๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sabredenler ve Şükredenler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 18 Temmuz 2010, 12:59:39



Konu Başlığı: Sabreden Fakirlerin Üstün Olduğunu İddia Edenlerin Sözleri
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Temmuz 2010, 12:59:39
بســـم الله الرحمن الرحيم
 
 
Sabreden Fakirlerin Üstün Olduğunu İddia Edenlerin Sözleri
 
 
Sabreden fakirlerin şükreden zenginlerden üstün olduklarını iddia edenler şöyle demişlerdir:
 
Allah Teala, dostlarını dünyadan korumuş, onları şereflendirmek için dünyadan sakındırmış,

dünyanın kirlerinden onları temizlemiş ve onları alçak olan dünyadan uzak tutmuş,

dünyayı onlara yermiş ve dünyanın kendi katında kıymetsiz olduğunu onlara haber vermiş, zenginliğin bir fitne olduğunu, yer yüzünde azgınlığın ve bozgunculuğun sebebi olduğunu,

dünyada çoklukla övünmenin insanı ahiretten alıkoyduğunu, zenginliğin aldatıcı ve geçici bir meta olduğunu bildirmiş,

dünyayı sevip ahirete tercih edenleri yermiş,

dünyayı, süsünü ve servetini isteyen kimsenin ahirette nasibi olmayacağını, zenginliğin bir fitne ve bir imtihan olduğunu, bir keramet ve bir muhabbet olmadığını,

dünya ehline dünyalığı vermenin onların hayır işlerinde yarışmalarını temin etmek için olmadığını,

dünyalığın Allah'a yaklaştırmadığını, eğer insanların peşi peşine küfre sapacaklarından korkmasaydı, kafirlere istediklerinden daha fazla dünyalık vereceğini hatta evlerinin tavanlarını, kapılarını, merdiverilerini, karyolalarını gümüşten kılacağını,

dünyayı ahiretten nasibi olmayan zayıf akıllılar için ve düşmanları için süslediğini haber vermiş, ve Resulünü, dünyaya ve dünya sakinlerini faydalandırmak için vermiş olduğu şeylere göz dikmekten nefy etmiş,

dünyada güzel olan her şeyi tüketenleri, sömürenleri ve onların zevkini sürenleri zemmetmiş ve bu bağlamda Resulüne:

 "Bırak onları yesinler, (içsinler), zevk alsınlar, ümit onları oyalıya dursun... ileride öğrenecekler" (Hicr/ 3) buyurmuştur.

Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk'ın dostlarını dünya ile oyalanmaktan ve dünyada çok yiyip içmekten niçin menettiğinin bir tesellisi vardır.

Yine bu ayette, kendisine dünyalık verilenin azmaması, nefsine her istediğini vermemesi, zevk ve safaya düşmemesi hatırlatılmaktadır.

Cenab-ı Hak, dünyayı sevenleri, çoklukla övünenleri fazilet ve şerefin zenginlikte olduğunu sananları yermiş, onları yalanlamış ve gerçeğin onların dedikleri ve düşündükleri gibi olmadığını haber vermiştir. Dünyayı kullarına birçok misallerle anlatmıştır. Bu misaller, her akıllıyı dünyada zühde, ona itimat etmemeye, meyil etmemeye davet eder.

Cenab-ı Hak dünyanın suretini ve hakikatim kullarına beyan ederek:

"Dünya hayatının hali, ancak gökten indirdiğimiz bir suya benzer ki, onunla insan ve hayvanların yedikleri yer mahsulleri yetişip birbirine karışır. Nihayet yer bütün güzelliklerini takınıp, süslendiği, sahipleri de bu mahsulü toplayıp ondan faydalanmaya, kendilerini muktedir zannettikleri bir sırada, geceleyin veya gündüzleyin ona emrimiz (afatımız) gelivermiş bir lahzada ona bir tırpan atıvermişizdir. Sanki dün hiç yokmuş gibi olmuştur. İşte düşünen bir kavim için biz ayetleri böyle açıklarız" (Yunus/ 24)

diğer bir ayette de:

"Onlara dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat; Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarların savuracağı çer çöpe döner. Allah herşeyin üstünde bir kudret sahibidir" (Kehf/45) buyurmuştur.

Cenab-ı Hak dünyanın fani olduğundan, çabuk ve geçici olduğundan kulun ahireti görünce sanki dünyada bir saat veya bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldığını zannedeceğini haber vermiş,

Kullarını dünyaya aldanmaktan nehyetmiş, dünyanın bir eğlence, bir oyun, bir süs ve aranızda bir öğünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmanın aldatıcı bir metası, ahirete giden bir yol ve baki olmayan geçici bir faydalanmadan ibaret olduğunu bildirmiş,

Dünyayı isteyeni hayırla zikretmeyip bilakis onu yermiş, dünyayı isteyenin Rabbi'nin iradesine muhalefet etmiş olduğunu haber vermiş, cehennem ehlinin cehenneme ancak dünyaya aldanmaları ve dünyayı arzu etmeleri sebebiyle girdiklerini bildirmiştir.
 
 
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
Bu zikredilenlerin hepsi insanları zühde, takvalığa davet etmektedir, mümkün mertebe bu dünyadan az almaya teşvik etmektedir.

Nitekim Cenabı Hak kendine mahlukatın en şereflisi ve en sevimlisi olan kulu ve Resulü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e dünyayı ve dünya hazinelerinin anahtarlarını arzetmiş fakat Resulü bunları istememiştir. Şayet bunları istemiş olsaydı, dünyadan almış olduğu şeylere karşı insanların en çok şükredeni olur, ve onların hepsini kesin olarak Allah'ın rızası yolunda sarf ederdi, fakat dünyadan azla yetinmeyi tercih edip geçim sıkıntısına sabretmiştir.

İmam Ahmed, Aişe (r.a.)'den rivayet ittiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir:

"Ensardan bir kadın benim yanıma geldi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın döşeğinin iki kat bir abadan ibaret olduğunu gördü. Evine dönünce bana bir yün döşek gönderdi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gelince:

"Bu nedir?" diye sordu. Ben de:

"Ensardan filan kadın benim yanıma geldi, senin döşeğini gördü ve bunu bana gönderdi" dedim.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ey Aişe! Bu döşeği geri ver" buyurdu.

Fakat ben o döşeği geri vermedim, çünkü o döşeğin evimde bulunması hoşuma gidiyordu.

Nihayet Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana bunu üç defa söyledi ve:

"Ya Aişe! bu döşeği geri ver. Allah'a yemin ederim ki, ben isteseydim Allah Teala benimle beraber altın ve gümüş dağlarını yürütürdü" buyurdu.

Bunun üzerine ben de o döşeği geri verdim."

Resulullah'a dünya hazinelerinin anahtarları verildi, fakat Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onları almayarak:

"Rabbim! Bir gün aç, bir gün de tok olarak yaşarım, aç olduğum vakit tazarru ve niyazda bulunup seni zikrederim. Tok olduğum vakit ise sana hamdeder ve şükrederim" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Rabbinden ehlinin rızkını yetecek kadar vermesini istemiştir.

Nitekim Buhari ile Müslim'de Ebu Hüreyre (r.a.)den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah'ım Muhammed âlinin rızkını yetecek kadar ver" diye dua ederlerdi."

Yine Buhari ile Müslim'in rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.):

"Ebu Hüreyre'nin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Resulullah ve onun ehli dünyadan ayrılıncaya kadar üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden doya doya yememişlerdir" demiştir.

Buhari'den rivayet edildiğine göre, Enes (r.a.):

"Ben, Resulullah'ın, Rabbine kavuşuncaya kadar yufka bir ekmek ve kızartılmış bir kuzu kebabı yediğini bilmiyorum" demiştir.

Yine Sahih-i Buhari'de rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.):

"Resulullah dünyadan çıkıncaya kadar arpa ekmeğinden doya doya yememiştir" demiştir.

Buhari ile Müslim'de rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a. ) validemiz:

"Muhammed âli Medine'ye geleliden vefatına kadar üç gece arka arkaya buğday yemeğinden doya doya yememişlerdir" demiştir.

Müslim'de rivayet edildiğine göre, Ömer (r.a):

"Gerçekten ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı karnını doyuracak kadar adi bir hurma bulamadığını gördüm" demiştir.

Müsned'in ve Tirmizi'nin rivayetine göre, İbn-i Abbas (r.a.):

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ehli ile birlikte arka arkaya birkaç gece akşam yemeği bulamayarak aç yatarlardı. Ekseriyetle ekmekleri de arpa ekmeğiydi" demiştir. Tirmizi bu hadis hasendir, sahihdir demiştir.

Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame (r.a ):

"Resulullah'ın ehlibeytinin arpa ekmeği (sofradan) artmıyordu." demiştir.

İmam Ahmed Müsned'inde rivayet ettiğine göre, Aişe (r.a.):

"Muhammed'i hak olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Cenab-ı Hak, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı peygamber olarak gönderdiği zamandan ölünceye kadar eleği görmedi elenmiş undan yapılmış ekmeği yemedi" dedi.

Urve; "Ben Aişe (r.a.)'ye arpayı nasıl yiyordunuz? diye sordum. O da:

"Üflerdik Yani (kabuğu gitsin diye) üflerdik. Uçan uçardı geri kalanı ise hamur yoğururduk" demiştir.

Buhari'nin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.):

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zırhını rehin olarak verip arpa almıştı, (o sırada) Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ehli beyti için bir ölçek ne sabahladı ne de akşamladı" buyurduğunu işittim.

"Gerçekten onlar (al-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-) dokuz hane idi" demiştir.

Müsned'ül-Haris'de rivayet edildiğine göre; Enes (r.a.) demiştir ki,:

"Fatıma, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a bir parça ekmek getirdi. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bu ekmek parçası nedir Ya Fatıma!" diye sordu.

O da: "bir ekmek yaptım. Bu parçayı sana getirmedikçe, gönlüm razı olmadı" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bilmiş ol ki, bu üç günden beri babanın ağzına giren ilk yemektir" buyurdu.

İmam Ahmed rivayet ettiğine göre:

Cabir (r.a.):

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte hendek kazarken şiddetli bir açlıkla karşılaştılar. Hatta Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek karnına açlıktan taş bağlamıştı" dedi.

Ebu Hatem b. Hibban, Tekasim isimli eserinde bu hadisi şiddetle reddederek:

"Allah katında mahlukatın en şereflisi olan Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında böyle bir şey düşünülemez" demiştir.

Müellif demiştir ki; bu düşünce Ebu Hatem'in bir kuruntusudur. Bu hadis-i şerifde, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın Allah katındaki mertebesinin noksan olduğuna delalet eden bir şey yoktur. Bilakis Allah katındaki kerametinin yüksek olduğunu bildirmektedir. Kendisinden sonra gelecek halife ve hükümdarlar için de ibadet vardır.

Ebu Hatem, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yaşantısı hakkındaki diğer hadis-i şerifleri düşünmemişe benziyor.

Bu hadis-i şerif, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın doğru olduğunun en büyük şahitlerindendir. Şayet Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), kendinin ve Rabbinin düşmanlarının dediği gibi, dünya mülk ve saltanatını isteyen bir hükümdar olsaydı, yaşayışı hükümdarların yaşayışı gibi, gidişatı da onların gidişatı gibi olurdu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiği vakit ehli için almış olduğu yiyecek karşılığında zırhını bir Yahudi yanında rehin bırakmıştı.

Cenab-ı Hak, Resulüne Arap beldelerinin fethini nasip edip onun yanında ganimetler ve vergiler toplandığı halde ebedi aleme irtihal ettiği vakit, ne bir dirhem, ne bir altın, ne bir koyun, ne bir deve ne bir köle, ne de bir cariye bırakmadı. Yalnız binmekte olduğu beyaz bir katırla silahını ve bir de yolculara vakfettiği araziyi bıraktı.

İmam Ahmed rivayet ettiğine göre; Urve;

"Aişe (r.a.), üzerimizden aylar geçerdi de, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın hane-i saadetlerinden hiçbirinde (yemek pişirmek için) ateş yanmazdı" derken işittim.

Bunun üzerine "Ey teyzeciğim ne ile geçiniyordunuz?" diye sordum.

O da; "İki kara şey, yani hurma ile sudan ibaretti" diye cevap verdi.

Ebu'l Heysem b. et-Teyyihan kıssasında, Ebu Hüreyre'nin hadisinde geçtiği üzere:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) evinden çıktı. Ebu Bekir (r.a.) ile Ömer (r.a.)'i gördü. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Sizi dışarı çıkaran nedir?" dedi.

Onlar da; "açlıktır" dediler.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizi çıkarmaya mecbur eden hal beni de çıkardı" buyurdu.

İmam Ahmed'in zikrettiğine göre, Meşruk demiştir ki;

"Ben, Aişe (r.a.)'nin yanına gittim. Beni yemeğe davet etti ve:

"Yemekten doya doya yiyemiyorum, ağlamak isteyince ağlıyorum" dedi.

Ben: "Niçin" diye sordum.

O da; "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın dünyadan ayrıldığı hali düşünüyorum. Vallahi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ölünceye kadar bir günde iki defa buğday ekmeğinden doya doya yememiştir" dedi.

Yine İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a.):

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ölünceye kadar iki gün ard arda arpa ekmeğinden doya doya yememiştir" demiştir. Bu iki hadis sahihdir.

Yine İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a.):

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'a kavuşuncaya kadar onun ailesi efradı üç gün katıkla ekmekten karınlarını doyurmamıştır" demiştir.

Buhari ile Müslim'de rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.):

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyadan ayrılıncaya kadar kendisi ve ailesi ard arda üç gün buğday ekmeğinden doya doya yememişlerdir" demiştir.

Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, İbn-i Abbas (r.a.):

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arka arkaya bir kaç geceyi aç geçirdi de ailesi yiyecek akşam yemeğini bulamazlardı. Onların ekmekleri de ekseriye arpa ekmeği idi" demiştir.

Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah yolunda kimsenin korkutulmadığı şekilde korkutuldum. Allah yolunda kimsenin eza görmediği şekilde eza gördüm. Otuzgün ve otuz gece olmuştur ki, benim ve Bilal'in koltuğu altından bulunan az bir azıktan başka, canlı hayvanın yiyebileceği bir şeyimiz yoktu" buyurmuştur.

Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Talha (r.a.):

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a açlıktan şikayet ettik ve karnımızdan birer birer taşları çıkardık. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise mübarek karnından iki taş çıkardı" demiştir.

Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Mes'ud (r.a.):

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hasır üzerinde uyumuşlardı, uykudan kalktı, fakat hasır vücudunda iz bırakmıştı. Bunun üzerine:

"Ya Resulullah! Sizin için yatak tedarik etsek olmaz mı?" dediler.

"Benim dünya ile ne işim var. Ben dünyada bir ağaç altında gölgelenip de sonra bırakıp giden bir yolcu gibiyim" buyurdu" demiştir.

Tirmizi'den rivayet edildiğine göre, Ali (r.a.) demiştir ki:

"Bir kış günü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın evinden çıktım. Tabaklanmış bir deri alıp ortasından delip boynuma geçirdim, belimi hurma yaprağıyla bağladım. Çok açtım, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın evinde yiyecek bir şey olsaydı ondan yiyecektim. Olmayınca bir şeyler aramaya çıktım. O sırada çıkrıklı kuyusundan su çekip hayvanlarını sulayan bir Yahudinin yanından geçiyordum, duvarındaki gedikten ona baktım. Bunun üzerine Yahudi:

"Ey Arabi! ne istiyorsun? Sana (kuyudan çekeceğin) her kova başına bir hurma vereyim, razı mısın?" dedi.

Ben de: "Razıyım, kapıyı aç gireyim" dedim.

Bunun üzerine kapıyı açtı, içeri girdim. Kovasını bana verdi. Her çektiğim kova karşılığında bana bir hurma veriyordu. Nihayet avucum (hurma ile) dolunca, kovasını verip: "Bu bana yeter" dedim.

Hurmaları yedim, sonra kana kana su içtim, sonra mescide geldim.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) orada buldum."

Sa'd b. ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Allah yolunda ok atan Araplardan birincisi bulunuyorum. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın maiyetinde harbettiğim vakit, ağaç yapraklarından başka yiyecek bulamadığımız zamanlar oluyordu. Semür denilen ağaç yaprağını yediğimizden, koyun ve keçinin gibi kaza-yı hacet ederdik." (Buhari, Müslim)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gecenin bir kısmında namaz kılarken üzerindeki yün elbisenin bir kısmı kendi üzerinde bir kısmı da Aişe (r.a.)'nin üzerinde bulunurdu. Hasan-ı Basri "Bu elbisenin kıymeti altı veya yedi dirhemdi" demiştir.

İmam Ahmed'in rivayet, ettiğine göre, Ali (r.a.) demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Fatıma (r.a.)'ya çeyiz olarak bir elbise, bir kap, bir de içi lif dolu, deriden bir yastık vermişti."

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Bürde demiştir ki:

"Aişe (r.a.)'nin yanına girdim de, bize Yemen'de yapılan kalın bir peştemal ile keçelenmiş omuz örtüsü çıkardı ve:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu iki elbisenin içinde vefat etti", dedi".
 
 
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
"Şayet sabreden fakirden şükreden zengin daha üstün olsaydı, Cenab-ı Hak Resulüne ilmin artırılmasını istemesini emrettiği gibi zenginliği istemesini de emrederdi."

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisi için, ancak Allah'ın seçtiğini seçmiştir. Cenab-ı Hak ise Resulü için en üstün olanını seçmiştir. Çünkü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mahlukatın en faziletlisi ve en mükemmelidir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Rızkın en hayırlısı kula yetecek kadar olan, onu başkasına muhtaç etmeyen, onu azdırıp, Allah'dan ve ahiretten alıkoymayan rızıktır" diye haber vermiştir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu'd Derda demiştir ki;

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"her sabah güneş doğarken, güneşin iki tarafında iki melek gönderilir. Bu melekler:

"Ey insanlar Rabbinize gelin! Az ve yetecek kadar olan rızık (Allah'dan ve ahiretten) alıkoyan çok rızıktan daha hayırlıdır" diye nida ederler.

Bunların nidasını insanlarla cinlerden başka, yer yüzündeki bütün canlılar işitir. (Her akşam) güneş batarken, güneşin iki tarafında iki melek gönderilir. Bu melekler:

"Ya Rabbi! Hayır yapanın malının karşılığını ver. Hayır yapmayanın malını telef et" diye nida ederler. Bunların nidasını insanlarla cinlerden başka yeryüzündeki bütün canlılar işitir" buyurmuştur.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Sa'd b. Malik (r a ) demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Rızkın hayırlısı yetecek kadar olanıdır, zikrin hayırlısı da gizli olanıdır" diye buyurmuştur.

Bu hadis-i şerifde kalbin rızkı ile bedenin rızkının ve dünya rızkı ile ahiret rızkının arası birleştirilip, beden ile dünya rızkının en hayırlısının yetecek kadar olması ve kalp ile ahiret rızkı olan zikrin de en hayırlısının gizli yapılması olduğu haber verilmiştir.

Gizli zikir yeterliyken bu gizli zikirle yetinmeyerek, sesinin perdesini artırırsa, bu zikrin sahibinin riya yapmasından ve zikretmeyenlere karşı kibirlenmesinden korkulur.

Bedenin rızkı da yetecek miktardan fazla olursa bu rızkın sahibinin de azmasından ve çoklukla övünmesinden korkulur.
 
 
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler:
 
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyada azla yetinip zahid olanlara gıpta etmiş, zengin olanlara gıpta etmemiştir" demişlerdir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame şöyle demiştir:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Benim yanımda dostlarımın en çok imrenileni, aile efradı az olan, namazdan nasibini alan, Rabbine güzel ibadet eden, tenhada O'na itaat eden, parmakla gösterilecek şekilde insanlar arasında meşhur olmayan, rızkı yetecek kadar olup, buna sabreden kimsedir" buyurdu.

Sonra (böyle bir kimsenin ölümle dünyadan kurtulduğuna işaret ederek) elini silkeledi ve:

"bu kimsenin ölümü çabuk, ağlayanları az, bıraktığı miras da azdır" buyurdu."
 
 
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler:
 
"Allah Teala'nın mü'min kulunu dünyalıktan uzak tutması, ancak onu sevmesinden ve ona ikram etmesinden dolayıdır" demişlerdir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Mahmud b. Lebid (r.a.) demiştir ki;

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Hastalarınızın (hastalığının artmasından) korktuğunuz için onları yemekten, içmekten koruduğunuz gibi, Allah Teala da sevdiği mü'min kulunu dünya varlıklarından korur" buyurdu.
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler:
 
"Allah Teala'nın bir kimseye dünya varlıklarından bol vermesi ona bir ikram ve bir muhabbetten dolayı olmayıp ancak istidrac (azar azar helake yaklaştırmak) içindir" demişlerdir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ukbe b. Amir (r.a.) demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Günaha devam eden bir kimseye istediğini Cenab-ı Hakk'ın verdiğini gördüğümüz vakit, bunun bir istidrac (azar azar helake yaklaştırmak) için olduğunu bilin" buyurdu ve:

"Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık. Kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler" (Enam/44) mealindeki ayet-i kerimeyi okudu.
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler:
 
"Allah katında dünya değersiz olduğundan dolayı, onu dostlarından ve sevdiği kimselerden men etmiştir" demişlerdir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu'l-Ca'd demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ümmetimden öyle kimse vardır ki, birinizin kapısına gelip bir altın istese vermezsiniz, bir dirhem istese vermezsiniz, eğer Allah'dan cenneti istese muhakkak ona cenneti verir. Allah'dan dünyalık istese dünyalığı vermez. Bu kimse, Allah katında değersiz olduğundan dolayı dünyalığı ondan men etmiş değildir. İşte bu kimse, elbisesi yırtık pırtık olup, insanların kendisine önem vermediği kimsedir. Eğer şu kimse, bir şey hakkında Allah'a yemin edecek olsa, muhakkak Allah onun yeminini yerine getirir" buyurmuştur.

Bu hadis-i şerif, bu kimsenin Allah katında değersiz olduğundan dolayı dünyalık ondan men edilmiş olmayıp dünyanın Allah katında değersiz olduğundan dolayı ondan men edilmiş olduğuna delalet eder.

Bundan dolayı Allah Teala, dünyayı sevdiği kimselere de sevmediği kimselere de verir. Ahireti ise yalnız sevdiği kimselere verir.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"(Kıyamet günü) insanların makam ve mevki itibarıyla bana en yakın olanları, dünyadan az alıp çok almayanların olacağını" haber vermiştir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ebu Zer:

"Ben kıyamet günü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a makam ve mevki itibarıyla en yakınınız olacağım. Çünkü ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın:

"Kıyamet günü bana en yakın olanınız, benim kendisini dünyada bıraktığım durumda, dünyadan çıkan kimsedir" buyurduğunu işittim. Vallahi benden başka sizden hiçbir kimse yoktur ki, dünyadan bir şey almış olmasın" demiştir.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) maişeti yetecek kadar olan kimseye gıpta etmiş ve onun kurtulacağını haber vermiştir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Fadale b. Ubeyd demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Müslüman olup da yeter miktarda maişeti bulunan ve buna kanaat eden kimseye ne mutludur" buyurmuştur.

Müslim'in rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Ömer (r.a.) demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Müslüman olup yetecek kadar malı olan ve Allah'ın verdiğine kanaat eden kimse kurtulmuştur" buyurmuştur.
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabının fakirlik ve yoksulluk günlerinin, zenginlik ve bolluk günlerinden daha hayırlı olduğuna şahadet etmiştir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hasan demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ey ehli-i suffe nasılsınız?" buyurdu.

Onlar da: "iyiyiz" dediler.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bu günlerde mi iyisiniz, yoksa yemeklerin biri gelip biri gideceği, elbiselerin birini giyip birini çıkaracağınız ve evlerinizi Kabe örtüsü gibi örteceğiniz günlerde mi daha iyi olacaksınız?" diye sordu.

Onlar da: "Ya Resulullah! O günlerde daha iyi oluruz. Rabbimiz bize verir, biz de şükrederiz" dediler.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bilakis bu günlerde daha iyisiniz" buyurdu.

Bu hadisi şerif sahabenin fakirliğe sabrettikleri devirde, zenginliğe şükrettikleri devirden daha iyi olduklarını açıklamaktadır.

İmam Ahmed'in oğlu Abdullah'ın rivayet ettiğine göre, Talhatü'l-Basri demiştir ki:

"Ben Medine-i Münevvere'ye geldim Peygamberi tanımıyordum. O esnada beytülmal'den iki kişiye bir müd (832 gr.) hurma veriliyordu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize namazı kıldırınca, arkadan biri sesini yükselterek:

"Ya Resulullah! Hurma karınlarımızı yaktı. Helaya ihtiyacımız kalmadı" dedi.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'a hamdü sena ettikten sonra:

"Vallahi sizin için et ve ekmek bulsaydım, onları size yedirirdim, sizin üzerinize öyle bir zaman gelecek ki, önünüze yemeklerin biri gelip biri gidecektir, Kabe örtüsü gibi evlerinizi örteceksiniz." buyurdu.

Bunun üzerine ashab-ı kiram:

"Ya Resulullah! Biz bu günlerde mi daha iyiyiz, yoksa o günlerde mi iyi oluruz?" diye sordular.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bilakis bu günlerde siz o günlerden daha iyisiniz... Evet bu günlerde siz o günlerden daha iyisiniz. O günlerde birbirinizin boynunu vuracaksınız" buyurdu.
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
"Zenginlik bir fitneden başka bir şey değildir. Zengin olup da dininde o fitnenin tesirinden ve şerrinden kurtulan çok azdır."

Nitekim Allah Teala:

"Bilmiş olun ki, mallarınız ve evladlarınız ancak birer fitnedir" (Enfal/28) buyurmuştur.

Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ka'b b. İyaz demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın:

"Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır" buyurduğunu işittim. Tirmizi bu hadis hasendir, sahihdir demiştir.
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler:
 
"Mal cehenneme çağırır, fakirlik cennete çağırır" demişlerdir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ka'b b. Sevr'in mevlası, Sa'd b. Eymen demiştir ki:

"Bir gün Resulullah  (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına vaaz ve nasihat ederken fakirlerden bir adam gelip zenginlerden bir kimsenin yanına oturdu.

Zengin kimse ondan elbisesini topladı. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) o zengin kimseye hitap ederek:

"Ey adam! senin zenginliğinin ona geçmesinden veya onun fakirliğinin sana geçmesinden mi korktun?" buyurdu.

Zengin kimse; "Ya Resulullah zenginlik kötü müdür?" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Evet, senin zenginliğin seni ateşe davet ediyor, onun fakirliği ise onu cennete davet ediyor" buyurdu.

O zengin kimse: "Beni bundan ne kurtarır?" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bu fakire yardım edersin" buyurdu.

Zengin: "Peki yaparım" dedi.

Fakir: "Benim yardıma ihtiyacım yoktur" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Kardeşin için istiğfar ve dua et" buyurdu.
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
Hiçbir kul şükür ile zenginliğin hakkını ödeyemez.

Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Osman b. Affan demiştir k:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ademoğlunun şu hasletlerinden başkasında bir hakkı yoktur. Barınacağı ev, vücudunu örtecek elbise, yiyecek ekmek ve su koyacak bir kab" buyurmuştur. Tirmizi bu hadis hasendir, sahihdir demiştir.

Müslim'in, rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ey Ademoğlu senin fazla malını sadaka olarak vermen kendin için hayırlı, vermemen ise şerlidir. Fakat kendine yetecek kadar elinde mal bulundurduğundan dolayı muaheze olunmazsın. (Sadakaya) nafakasını verdiğinden başla. Yüksek el (veren el) alçak elden (alan elden) hayırlıdır " buyurmuştur.

Müslim'in rivayet ettiğine göre, Ebu Said-i Hudri demiştir ki:

"Günün birinde Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile seferde idik, bu esnada devesine binmiş bir adam geldi. Sağa sola bakındı, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Fazla binek hayvanı olanlar olmayana versin, fazla azığı olanlar da azığı olmayana versin" buyurdu.

Sonra Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) her çeşit malı zikretti. Bunun üzerine kimsenin fazla mal saklamaya hakkı olmadığını anlamış olduk."
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
Sabreden fakirden üstün olduğu iddia edilen şükreden zengin ile, işte bütün malının fazlasını sadaka olarak vermek suretiyle şükreden bu zengin murad edilmiştir.

Farz olan zekatı ve biraz sadaka vermek suretiyle şükreden ve geri kalan malıyla faydalanan zengine gelince nasıl olur da fakirliğinden dolayı Allah'dan razı olarak sabreden fakirden üstün olabilir.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şükredenlerin önderleri olan ashabı için, sizin fakir olmanızdan korkmuyorum, ancak zengin olmanızdan korkuyorum diye yemin etmiştir.

Buhari ile Müslim'in rivayet ettiğine göre; Bedir muharebesinde bulunan Amr b. Avf demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Ubeyde b. el Cerrah (r.a.)'ı cizye tahsili için Bahreyn'e göndermişti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Bahreyn halkıyla sulh yapmış, onlara emir olarak el-Ala b. el-Hadrami'yi göndermişti.

Ebu Ubeyde, Bahreyn'den mühim bir malla döndü. Ensar, Ebu Ubeyde'nin geldiğini duyunca, hepsi sabah namazını Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'la kılmaya geldiler. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı kılıp dönünce Ensar önüne toplandılar.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı bu halde görünce gülümseyerek, onlara:

"Öyle sanıyorum ki, Ebu Ubeyde'nin Bahreyn'den malla geldiğini işittiniz" buyurdu.

Onlar da: "Evet ya Resulullah!" dediler.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Sevininiz ve ileride kendinizi sevindirecek şeyler bekleyiniz. Vallahi bundan böyle sizin için fakirlikten korkmuyorum. Fakat sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalık kapıları açılıp birbirlerini kıskanmaları (ve din yönünden ziyan etmeleri) yüzünden onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum" buyurdu.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hasan-ı Basri demiştir ki;

Ebu Salebe el-Huşeni'ye:

"Ey ashab-i Muhammed! vadetmiş olduğunuz dünyalığınız nerede?" diye soruldu.

O da; "Burada bulunan bulunmayana müjdelesin. Kendisinden başka ibadete layık ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi dünyalık da imanı yer bitirir" diye cevap verdi.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hişam b. Hassan, Hasan-ı Basri şöyle derken işittim;

"Vallahi Cenab-ı Hak insanlardan birine dünyalık verir de o kimse bunun bir tuzak olmasından korkmazsa onun bilgisi noksan düşüncesi kıttır. Cenab-ı Hak bir kuluna dünyalığı vermez de bunun kendisi hakkında hayırlı olduğunu sanmazsa onun bilgisi noksan düşüncesi kıttır."

Buhari'nin rivayet ettiğine göre, Sehl b. Sa'd demiştir ki:

"Bir kere Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanından zengin birisi geçmişti.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bu zengin kişi hakkında ne dersiniz?" diye sordu.

Ashab-ı Kiram da:

"Bu kimse bir kadınla evlenmek isterse nikah olunmaya, birisi hakkında şefaat ve tavsiye ederse şefaati kabul edilmeye, bir görüş beyan ederse sözü dinlenmeye layık bir kimsedir" diye cevap verdiler.

Sehl b. Sa'd der ki, sonra Resulullah sükut etti.

Bu sırada müslüman fakirlerinden birisi geçti, bu defa da Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bu fakir kişi hakkında ne dersiniz?" diye sordu.

Orada bulunanlar da;

"Bu kimse bir kadınla evlenmek istese nikah olunmaya, birisi hakkında şefaat ederse şefaati kabul olunmaya, bir görüş beyan ederse sözü dinlenmeye layık bir kimse değildir" diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"O fakir yok mu o fakir, öbür zengin gibi dünya dolusu, insan olsa hepsinden hayırlıdır" buyurdu.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zenginlere müjdelemediği şeyleri sabreden fakirlere müjdelemiştir.

Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Fadale b. Übeyd (r.a.) demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı ile namaz kılarken ashab-ı suffeden açlıktan dolayı namazda duramayarak bayılıp düşenler bulunuyordu. Dışarıdan gelen bedeviler, bunlar mecnundur, derlerdi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) düşenlerin yanına vararak:

"Allah katında sizin için hazırlanan şeyleri bilseydiniz, daha ziyade muhtaç olmayı isterdiniz" buyurdu. Tirmizi bu hadis sahihdir demiştir.

Fadale demiştir ki:

"Ben o gün Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'la beraber idim. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fakirlere zenginlerden önce cennete gireceklerini müjdeledi."

Bu önce girme müddeti hakkındaki rivayetler değişiktir;

Müslim'in rivayet ettiğine göre, Ebu Abdurrahman demiştir ki;

"Ben yanında bulunduğum halde Abdullah b. Amr b. As'a üç kişi geldiler ve:

"Ey Ebu Muhammed, vallahi biz hiçbir şeye kadir değiliz, ne nafakaya, ne hayvana, ne de eşyaya" dediler.

Abdullah onlara:

"Ne istiyorsunuz? İsterseniz bize müracaat edersiniz. Biz de size Allah'ın sizi sevindireceği şeyleri veririz. İsterseniz halinizi Sultan'a anlatırız. Dilerseniz sabredersiniz. Çünkü ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı:

"Şüphesiz ki, muhacirlerin fakirleri, kıyamet gününde cennete zenginlerden kırk yıl önce gireceklerdir" buyururken işittim, dedi.

O üç kişi de: "öyleyse sabrederiz, bir şey istemeyiz" dediler.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ebu Hüreyre demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Müslümanların fakirleri cennete zenginlerinden yarım gün, yani beş yüz sene önce gireceklerdir" buyurmuştur." (Tirmizi bu hadis hasendir, sahihtir demiştir.)

Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Said demiştir ki,

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Muhacirlerin fakirleri cennete zenginlerinden beş yüz sene önce gireceklerdir." buyurmuştur." (Tirmizi bu hadis hasendir demiştir.)

Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Cabir b. Abdullah demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Ümmetimin fakirleri cennete zenginlerinden kırk yıl önce gireceklerdir" buyurmuştur." (Tirmizi bu hadis-i şerif hasendir, Abdullah b. Amr. b. As'ın hadisine muvafıktır demiştir.)

Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem),

"Yoksullar cennete zenginlerden kırk yıl önce gireceklerdir" buyurmuştur."

Fakirlerin cennete zenginlerden önce girme müddeti Cabir (r.a.), Enes (r.a.), Abdullah b. Amr (r.a.)'ın hadislerinde kırk yıl olarak bildirilmiş. Ebu Hüreyre (r.a.) ile Ebu Said (r.a.) hadislerinde ise beş yüz yıl olarak bildirilmiş. Bu hadis-i şerifler arasında tezad yoktur. Çünkü fakirlerin ve kendi aralarındaki fakirlikle zenginliklerine göre cennete önce ve sonra girmeleri arasında fark vardır. Buna göre bazı fakirler ise cennete beş yüz sene önce gireceklerdir. Hatta fakirlerin cennete önce girmeleri bu miktara bağlı olmayıp bu miktarlardan daha çok ve daha az olabilir.

Ebu Davud'un rivayet ettiğine göre Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Ümmetimden ilk önce cennete girecek olan Ebu Bekir Sıddık (r.a.)'dır."

Bilindiği üzere Ebu Bekir Sıddık ile fakir muhacir kardeşleri arasındaki cennete önce girme müddeti uzun olmayacaktır. Bu müddet, cennete ilk önce giren ile cennete en sonra giren arasında çok uzun olacaktır.

İmam Ahmed Müsned'inde rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Ömer demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Cennete ilk önce kimlerin gireceğini biliyor musunuz?" buyurdu.

Ashab-ı Kiram; "Allah Resulü daha iyi bilir" dediler.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Cennete ilk girecek olanlar muhacirlerin fakirleridir ki sıkıntılar onları öyle sarmıştı da onlar yerine getiremedikleri hacetleri kursaklarında bulunduğu halde öldüler.

Melekler; "Ey Rabbimiz! Biz senin melekleriniz, senin bekçileriniz, senin göklerinin sakinleriyiz, onları bizden önce cennete koyma" derler.

Cenab-ı Hak; "Kullarım bana hiçbir şeyi ortak koşmadılar. Sıkıntılar onları çepeçevre sarmıştı da onlardan biri yerine getiremediği haceti kursağında bulunduğu halde ölür" buyurur.

O vakit melekler her kapıdan onların yanlarına girecekler; "Sabrettiğiniz için selam size! (dünya) yurdunun sonucu (cennet) ne güzeldir." diyeceklerdir" buyurmuştur.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, İbn-i Abbas demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Dünyada iken biri zengin diğeri fakir olan iki mü'min cennet kapısında karşılaşır. Fakir cennete konulur. Zengin ise Allah'ın hapsedilmesini dilediği kadar hapsedilir, sonra cennete konulur. Fakirle karşılaşır.

Fakir ona; "Ey kardeşim! Seni hapseden nedir. Vallahi sen hapsedilince seninle buluşamayacağımdan korktum" dedi.

Zengin de; "Ey kardeşim! Senden sonra fena şekilde hapsedildim. Ben sana gelemedim. O esnada benden akan terden acı ve tuzlu ot yemiş bin deve içseydi hepsini kandırırdı dedi" buyurmuştur.

Taberani'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Hüreyre demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın;

"Mü'minlerin fakirleri cennete zenginlerden yarım gün yani beş yüz sene önce gireceklerdir" buyurdu.

Bir adam; "Ben onlardan mıyım ya Resulullah!" diye sordu,

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Sabah yersen akşam da yemek bulabiliyor musun? Akşam yersen yanında sabah yemeğin kalıyor mu" buyurdu.

O da; "Evet" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Sen onlardan değilsin" buyurdu.

Başka bir adam kalkıp:

"Ben onlardan mıyım ya Resulullah!" diye sordu.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"önceki adama söylediğimi işittin mi?" buyurdu.

O da; "Evet ama ben onun gibi değilim" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Üzerinde bulunan elbiseden başka vücudunu örtecek elbisen var mı?" buyurdu.

O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Sen de onlardan değilsin" buyurdu.

Başka bir şahıs kalkıp; "Acaba ben onlardan mıyım ya Resulullah" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"senden önceki şu adama sorduğumu işittin mi?" buyurdu.

O da; "evet" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Her ödünç almak istediğin zaman ödünç alabilir misin?" buyurdu.

O da; "Evet" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Sen de onlardan değilsin" buyurdu.

Diğer bir şahıs kalkıp; "Peki ben onlardan mıyım ya Resulullah!" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Senden öncekilere sorduğumu işittin mi?" buyurdu.

O da; "Evet" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Kazanabiliyor musun?" buyurdu.

O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Sen de onlardan değilsin" buyurdu.

Beşinci adam kalkıp; "Ben onlardan mıyım?" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Senden öncekilere sorduklarımı işittin mi?" buyurdu.

O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Rabbinden razı olarak akşamlayıp sabahlıyor musun?" buyurdu.

O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Sen onlardansın" buyurdu".

Bir hadis-i şerif de;

"Cennette mü'minlerin efendileri, sabah yerlerse akşam yemeği bulamayanlar, akşam yerlerse yanlarında sabah yemeği kalmayanlar, ödünç almak isterlerse kendilerine ödünç verilmeyenler, gerekli olan bir kat elbisesinden başka elbisesi olmayanlar, maişetlerini temin edemiyenler, Allah'dan razı olarak akşamlayıp Allah'dan razı olarak sabahlayan kimselerdir" buyrulmuştur.

Nitekim Allah Teala:

"Her kim, Allah'a ve peygamber'e itaat ederse, işte bunlar, Allah'ın nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve iyilerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştır!" (Nisa/69) buyurmuştur.

Taberani bu hadis; "Sufyanı Sevri'nin Muhammed b. Zeyd'den rivayet ettiği garip bir hadistir. Muhammed b. Zeyd, yalnız Abdülmelik'in kölesi olduğu için kendisine, "el-Abdi" denilirdi" demiştir.

Ben derim ki;

"Bu Muhammed, "el-Abdi"dir.

(Muhaddislerden bazıları bu Muhammed'in rivayet ettiği hadislere itimad etmişlerdir, diğer bazı muhaddisler ise bunun rivayet ettiği hadisleri zayıf saymışlardır. Darekutni, "bunun hadisi kuvvetli değildir" demiştir. Ebu Hatem, "Muhammed b. Zeyd hadis rivayet etmeye elverişlidir" demiştir. İbn-i Hibban, "Muhammed b. Zeyd'i hadis rivayetinde kendisine güvenilenler arasında zikretmiştir. Tirmizi ile İbn-i Mace Muhammed b. Zeyd'den hadis rivayet etmişlerdir.)

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bana ilk cennete girecek üç sınıf ile cehenneme ilk girecek üç sınıf gösterildi.

İlk cennete girecek üç sınıf;

- şehidler,

- dünyada köle olmaları kendilerini Allah'ın taat ve ibadetinden alıkoymayan köleler,

- iffetli ve çoluk çocuk sahibi olan fakirlerdir.

İlk cehenneme girecek olan üç sınıfa gelince;

- zalim hükümdarlar,

- mallarındaki Allah'ın hakkını vermeyen zenginler,

- kibirli olan fakirlerdir" buyurmuştur. (Tirmizi yalnız ilk cennete girecek üç sınıfı rivayet etmiştir.)
 


Konu Başlığı: Ynt: Sabreden Fakirlerin Üstün Olduğunu İddia Edenlerin Sözleri
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Temmuz 2010, 13:00:37
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
"Fakirlerin faziletli ve üstün olması hakkında cennet ehlinin çoğunun fakirler olacağı, cehennem ehlinin çoğunun da zenginler olacağı haberi yeterlidir."

Nitekim İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Ömer (r.a.):

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Bana cennet gösterildi, ehlinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Bana cehennem gösterildi, ehlinin çoğunun zenginler ile kadınlar olduğunu gördüm" buyurmuştur.

Buhari'nin rivayet ettiğine göre, İmran b. Husayn (r.a.);

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın huzurundan zevcesinin yanına geldi. Zevcesi ona;

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan duyduğun hadis-i şerifi bize anlat" dedi.

O da; "Duyduğum hadis yoktur" dedi.

Fakat kadın onun peşini bırakmadı veya onu kızdırdı. Bunun üzerine İmran, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın;

"Cennete baktım, ehlinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme baktım, ehlinin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm." buyurduğunu işittim" dedi.

Buhari ile Müslim'in rivayet ettiklerine göre, Üsame b. Zeyd demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Cennet kapısının önünde durdum. Baktım ki oraya girenlerin çoğu yoksullardır. Cehennem kapısı önünde durdum, bir de baktım ki, oraya girenlerin çoğu kadınlardır" buyurmuştur."

Müslim'in rivayet ettiğine göre, İbn-i Abbas (r.a.) demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) cehenneme baktı, ehlinin çoğunun kadınlar olduğunu gördü. Cennete baktı, ehlinin çoğunun fakirler olduğunu gördü."
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
Fakirliğin üstün ve faziletli olması hakkında kıyamet günü zenginlerden her birinin fakir olmayı temenni etmesi yeterlidir.

Nitekim İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki;

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Kıyamet günü hiçbir zengin ve hiçbir fakir yoktur ki dünyada kendisine verilen mal yetecek kadar verilmiş olsaydı keşke diye arzu etmesin" buyurmuştur.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Zer demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Ey Ebu Zer! Başını kaldır. Mescidde göreceğin en yüksek tabaka adama bak" buyurdu.

Ben de; "Baktım, oturmakta olan ve üzerinde hülle bulunan bir adam gördüm. Şu adam" dedim.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Ey Ebu Zer başını kaldır mescidde göreceğin en düşük tabaka adama bak" buyurdu.

Ben de; "Baktım, bir de zayıf, üzerinde yırtık pırtık elbise bulunan bir adam gördüm işte şu adam." dedim.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Ruhum yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu fakir yok mu, kıyamet günü Allah katında o yüksek sınıf adamı gibi dünya dolusu insandan daha hayırlıdır" buyurdu.
 
 
Sabreden fakirlerin üstün, olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
Bu meselede aramızı ayıracak ve hastalığımıza şifa verecek şey, kıyamet günü sabreden fakirin mükafat ve makamının Allah tarafından tam olarak verileceğidir.

Zengin şükretse bile, zenginliği sayesinde dünyada en helal yoldan yemiş olduğu nimetler kıyamet günü verilecek olan sevabından hesap edilecektir. Dünyada yetecek kadardan artan az şey, ahiretten bir çok şey eksiltecektir.

Müslim'in rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Ömer (r.a.) demiştir ki;

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Allah yolunda gaza ederek ganimet alan hiçbir ordu yoktur ki, ahirette alacakları ecirlerinin üçte ikisini peşin almış olmasınlar. Kendileri için üçte biri kalır. Ganimet almazlarsa ecirleri kendilerine tam olarak verilir" buyurmuştur.

Buhari ile Müslim'in rivayet ettiğine göre, Habbab b. Eret demiştir ki:

"Biz Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Allah'ın rızasını kastederek, (Medine'ye) hicret ettik. Artık ecir ve mükafatımız Cenab-ı Hakka vacib oldu. Yoldaşlarımızdan bu ecir ve nimetten hiçbir şey tatmadan ahirete gidenler vardır ki, Mus'ab b. Ümeyr (r.a.) bunlardan biridir.

Mus'ab Uhud günü şehid olmuştu da bir kaftan bırakmıştı. Bu şehidi ona sarmağa çalışmıştık, başını Örterken ayakları çıkıyordu, ayaklarını kapatırken başı açığa çıkıyordu. (Bu yoksulluk karşısında) Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de "izhir" (denilen kokulu ottan) koymamızı söyledi. Dostlarımızdan, kendilerine hicret semeresi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır."

Buhari ile Müslim'in rivayet ettiklerine göre, Kays b. Hazim demiştir ki;

"Biz bir hastalığında Habbab'ı ziyarete gitmiştik. Habbab (karnını) yedi yerinden dağlamıştı. (Bu ziyaretimizde) Habbab dedi ki:

"Bizden önceki arkadaşlarımız gittiler. Dünya onların (ahiret saadetinden) bir şeyleri eksiltmemişti. (çünkü dünyada darlık içinde yaşadılar, bize gelince) şüphesiz biz, (fütuhat sebebiyle) o kadar çok dünyalığa kavuştuk ki bugün onu topraktan (kaşaneler yapmaktan) başka sarf edecek bir yer bulamıyoruz! Eğer Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bizi ölüm temennisinden nehyetmemiş olsaydı, muhakkak ben ölümü temenni ederdim."

Said b. Mensur'dan, o da Muaviye'den, o da A'meş'den, o da Mücahid'den o da, İbn-i ömer'den naklen rivayet etti:

İbn-i Ömer demiştir ki;

"Bir kul ne kadar şerefli olursa olsun kendisine dünyalıktan bir şey verilirse, mutlaka Allah katındaki derecelerinden eksiltilmiş olur."

Sahih-i Buhari'de rivayet edildiğine göre, İbrahim b. Abdurrahman b. Avf demiştir ki;

"Abdurrahman (r.a.)'a orucunu açması için yemek getirildi. Abdurrahman (r.a.) dedi ki, "Mus'ab bin Umeyr (Uhud'da) şehit olmuştu. O, benden hayırlıydı. Bırakmış olduğu kaftanına sarıldı, başı örtülse ayakları açık kalıyordu, ayakları örtülse başı açık kalıyordu. Hz. Hamza (r.a.)'da (Uhud'da) şehit olmuştu. O da benden hayırlıydı, onun için de bırakmış olduğu bir kaftandan başka kefen bulunmamıştı. Sonra bize dünyadan bol verildi veya dünyadan bize verilen verildi. Dünya hayatında bütün hayırlarımızın bize acele olarak verilip, ahirete kalmamasından korktum, dedi. Sonra ağlamaya başladı, yemeği de bıraktı iftar etmedi."

Ebu Said b. el-Arabi demiştir ki;

"Bu sözler gibisini yalnız Abdurrahman b. Avf ile Habbab b. Eret söylememiş başkaları da söylemişlerdir.

Ashab-ı Kiram'ın büyükleri Cenab-ı Hak'kın kendilerine vermiş olduğu dünyalıktan korkuyorlardı. Çünkü Cenab-ı Hak'kın Resulü için seçmiş olduğu şeyin üstün ve faziletli olduğunu biliyorlardı. Zengin olmaları onlar için noksanlıktır.

Ebu Bekir (r.a.),

Osman b. Affan (r.a.),

Ömer (r.a.),

Ali (r.a.),

Ebu Ubeyde (r.a.),

Ammar b. Yasir (r.a.),

Selman (r.a.),

Abdullah b. Mesud (r.a.),

Aişe (r.a.), Ebu Haşim b. Utbe (r.a.), gibi ashabdan birçokları zenginliği iyi görmemişlerdir.

Ebu Bekîr (r.a.)'in zenginliği iyi görmediği hususunda Zeyd b. Erkam demiştir ki;

"Ebu Bekir (r.a.) ile beraberdik. Ebu Bekir (r.a.) içecek bir şey istedi. Ona bal şerbeti getirildi, kaseyi ağzına yaklaştırınca ağlamaya başladı, o kadar ağladı ki, arkadaşlarını da ağlattı. Arkadaşları sustu, o sunmadı, ağlamaya devam etti. Hatta arkadaşları onun isteğini yerine getiremediklerini sandılar. Nihayet ağlamayı kesip, göz yaşlarını silince, ona:

"Ey Allah'ın Resulü'nün halifesi! Seni ağlatan nedir?" diye sordular.

O da; "Bir gün Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraber bulunuyordum. Baktım ki, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dil ve el hareketleriyle kendisinden birini def etmeye çalışıyordu. Halbuki ben onun yanında bir kimse görmüyordum. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a;

"Kimi kovuyorsun?" diye sordum.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Bu dünya bana görünüp yaklaşmak istedi, ben de ona benden uzaklaş dedim. O, gittikten sonra geri döndü ve sen benden kurtuldunsa da senden sonra gelecekler benden kurtulamayacaklar dedi, buyurdu", demiştir.

Ebu Bekir (r.a.) ölüm hastalığında şöyle, demiştir;

"Ben sizin üzerinize halife olarak seçildim. Halbuki, sizin en hayırlınız değilim. Dünyalık ve makam, tatlı olduğu için hepinizin gözü halife olmaktaydı. Ben dünyalığın yaklaştığını görüyorum, fakat dünyalık henüz tam gelmiş değildir. Hatta siz ipekten yataklar, yastıklar ve perdeler edineceksiniz. Diken üzerinde yatmaktan acı duyduğunuz gibi yün üzerinde yatmaktan da acı duyacaksınız. İnsanları bölmek suretiyle, onları ilk sapıtanlar siz olacaksınız. Ben doğru yoldan sapmadım. Çünkü yol ya karanlık ya aydınlıktır. Vallahi sizden birinin öldürülmesi için şer'i bir cezası olmaksızın getirilip boynunun vurulması, onun dünyaya dalmasından daha hayırlıdır."

Ömer (r.a.)'in zenginliği iyi görmediğine misal:

Ona Kisra (İran)'ın hazineleri getirildiği vakit ağlamaya başladı. Abdurrahman b. Avf ona:

"Ey Emirü'l-mü'minin! Niçin ağlıyorsun? Vallahi bu gün şükür, sürür ve sevinç günüdür." dedi.

Ömer (r.a,) ona;

"dünyalık verilen hiçbir kavim yoktur ki, Cenab-ı Hak onların arasına düşmanlık ve buğz koymuş olmasın" dedi.

Ebu Sinan ed-Düeli demiştir ki;

"Bir gün Ömer (r.a.)'in yanma girdim. Onun yanında muhacirlerden bir kaç kişi bulunuyordu.

Ömer (r.a.) Irak kalesinden getirilmiş olan bir çantayı istedi. Çanta getirildi. Çantada yüzük vardı. Yüzüğü çocuğu alıp ağzına koydu. Ömer (r.a.), yüzüğü önün ağzından aldıktan sonra ağladı. Yanındakiler ona:

"Niçin ağlıyorsun? Cenab-ı Hak sana fetih nasibetti" dediler.

Bunun üzerine Ömer (r.a.);

"Resulullah'ın; "Dünyalık verilen hiç bir kimse yoktur ki, Cenab-ı Hak onların arasına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve buğz koymuş olmasın" buyurduğunu işittim. Ben bundan korkuyorum" dedi.

İran fethedilip hazinesi Ömer (r.a.)'e getirildiğinde Ömer (r.a,)'in yanında bulunanlar arasında Süraka b. Malik de vardı. Ömer (r.a.) oradan gelen bilezikleri Süraka'ya yerdi. O da bilezikleri kollarına taktı, bilezikler omuzlarına kadar ulaştı. Ömer (r.a.) Süraka'nın kollarında bilezikleri görünce:

"Allah'a hamd olsun. Kisra'nın bilezikleri Ben-i Müdlic kabilesinden bir arabi olan Süraka b. Malik'in kollarında bulunmaktadır. Allah'ım sen biliyorsun ki, Resulün kendisine mal verilmesini, onu senin yolunda ve senin kullarına sarf etmesini arzu ederdi. Fakat sen onu muhafaza etmek için malı ondan uzaklaştırdın. Allah'ım bu malın senin tarafından Ömer'e bir tuzak olmasından sana sığınıyorum" dedikten sonra:

"Kendilerine verdiğimiz mal ve çoluk çocukla, biz onların hayırlarına mı acele ediyoruz sanıyorlar? Hayır! Anlamıyorlar" (Mü'minun/55-56) ayet-i kerimesini okumuştur.

Bundan anlaşılmaktadır ki, dünyalığın bol verilmesi, ahirette verilecek olan nimetlerin bir kısmının dünyada verilmesi ve ahiret nimetlerinin daraltılmasıdır.

Cabir b. Abdullah demiştir ki;

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Uhud günü şehid olanların başında durarak;

"Ben bunların üzerine şahidim bunları kanlarıyla defnedin" buyurmuştur. (Buhari, Nesei, Ebu Davud)

Diğer bir rivayette;

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)

"Onlar gittiler, ben onlar üzerine şahadet ederim ki, onlar ecir ve dünya nimetlerinden hiç bir şey yemediler. Siz ise ecir ve dünya nimetlerinden yiyorsunuz. Benden sonra da ne yapacağınızı bilmiyorum" buyurdu. (Bu hadisi İbn-i Mübarek rivayet etmiştir)

Hasan-ı Basri'den rivayet edildiğine göre;

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ashabıyla beraber Baki'a (Medine'lilerin mezarlığı) gidip onlara;

"Eesselamü aleyküm Ya ehlel Kubur!" diye selam verdikten sonra:

"eğer siz sizden sonra onlardan Allah'ın sizi kurtarmış olduğunu bilmiş olsaydınız (Ne kadar sevinirdiniz)" dedi.

Sonra ashabına dönerek:

"Bunlar sizden daha hayırlıdır" buyurdu.

Ashabı;

"Ya Resulullah! Bunlar bizim kardeşlerimizdir. Onların müslüman olduğu gibi biz de müslüman olduk. Onların hicret ettiği gibi biz de hicret ettik. Onların cihad ettiği gibi biz de cihad ettik. Onların ecelleri gelip (ahirete) gittiler. Biz de ecellerimizi bekliyoruz. Onları bizden daha hayırlı kılan nedir?" diye sordular.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Bunlar dünyadan çıkıp gittiler. Ecir ve nimetlerinden hiç bir şey yemediler. Ben bunların üzerine şahidim. Siz ise ecir ve dünya nimetlerinden yiyorsunuz. Benden sonra da ne yapacağınızı bilmiyorum" buyurdu.

Ashabı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın bu açıklamasını işitince, düşündüler ve bu açıklamadan faydalanarak;

"Biz onlardan sonra dünyadan elde ettiklerimizle mutlaka hesaba çekileceğiz. Dünyada yediğimiz nimetler karşılığında ahiretteki ecir ve mükafatımız eksik olacaktır" dediler.

En helalinden yediler. Orta derecede harcadılar. Fazlasını tasadduk ettiler.

İbn-i Ömer demiştir ki;

"Bir kimseye dünyalık verilirse, mutlaka ahiretteki derecesi eksilir."
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
"Zenginlerin büyükleri, "Biz fakirlikte imtihan olunduk sabrettik, zenginlikle imtihan olduk sabredemedik" diye açıklamışlardır.

Bu ifadeyi söyleyenler Abdurrahman b. Avf ve diğerleridir.

Bu ifade, Mus'ab, b. Sa'd'ın babasından rivayet ettiği hadis-i şerife uygundur. Çünkü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ben sizin üzerinize fakirlik fitnesinden daha çok zenginlik fitnesinden korkuyorum, çünkü siz fakirlikle imtihan edildiniz sabrettiniz. Dünya tatlı bir yeşilliktir" buyurmuştu. (Beyhaki, Ebu Naim...)

Dediler ki;

"Burada iki doğru hüküm vardır, bunlarla sabreden fakirlerin üstün oldukları anlaşılmış olur.

Birincisi;dünyada zengin olanlar, ahirette fakir olacaklardır.

İkincisi; Buhari ile Müslim'in rivayet ettiklerine göre Ebu Zer demiştir ki;

"Bir gece çıktım bir de baktım ki Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tek başına gidiyor ve yanında hiçbir insan yok. Ben, yanında herhangi bir kimsenin gitmesini istemiyor zannettim. Bu yüzden ayın gölgesinde gitmeye başladım.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) beni görüp:

"Kimdir o?" diye seslendi.

Ben de: "Ebu Zer, Allah beni senin yolunda feda kılsın" dedim.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ey Ebu Zer, gel" buyurdu.

Onunla beraber bir müddet gittim.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bu dünyada zengin olanlar kıyamet günü fakir olacaklardır. Ancak Cenab-ı Hak bir kimseye mal verir de onu Allah yolunda sağa sola, öne, arkaya saçarak, bu mal hakkında hayırlı amelde bulunursa, o kimse kıyamet günü fakir olmayacaktır." buyurdu.
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demirlerdir ki:
 
"Şayet zenginlik fakirlikten üstün olsaydı, Allah Teala, Resul'ünü dünyada zühde ve dünyalıktan yüz çevirmeye teşvik etmezdi. Dünyalığa düşkün olanı ve dünyalığı arzu edeni yermezdi. Bilakis kulu olgunlaştıran ilim ve amel gibi faziletlerin kazanılmasına teşvik ettiği gibi dünyaya ve dünyalığı kazanmaya, dünyalıktan çok elde etmeye teşvik etmesi gerekirdi. Cenab-ı Hak'kın dünyada zühde ve dünyalıktan az edinmeye teşvik etmesi dünyada zahid olanların ve, dünyalıktan az edinenlerin üstün olmasına delalet eder."

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) haber vermiştir ki;

"Eğer dünya Allah katında sivri sineğin kanadına denk olsaydı, hiç bir kafire dünyadan bir içim su vermezdi." (Tirmizi.)

"Murdar ölmüş bir kuzu iaşesi sahiplerince nasıl değersizse, dünya da Allah katında bundan daha değersizdir." (İbn-i Mace, Hakim, Tirmizi).

"Ahiret faydası yanında, dünyanın faydası bir kimsenin parmağını denize sokup, denizden parmağına bulaşan su kadardır." (Müslim.)

"Dünya melundur. Dünya malı da melundur. Allah'ı zikretmek ve O'nun rızasına uygun şeylerle, öğretici ve öğrenci olmak müstesna." (Tirmizi.)

"Dünya müminin zindanı, kafirin cennetidir." (Müslim.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kulun dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi olmasını ve kendisini kabir ehlinden saymasını, sabaha eriştiğinde akşamı, akşama eriştiğinde de sabahı gözetmemesini emretmiştir. (Buhari.).

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyada rağbet edilen şeyleri edinmeyi yasaklamış, altın ve gümüşün kölesine yani dünyanın peşinde koşup dini vecibelerini ihmal edenlere lanet edip beddua etmiş, dünyanın yeşil ve tatlı olduğunu yani yeşilliği ile gözleri ve tatlılığı ile kalbleri çekeceğini haber vermiş, kadınlardan (eş hariç) sakınılmasını ve onlardan kaçınılmasını emrettiği gibi, dünyadan da kaçınılmasını ve sakınılmasını emretmiş. (Buhari, Müslim.)

Dünyalığa, makama, şerefe düşkün bir kimsenin dinine yaptığı zararın, bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarardan daha büyük olmadığını haber vermiştir. (Tirmizi.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinin dünyada bir yaz gününde bir ağaç altında gölgelenip de bırakıp giden bir yolcu gibi olduğunu bildirmiştir. (Tirmizi.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın bu hali gerçekte bütün dünya sakinlerinin halidir. İnsanların dünyada bir yolcu gibi olduklarını ancak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) görmüş, dünya ehli bunu görememişlerdir.

Nitekim Resulullah, oturdukları evi, tamir etmekte olanların yanına uğramış, onlara:

"Zannederim ki, ecel bundan daha süratli olsa gerektir" buyurmuştur. (Tirmizi, Ebu Davud.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hücrei saadetin kapısına asılmış bir perdenin kaldırılmasını emrederek, "Bu bana dünyayı hatırlatıyor" buyurmuş. (Müslim.).

 İnsanoğlunun barınacağı bir meskenden vücudunu örteceği bir elbiseden, belini doğrultacağı günlük yiyeceğinden baika şeyde hakkı olmadığını bildirmiştir. (Tirmizi.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ölen bir kimse ile beraber ehlinin, malının ve amelinin gideceğini, ehli ile malının kabir başından döneceğini, amelinin ise onunla beraber kalacağını haber vermiştir. (Buhari, Müslim.).

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) haksız olarak dünya malına dalan kimsenin, kıyamet günü ateşe dalacağını haber vermiştir. (Müslim.).

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabının fakir olmasından korkmadığını, ancak dünyalığın onlara verilip, bu hususda bir biriyle yarış etmelerinden, kendilerini ahiretten alıkoymasından korktuğuna dair yemin etmiştir. (Buhari, Müslim).

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ademoğlunun yiyip de yok ettiğinden, giyip de eskittiğinden ve sadaka verip de ahiret için biriktirdiğinde başka malının bulunmadığını haber vermiştir. (Müslim.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ademoğluna belini doğrultacak bir kaç lokma yeterlidir. Bununla yetinmezse, karnının üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, suya, ve üçte birini de nefsine ayırmasını haber vermiştir. (Tirmizi.)

Bu hadis-i şerifde dinin, dünyanın, bedenin ve kalbin sıhhatına yol gösterme vardır.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), zenginliğin mal çokluğundan ibaret olmadığını, asıl zenginliğin kalb zenginliği olduğunu haber vermiştir. (Buhari, Müslim.).

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah Teala'dan dünyada kendisine yetecek kadar rızık vermesini istemiştir. (Buhari, Mislim.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)müslüman olduktan sonra yeter miktarda nzık verilmiş olan kimseye gıpta etmiştir. (Tirmizi, Müslim.).

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah Teala'nın, bütün düşüncesi dünya olan kimsenin fakirliğini iki gözü arasında kılacağını, bütün işlerini dağıtacağını ve kendisine ilm-i ezelde takdir edilmiş olandan başkasının verilmeyeceğini haber vermiştir. (İbn-i Mace, Tirmizi.).

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Rabbim, Mekke vadisini altın yapıp emrime vermeyi bana teklif etti. Ben de, "Ey Rabbim! bunu istemem, bir gün tok yaşarım, bir gün aç yaşarım, aç olduğum vakit sana niyazda bulunup, seni zikrederim, tok olduğum vakit sana şükredip hamdederim" dedim" buyurdu. (Müsned-i. Ahmed, Tirmizi.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)ashabına bildirmiştir ki;

"Sizden biri can ve malından emin ve hastalıktan uzak ve günlük azığı da yanında mevcut olduğu halde sabaha çıkarsa, bütün dünya kendisine verilmiş demektir." (Tirmizi.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kulun ihtiyacından fazlasını Allah yolunda harcamasının kendisi için hayırlı olduğunu ve harcamayıp tutmasının kendisi için şerli olduğunu ve yeter miktardaki maldan dolayı muaheze edilmeyeceğini haber vermiştir. (Tirmizi.)

Resulullah, ümmetinden birinin dünyalıktan kendisinden üstün olan bir kimseye bakmasını yasaklamış, dünyalıkta kendisinden aşağı olan bir kimseye bakmasını emretmiştir. (Buharı, Müslim.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), dünyadan ancak, belalar, musibetler ve fitneler kaldığını haber vermiştir. (İbn-i Mace.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), dünyanın hali insandan helada çıkanın hali gibi olduğunu, evveli hoş ve lezzetli olsa da sonunun bu olduğunu, haber vermiştir. (İmam Ahmed, Tabarani.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah Teala'nıni hakiki kullarının dünyada nimetlenmiş olmadıklarını onların önlerinde cennet nimeti bulunduğundan, o ebedi nimetin yerine bu dünyanın fani nimetine razı olmayacaklarını haber vermiştir. (Müsned, Ahmed.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ümmetin evvelinin iman, zühd ve takvalık sayesinde kurtulacağını ve sonunun'da cimrilik ve tamah yüzünden helak olacaklarını bildirmiştir. (Tabarani.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur;

"Allah'ım hayat ancak ahiret hayatıdır." (Buharı, Müslim.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir insanın hastasını yemek içmekten koruduğu gibi, Allah Teala'nın da bir kulu sevdiği vakit onu dünyadan koruyacağını haber vermiştir. (Tirmizi.)

Osman b. Maz'un öldüğü vakit Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun yanına girip, eğilip onu öptü ve:

"Ey Osman! Allah sana rahmet etsin, sen dünyadan bir şey almadın dünya da senden birşey almadı" buyurdu. (Taberani.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Dünyada zühd ve takvalık, kalbi ve bedeni rahatlatır. Dünyaya rağbet ise, keder ve üzüntüye sevkeder." (Müsned-i Ahmed, Beyhaki.).

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"üzüntüsü yalnız âhiret olan kimsenin diğer üzüntülerine Allah kafidir, dünya işleri hakkında üzüntüsü çeşitli olan kimse dünya vadilerinden hangisinde helak olursa olsun, Allah Teala ona aldırmaz, buyurmuştur." (Taberani, Tirmizi, İbn-i Mace.)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) haber vermiştir ki:

"Dünyada en çok zevk-ü sefa süren ve cehennemliklerden olan biri kıyamet günü getirilir de cehenneme bir kerre daldırılır, sonra da, "Ey Ademoğlu sen hayatında iyi bir gün geçirdin mi? Hiç refahlı bir hayat gördün mü?" diye sorulur. "Vallahi görmedim, Ya Rabbi!" cevabını verir. Sonra dünyada en fazla şiddet ve belaya uğrayan cennetliklerden biri getirilir ve cennete bir kere daldırılır. Sonra buna da, "Ey Ademoğlu sen hayatında hiç sıkıntıya uğradın mı? Hiç bela gördün mü?" diye sorulur. "Hayır vallahi hiçbir belaya uğramadım. Hiçbir sıkıntı da görmedim" der." (Müslim.)

İmam Ahmed'in, Zühd bahsinde rivayet ettiğine göre, Vehb b. Münebbih demiştir ki;

"Allah Teala, Musa ile Harun aleyhimesselamı Firavn'a gönderdiği vakit onlara:

"Onun ziyneti ve faydalandığı şeyler sizi şaşırtmasın. Bunlara göz dikmeyin, çünkü bunlar dünya hayatının debdebesi olup, azmış olanların ziynetidir. İstesem size, Firavn'ı aciz bırakacak bir süs ve ziynet verirdim, fakat ben sizi bu dünyanın nimetinden uzak tutarım ve size bu bolluğu vermem, hatta bütün dostlarıma aynı muameleyi yaparım. Dostlarım için eskiden beri bu yolu seçtim.

Şefkatli bir çobanın koyunlarını tehlikeli otlaklardan koruduğu gibi, ben de dostlarımı dünyalıktan korurum.

Şefkatli bir çobanın develerini tehlikeli yerlerde yatırmaktan uzaklaştırdığı gibi, ben de dostlarımı dünya nimetlerinden uzaklaştırırım.

Dostlarımı dünya nimetlerinden Uzaklaştırmamın sebebi, onların benim katımda değersiz olduklarından dolayı olmayıp, bilakis dünya, nefis ve heva onları azdırmasın da ahirette benim ikram ve ihsanım olan nasiblerini tam olarak almaları içindir.

Bilmiş ol ki, dünyada kullarım benim için zühd (her türlü zevke karşı koyarak kendini ibadete verme) den daha güzel bir süsle süslenmemişlerdir. Zühd, muttakilerin ziynetidir. Müttakilerin tanınacakları elbiseleri, huzur, sükûnet, Allah korkusu, tevazu, takvalık ve huşudur. Yani muttakiler bunlarla süslenirler. Simaları secde eserinden yüzlerindendir. (Bu bir nurdur ki, kıyamette de bununla tanınacaklardır) işte bunlar hakkıyla benim dostlarımdır. Bu gibilere uğradığın vakit onlara şefkat kanatlarını ser, kalp ve dilinle onlara karşı yumuşak ve mütavazi ol" buyurmuştur.

Yine İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Vehb b. Münebbih şöyle anlatıyor:

"Havariler, İsa aleyhisselam'a:

"Ya İsa (a.s.) kıyamette kendilerine hiçbir korku ve üzüntü erişmeyecek olan Allah dostlarının vasıfları nelerdir, bize anlat?" dediler.

İsa (a.s.):

"İnsanlar dünyanın dış yüzüne bakarken, Allah dostları ise dünyanın iç yüzüne bakmışlardır. İnsanlar dünyada peşin alacakları şeylere bakarken Allah dostları dünyanın veresiyesine (ahirette alacaklarına) bakmışlardır.

Allah dostları kalplerini öldürmesinden korktukları dünyalıkları öldürmüşlerdir ve kendilerini terk edeceğini bildikleri dünyalığı terketmişlerdir. Dünyalıktan çok az şey edinmişlerdir.

Allah dostlarının zikri dünyayı bırakmak olmuştur, dünyadan elde ettiklerine sevinme yerine üzülmüşlerdir.

Dünyayı almak için onlara karşı çıkanlara dünyayı bırakmışlardır, haksız olarak dünyada yükselmek isteyenleri alçaltmışlardır, dünyadan eskiyenleri yenilemedikleri gibi dünyayı aralarında harap edip onu tamir etmemişlerdir.

Bir daha diriltmemek üzere dünyayı kalplerinde öldürmüşlerdir, dünyayı yıkıp onun yerine ahireti yapmışlardır.

Dünyayı satıp onun yerine baki ve ebedi olan ahireti satın almışlardır, dünyayı bırakıp bu yüzden sevinmişlerdir.

Dünya ehlinin yerde serilmiş ve kendilerine işkence yapılmış olduğunu bu yüzden devamlı ölümü hatırlamışlardır.

Hayat hatıralarını öldürüp Allah'ı ve Allah'ın zikrini sevmişlerdir. Allah'ın zikriyle kendileri aydınlanıp, etraflarını aydınlatmışlardır, onlara ait şaşılacak haber olduğu, gibi onların yanında da eskilere ait şaşılacak haberler vardır.

Allah'ın kitabı onlarla kaim olup, onlar da Allah'ın kitabıyla kaim olmuşlardır, Kitab onları anlatmıştır, onlar da kitabı anlatmışlardır, kitap onlar sayesinde öğrenilmiştir, onlar da kitabla amel etmişlerdir.

Elde etmiş oldukları şeyleri kendilerinden görmeyip, onları Allah'ın bir lutfu ve ihsanı olarak görmüşlerdir. Allah'ın rahmetini umud ederken azabından da emin olmamışlardır. Allah'ın azabından korkarken rahmetinden de umudlarmı kesmemişlerdir." buyurdu.

Süleyman b. El-Mugire'den o da Sabit'den naklen rivayet etti. Sabit demiştir ki:

"İsa aleyhisselam'a;

"Ya Resulullah ihtiyacın için bineceğin bir merkeb edinseniz olmaz mı?" diye sorulduğunda,

İsa aleyhisselam;

"Allah beni sever, bundan dolayı beni merkeb hizmetçisi yapmaz" diye cevap verdi.

Ve İsa aleyhisselam şöyle devam etti:

"Hazinelerinizi Allah yolunda tasadduk edin. Çünkü kişinin kalbi, hazinesinin yanındadır. Dünyalığın fazlasından sakının, çünkü dünyalığın fazlası, Allah katında azabdır. Ey İsrajloğulları! Evlerinizi misafirlerin evleri gibi yapın, bu alemde sizin için ev yoktur, çünkü siz yolcusunuz."

İsa (a.s.):

"Ey havariler cemaatı hanginiz deniz dalgası üzerinde ev yapabilir?" dedi.

Onlarda: "Ya Resulullah! Deniz dalgası üzerinde ev yapmaya kimin gücü yeter, kimse bunu yapamaz" dediler.

İsa Aleyhisselam:

"Dünyadan sakının, bunu devamlı bir mesken edinmeyin, cennete girmek isteyen kimsenin, buğday ekmeği yemesi, tatlı su içmesi, köpeklerle beraber çöplüklerde uyuması bile çoktur" dedi.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hayseme demiştir ki;

"İsa aleyhisselam;

"Zengin cennete giremez. Dünyanın tatlılığı ahiretin acılığı, dünyanın acılığı ahiretin tatlılığıdır.

Ey İsrailoğulları! Dünyaya önem vermeyin ki dünya sizin yanınızda kolay olsun. Dünyayı hakir görün ki ahiret sizin yanınızda şerefli olsun. Dünyaya ikram etmeyin ki ahiret sizin yanınızda kolay olsun. Çünkü dünya ikram edilmeye layık değildir. Dünya her gün insanları fitneye ve hüsrana çağırır." dedi.

Hasan-ı Basri demiştir ki:

"Dünyayı hakir görün, vallahi dünyanın en mutlu zamanı hakir görüldüğü zamandır. Vallahi güneşin doğduğuna ehemmiyet vermiyorum."

Ebu Abdullah demiştir ki;

"Dünya Allah katında ne kadar değersizdir. Dünyanın aza faydalı, çoğu zararlıdır."
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
Selef-i salihinden:

"Dünya sevgisi, bütün hataların başıdır ve aslıdır" diye tevatür yoluyla nakledilmiştir.

Bu ifadenin hadis-i şerif olduğu rivayet edilmiş ise de, hadis olduğu sabit değildir. Fakat bu ifade, İsa aleyhisselam'dan rivayet edilmiştir. İsa aleyhisselam demiştir ki:

"Hatanın başı dünya sevgisidir, kadınlar şeytanın tuzağı, içki ise bütün kötülükleri toplayıcıdır."

İmam Ahmed'in rivayet ettiğinee göre, Süfyan demiştir ki;

"İsa Aleyhisselam:

"Dünya sevgisi bütün hataların aslıdır, malda bir çok hastalıklar vardır" dedi.

Ona; "Malın hastalığı nedir?" diye sordular.

O da; "Mal sahibi böbürlenmekten ve kibirlenmekten kurtulamaz" dedi.

"Bunlardan kurtulursa" dediler,

O da; "Malla uğraşmak onu Allah'ın zikrinden alıkoyar" dedi.
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
 
"Dünya sevgisinin bütün kötülüklerin başı olduğu tecrübe ve müşahadeyle bilinmektedir. Çünkü dünya sevgisi görünür görünmez kötülüğe çağırır. Bilhassa bir çok kötülüklerin işlenmesi dünya sevgisine bağlıdır. Çünkü dünya sevgisi aşığını sarhoş eder de kötülüğü ve kötülüğün çirkinliğini ve kötülükten uzaklaşmayı bilmez.

Dünya sevgisi, aşığını önce dinde şüpheli olanlara, sonra mekruh olanlara, sonra da, -Allah'a sığınırız- küfre düşürür. Hatta bütün ümmetleri, peygamberlerini yalanlamaya, küfre ve helake sevkeden ancak dünya sevgisidir.

Peygamberler ümmetlerini şirk ve günahlarla kazandıkları dünyalıktan yasaklayınca, dünya sevgisi onları peygamberlerine karşı gelmeye ve onları yalanlamaya sevketmiştir.

Bu alemde bütün kötülüklerin kaynağı dünya sevgisidir. İblisin günahını unutma, onun günahının sebebi makam sevgisidir ki makam sevgisi dünya sevgisinden daha kötüdür.

Makam sevgisi yüzünden Firavun, Haman ve orduları, Ebu Cehil ve kavmi ve Yahudiler kafir oldular.

Dünya ve makamı sevenler cehennemi dolduracaklardır. Dünyada zühd ve takva sahipleri cenneti dolduracaklardır.

Dünya sevgisiyle sarhoşluk, içki sarhoşluğundan daha fenadır. Dünya sevgisiyle sarhoş olan ancak kabrin karanlığında ayılır. Şayet dünyada onun gözünden perde açılsaydı, bu sarhoşluktaki kötülükleri elbette bilecekti. Dünya, akıllan en büyük sihirle sihirler."

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Malik b. Dinar demiştir ki;

"En büyük sihirbaz olan dünyadan korkun, çünkü dünya kalpleri sihirler."

Yahya b. Muaz er-Razi demiştir ki:

"Dünya şeytanın şarabıdır, ondan her kim içerse ölüler ordusunda ve hüsrana uğramışlar arasında pişman olarak ayılır."

Dünya sevgisinin en azı, Allah'ı ve Allah'ın zikrini sevmekten alıkoymasıdır. Bir kimseyi malı Allah'ın zikrinden alıkoyarsa, o kimse hüsrana uğrayanlardandır. Allah'ın zikrinden uzaklaşan kalbe şeytan yerleşir onu istediği tarafa çeker. Şeytan şerri çok iyi bildiği için kalbiyle dünyaya tapan kimseyi hayır amellerinden bazılarını yapmaya razı ederek o kimseye bu amellerinde hayır yaptığını zannettirir. Halbuki o kimsenin kalbi dünyaya tapmaktadır. Kalbi dünyaya tapan bir kimse ise, iyi amelleri nasıl yapabilir?

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), kalbiyle dünyaya tapana lanet ve beddua ederek;

"Altın ve gümüşün kölelerine lanet olsun, altının kölesi de helak olsun, gümüşün kölesi de helak olsun. Bunlar (dünyalık) verilirse razı olurlar, verilmezse kızarlar" buyurmuştur.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bu hadis-i şerifiyle, dünyanın kulu ve kölesi olanları açıklamaktadır.

Dünya, Resulullah'ın karşısına çıkıp kendisini kabul etmesini istemiş, fakat Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onu iki eliyle itip geri çevirmiştir. Sonra dünya ashab-ı Kiramın karşısına çıkıp kendisini kabul etmelerini istemiş, onlardan bir kısmı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yolunu tutup onu kabul etmemişlerdir, ama bunlar çok azdır.

Diğer kısmı ise ona:

"Sende ne var?" diye sormuşlar;

"Bende helal, şüpheli, mekruh ve haram vardır" diye cevap vermiş.

Onlar da; "Helalini getir, ondan başkasına ihtiyacımız yoktur" deyip helalini almışlardır.

Sonra dünya, ashab-ı kiramdan sonra gelenlerin karşısına çıkıp, kendisini kabul etmelerini istemiş, onlar da helalini istemişler bulamamışlar, mekruh ve şüpheli olanları almışlar.

Dünya onlardan sonra gelenlerin karşısına çıkıp kendisini kabul etmelerini istemiş, onlar da helalini istemişler bulamamışlar, mekruh ve şüpheli olanları aramışlar bulamamışlar dünya onlara;

"Bunları sizden önce gelenler aldılar" demiş.

Onlar da; "Haram olanları getir" deyip onu almışlardır.

Dünya bunlardan sonra gelenlerin karşısına çıkıp kendisini kabul etmelerini istemiş, onlar da dünyadan haram olanları istemişler, dünya onlara;

"Haram, zalimlerin ellerindedir, zalimler haramı kendilerine tahsis ettiler" demiş;

onlar da haramı almak için çareler aramışlar. Fakat bir facir haramdan bir şey almak için elini uzattığında o haram şeyi kendisinden önce daha kuvvetli ve daha facir birinin almış olduğunu görmüştür. Halbuki dünyadaki bütün insanlar misafirdirler, ellerindekiler de emanettir.

Nitekim İbn-i Mes'ud demiştir ki:

"Dünyada bulunan her fert misafirdir, malı da emanettir. Misafir gider emanet kalır."