Konu Başlığı: Sabra Zıd Olan, Onu Bozan ve Yeren İşler Gönderen: Zehibe üzerinde 16 Temmuz 2010, 19:10:20 بســـم الله الرحمن الرحيم Sabra Zıd Olan, Onu Bozan ve Yeren İşler "Sabır": Allah'dan başkasına şikayet etmekten dili, kızmaktan kalbi, yüze ve dile vurmaktan ve elbiseleri yırtmaktan elleri men etmekten ibaret olunca, kul başına gelen bir musibeti bir kimseye şikayet ederse sabrını bozmuş olur. Buna göre kul, Rabbini, kendi gibi bir mahluka şikayet ederse, derdine şifa verecek olan Allah Teala'yı, derdine şifa veremeyecek olan aciz bir kimseye şikayet etmiş olur. Musibetin Allah'a şikayet edilmesi sabrı bozmaz. Nitekim Yakub aleyhisselam: "Benim yapacağım iş, güzel bir sabırdır" demekle beraber: "Ben gam ve kederimi Allah'a şikayet ederim" demişti. Başına bir bela ve musibet gelen kimsenin, kendisine yol göstermesi veya yardım etmesi veya ihtiyacını gidermesi için bir şahsa halini bildirmesi de sabrına zarar vermez. Hasta bir kimsenin, hastalığını doktora bildirmesi, mazlumun kendisine yardım edecek olana halini anlatması, bir belaya uğramış bir kimsenin, Allah'ın inayetiyle bu beladan bir şahsın eliyle kurtulacağını umud etmesi halinde o şahsa bu derdini söylemesi caizdir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ziyaret için bir hastanın yanına girdiğinde onun halini sorar ve kendini nasıl buluyorsun derdi. (Nesei, Tirmizi, İbn-i Mace). Resulullah'ın hastanın halini sorması onun halini öğrenmek içindi. Hastanın inlemesi, sabrına zarar verir mi? Bu hususda İmam Ahmed'den iki rivayet vardır. Ebu'l Hüseyn dedi ki: "Doğru olan rivayete göre, hastanın inlemesi mekruhdur. Çünkü Tavus hastalıkda inlemeyi mekruh görmüştür." Mücahid dedi ki: "Ademoğlunun defterine her şey yazılır, hatta hastalığındaki inlemesi bile." Bu alimler: "Hastanın inlemesi haliyle şikayet sayılır, bu şikayet sabrı bozar" demişlerdir. İmam Ahmed'in oğlu Abdullah dedi ki: "Babam ölüm hastalığında, bana: "Abdullah b. İdris'in kitabı ile Ehadis-i Leys b. Ebu Süleym'i okumamı söyledi." Bu esnada babam dedi ki: "Ben Talha'ya "Tavus hastalıkda inlemeyi mekruh görürdü" dedim. Bunun üzerine Talha'dan ölünceye kadar inleme işitilmemiştir. Abdullah dedi ki: "Ben de babamın bu hastalığında ölünceye kadar inlediğini işitmedim." İmam Ahmed'in ikinci rivayetine göre, hastanın inlemesi mekruh değildir. Buna göre, hastanın inlemesi sabrına zarar vermez. İmam Ahmed'e: "Hastanın çektiği acıyı şikayet etmesi hakkında. Resulullah'dan bir şey biliyor musun?" diye soruldu. O da: "Evet. Aişe (r.a.) bir kerre şiddetli baş ağrısına tutularak "ah başım! ölüyorum!" demişti. Bunu işiten Resulullah sükut buyurmuştur" dedi. Muhammed b. Nasr Mervezi: "Ben Ebu Abdullah hasta iken yanına ziyaret için girdim. Halini sordum. Bana gece ne çektiğini anlattı" demiştir. Netice olarak inleme iki kısımdır, Birinci kısım: şikayet şeklinde olan inlemedir ki, mekruhdur. İkinci kısım: rahatlamak, sıkıntısını gidermek için olan inlemektir ki, mekruh değildir. Doğrusunu Allah bilir. Bir eserde: "Hasta elhamdülillah dedikten sonra halini anlatırsa şikayet olmaz" diye rivayet edilmiştir. Şakik-i Belhî: "Başına bir musibet gelen kimse, Allah'dan başkasına şikayet ederse, kalbinde Allah için yapmış olduğu ibadet ve taatın ebedi lezzetini bulamaz" demiştir. Şikayet iki nevidir. Birincisi: dil ile olan şikayettir. İkincisi: hal ile olan şikayettir. Hal ile olan şikayet, dil ile olan şikayetten daha açıktır. Bundan dolayı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine nimet verilmiş olan kimsenin Allah'ın vermiş olduğu nimetini üzerinde göstermesini buyurmuştur. (Tirmizi) Hali iyi olduğu halde halim iyi değildir diyerek başkalarına Rabbini şikayet eden kimse Allah katında mahlukatın en buğuzlusudur. Kabü'l Ahbar: "Sübhatü'l-hadis" güzel amellerdendir, "Et-Tahzif" de kötü amellerdendir dedi. Kabü'l Ahbar'a: "Sübhatü'l-hadis nedir?" diye soruldu. O da: "Konuşma arasında "Sübhanallahi ve bihamdihi" demektir diye cevap verdi. Sonra, "Et-tahzif nedir?" diye soruldu. O da: "Halleri iyi olduğu halde sorulduğunda halimiz çok kötü diyenlerdir" diye cevap verdi. Musibet zamanında elbiseleri yırtmak, yüze tokat vurmak, elleri çırpmak, saç yolmak, vaveyla koparmak sabrı bozan şeylerdendir. Bundan dolayı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) musibet zamanında feryad edenden, saçını yolandan, elbiselerini yırtandan berî ve uzak olduğunu bildirmiştir. (Müslim, Ebu Davud) Fakat sessiz ağlamak ve üzülmek sabrı bozmaz. Nitekim Allah Teala, Yakub aleyhisselam'ın halini haber vererek: "(Yakub'un) kederinden gözlerine ak düştü, artık gamım yutkunup duruyordu." (Yusuf/84) buyurmuştur. Katade: bu ayet-i kerimenin tefsirinde; "Yakub aleyhisselam derdini içine atıyor, öfkesini tutuyor, gamını yutuyordu. Hayırdan başka bir şey söylemiyordu" demiştir. İbn-i Abbas demiştir ki: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Eğer ağlamak gözden, kalpden gelirse o Allah'ın rahmetinin akan eseridir. Eğer dilden elden gelirse (dil bağırır, eller yaka paça yırtarsa) bu da şeytandandır." buyurmuştur. (Müsned-i Ahmed) Hassan b. Ebu Cebele demiştir ki: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir kimse (başına gelen musibeti başkalarına) yayarsa, sabretmiş olmaz" buyurmuştur. Halid b. Ebu Osman dedi ki: "Ölen oğlum için taziyeye gelen Said b. Cübeyr beni, başım örtülü gördü. Başımdan örtüyü alıp: "Miskinlik sızlanmaktandır" dedi." Bekir b. Abdullah el-Müzeni: "Musibetten sonra evde oturmak miskinlik (sabırsızlık)'dır" demiştir. Ubeyd b. Umeyr: "Homurdanmak gözün yaş dökmesi, kalbin mahzun olması değildir, fakat homurdanmak kötü söz söylemek ve fena zanda bulunmaktır." demiştir. Basra kadılarından birinin oğlu ölünce, babasını taziyeye gelen alimler ve fakihler toplanıp aralarında: "Bir insanın homurdandığı veya sabrettiği nasıl bilinir?" diye mütalaa ettiler ve sonunda: "Başına musibet gelen bir kimse, musibet gelmeden önce yapmış olduğu herhangi bir şeyi bırakırsa homurdanmış olur" diye ittifak ettiler. Hasan b. Abdülaziz el-Harvezi şöyle dedi: "Benim çok sevdiğim bir oğlum öldü. Anasına: "Allah'dan kork ve sevabını yalnız Allah'dan umarak sabret" dedim. O da: "Böyle büyük bir musibetin sevabını homurdanıp uflamakla kaybedecek kadar düşüncesiz değilim" dedi. Abdullah b. Mübarek dedi ki: "Yezid b. Yezid namaz kılarken yanına bir kimse geldi. Yezid'in oğlu can çekişiyordu. Gelen kimse: "Ey Yezid, sen namaz kılıyorsun, oğlun ise ölmek üzeredir" dedi. Yezid: "Devamlı bir ameli yapan bir adamın başına bir musibet geldiğinde o ameli bir kerre olsun terk etmesi amelinde noksanlık olduğu anlamına gelir" dedi. Sabit dedi ki: "Mutarrıf b. Abdullah'ın başına bir musibet gelmişti. Onu güzel şekilde giyinmiş ve güzel koku sürünmüş halde gördüm. Ona bu halini beğenmediğimi söyledim. O da: "Ey Sabit sen bana şeytana boyun bükmemi ve şeytana başıma bir kötülüğün geldiğini göstermemi emrediyorsun. Ey Sabit vallahi bütün dünya benim olsa, sonra Cenab-ı Hak onu benden alıp, kıyamette onun yerine bana bir içim su verse bu bir içim suyu dünyaya değişmem" dedi. Başa gelen musibetin açıklanması ve söylenmesi sabrı bozar. Musibetin gözlenmesi ise sabrın başıdır. İbn-i Ömer'den rivayet edildiğine göre: İbn-i Ömer demiştir ki: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Musibetleri ve hastalıkları ve sadakayı gizlemek iyiliklerdendir. Musibeti yayan kimse sabretmemiş olur" buyurmuştur. Hasan-ı Basri'den merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifde de: "Musibetleri gizlemek iyiliklerdendir, musibeti yayan kimse sabretmemiş olur." buyrulmuştur. Ata b. Rebah'ın bir gözüne perde inmiş de yirmi sene çoluk çocuğu bunun farkına varmamış, ancak bir oğlu, bir gün babasının görmeyen gözü tarafından geldiğinde babasının bir gözünün görmediğini farketmişti. Davud-i Tai'nin yanına bir adam girmiş onu döşeğinde titrerken görünce şaşırmış ve "innalillah ve innaileyhi raciun" demiş. Davud ona: "Bu gördüğünü hiç kimseye söyleme lütfen, bundan önce de dört ay yatmıştım, bunu hiç bir kimse bilmemiştir" dedi. Mugire dedi ki; "Ahnef, amcasına dişinin ağrıdığını tekrar tekrar söylemiş, amcası da; "Bana ne tekrar edip duruyorsun be adam, benim gözümün biri kırk seneden beri görmüyor da hiç kimseye şikayet etmedim" dedi. Sabrın zıddı, " Hela' " dır. Yani; musibet geldiği zaman sızlanmak ve nimet verildiği zaman ise nimeti men etmektir. Nitekim Allah Teala; "Gerçekten insan cimri ve haris yaratılmıştır, kendisine bir zarar dokundu mu feryadı basar. Kendisine hayır dokununca cimrileşir" (Mearic/19-21) buyurmuştur. Bu tefsir ayetin nazmında bulunan " helu' " kelimesinin tefsiridir Cevheri; " Hela' ", "aşırı sızlanmaktır" demiştir. Bir hadis-i şerifde; "Kulda bulunan ahlakların en kötüleri aşırı cimrilik ile aşırı korkaklıktır" buyrulmuştur. Basiret sahipleri demişlerdir ki; "Cenab-ı Hak'kın rahmeti, ilmi, affı, setri (günahları ve kötülükleri örtmesi) sonsuz olduğu gibi sabrı da sonsuzdur. Çünkü Allah'ın azameti, kudreti, izzeti ve celali karşısında, kafirlerin, müşriklerin, facirlerin Allah'ın kemaline, isimlerine, sıfatlarına dil uzattıkları, Allah'a çocuk nisbet etmek gibi en çirkin şeyleri isnad ettikleri, Allah'ın ayetlerini ve peygamberlerini yalanladıkları ve peygamberlere küfredip, eza ve cefa ettikleri, Allah dostlarını yaktıkları, öldürdükleri, ihanet ve tahkir ettikleri halde Cenab-ı Hak'kın sabredip, bunların cezalarını ahirete tehir etmesi sabırların en büyüklerindendir. Zira bunların yaptıkları bu çirkin işlerden, iftiralardan, batıl iddialardan ve günahlardan nerde ise gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp çökecektir, bunlara ancak kendisinden daha sabırlı hiçbir fert bulunmayan ve "es-sabur" sıfatıyla muttasıf olan Allah Teala, sabreder. Allah Teala'nın sabrı ile hilmini ve bunlar arasındaki farkı bilmek isterseniz, aşağıdaki zikredilecek ayet-i kerimeler üzerinde düşününüz. "Hiç şüphe yok ki, gökleri ve yeri zeval olmaktan Allah tutuyor. Andolsun! Zeval bulurlarsa, onları O'ndan başka kimse tutamaz- Gerçekten O, halimdir, bağışlayıcıdır." (Fatır/41), "Yahudilerle, Hıristiyanlar; 'Rahman (olan Allah) çocuk edindi' dediler. Yemin olsun ki, siz çok çirkin bir şey ortaya attınız. Rahman'a çocuk isnad ettiler diye, az daha gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp çökecekti." (Meryem/ 88-91) "Gerçekten onlar, hilelerini kurdular. Allah katında da onlara tuzak var. İsterse onların hileleri dağları yerinden oynatacak olsun!" (İbrahim/46). Allah Teala, hilminin ve mağfiretinin göklerin ve yerin yok olup gitmesine engel olduklarını bildirmektedir. Hilim ile yerlerin ve göklerin yok olup gitmesini tutmak sabrın ta kendisidir. Cenab-ı Hak, hilmiyle düşmanlarına acele olarak ceza vermekten sabreder. Bu ayet-i kerimelerde de yerlerin ve göklerin insanların yaptıkları çok çirkin şeylerden dolayı yok olmak için Allah'dan izin istediklerine fakat Cenab-ı Hak'kın onları hilmiyle ve mağfiretiyle tutmuş olduğuna işaret vardır. İşte Cenab-ı Hak'kın bu sıfatlarla yerleri gökleri tutması kafirlerden, mücrimlerden, facirlerden ve asilerden azabı ve cezayı hapsetmesidir, ki, bu hapis de sabrın hakikatidir. Yerle gökleri tutmanın kaynağı hilim sıfatıdır. Yer ile gökleri tutmak ise, sabrın ta kendisidir ki, bu da cezayı ve azabı hapsetmektir. Buna göre, azab ve cezayı hapsetmek ile bu hapsin meydana geldiği kaynağı aarsında büyük bir fark vardır. Düşününüz.! İmam Ahmed'in Müsned'inde merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifde; "Hiçbir gün yoktur ki, deniz bütün insanları batırmak için Rabbinden izin istemiş olmasın" buyrulmuştur. Her şeyi batırmak, suyun tabiatı gereğidir. Çünkü su küresi, tabiatı itibarıyla toprak küresini batırmak ister, fakat Cenab-ı Hak, kudretiyle, hilmiyle ve sabrıyla su küresini tutar. Cenab-ı Hak'kın azameti, celâli, ikram ve ihsanı karşısında kafirlerin, müşriklerin ve facirlerin yaptıkları kötü şeyler dağların yıkılmasını, göklerin çatlamasını gerektirir. Fakat Cenab-ı Hak, bu kötü ve çirkin amellerin karşısında seveceği, razı olacağı ve mükemmel surette sevineceği iyi ve güzel ameller kılmıştır. Cenab-ı Hak alemin yok olup harap olmasına sebep olacak olan kötü ve çirkin amelleri, iyi ve güzel ameller sebebiyle def edip, giderir. Çünkü Cenab-ı Hak'kın iyiliklerle kötülükleri def etmesi rahmetinin gazabına üstün olmasının ve rahmetinin gazabını geçmiş olmasının eserlerindendir. Allah'ın rahmeti gazabına üstün geldiği gibi, rahmetinin eseri de gazabının eserine üstün gelmiştir. Bundan dolayı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın gazab sıfatından, rıza sıfatına ve cezasından affına sığınmıştır. Sonra Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bunları Allah'ın zatında toplayıp: "Allah'ım senin gazabından rızana ,sığınırım. Senin cezandan affına sığınırım, Senden sana sığınırım" diye dua ederdi. (Müslim, Ebu Davud, Nesei) Çünkü kendisinden sığınılan şeyler de Allah'ın dilemesiyle, yaratmasıyla, izniyle ve hükmüyle meydana gelmiştir. Sebep de Allah'tan müsebbib de Allah'dandır. Canları, bedenleri harekete getiren, onlara tesir, kuvvet veren, onları yaratan, onları hazırlayan, onları geliştiren, onları dilediği şeyler üzerine musallat kılan, onları dilediği zaman tutan, onlar ile kuvvetleri ve kuvvetlerin tesiri arasına giren Cenab-ı Hak'dır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın; "Allah'ım senden sana sığınırım" ifadesinin altına; "Allah'ın birliğine inanma, Allah'dan başkasını düşünmeme, yalnız Allah'a güvenme, yalnız Allah'dan yardım dileme, yalnız Allah'ın azabından korkup, rahmetini umud etme, zararı giderenin, fayda verenin Allah olduğuna ve zararın dokunması da Allah'ın dilemesiyle, zararın gitmesi de Allah'ın dilemesiyle olduğuna inanma, yoktan yaratanın da ve tekrar diriltecek olanın da Allah olduğuna inanma, bela ve musibeti yaratanın da ve bunlara sabretmeyi yaratanın da Allah olduğuna inanma" girer. Allah Teala'yı, insanların günahları, küfürleri, şirkleri ve zulümleri gazablandırınca, O'nu meleklerinin ve mü'min kullarının tesbihleri, hamd-ü senaları, ibadet ve taatları razı eder. Bundan dolayı Cenab-ı Hak'kın gazabından rızasına sığınılır. Abdullah b. Mes'ud (r.a.) demiştir ki: "Rabbiniz katında gece ve gündüz yoktur. Gökleri ve yeri aydınlatan O'dur. Onun yanında sizin günlerinizden bir günün miktarı, on iki saattir. Dünkü amelleriniz bu günün evvelinde O'na sunulur. Amellere üç saat bakar, bunlardan hoşuna gitmeyenler, O'nu gazablandırır. O'nun gazablandığını ilk önce arşı taşıyan melekler bilir, çünkü Allah Teala'nın gazaplanmasıyla arş onlara ağır gelir. Bunun üzerine arşı taşıyan melekler ve diğer melekler Allah Teala'yı tesbih ederler. Nihayet Cebrail boruya üfürür, Cebrail'in sesini her şey işitir. Üç saat Allah'ı tesbih ederler. Nihayet Rahman rahmetle dolar, altı saat böylece geçer. Sonra rahimler getirilir, Cenab-ı Hak, rahimlere üç saat bakar. Nitekim Allah Teala: "Sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur." (Al-i İmran/63) diğer bir ayette de: "Dilediğine kızlar, dilediğine de erkekler bahşeder, yahut da onları erkekli, dişili yaratır, dilediğini de kısır bırakır." (Şura/49-50) buyurmuştur. Dokuz saat böylece geçer. Sonra rızıklar getirilir, Cenab-ı Hak üç saat rızıklara bakar, nitekim Allah Teala: "Allah dilediğine rızkı hem genişletir, hem daraltır" (Rum/37) diğer bir ayette: "O her an bir iştedir" (Rahman/29) buyurmuştur. İşte Rabbinizin her gün işi, dilediği gibi şekillendirmek, öldürmek, diriltmek, zengin etmek, fakir düşürmek gibi işlerdir." Cenab-ı Hak, En'am suresinde düşmanlarını, onların küfürlerini, şirklerini, peygamberlerini, yalanlamalarını zikrettikten sonra İbrahim aleyhisselam'ın durumunu ve ona göklerin ve yerin büyük ve muhteşem mülkünü gösterdiğini ve İbrahim aleyhisselam'ın Allah'ın dinini ve birliğini ortaya koyma hususunda kavmiyle mücadele ettiğini zikretti. Sonra İbrahim aleyhisselam'ın neslinden peygamberler kıldığını ve onları doğru yola ilettiğini, onlara kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğini zikretti. Sonra, Allah Teala: "Şimdi bunlar (yani Kureyş kabilesi), buna nankörlük ediyorsa, biz onların yerine, peygamberleri ve kitapları inkar etmeyen bir kavmi (Muhacirlerle, Ensarı) vekil etmişizdir." (En'am/89) buyurdu. Cenab-ı Hak, yeryüzünde kendisinin varlığını ve birliğini inkar edenler ve peygamberlerini yalanlayanlar kıldığı gibi, kendisinin varlığına ve birliğine iman edenler ve peygamberlerini tasdik edenler de kılmıştır. İnkarcılar, dinen hürmet edilmesi lazım olan şeyleri zayi ederler, mü'minler ise onları muhafaza ederler. Bu yüzden göklerle yerler ayakta durur. Eğer hak (Kur'an-ı Kerim), düşmanlarının keyiflerine uysaydı, göklerle yerler ve bunlarda bulunanlar muhakkak fesada uğrardı ve bu alem harap olurdu. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, bu alemin harab olmasının sebeplerinden bu alemi ayakta tutan sebeplerin yeryüzünden kaldırılmasını kılmıştır. Bu alemi ayakta tutan sebepler ise: - Allah'ın kelamı, - Beytullah, - İslam dini, - Dinin hükümlerini yerine getiren mü'minlerdir. Bunlar kaldırıldığı takdirde bu alemin harap olmasını gerektiren sebeplere karşı duracak sebepler bulunmayacağı için bu alem harap olacaktır. |