olan sadakanın verilmesi mala bağlıdır. Köle azad etme, vakf etme, mescid ve köprü yaptırma gibi hayır işleri de ancak malla hasıl olur. Devamlı ibadet yapmak için bir köşeye çekilmekten daha efdal olan evlenmeye de ancak mal ile ulaşılır. Mürüvvet malla kaimdir. Cömertlik ve sahavet mala bağlıdır. Irz ve namus malla korunulur. Ahbablar ve dostlar malla kazanılır. . Hayır sahipleri en yüksek derecelere ve ALLAH'ın kendilerine nimet vermiş olduğu kimselere arkadaş olmaya ancak malla ulaştılar. Mal, cennetin en yüksek köşklerine yükselmenin merdiveni olduğu gibi, cehennemin en aşağı tabakasına inmenin de merdivenidir. Cömerdin cömertliğini devam ettiren maldır. Nitekim Selef-i Salihinden bazıları demiştir ki; "Cömertlik vermeye bağlıdır, verme de mala bağlıdır." Selef-i Salihinden biri de: "ALLAH'ım beni, hallerine zenginlik uygun olan kullarından kıl" diye dua ederdi. Çünkü mal, ALLAH'ın kuluna gazap etmesinin sebeplerinden biri olduğu gibi, kulundan razı olmasının sebeplerinden de biridir. Nitekim Ebu Hüreyre (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; Resululah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın şöyle dediğini işittim, demiştir; İsrailoğullarından, biri abraş (alaca hastalığına tutulmuş) biri kör, biri kel üç kimse vardı. ALLAH Teala bunları imtihan etmek istedi Bunlara bir melek gönderdi. Abraşa gelen melek; "En çok sevdiğin şey nedir?" diye sordu. O da; "Güzel renk ve güzel deri ve ALLAH'ın benden bu insanların çirkin gördüğü abraşlık hastalığını gidermesi" diye cevap verdi. Melek hemen onu sıvadı, iğrenç hal ondan gitti ve rengi güzelleşti. Melek ona; "Hangi malı en çok seviyorsun?" dedi. O da; "Deveyi (yahut ineği)" dedi. Bunun üzerine ona on aylık bir gebe dişi deve verildi, ve melek; "ALLAH bunları sana mübarak eylesin" dedi. Sonra melek kele geldi ve "En çok sevdiğin şey nedir?" diye sordu. O da; "Güzel saç ve insanları benden iğrendiren bu şeyin giderilmesi" dedi. Melek hemen onu sıvadı çirkinlik, ondan gitti ve güzel saç bitti. Sonra melek ona: "Hangi malı çok seviyorsun?" dedi. "İneği en çek seviyorum" dedi. Ona gebe bir inek verildi. Melek; "ALLAH bunu senin, için bereketli kılsın" dedi. Sonra melek köre geldi ve; "Hangi şeyi en çok seversin?" dedi. Kör; "Cenab-ı Hak benim gözlerimi iade etsin de, insanları göreyim" dedi. Bunun üzerine melek bunun gözünü sıvadı, ALLAH Teala gözlerini açtı. Melek; "En çok sevdiğin mal nedir?" diye sordu. Kör; "Koyun" dedi. Kendisine doğuran koyun verildi. Bu hayvanlardan deve ile inek yavruladı, koyun kuzuladı. Bu üç kimseden birinin bir vadiyi dolduran devesi, öbürünün bir vadiyi dolduran ineği ve diğerinin bir vadiyi dolduran koyunu oldu. Sonra melek tekrar dönüp abraşın eski kıyafetine bürünerek onun yanına geldi ve: "Fakir bir adamım yoluma devam etmek imkânım kalmadı, bundan dolayı bu gün ulaşmak istediğim yere, ancak ALLAH'ın sonrada senin yardımın sayesinde varabileceğim rengini ve cildini güzelleştiren Zat'ın hakkı için senden bir deve istiyorum ki, onunla seferimi sonuna erdireyim" dedi. Abraş adam; "Haklar çok" dedi, (ve bir şey vermedi). Bunun üzerine melek; "Ben seni tanır gibi oluyorum, sen abraş idin, insanlar senden iğrenirlerdi, fakirdin, ALLAH sana mal verdi değil mi?" Abraş; "Mal bana dededen, babadan kaldı" dedi. Melek; "Eğer yalan söylüyorsan, ALLAH seni evvelki haline koysun" diye beddua etti, (ve gerçekten abraş eski fakir ve çirkin haline döndü). Sonra kelin kılık ve kıyafetine girerek onun yanına geldi. Buna da ötekine söylediği gibi söyledi, bu da öteki gibi cevap verdi. Melek buna da; "Eğer yalan söylüyorsan ALLAH seni evvelki haline iade etsin" dedi, (ve gerçekten kel eski fakir ve çirkin haline döndü). Sonra körün kılık ve kıyafetine girerek onun yanına geldi ve; "Yolcu, fakir bir adamım, seferimi devam ettirmek çareleri kalmadı. Bugün ancak ALLAH'ın, sonra senin yardımın sayesinde maksada varabileceğim. Senin gözlerini iade eden Zat'ın hakkı için senden bir koyun isterim ki, onunla seferimi devam ettireyim" dedi. Bunun üzerine kör şöyle dedi; "Ben kördüm Cenab-ı Hak gezlerimi iade etti, bundan dolayı istediğini al, istediğini bırak. ALLAH'a yemin ederim ki, ALLAH için aldığın hiçbir şeyde sana müşkilat çıkarmayacağım" dedi. Melek; "Malın senin olsun, bu sizin için bir imtihandır. ALLAH senden razı oldu ve arkadaşlarına gazap etti" dedi. Kör mal ile ALLAH'ın rızasını kazandı. Abraş ile kel ise mal ile ALLAH'ın gazabına uğradılar." (Buhari, Müslim.) Cihad amellerin en yükseğidir. Cihad bazan bedenle, bazen de malla olur. Malla elan cihad çok defa daha faydalı olur. Ali (r.a.), Osman (r.a.)'dân daha önce iman edip ve ondan daha çok cihad ettiği halde Osman (r.a.) mal yönüyle Ali (r.a.)'den üstün kılınmıştır. Zübeyr (r.a.) ile Abdurrahman b. Avf (r.a.) zengin olmalarına rağmen bir çok sahabeden üstün olup, dine hizmetleri ehl-i suffe'nin hizmetinden daha büyüktür. Resululah (sallallahu aleyhi ve sellem) malı zayi etmeyi yasaklayarak: "Bir kimsenin varislerini zengin olarak bırakmasının onları fakir olarak bırakmasından daha hayırlı olduğunu haber vermiştir." (Buhari, Müslim, Nesei.) Yine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "Mal sahibinin ALLAH'ın rızasını kazanmak için yiyecek bir şey verirse mutlaka onun sebebiyle derecesinin ve yüksekliğinin artacağını" haber vermiştir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fakirlikten ALLAH'a sığınıp, onu küfre yakın kılarak; "ALLAH'ım sana küfürden ve fakirlikten sığınırım" diye dua ederdi. (Beyhaki, Hakim.) Hayır iki nevidir; - biri ahiret hayrıdır. Bunun zıddı küfürdür, - diğeri ise dünya hayrıdır, onun zıddı da fakirliktir. - Fakirlik dünyada azap ve zahmet çekmenin sebebidir. - Küfür ise, ahirette azap çekmenin sebebidir. Cenab-ı Hak zekat vermeyi zenginlerin vazifesi, zekat almayı fakirlerin vazifesi kılmıştır. Veren el ile, alan elin arasını şer'an ayırıp veren eli alan elden üstün kılmıştır. Çünkü zekat malın kiridir. Bundan dolayı zekat mahlukatın en temizi olan Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a ve onun nesline -onları bu kirden korumak ve onların şan ve şereflerini yükseltmek için- haram kılınmıştır. Biz Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın önce fakir olduğunu sonra ALLAH Teala'nın onu zengin kıldığını inkar etmiyoruz, ALLAH Teala, ona bir çok zaferler nasip ederek mal ve mülk ihsan etmiştir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu maldan ailesinin bir senelik nafakasını ayırırdı. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hiç bir kimsenin veremeyeceği hediye ve bahşişi verirdi, fakirlikten korkmayan kimsenin bağışlaması gibi bağışlardı. Cenab-ı Hak Resulünü mızrağın gölgesiyle, kılıcın kabzasıyla ALLAH'ın düşmanlarından alınmış olan ve malların en şereflisi, en helali ve en faziletlisi olan malı vermek suretiyle fakirlikten uzaklaştırmıştır. Cenab-ı Hak malı ibadet ve taatına yardımcı olsun diye yaratmıştır. Buna göre, kafirler ve facirler, ALLAH'ın malını ellerinde haksız olarak tutmaktadırlar. Mal, ALLAH'ın dostlarına ve taat ehline dönünce, yaratılmış olduğu gaye ve maksada dönmüş olur. Fakat Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın zenginliği dünya ehlinin zenginliği cinsinden değildir. Zengin olan dünya ehli, mala bağlıdırlar. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın zenginliği ise, maldan uzak bulunmasıdır. Zengin olan dünya ehli, mülklerinde istedikleri gibi tasarruf ederler, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise mülkünde bir kölenin tasarrufu gibi ancak efendisinin emriyle tasarruf eder. Fey (Harpsiz, kahren ve sulh yoluyla üstün gelerek kafirlerden alınan mal) Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın mülkü müdür?. Bu konuda fukahanın iki kavli vardır. Bu iki kavil İmam Ahmed'den iki rivayettir. Netice olarak fey'in tasarruf mülkü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a ait olup, onda emirle tasarruf eder. Nitekim Resululah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Vallahi hiçbir kimseye (bir şey) vermem, hiçbir kimseden (bir şeyi) men etmem. Çünkü ben taksim ediciyim. (Her şeyi) emredildiğim yere koyarım" buyurmuştur. (Buhari) Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın her işinde ALLAH'ın emriyle hareket etmesi, kulluk mertebesinin kemalindendir. Bundan dolayı Resulullah'a varis olunmamıştır. Çünkü - Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) her bakımdan Rabbi'nin bir kuludur. Kulun malı yoktur ki, ona varis olunsun. Cenab-ı Hak Resulü için zenginlik nevilerinin en yükseği ile fakirlik nevilerinin en şereflisinin arasını birleştirip, onun için kemal mertebelerini mükemmel kıldığından, sabreden fakirler ile şükreden zenginlerden her biri, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı delil göstermede diğerinden daha layık değildir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fakirliğinde de, zenginliğinde de ALLAH'ın mahlukatının en çok sabredeni ve en çok şükredeni idi. Cenab-ı Hak Resulünü hem zenginler için hem de fakirler için önder kılmıştır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan daha zengin kim olabilir? Çünkü ona yerlerin hazinelerinin anahtarları ve safa tepesinin altın kılınması arz olunduğu halde kabul etmemiştir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hükümdar peygamber ile, kul peygamber olmak arasında muhayyer bırakılmış. Kul peygamber olmayı seçmiştir. Bununla beraber Arap yarımadası ile Yemen' in malları onun yanında toplanmış, bunların hepsini hayır yolunda harcamış, bunlardan hiçbir şeyi kendisine tahsis etmemiştir. Hatta Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) müslümanların borçlarını yüklenerek: "Her kim mal bırakırsa mirasçılarının olur, kim yük bırakırsa bize aittir" buyurmuştur. (Buhari, Muslim, Ebu Davud, İbn-i Mace.) Cenab-ı Hak Resulun'ün kadrini ve şerefini yükseltip, onu kendilerine sadaka almak helal olan fakirlerden kılmadığı gibi, miras yoluyla zengin olan zenginlerden de kılmamış, bilakis ona başka taraftan mal ihsan ederek kalbini tam manasıyla zengin kılıp, dünya nimetlerini bol olarak vermiş o da, ALLAH yolunda son derece harcayarak en büyük hediye ve bahşişi vermiş, kendisine hiçbir malı tahsis etmemiş, akar, arabi, koyun, deve, köle, cariye, altın ve gümüş bırakmamıştır. Şükreden bir zenginin Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın halini delil olarak gösterebilmesi için, onun yaptığı gibi yapması lazımdır. Sabreden bir fakirin Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın halini delil olarak gösterilmesi için onun sabrettiği gibi sabredip zoraki değil, isteyerek dünyayı terketmesi lazımdır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fakirlik ile zenginlik mertebelerinden herbir mertebenin hakkını tam manasıyla vermiştir. Cenab-ı Hak Resulü sebebiyle fakirleri zengin kılıp, ümmeti ancak onun sayesinde zenginliğe nail olmuştur. İnsanların en zengini, onun sayesinde başkası zengin olan kimsedir. Ali b. Ebu Rebah demiştir ki; "Mesleme b. el-Ensari Mısır'da bulunurken ben onun yanındaydım. Bir gün Abdullah b. Amr b. el-As onunla beraber otururken Mesleme, Ebu Talib'in şiirlerinden bir beytini misal vererek; "Ebu Talib bizim bu gün içinde bulunduğumuz nimet ve şerefi bilseydi, kardeşinin oğlunun (Muhammed aleyhisselamın) efendi olup, hayır getirmiş olduğunu bilirdi" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Amr; "O günde de Muhammed aleyhisselam efendiydi ve hayır getirmişti" dedi. Mesleme; "ALLAH Teala, "O, seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni kaybolmuş bulup da yolunu doğrultmadı mı? Ve seni bir yoksul bulup, zengin etmedi mi?" buyurmadı mı?" dedi. Abdullah b. Amr dedi ki; "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yetim olmasına gelince o, anadan babadan yetim kalmıştır, fakir olmasına gelince, bütün Arapların elinde bulunan mallan azdı, Arapların hepsi fakirdi, Cenab-ı Hak, Resulüne ve müslüman olup, bölük bölük ALLAH'ın dinine giren Araplara, zafer nasip etmiş, Resulullah dünyalıktan ve bunun fitnesinden ümmetini sakındırmış, sonra ALLAH Teala Resulu'nun ruhunu kabzetmiş ve onu dünyalıktan uzak tutmuştur. "Seni yoksul bulup, zengin etmedi mi?" ifadesinin manası; "Araplar fakir idi, sonra Cenab-ı Hak onları zengin kıldı" demektir. "İleride Rabbin sana öyle ihsanda bulunacak ki, sen de razı olacaksın" ayet-i kerimesine gelince; Dünya Resulullah'ın razı olacağı şey değildir. Çünkü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyanın hepsinin ümmetine verilmesine razı olmayıp, bilakis dünyadan ümmetini sakındırıp, kendisine dünyanın hazineleri arz edildiği halde onları kabul etmemiştir. Cenab-ı Hak, Resulunu ahirette vereceği sevapla memnun edecektir. Cenab-ı Hakk'ın Resulü'ne ve Resulü'nün ümmetine Kisra'nın ve Kayser'in mülklerinden ihsan ettiğine, insanların İslam dinine girmesine ve İslâm dinini üstün kılmasına gelince; Resülünü sevmesinden ve ondan razı olmasından ileri gelmektedir. İbn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, İbn-i Abbas demiştir ki: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "Benden sonra feth olunacak küfür diyarları bana gösterildi de beni sevindirdi. Hemen sonra da: "Kuşluğa, sakinliği çöktüğü zaman geceye yemin ederim ki" ayetinden "Ve ileride Rabbin sana öyle ihsanda bulunacak ki, sen de razı olacaksın" ayetine kadar nazil oldu, ve; "Cenab-ı Hak bana toprağı misk olan inciden bin köşk verdi, her köşkde ona layık olan vardı" buyurdu. Şükreden zenginlerin üstün olduğunu iddia edenler dediler ki: "Ey sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler, siz dünyada zühd (her türlü zevke karşı koyarak kendim ibadete verme) den ve dünyalığı az edinmeden bahsettiniz. Halbuki dünyada zühd ve takva sahibi olmak zengin olmaya zıd değildir. Bilakis zühd ve takva sahibi olan zengin, zühd ve takva sahibi olan fakirden daha mükemmeldir. Çünkü zengin mali kudreti bulunduğu halde zühd ve takvaya sarılmaktadır. Fakir ise mali kudreti bulunmadığı halde zühd ye takvaya sarılmaktadır. Buna göre aralarında büyük fark vardır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zenginlik halinde mahlukatın en zahidi idi. İbrahim aleyhisselam'ın malı çok olduğu halde dünyada insanların en zahidi idi. Tirmizi'de Ebu Zer'den rivayet edildiğine göre, Ebu Zer demiştir ki: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dünya sevgisinin terki, helal olan bir şeyi kendine haram kılmak veya malı elden çıkarmakla değildir, fakat bilakis elinde bulunanların, ALLAH'ın katında bulunanlardan daha güven verici olmaması ve bir musibete uğradığın zaman o musibet senden kaldırılmış olsaydı, sevabı için onun vuku bulmasına daha istekli olmandır." buyurmuştur. İmam Ahmed'e: "Yanında bin dinar (altın) bulunan kimse zühd ve takva sahibi olur mu?" diye sorulmuş, o da: "Arttığı zaman sevinmemek, eksildiği zaman üzülmemek şartıyla zühd ve takva sahibi olur" diye cevap vermiştir. Selef-i Salihinden bazıları demiştir ki: "Kendisine helal mal verildiğinde şükrü üstün gelmeyen ve helal maldan mahrum edildiğinde sabrı üstün gelmeyen kimse zühd ve takva sahibi değildir. Zühd ve takva sıfatlarıyla muttasıf olmayan, gerçek zahid ve muttaki değildir. Kendisine bol helal mal verildiğinde şükrü üstün gelen ve helal maldan mahrum edildiğinde de sabrı üstün gelen kimse ise, gerçek zühd ve takva sahibi kimsedir." Şeyhülislam İbn-i Teymiyye'den işitmiştim ki: "Zühd; sana fayda vermeyen şeyi terk etmendir. Vera'; sana zarar veren şeyi terk etmendir. Zühd, dünyadan elleri değil, kalbi boşaltmaktır. Zühdün zıddı, cimrilik ve dünyaya düşkünlüktür" demişti. Zühd üç kısımdır: 1 - Birincisi, haramı terketmek. 2 - İkincisi, şüpheli ve mekruh olanları terketmek. 3 - Üçüncüsü, yetecek kadar maldan fazlasını terketmektir. Birincisi kısım, yani haramı terketmek, farzdır. İkinci kısım, yani şüpheli ve mekruhları terketmek, faziletdir. Üçüncü kısım, yani yetecek kadar maldan fazlasını terketmek ise, şüphe derecesine göre birinci kısım ile ikinci kısmın arasında bulunur. Şüpheli olan tarafı ağır basarsa terk edilmesi farz olur. Şüpheli tarafı hafif olursa terk edilmesi evladır. Kendisini ibadet ve taata veren kimsenin yetecek kadar maldan fazlasını terketmesi gerekir. Çünkü dünyayı istemek, ahireti istemeye zarar verir. Bir kimsenin irade makamının, her çeşit kusur ve şüpheden uzak olması için, talebini, iradesini ve istenileni birleştirmesi şarttır. Çünkü, istenilen ile isteyen birbirinden ayrılmaz. ALLAH'ın birliğine inanan kimsenin talebinin, iradesinin ALLAH'dan ve ALLAH'a yaklaştırandan başkasıyla ilişkisinin bulunmaması gerekir. Yalnız ALLAH için tahsis edilen iradenin, şehvet maddelerini ve fena yollara çekici olan nefis ve hevanın isteklerini kökünden kurutup, kalbin bütün bölgelerine hakim olup, kalbde Cenab-ı Hak tarafına çekenlerden başkaca bir şeyin bulunmaması ve bu iradenin yalnız ALLAH için kalması gerekir. İrade yalnız ALLAH için olunca zühd ve takva sahibinin, asıl maksadı üzerine toplayabilmesi için kalbini ifsad eden tamah maddelerinden kesip vaktini boşa geçirmemesi gerekir. Çünkü bütün masiyetlerin fesad ve fücurun asıl kaynağı hırs ve tamahdır. Zühd ve takva ise, hırs ve tamahı kesip, kalbi bunlardan boşaltıp, kendileri kalbe hakim olup, azalan ibadet ve taata sevkedip, kul ile Rabbi arasındaki uzaklığı kaldırıp, kulu Rab-bine yaklaştırır, cevaba rağbetini kuvvetlendirir ve Rabbini sevme zevkini artırır. İnsanların bedenen ve kalben en rahatı dünyayı terkedip, ALLAH'ı ve ahireti isteyen zahiddir. Şöyle ki, kalbini ALLAH için boşaltan, istek ve arzusu ALLAH'a yaklaşmak olan, vaktini ALLAH'ın razı olmadığı ve sevmediği şeyler dışında zayi etmeyen zahid, insanların en mesud ve bahtiyarıdır. Hiç şüphe yok ki dünyayı sevmek kalbi dağıtır, işleri dağıtır. Düşünceyi, üzüntüyü, kederi artırır. İleride beklenen şiddetli azaba götürücü hazır bir azabdır. Kulun istediği ve arzu ettiği bir çok nimetlerin elinden kaçmasına sebep olur. Tavus'dan mürsel olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifde; "Zühd ve takva, kalbi ve bedeni dinlendirir, dünyayı sevmek ise düşünceyi, üzüntüyü artırır" buyrulmuştur. Düşüncelerin, kederlerin ve üzüntülerin kaynağı ikidir. 1 - Birincisi; dünyayı sevmek ve dünyaya düşkün olmaktır. 2 - İkincisi, iyi amellerde, taat ve ibadetlerde kusur etmektir. İmam Ahmed'in Müsned'inde, el-Hakem'den rivayet edildiğine göre, Hakem demiştir ki; "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); "Kul, üzerine vacip olan amellerde kusur ederse, ALLAH Teala onu üzüntüyle imtihan eder" buyurmuştur. Dünya sevgisi; görünen günahların asıl kaynağı olduğu gibi, kızmak, hasedlik, kibir, böbürlenme, övünme gibi, kalbin günahlarının da asıl kaynağıdır. Kalb bu günahlarla dolunca şükredemez, kalbin şükredebilmesi için, bunlardan boşaltılması gerekir. Malın artması, ömrün ve mevkiin uzaması gibidir. Dünyada sizin en hayırlınız ömrü uzayıp, ameli güzel olandır. Malı artıp, onunla hayrı çoğalan kimse de insanların en hayırlısıdır. Kişinin ömrü malı ve mevkii, onun derecelerini ya yükseltir veya alçaltır. Fakirliğin ve dünyalıktan az edinmenin yolu, sabırla beraber selamet yoludur. Zenginliğin ve bolluğun yolu çoğunlukla helak yoludur. Ancak zengin olan kimse; bu nimet içinde Rabbini sever ve sayar, malıyla akrabasına sılada bulunur, yani onları yoklar ve yardım eder malından ALLAH'ın hakkını verir, yalnız zekat vermekle kalmayıp, açları doyurur, çıplakları giydirir, muhtaçlara ve düşkünlere yardım ederse bu zenginin yolu faydalı ve kazançlı bir yoldur ve fakirin selamet yolunun üstündedir. Fakirin hali, yapmak istediklerinden, hastalık sebebiyle alıkonulmuş hastanın hali gibidir. Eğer bu alıkonulmaya güzelce sabrederse sevap kazanır. Zenginin, mal toplaması, kazanması ve harcaması tehlikelidir. Eğer malını meşru yoldan kazanıp meşru yolda harcarsa mal onun için faydalı olur. Fakir, insanlardan ayrılıp ibadet eden gibidir. Hayır yollarında malım harcayan zengin ise, muallim, mücahid ve fiziken yardım eden gibidir. Bundan dolayı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zengini, kendisine hikmet ihsan edilip onunla hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimseye yakın kılmıştır ki, bu, gıpta edilen iki kimseden biridir. Cahiller, ibadet için bir köşeye çekilmekle yalnızca kendisine menfaat eden kimseye gıpta edip onu, malını hayır yollarında harcayan zenginden ve ilim öğreten alimden daha üstün kılarlar. Malını hayır yollarında harcamak ve sadaka vermek için zenginliği seçen kimse mi, Yoksa fitne ve fesaddan uzak kalmak ve dünyanın kendisini ahiretten alıkoymaması için fakirliği seçen kimse mi, Yoksa zenginlik ile fakirlikten hiçbirini seçmeyip ancak ALLAH Teala'nın kendisi için seçtiğini seçen kimse mi daha üstündür? diye sorulursa; İşte Selef-i salihinin ihtilaf ettiği konu budur deriz. Abdurrahman b. Avf gibi zengin sahabeler cihad etmek ve hayır yollarında harcamak için malı seçmişlerdir. Nitekim Kays b. Sa'd; "ALLAH'ım beni hallerine ancak zenginlik uygun olan kullarından kıl" diye dua ederdi. Ebu Zer gibi sahabeler ise fakirliği seçmişlerdir. Çünkü bunlar dünyanın afetlerini ve fitnesini esas almışlardır. Abdurrahman b. Avf gibi sahabeler ise, malı hayır yollarında harcamanın dünyevi ve uhrevi faydalarına bakmışlardır. Üçüncü fırka ise bunlardan hiçbir şeyi seçmeyip, ancak ALLAH Teala'nın kendileri için seçmiş olduğunu seçmişlerdir. Dünyada uzun yaşamayı isteme de böyledir. - Bir taife, dine hizmet ve ibadet etmek için uzun yaşamayı istemişlerdir, - Bir taife ise dünyadan kurtulup rahat etmek ve ALLAH'a kavuşmak için ölmeyi arzu etmişlerdir. - Üçüncü bir taife ise bunlardan hiçbirini seçmeyip bilakis ALLAH'ın kendileri için seçmiş olduğu şeyi seçmişlerdir. Çünkü bunların istemeleri ALLAH'ın iradesine bağlı olup, kendi iradelerine bağlı değildir. Bu hal, Ebu Bekir Sıddık'ın halidir, çünkü arkadaşları Ebu Bekir (r.a.)'e ölüm hastalığında; "Biz sana tabib çağıralım mı?" dediler. O da; "Tabip beni gördü" dedi. Onlar da; "Tabib sana ne söyledi?" dediler. O da; "Tabib bana 'dilediğimi yaparım' dedi" dedi. Dünyada uzun yaşamayı isteyenlerin hali, Musa aleyhiselamın hali gibidir. Musa aleyhisselam'a, Azrail aleyhisselam geldi. Musa (a.s.) ona bir tokat vurup gözünü çıkardı. Onun böyle yapması, dünyayı sevdiği için ve dünyada kalmak için değil, fakat Rabbi'nin emirlerini yerine getirip, ALLAH düşmanlarıyla cihad etmek içindi. Sanki Musa aleyhisselam Azrail'e, "Sen de emir altında bir kulsun ben de emir altında bir kulum. Ben Rabbimin emirlerini ve dini vazifemi yapacağım" dedi. Musa aleyhisselam'a uzun yaşaması arz olundu, ne kadar çok yaşarsa yaşasın sonunun ölüm olduğunu bilince, kendisi için ALLAH Teala'nın seçmiş olduğunu seçti. Cenab-ı Hak Muhammed (a.s.)'a da elçi gönderip, onu dünya ile ahiret arasında muhayyer bıraktı. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ALLAH Teala'yı insanların en iyi bileniydi. Cenab-ı Hakkın kendisine kavuşmayı arzu ve ihtiyar ettiğini bilince, o da, ALLAH'a kavuşmayı seçti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın Rabbinin emirlerini ve dini vazifelerini yerine getirmek için dünyada baki kalmasını ALLAH arzu etseydi, Resulullah da bundan başkasını ihtiyar etmezdi. Çünkü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın dilemesi ALLAH'ın dilemesine bağlıydı. Nitekim Cenab-ı Hak Resulünü hükümdar peygamber olmakla kul peygamber olmak arasında muhayyer bırakınca, ALLAH'ın kendisi için seçmiş olduğunu seçti. Çünkü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın bütün işlerinde seçmesi, ALLAH'ın seçmesine bağlıydı. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ALLAH'ın seçmiş olduğunu seçtiğinden dolayı Hudeybiye günü katlandığı zahmete katlandı. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın bu makamında her bakımdan ancak Ebu Bekir Sıddık (r.a.) sabit kalmıştır. Cenab-ı Hakkın Resulü için ve Resulünün ashabı için seçmiş olduğu halden başkasını Resulullah seçmeyip, o hale razı olmuştur. İşte bu hal, kulluğun en yüksek derecesidir. Cenab-ı Hak, Resulünün şükründen razı olup, Fetih suresinin evvelinde onu tebşir etmiştir. Ashabı da onu tebrik ederek: "Ya Resulullah senin için mübarek olsun" demişlerdir. Çünkü en büyük tebrike ve en büyük tebşire layık olan ancak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dır. Cenab-ı Hak, Resulünde bilinen fazilet hasletlerinin hepsini toplamıştır. Buna göre, ümmetinden her fırka, kendilerinde bulunan hasletle, diğer fıkradan üstün olduklarına dair Resulullah'ın halini delil göstermişlerdir. Gaziler ve mücahidler kendilerinin diğer bütün taifelerden üstün olduklarına dair Resulullah'ın halini delil göstermişlerdir. Alimler ve fakirler de kendilerinin diğer bütün taifelerden üstün olduklarına dair Resulullah'ın halini delil göstermişlerdir. Zahidler ve dünyadan uzak kalanlar kendilerinin diğer bütün taifelerden üstün olduklarına dair Resulullah'ın halini delil göstermişlerdir. ALLAH'ın emrini yerine getirmek ve dine hizmet etmek için dünyaya ve siyasete atılanlar da kendilerinin diğer bütün taifelerden üstün olduklarına dair Resulullah'ın halini delil göstermişlerdir. Sabreden fakirler de, şükreden zenginler de kendilerinin üstün olduklarına dair Resulullah'ın halini delil göstermişlerdir. İbadet ehli, nafile ibadetlerin üstün olduğuna dair Resulullah'ın halini delil göstermişlerdir. Arifler de marifetullah'ın üstün olduğuna dair Resulullah'ın halini delil göstermişlerdir. Tevazu ve ilim sahipleri de kendilerinin üstün olduğuna dair Resulullah'ın halini delil göstermişlerdir. Batılcıları kahredip onları şiddetle perişan eden kuvvet ve kudret sahihleri de kendilerinin üstün olduğuna dair Resulullah'ın halini delil göstermişlerdir. Güzel ahlak sahibi olanlar, Hakka uygun olarak şakalar yapan, Çoluk çocuğuyla ve arkadaşlarıyla iyi geçinenler de, Her yerde hakkı ve hakikati çekinmeden söyleyenler de, Yerine göre insanları idare etmeye çalışanlar da, Haya sahipleri de, Bir kimsenin hoşuna gitmeyen şeyi yüzüne karşı söylemekten çekinen şerefli kimseler de, Vera ve takva sahipleri de, Şşeriat dairesinden çıkmamak şartıyla şer'i hükümlerde kolaylık gösterenler de, Bütün gayretini dinini ve kalbini ıslaha sarf edenler de, Bedenini, geçimini, dünyasını düzeltmeye çalışanlar da, Kalplerini sebeplere bağlamayıp onlara meyil etmeyenler de, Sebeplere riayet edip onları yerli yerince koyup, onların haklarını verenler de, Acıkıp açlığa sabredenler de, Doyup, doyduğu için Rabbine şükredenler de, Kendilerine kötülük yapanları affedenler de, İntikam alınması gereken yerde intikam alanlar da, ALLAH için vermeye devam edenler de, ALLAH için vermeyip ALLAH için düşman olanlar da, Yarın için bir şey biriktirmeyenler de çoluk çocuğunun bir senelik yiyeceğini biriktirenler de, Arpa ekmeği ve sirke gibi yiyeceklerle idare edenler de, Kebap, helva, meyva, karpuz gibi çeşitli ve lezzetli yiyeceklerle idare edenler de, Kadın ve güzel koku gibi dünyada en hoş olan şeyleri sevenler de, Kadınlara yumuşak davrananlar da, onları terbiye edenler de, onları nikahladığı gibi boşayanlar da, kendi nikahları altında kalıp kalmama, hususunda muhayyer bırakanlar da, Maişet sebeplerini terkedenler de, Maişet sebeplerine sarılarak, kiraya veren, Kiralayan, satan, satın alan, borç alan, borç verenler de, Kadınlar adet halinde iken onlardan tamamiyle uzaklaşanlar da, Onlar adet halinde iken cinsi yakınlıkta bulunmayıp bir arada yatanlar da, Oruçlu iken kadınları öpenler de, oruçlu iken ka-dınlannı öpmeyenler de, Mümkün mertebe günahkarlara acıyanlar da, Hırsızın elini kesmek, zina edeni recmetmek, içki içene seksen sopa vurmak gibi günah işleyenlere ALLAH'ın hadlerini tatbik edenler de, Zahir ile hükmedenler de, açık delillere dayanarak adaletle hükmedip bir suçtan dolayı cezalandıranlar da, İşte bunların hepsi de kendilerinin üstün olduklarına dair ALLAH Resulünün halini delil göstermişlerdir. Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre; Ebu Hüreyre demiştir ki: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: "Vaktiyle iki kadın, çocukları yanlarında olduğu bir sırada kurt gelerek birinin çocuğunu götürmüş. Biri diğerine: "Kurt senin çocuğunu götürdü" demiş, öteki de: "Kurt senin çocuğunu götürdü" demiş. Sonra Davud aleyhisselam'ın huzurunda muhakeme olmuşlar. O, çocuğun büyük kadına ait olduğuna hükmetmiş, derken, kadınlar Süleyman b. Davud (aleyhisselam)'ın huzuruna çıkarak, (meseleyi) ona haber vermişler. O da: "Bana bıçağı getirin de onu sizin aranızda pay edeyim" demiş. Bunun üzerine küçük kadın dayanamayıp: "Hayır dur! Merhamet et, çocuk onundur" demiş. Bunun üzerine Süleyman aleyhisselam da çocuğun o küçük kadına ait olduğuna hükmetmiş." Konu Başlığı: Ynt: Şükreden Zenginlerin Üstün Olduklarını Gönderen: Zehibe üzerinde 16 Temmuz 2010, 19:14:35 Süleyman aleyhisselam, küçük kadının çocuğun büyük kadına ait olduğunu itiraf etmesine rağmen açık karine, (çocuğu ikiye bölmesi için bıçak istediğinde hakiki annenin çocuğunun kesilmesine razı olmayacağı karinesi) ile çocuğun küçük kadının olduğuna hükmetmiş ve bu açık karine ile büyük kadının itirafının batıl olduğunu bilmiştir.
Ebu Abdurrahman demiştir ki: Bu hadisden iki hüküm çıkarılır: Birincisi: hakimin doğruyu meydana çıkarmak için yapmayacağı bir şeyi "yapacağım" diye söylemesinin caiz olmasına ruhsat verilmesi, İkincisi de: aleyhine hükmedilen davalının doğruyu itiraf etmesiyle beraber hakim, karine ile hakikatin davalının itiraf ettiği gibi olmadığını anlarsa, hakimin, davalının lehine hükmetmesinin caiz olması. Ashab-ı Kiram da gerek Allah Resulünün hayatında ve gerekse Allah Resulünden sonra karinelerle amel etmişlerdir. Hatib b. Ebu Beltea, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın Mekke'yi fethetmek için hazırlık yaptığına dair Mekke'lilere bir mektup yazıp Sare isminde bir kadınla göndermişti. Hatib'in bu mektubu Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a vahy ile bildirilmişti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ali, Zübeyr ve Mikdad'a gidin falanca bahçede bu mektubu taşıyan kadını bulacaksınız, onu alıp yanıma getirin diye emretti. Hah bahçesinde kadını yakaladıklarında Hz. Ali ona: "Hiç yolu yok! ya sen mektubu çıkaracaksın, veyahut da üstünü başını arayıp biz onu bulmak zorunda kalacağız" dedi. Bunun üzerine kadın çaresizce mektubu çıkarıp verdi." Ömer (r.a.), gebe kalan kocasız bir kadına zina haddini tatbik etmişti. Yine Ömer (r.a,), ağzında şarap kokusu bulunan sarhoşa had vurmuştu. Cenab-ı Hak, Kuran-ı Kerimde beyan buyurduğu üzere Yusuf'un gömleğinin arkadan yırtılmış olması karinesiyle şahid Yusuf'un suçsuz olduğuna hükmetmişti. Beni Nadir'in reisi olan Huyey b. Athab, Hukayk oğullarının hazinesini Hayber'de gizli bir yere defn etmişti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hayberi fethettiğinde İbn-i Ebi'l-Hukayk'a, Huyey b. Ahtab'ın hazinesinin nerede olduğunu sormuş, o da hazinenin sarf edilip tükendiğini iddia etmişti. Fakat Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanın az olması, malın çok olması karineleriyle hazinenin tükenmediğini tahmin edip, İbn-i Hukayk'ı sıkıştırmış o da, hazinenin yerini söylemişti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kimsenin katil olduğunu daha güçlü gören karineler bulunduğu vakit, öldürülenin velileri için bizim insanımızın katili odur diye yemin edip kendi adamlarının yerine o kimseyi kısas ettirmelerine cevaz vermiştir. Bir kimse karısının zina ettiğini iddia edip, lianda karısının aleyhine şahadette bulunup karısı lian okumayı kabul etmezse kocasının doğru söylediğine dair açık karine bulunduğu için kadın recim olunur. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın getirmiş olduğu şeriat, düşünenler için karinelerle doludur. Açık karinelerle hükmetmek, şeriatın kendisindendir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın getirmiş olduğu, şeriat, kötü hakimler ile zalim idarecilerin aleyhine hüccet olduğu gibi hak ile hükmeden hakimler ile adaletle muamele eden idarecilerin de lehine hüccettir. Yardım ancak Allah Teala'dan istenilir. Netice olarak sabreden fakirler, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a şükreden zenginlerden sırf öyle oldukları için daha yakın değildirler. Çünkü; Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a insanların en yakını onun sünnetini çok iyi bilip sünnetine uyan her kim ise odur. Tevfik Allah'dandır. |