๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sabredenler ve Şükredenler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 18 Temmuz 2010, 17:17:02



Konu Başlığı: Sabır Hakkındaki Hadis-i Şerifler
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Temmuz 2010, 17:17:02
بســـم الله الرحمن الرحيم
 
 
Sabır Hakkındaki Hadis-i Şerifler
 
 
Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

"Allah Resulü çocuğuna ağlayan bir kadının yanına uğramış ona:

"Allah'dan kork ve sabret" demiş.

Bununu üzerine kadın:

"sen bana gelen bu musibeti anlayamazsın" diye cevab vermiş.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) (oradan) gidince, kadına:

"Bu zat Allah'ın Resulü idi" demişler.

Bu sefer kadının içine ölüm acısı gibi bir şey, bir pişmanlık çökmüş. Bunun üzerine kadın, Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kapısına gelmiş ve:

"Ey Allah'ın Elçisi! Ben seni tanıyamadım" diyerek özür beyan etmiş. Resululllah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Sabır ancak (musibet) ilk başa geldiği andadır." [diğer bir rivayette ise "musibetin başa geldiği ilk andadır"] buyurmuşlardır.

Hadisi Müslim rivayet etmiştir. Bu hadis-i şerifteki sabır, musibetin ilk başa geldiği andadır, ifadesi aşağıdaki şu hadis-i şerife benzemektedir:

"Güçlü kimse insanları güreşte yenen değil belki hiddet anında kendisini zapteden ve iradesine sahip olan kimsedir."

İnsanı keder ve üzüntüye boğan musibet ansızın çattığında kalbi sarsar ve ona değmesiyle rahatsız eder. Musibet ilk geldiği anda sabredilirse hiddeti kırılır, kuvveti zayıflar, sabrı devam ettirmek kolaylaşır. Çünkü musibet, yeri olmayan kalbe gelince rahatsız eder ki işte bu, musibetin ilk başa geldiği andır. Bundan sonra musibet kalbe devamlı gelmeyi sürdürdüğünde kalp onun artık yeri olur ve kalp, ondan kurtulmanın çaresi olmadığını anlar, bu sefer kalbin sabrı mecburi sabra dönüşür.

O kadın da sızlanmasının kendisine hiçbir fayda vermeyeceğini anlayınca, peygamber efendimize gelerek özür dilemiş, sanki "Sabrettim ya Resulullah" demek istemiştir. Bunun üzerine peygamber efendimiz de, asıl sabır, musibetin ilk anında olanıdır, şeklinde bir açıklama yapmıştır.

 

Aynı manayı ifade eden Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz bir mezarın üzerine kapanıp ağlayan bir kadının yanından geçerken ona:

"Ey Allah'ın kulu Allah'tan kork ve sabret" dedi. Kadın da:

"Ey Allah'ın kulu çocuğumu kaybettim" dedi.

Yine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz:

"Ey Allah'ın kulu, Allah'tan kork ve sabret" dedi. Kadın:

"Ey Allah'ın kulu, başıma gelen musibeti söyledim, anlamadın mı? çekil git başımdan" dedi.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz gitti. Peygamberimizin ardından gelen ashabdan birisi kadının yanına gelip ona:

"Giden zat-ı muhterem sana ne söyledi ki?" diye sordu. O da:

"Bana bunu dedi ben de ona bunu dedim" diye olayı anlattı.

Bunun üzerine o sahabi:

"Onun kim olduğunu bilmiyor musun?" dedi.

Kadın: "Hayır" dedi.

Sahabi: "Allah'ın Resulüydü" dedi. Kadın bunu işitir işitmez hemen peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimizin gittiği yöne koşarak, ona yetişip özür dileyerek:

"sabrediyorum ya Resulullah" dedi. Bunun üzerine Allah Resulü:

"Güzel, ama sabır musibetin başa geldiği ilk andadır." buyurdu.

Ebu Ubeyde:

"Bu hadis-i şerifin manası, her musibet sahibini kederden ve üzüntüden temizleyecek şeyin sabır olduğudur. Fakat musibetin ilk, hiddetli ve hararetli olduğu andaki sabır esastır." demişti.

 

Ben, bu hadis-i şerifden bir çok hükümler çıkarılabilir derim:

1 - Birincisi, musibetlere sabretmek vaciptir, çünkü sabır, kula emredilmiş olan takvadandır.

2 - İkincisi, bir kimsenin başına gelen musibet ne kadar şiddetli olursa olsun ona iyilikleri emretmenin kötülükleri yasaklamanın tebliğinin yine gerekli olduğudur.

3 - Üçüncüsü, musibetin Allah'dan geldiği söylenerek tekrar tekrar iyiliklerin emredilmesi, kötülüklerin yasaklanmasıdır.

4 - Dördüncüsü de bu hadis-i şerifle, kadınların kabirleri ziyaret etmelerinin caiz olduğuna delil getirilmesidir. Yani Allah Resulü, o kadının kabri ziyaret etmesini reddetmemiş ancak ona sabretmesini emretmiştir. Şayet kadınların kabirleri ziyaret etmeleri haram olsaydı bunun hükmünü elbette açıklardı.

Bu hadise, Resulullah'ın hayatının sonuna doğru olmuştur, zira Ebu Hüreyre (r.a.) hicretin yedinci senesinden sonra müslüman olmuştu diyenlere karşı şöyle cevap verilmiştir:

Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) o kadına Allah'tan korkmasını ve sabretmesini emretmesi demek onun ziyaret ve ağlamasını inkâr etmesi demektir. Nitekim, kadının kendisine emredenin emrine itaat etmesinin vacip olduğunu anlayınca derhal onun peşinden gitmesi Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kadınların kabir ziyaretini reddetmesinin delilidir.

Ebu Hüreyre (r.a.), bu hadisede bizzat hazır bulunduğunu söylememiştir. O halde bu hadis-i şerif, bu hadisenin, onun müslüman olmasından sonra meydana gelmiş olduğuna delalet etmez.

Şayet Ebu Hüreyre (r.a.)'nin bu hadisede hazır bulunmuş olduğunu kabul etmiş olsak bile, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadiseden sonra kadınların kabir ziyaretlerini, kabristana mescitler yapılmasını ve kabirler üzerinde mum yakılmasını yasaklayıp, bunları yapanlara da lanet etmiştir.

O kadının kontrolünü kaybettiği bir zamanda, Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisini ona tanıtmaması şefkat ve merhametinden dolayıdır. Şayet kendisini ona bildirseydi de onu dinlemeseydi helak olurdu. Çünkü onun Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olduğunu bilmediği haldeki günahı bilmiş olduğu haldeki günahından daha hafiftir. Allah Resulünün böyle hareket etmesi ümmetine çok şefkatli ve merhametli olmasından dolayıdır.

Ümmü Seleme (r.a.) şöyle diyor:

Ben Resulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle derken işittim:

"Herhangi bir müslümanın başına bir musibet gelir de Allah'ın buyurduğu gibi:

"Biz Allah'tan geldik ve ancak ona dönücüleriz. Allah'ım musibetim hususunda bana mükafat ver ve bana bunun arkasından hayırlısını ihsan et." derse mutlaka Cenab-ı Hak ona daha hayırlısını ihsân eder.

Ümmü Seleme (r.a.) demiştir ki:

"Ebu Seleme (r.a.) vefat ettiğinde ben:

"Müslümanlar içinde Ebu Seleme (r.a.)'den daha hayırlısı var mıdır acaba? O ailesiyle birlikte Resulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) hicret eden ilk hanedir." dedim.

Bunun üzerine Allah, onun yerine, bana bizzat Resulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) ihsan etti. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bana Hatip b. Ebi Beltea'yı dünür yolladı. Ben o aracıya:

"Bir kızım var. Ayrıca ben çok kıskanç bir insanım" dedim. Bu sözüme karşılık Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Kızını anasından müstağni kılması için Allah'a dua ederiz. Aşırı kıskançlığını gidermesi için de ben Allah'a dua ederim." demiş.

Bunun üzerine ben de, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile evlendim." (Müslim)

Ebu Davud, Ümmü Seleme (r.a.)'den bu hadisi şöyle rivayet etmiştir:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Sizden birinizin başına bir musibet geldiğinde, "Biz Allah'dan geldik ve ancak O'na dönücüleriz. Allah'ım musibetimin ecrini yalnız senin katından umuyorum, bu hususda beni mükafatlandır, bana bundan daha hayırlısını ihsan et." desin" buyurmuştur.

Ebu Seleme (r.a.) ölüm yatağındayken:

"Allah'ım hanımım için benden daha hayırlısını ihsan et" dedi.

Ebu Seleme (r.a.) vefat edince, Ümmü Seleme:

"Biz Allah'dan geldik ve ancak O'na dönücüleriz. Musibetimin ecrini yalnız Allah'dan umuyorum" dedim.

Sonra sabrın, istircain, Resulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) tabi olmanın ve Allah'dan razı olmanın sonucunu, akibetini merakla bekliyordum. Sabrımın sonunda, Allah katında, mahlukatın en hayırlısının eşi olma şerefine nail oldum.

Ebu Musa'l-Eş'ari'den (r.a.) rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:

"Bir kişinin çocuğu öldüğünde;

Allah Teala meleklerine:

"Kulumun çocuğunu aldınız mı?" buyurur.

Melekler "evet" derler.

Allah Teala:

"Kulumun kalbinin meyvesini (ciğerparesini) aldınız mı?" buyurur.

Melekler "evet" derler.

Bunun üzerine Allah Teala:

"Peki kulum buna ne dedi?" buyurur.

Melekler, "Sana hamdetti ve Biz Allah'dan geldik ve ancak O'na dönücüleriz, dedi" derler.

Allah Teala da "o kuluma cennette bir ev yapınız ve ismini Hamd Evi koyunuz." buyurur." (Tirmizi.)

Enes (r.a.)'den rivayet ediliyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den işittim, şöyle diyordu:

Allah Teala buyuruyor ki:

"Herhangi bir kulum, gözlerinden mahrum kalma belasına uğradığında sabrederse, gözlerinin mükafatı olarak, onu cennete korum." (Buhari.)

Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demişti:

"Allah Teala buyuruyor ki, bir kulumun dünyada en kıymetli şeyi, iki gözünü aldığımda, benim katımda onun mükafatı, ancak cennettir." (Tirmizi.)

Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söylemişti:

"Allah Teala buyuruyor ki: "Herhangi bir kulumun iki sevgilisini (iki gözünü) giderdiğimde sabredip, sabrını Allah için yaparsa, ona cennetten başka sevap vermeye razı olmam." (Tirmizi)

Abdullah b. Amr b. el As'dan rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Allah Teala, "Mü'min kulum, dünya ehlinden, meselâ çocuğu gibi en çok sevdiği birisini kaybedip sabreder ve sabrını Allah için yapar ve "Biz Allah'dan geldik ve ancak O'na dönücüleriz." derse, o kuluma cennetten başka mükafat vermeye razı olmam." buyurmuştur." (Nesei)

Ebu Hüreyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki:

"Allah Teala, "Mü'min bir kulumun, dünya ehlinden en çok sevdiği birini aldıktan sonra, o, sevabını Allah' dan dileyerek sabrederse benim katımda onun mükafatı ancak cennettir." buyurmuştur." (Buhari)

Ata b. Ebi Rebah'dan rivayet edildiğine göre:

"İbn-i Abbas (r.a.) bana:

"Cennet ehlinden bir kadını sana göstereyim mi?" dedi.

Ben, "Evet" dedim,

O, "İşte şu zenci kadındır. Bu kadın Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a geldi, ve "Saram tutuyor ve bu sebepten kendimi kaybediyorum örtüm açılıyor, vücudum gözüküyor. Benim için Allah'a dua ediniz," dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"İstersen sabret, cennetlik olursun, ama istersen sana şifa vermesi için Allah'a dua ederim," dedi.

Bunun üzerine kadın:

"O halde sabrı seçiyorum. Ama vücudum açılıyor. Hiç olmazsa açılmamam için dua et," dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)da ona dua etti".

Ata b. Yesar'dan rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Bir kul hasta olduğunda Allah Teala ona iki melek göndererek:

"Gidin bakın, kulum ziyaretçilerine ne söylüyor" buyurur. Eğer o kul, kendisine ziyaretçiler geldiğinde, Allah Teala'ya hamd ve senada bulunursa, Allah daha iyi bildiği halde, melekler bunu O'na yükseltirler. Bunun üzerine Allah Teala Hazretleri:

"Kulum bana aittir onu öldürürsem cennete korum, iyileştirirsem ona etinden iyi et, kanından iyi kan veririm ve günahlarım affederim" buyurur." (Muvatta)

Amr b. Şuayb'ın sahifesinde, babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine göre, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Allah Teala kıyamet gününde mahlukatı topladığında bir tellal:

"Sabırlılar nerede?" diye çağıracak, az kimseler kalkıp cennete doğru süratle koşacaklar, melekler onları karşılayarak:

"Biz sizin süratle cennete koştuğunuzu görüyoruz, sizler kimsiniz?" diyecekler, onlar da:

"biz fazilet ehliyiz" diyecekler, melekler de:

"sizin faziletiniz nedir?" diyecekler, onlar da:

"Bize haksızlık edildiğinde sabrederdik, kötülük yapıldığında affederdik, kendilerini bilmezler bize sataştığında onlara iyilikle mukabelede bulunurduk" diye cevap verecekler.

Bunun üzerine onlara:

"Cennete girin, güzel amel işleyenlerin mükafatı ne güzeldir." denilecektir."

İbn-i Mesud (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle diyor:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Huneyn gününde ganimeti taksim ederken bazı kimselere fazla ikramda bulundu. Akra b. Habis'e yüz deve, Uyeyne b. Hısn'a da o kadar verdiği gibi arap eşrafından bir cemaata da verdi. O gün işte bu suretle onları ayrıcalıklı tuttu. Bunun üzerine bir adam:

"Vallahi bu taksimde adalet yoktur, bunda Allah'ın rızası gözetilmemiştir." dedi.

Ben de:

"Vallahi bunu Resulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) söyliyeceğim" dedim ve yanına gittim, o adamın sözlerini söyledim. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın rengi değişti, yüzü kıpkırmızı oldu. Sonra:

"Allah ve Resulü adalet yapmazsa kim yapar" dedi. Sonra:

"Allah Teala Musa'ya rahmet etsin, bundan ziyade eziyete uğradığı halde sabretti" buyurdu.

Ben de:

"Bundan böyle Resulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) hiç kimsenin sözünü yetiştirmeye çalışmayacağım dedim." (Buhari ve Müslim)

Ebu Said ve Ebu Hüreyre (r.a.)den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demişti:

"Herhangi bir müslümanın başına, yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan diken batmasına kadar, her ne gelirse, Allah bunları o muslümanın hatalarına keffaret kılar." (Buhari ve Müslim)

Aişe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Bir mü'minin, küçük veya büyük bir diken canını acıtırsa, Allah Teala bu yüzden mutlaka onun derecesini yükseltir ve kusurunu siler." (Müslim)

Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Erkek olsun kadın olsun bir mü'min, Allah'ına günahsız kavuşuncaya kadar başından, çoluk çocuğundan, malından bela eksik olmaz." buyurmuştur. (Tirmizi)

Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

"Ya Resulullah! İnsanların en çok belaya uğrayanları hangileridir?" dedim. O da:

"Peygamberler, sonra salih kimseler, sonra bunlara yakın olan kimselerdir. Bundan dolayı kişi dinine bağlılık derecesine göre bela ile imtihan edilir. Eğer dini kuvvetli ise belası şiddetli olur, eğer dini zayıf ise belası, da hafif olur. Taki kul günahsız tertemiz olarak yeryüzünde yürümedikçe bela onun peşini bırakmaz." buyurdu. (Tirmizi ve İbn-i Mace)

İbn-i Mes'ud (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle diyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanına girdim. Şiddetli sıtmaya yakalanmıştı.

"Ey Allah'ın Resulü bu sıtmadan son derece şiddetli zahmet çekiyorsun" dedim.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Evet ben sizden iki insanın çekebileceği kadar zahmet çekiyorum." dedi.

Ben: "Size iki kat sevap olduğu için mi?" dedim.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Evet" dedi.

Sonra Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bir müslümana hastalık ve başka bir şeyden eza isabet ederse mutlaka Allah Teala, bu yüzden onun günahlarını ağacın yapraklarını döktüğü gibi döker." buyurdu. (Buhari ve Müslim)

Aişe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

"Ben hastalığı Resulullah'ın hastalığından daha şiddetli bir kimse görmedim." (Müslim)

Merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifde:

"Bir kulun Allah indinde ameliyle ulaşamayacağı bir derece bulunur, Allah Teala, onun vücuduna bir bela vermek suretiyle onu imtihan eder ve böylece o dereceye ulaşır."

Aişe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Körüğün, demirin pasını temizlediği gibi. hastalık da mü'minin günahlarını temizler."

Habbab b. el-Eret (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a halimizi, şikayet ettik. Kabenin gölgesinde hırkasını yastık etmiş yatıyordu.

"Bizim için Allah'dan yardım dilemez misiniz? Bizim için Allah'a dua etmez mi siniz?" dedik.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Eski zamanlarda bir inanan insan yakalanır, kazılan bir çukura konur, sonra testere ile baştan aşağı ikiye ayrılır, ve demir taraklarla etleri ve kemikleri taranırdı da, bu iş onu dininden çeviremezdi. Allah'a yemin ederim ki, Allah Teala bu işi (dini) kemale erdirecektir. Hatta atına binmiş bir kimse San'adan Hadramut'a kadar gidecek, Allah'dan ve koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Lakin siz, acele ediyorsunuz." buyurdular.

Buhari'nin diğer bir rivayetinde:

"Ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a geldim. Kabe'nin gölgesinde hırkasına yaslanmıştı.

"Biz müşriklerden çok zorluk çekiyoruz, Allah'a dua etmez misin?" dedik.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)doğruldu ve mübarek yüzü kızardı:

"Sizden önce bir mü'minin etleri ve kemikleri demir tarakla taranırdı da bu iş onu dininden çevirmezdi." buyurdular. (Buhari)

Alimler, Habbab (r.a.)'ın:

"Biz Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a taşların sıcaklığından şikayet ettik de şikayetimizi dinlemedi" sözünü şu manaya hamletmişlerdir.

Habbab (r.a.) diyor ki:

"Biz kafirlerin sıcak taşlarla yaptıkları işkenceden alınlarımızda ve ellerimizde meydana gelen ezayı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a şikayet ettik de şikayetimizi dinlemeyip bize sabretmemizi tavsiye ettiler."

Habbab (r.a.)'ın kavlini bu manaya hamletmek, bazı alimlerin, secde yapmakla, sıcağın şiddetinden alınlarında meydana gelen ezayı şikayet etmelerine hamletmelerinden daha münasiptir.

Habbab (r.a.)'ın kavlini ikinci manaya hamledenler, namaz kılanın toprak üzerine secde etmesinin vacip olduğuna delil getirmişlerdir.

Fakat buna üç vecihle cevap verilir:

Birincisi; Hadis-i şerifin lafzında buna delil yoktur.

İkincisi;  Ashab-ı Kiram Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'la beraber bulunduklarında onlardan biri toprak üzerine secde edemediği vakit elbisesini serip üzerine secde ettiğini haber vermişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki, ashabın, yere elbiselerini serip üzerine secde etmeleri Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a ulaşıyor ve bunu biliyordu da onları bundan menetmiyordu.

Üçüncüsü; Hicaz'da sıcağın şiddeti alnın ve ellerin toprak üzerine değmesine mani olur. Hatta yerin sıcağı, yüzü ve elleri pişirir de huzur ile secde etme imkanı bulunmaz, namazın huşuunu giderdiği gibi bedene zarar vererek hastalanmaya da sebep olur. Şeriat ise böyle şeyi emretmez.

Üsame b. Zeyd (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın kızı (Fatıma):

"Oğlum ölmek üzeredir, bize kadar gelmesini rica ederim" diye Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a haber göndermişti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), kızına selam gönderdi ve:

"Veren de, alan da Allah'dır, O'nun katında, herşeyin vakti bellidir. Bundan dolayı sabretsin ve Allah'dan mükafatını beklesin" buyurdu.

Yine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın kızı:

"Allah aşkına, mutlaka gelsin" diye and içerek babasına tekrar haber gönderdi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'da yanında, Sa'd b. Ubade, Muaz b. Cebel, Übeyy b. Ka'b, Zeyd b. Sabit ve daha başkaları olduğu halde kalkıp gitti.

Çocuğu Resul-i Ekrem'e verdiler, onu kucağına oturttu. Çocuk çok süratle nefes alıp veriyordu, sanki canı eski bir tulum içindeydi. Onun bu hali üzerine Resul-i Ekrem'in gözlerinden yaşlar boşandı.

Sa'd; "Ya Resulullah, ne oldu sana? diye sordu.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bu bir rahmettir, Allah onu dilediği kullarının kalplerine yerleştirir. Allah Teala, ancak merhametli kullarına rahmet eder." buyurdular." (Buhari ve Müslim)

İbn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre:

Resulullah, (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın küçük bir kızının ölüm vakti yaklaşınca onu kucağına aldı. Sonra elini onun üzerine koydu. Kız, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanında ruhunu teslim etti.

Bunun üzerine Ümmü Eymen ağlamaya başladı. Resul-i Ekrem:

"Ya Ümmü Eymen! Allah Resulü yanında iken niçin ağlıyorsun?" diye sordu.

Ümmü Eymen de: "Resul-i Ekrem ağlarken, ben nasıl ağlamam?" dedi.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ben ağlamıyorum. Fakat o göz yaşı rahmettir" buyurdu. Sonra:

"Mü'min daima hayır üzeredir. Vücudundan ruhu çıkarılırken o yine Allah'a hamdeder." buyurdular." (Nesei)

(Hadiste sözü edilen Resulullah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) kızı küçük yaşta vefat eden Rukiye'dir. Sözkonusu ölüm sırasındaki bir diğer olayın rivayeti için, bkz. s. 114. (Editör)

Enes (r.a.) şöyle diyor;

"Ebu Talha (r.a.)'nın oğlu hastaydı. Babası dışarı çıkmıştı ki, arkasından çocuk öldü. Ümmü Süleym, (kapalı bir şekilde):

"Şimdi rahata kavuştu" dedi.

Adam durumun farkında olmadı. Daha sonra beraberce akşam yemeğini yediler. Gece olup da yattıkları zaman karısı ile cinsi münasebette bulundu.

Ebu Talha sabahleyin Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanına gitti, gece olup bitenleri ona anlattı. Resul-i Ekrem:

"Bu gece cima mı ettiniz?" dedi.

Ebu Talha: "Evet" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah'ım! bunlara bereket ver." dedi.

Daha sonraları Ümmü Süleym bir oğlan doğurdu. Bunun üzerine Ebu Talha, Enes'e:

"Çocuğu Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a götür." dedi.

Anası da bir miktar hurma gönderdi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Çocuğun yanında bir şey getirdin mi?" dedi.

"Evet bir kaç hurma var" dedim. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hurmaları ağzına alıp, çiğnedikten sonra çıkardı ve çocuğun ağzına koydu, damağını ovdu, adını da Abdullah koydu.

İbn-i Uyeyne şöyle diyor, "Ensar'dan bir adam, "o Abdullah'ın dokuz çocuğunu gördüm, hepsi de ehl-i Kur'an idiler" dedi." (Buharı ve Müslim)

Kasım b. Muhammed diyor ki:

"Eşim ölmüştü, bu yüzden bana taziye için gelen Muhammed b. Ka'b el-Kurazi şunu anlattı:

"İsrailoğullarından fakih, alim, müçtehid bir kimsenin beğendiği ve sevdiği hanımı öldü. O buna çok üzüldü. Hatta evine kapandı ve hiç kimse ile görüşmeyi kabul etmiyordu. Bir süre sonra bir kadın bunu duyunca kendisine gelerek:

"şifahi olarak bir fetva soracağım" dedi.

Kasım kapıda beklerken, o adama haber verildi o da içeri girmesine izin verdi. Kadın bir konuda fetva soracağını söyledi.

O da: "nedir?" dedi. Kadın:

"Ben bir kadından emanet olarak mücevher alıp bir zaman takındım, sonra o kadın haber yollayıp istedi, ben onu ona vereyim mi?" dedi.

O da: "evet" dedi. Kadın:

"Vallahi o mücevher uzun bir zaman bende kaldı" dedi. O da:

"Mücevheri o kadına mutlaka vermen lâzım" dedi.

Bunun üzerine kadın:

"Allah sana rahmet etsin, öyleyse Allah'ın sana emanet olarak verdiği şeyi sonra almasından dolayı niçin üzülüyorsun? Halbuki Allah onu senden almaya daha layıktır" deyince o adam hakikati idrak etti. Allah Teala onu o kadının sözüyle faydalandırdı." (Muvatta)

Mürre oğullarından yaşlı biri şöyle diyor:

"Ben Küfe'ye geldiğimde bana Bilal b. Ebi Bürde'yi anlattılar. Ben de:

"bunda alınacak ibret derisi vardır" dedim ve hapsedilmiş olduğu evine geldim bir de baktım ki, eziyet ve darptan dolayı tamamiyle değişmişti, çerçöp içinde bulunuyordu. Ben:

"Elhamdülillah! Ya Bilal! Sen bizim yanımızdan geçerken toz toprak dahi yokken burnunu kapattığını görüyordum. Şimdi bu haldesin, bugün sabrın nasıldır?" dedim. Bilal:

"Sen kimlerdensin?" diye sordu. Ben de:

"Mürre b. İbad oğullarındanım" dedim. Bilal:

"Sana bir hadis-i şerif anlatayım da umulur ki Allah Teala seni faydalandırır." dedi.

Ben de "haydi anlat" dedim. Bilal dedi ki:

"bana Ebi Bürde, o da Ebu Musa'dan rivayet ederek şöyle dedi:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bir kulun başına küçük yeya büyük bir musibet ancak günahı yüzünden gelir. Böyle iken Allah bir çoğunu da affeder" buyurdu sonra şu ayet-i kerimeyi okudu:

"Başınıza her ne bela gelirse hep kendi ellerinizden kazandığınız (günahlar) yüzündendir. Böyle iken (Allah) birçoğunu da bağışlar." (Şura/30) (Tirmizi)

Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle diyor:

"Allah Resulü, Peygamberlerden birini anlatırken dikkatle dinliyordum. O Peygamberin kavmi onun yüzüne vurmuş ve kanatmışlardı. Bir yandan yüzünün kanını siliyor bir yandan da:

"Allah'ım kavmimi yargılama, çünkü onlar bilmiyorlar" diyordu." (Buharı ve Müslim.)

Peygamberin bu duası, onların affını, onlara dua etmeyi, onlar namına özür dilemeyi ve şefkat etmeyi içine almaktadır.

Abdurrahman b. Kasım (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle diyor:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Müslümanlar bir musibete uğradıkları zaman bana gelecek musibet (yani ölüm) onları teselli etsin." (Yani müslümanlar bir musibete uğrayınca benim ölümümü düşünsünler de sabretsinler) buyurmuştur. (Muvatta)

İbn-i Ömer (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

"İnsanların arasına karışıp onların ezalarına sabreden mü'minin mükafatı, insanlara karışmayıp onların ezalarına sabretmeyen mü'minin mükafatından daha büyüktür." (İbn Mace)

Ebu Said-i Hudri (r.a.)'deri rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Sabırdan daha hayırlı, sabırdan daha geniş bir nimet kimseye verilmemiştir" buyurmuştur. (Buhari ve Müslim)

Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Allah Teala: "Ben kullarımdan herhangi bir kulumun bedenine veya malına veya evladına bir bela vermek suretiyle onu imtihan ettiğimde onu güzel bir sabırla karşılarsa kıyamet günü onun için mizan ve hesap kurmaktan haya ederim" buyurmuştur. (Müsned'ler)

Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah şöyle buyurmuştu:

"Mükafatın büyüklüğü belanın büyüklüğüne göredir, şüphe yok ki, Allah Teala bir kavmi sevdi mi onları bela vermek suretiyle imtihan eder. Kim bu belaya razı olursa onun için Allah'ın rızası vardır. Kim de bu belaya kızarsa onun için de Allah'ın gazabı vardır." (İbn-i Mace)

Cabir b. Abdullah (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle diyor:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ümmü Saib'in [yahut Ümmü Müseyb'in] yanma girmiş de:

"Sana ne oldu ya Ümmü Saib [yahut ya Ümmü Müseyb] de titriyorsun" diye sormuş. O da:

"Sıtma! Allah hayrını vermesin" demiş. Bunun üzerine:

"Sıtmaya sitem etme! Çünkü o ademoğullarının günahlarını, körüğün demir pasını giderdiği gibi giderir" buyurmuşlardır. (Müslim)

Merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifde:

"Allah Teala bir kulu sevdiği vakit onun başından belayı eksik etmez" buyrulmuştur.

Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

"Resulullah şöyle buyurmuştur:

"bir kimse bir gece meselâ sıtmaya yakalanıp sabreder ve bunun Allah'dan olduğuna razı olursa anasından doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olur".

Hasan Basri:

"Bir gecelik sıtma sebebiyle kulun bütün günahları affedilir" demiştir.

Ebu Said-i Hudri (r.a.) şöyle diyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanına girdim, ateşliydi. Elimi elbisesinin üzerine koydum. Sıtmanın sıcaklığını hissettim. Bunun üzerine:

"Ya Resulullah! sıtmanız ne kadar şiddetlidir" dedim. O da:

"biz peygamberler zümresi böyleyiz. Mükafatımızın kat kat artması için hastalığımız şiddetli olur" buyurdu.

Ben: "Ya Resulullah insanların en şiddetli belaya maruz kalanları kimlerdir?" diye sordum.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"peygamberlerdir" buyurdu.

Ben: "sonra kimlerdir" dedim.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)

"salihlerdir, kişi fakirlikle imtihan edilir, hatta giymek için ancak bir aba bulup onu deler ve giyer. Kişi bitle imtihan edilir, hatta bitler onu öldürür, onların başına gelen bu musibetler onlar için bize verilen nimetlerden daha hayırlıdır" buyurmuştur."

Ukbe. b. Amir el-Cüheni (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuş:

"Her amel mutlaka mühürlenir ancak mü'min hasta olduğu vakit melekler:

"Ey Rabbimiz falan kulunu amelden menettin" derler.

Bunun üzerine Allah Teala:

"Kulum iyi oluncaya kadar veya ölünceye kadar sıhhatta iken işlemiş olduğu amelinin mislini yazın" buyurur. (Müsned)

Ebu Hüreyre (r.a.) buyurmuştur ki:

"Bir müslüman kul hasta olduğu vakit sağındaki meleğe:

"kulumun üzerine sıhhatta iken yazmış olduğun iyi amelleri yaz" denilir. Solundaki meleğe:

"hasta olduğu müddetçe kulumun günahlarını yazma" denir."

Ebu Hüreyre (r.a.)'nın yanında bulunan bir kimse:

"Keşke ben de devamlı hasta olarak yatsaydım" deyince bunun üzerine, Ebu Hüreyre (r.a.):

"kul günahlardan ikrah eder" dedi. Bunu İbn-i Ebi'd-Dünya zikretti.

Yine İbn-i Ebi'd-Dünya'dan zikredildiğine göre, Hilal b. Bessak şöyle der:

"Biz Ammar b. Yasir'in yanında oturuyorduk, hastalıklardan bahsedildi. Bunun üzerine bir bedevi:

"ben hiç hasta olmadım" dedi.

Bunun üzerine Ammar (r.a.):

"Sen bizden değilsin, [yahut sen bizden olmadın] çünkü müslüman bela ile imtihan edilir de ağacın yaprakları döküldüğü gibi günahları dökülür. Kafir yahut facir bela ile imtihan edilir onun hali devenin haline benzer. Salıverildiği vakit niçin salıverildiğini, bağlandığı vakit niçin bağlandığını bilmez" dedi.

Ma'mer, b. İzdi diyor ki:

"Biz İbn-i Me'sud (r.a.)'dan hoşumuza gitmeyen bir şey işittiğimiz vakit bize onu açıklayıncaya kadar susardık. Bir gün bize İbn-i Me'sud (r.a.) şöyle dedi:

"Dikkat edin hastalık için mükafat yoktur." Bu, bizim fenamıza gitti ve bize çok ağır geldi.

Sonra İbn-i Me'sud (r.a.):

"Ancak, bu hastalık günahlarımıza keffaret olur." dedi.

Bunun üzerine biz çok sevindik ve hoşumuza gitti.

Bu İbn-i Me'sud (r.a )'un ilminin ve fıkhının olgunluğundandır.

Mükafat olarak ihtiyarî amellerden ve onlardan meydana gelenlerden dolayı verilir. Nitekim Tevbe suresinin sonunda Allah Teala, müslümanlar hak yolunda gerek küçük gerek büyük herhangi bir masraf yaptıklarında ve bir vadiyi geçtiklerinde kendilerine sevap yazılacağını zikrettiği gibi, bunlardan meydana gelen susuzluk, yorgunluk, açlık ve kafirleri kızdırmalarına da sevap yazılacağını zikretmiştir. Buna göre sevap, bu iki neviye bağlanmıştır. Ama hastalıklar ile musibetlerin sevabı ise günahların affedilmesidir.

Bundan dolayı Allah Teala Hazretleri:

"Başınıza her ne gelirse, kendi ellerinizin kazandığı (günahlar) yüzündendir" (Şura/30) buyurmuştur.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) musibetler hakkında:

"Allah Teala, onlarla kötülükleri örter" buyurmuştur.

Yine Resül-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) :

"Hastalık günahları dökücüdür. Taat ve ibadetler dereceleri yükseltir. Musibetler de günahları döker," buyurmuştur

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah Teala her kimin hayrını murad ederse onu musibet vermekle imtihan eder.";

diğer bir hadis-i şerifde:

"Allah Teala her kimin hayrını murad ederse ona din hususunda, büyük bir anlayış verir. (dinde fakih yapar)" buyurmuştur.

Buna göre:

"taat ve ibadetler dereceleri yükseltir, hastalık ve musibetler ise günahları dökerler."

Yezid b. Meysere demiştir ki:

"Kul hasta olur, onun Allah katında hayır namına hiçbir ameli yoktur. Allah Teala bununla ona geçmiş günahlarının bir kısmını hatırlatır da Allah korkusundan ağlamasıyla günahları, gözyaşlarıyla, tıpkı sineğin başı gibi, gözünden çıkarlar. Allah onu sıhhata kavuşturursa, tertemiz olarak sıhhata kavuşturur. Ruhunu kabzederse, tertemiz olarak ruhunu kabzeder."

İbn-i Abbas (r.a.)'ın azadlısı Ziyad b. Ziyad'dan ve ashab-ı kiramın bir kısmından rivayet edildiğine göre, şöyle diyorlar:

"Biz Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanına girdik, o çok ateşli idi. Biz:

"Ah!, anamız, babamız feda olsun ya Resulullah! ateşiniz ne kadar şiddetlidir." dedik. O da:

"Biz ki peygamberler zümresiyiz. Bize belalar kat kat verilir" buyurdular. Biz:

"Sübhanallah" dedik. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Şaşırdınız değil mi? Peygamberlerden birini bitler öldürmüştü, biliyor muydunuz?" buyurdular. Biz:

"Sübhanallah" dedik. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"İnsanların en şiddetli belaya uğrayanları peygamberlerdir, sonra derece derece salihler gelir" buyurdular.

Biz: "Sübhanallah" dedik. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Şaşırdınız mı?, Sizin nimetlere sevindiğiniz gibi onlar da belalara sevinirler" buyurdular."                             

Ubeyde b. Huzeyfe halası Fatıma'dan rivayet etti, Fatıma şöyle diyor:

"Biz birkaç kadınla Resulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) ziyaret ettik. Bir de baktık ki, sıtma ateşinin şiddetinden dolayı üstüne bir su tulumu asılmış ondan üzerine su damlıyordu. Biz:

"Ya Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'a dua etsen de sana şifa ihsan etse (olmaz mı?) dedik.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"İnsanların en şiddetli belaya maruz kalanları, peygamberlerdir. Sonra onlara yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlardır" buyurdular.

Mesruk, Aişe (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, o şöyle diyor:

"Ben, hastalığı, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın hastalığından daha şiddetli bir kimse görmedim. Hasta olduğunda hastalığı çok şiddetli geçerdi. Hatta çok defa onbeş gün uyumazdı. Böbreği ağrırdı. Biz:

"Ya Resulullah! Allah'a dua etsen de bu hastalığı senden giderse (olmaz mı?)" derdik. O da:

"biz peygamberler zümresinin hastalıkları şiddetli geçer. Ta ki bizim zellelerimize keffaret olsun, diye" buyurdu. (Nesei)

Ebu Sa'd (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; şöyle diyor:

"Bir adam:

"Ya Resulullah! başımıza gelen bu hastalıklardan bizim için ne fayda var, haber verir misiniz?" diye sordu.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"günahlara kefarettir" buyurdu.

Bunun üzerine Übeyy b. Ka'b:

"Ya Resulullah! az olsa da mı?" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de

"küçük bir diken olsa da" buyurdu.

Ebu Sa'd diyor ki, bunun üzerine Übeyy b. Ka'b, ölünceye kadar kendisinden hastalığın ayrılmaması ama kendisini hacdan, umreden, Allah yolunda cihaddan, farz olan namazları cemaatle kılmaktan alıkoymaması için dua etti.

Ebu Sa'd diyor ki:

"bir kimse bundan sonra onun cildine dokunduğu zaman mutlaka hastalığının ateşini hissederdi. Bu ateşi ölünceye kadar devam etti." (Nesei)

Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle diyor:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): 

"İbadetlerini güzel bir şekilde yapan bir kul hasta olunca, ona vekil olan meleğe, "hastalıktan kurtuluncaya kadar sıhhatta iken yapmış olduğu amelin mislini onun için yaz, denilir" buyurdu.

Ebu Ümametü'l-Bahili (r.a.) şöyle diyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki:

"Sizden biriniz altının ateşle denendiği gibi Allah Teala (çok iyi bildiği halde) sizden birini bela ile tecrübe eder. İnsanlardan kimi beladan som altın gibi çıkar. İşte bu kimse Allah'ın günahlardan kurtardığı kimsedir. Kimi de beladan siyah altın gibi çıkar. İşte bu kimse belaya sabretmediğinden daha fazla günaha girmiş olan kimsedir."

Hasan-ı Basri'nin, Resulullah'dan mürsel olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifde:

"Şüphe yok ki Allah Teala bir mü'minin bir gece çektiği sıtma sebebiyle bütün günahlarını affeder." diye buyrulmuştur.

İbn-i Mübarek, "Bu hadis güzel bir hadisdir. Selefi salihin bir gece çekilen sıtmanın geçmiş günahlara keffaret olacağını umarlardı" demiştir.

Enes (r.a.) şöyle diyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)hasta olan bir adamın yanma girdi. Ona, "Allah'ım ben senin ace.e afiyetini, bela üzerine sabrı, dünyadan rahmetine çıkmayı istiyorum, de" buyurdu."

Aişe (r.a.) şöyle diyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ağaç yapraklarını döktüğü gibi, sıtma da günahları döker." buyurdu."

Ebu Hureyre (r.a.) ziyaret ettiği bir hastaya, dedi ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Allah Teala:

"Sıtma benim ateşimdir, ahiretteki ateşten nasibi olsun diye, onu dünyada mü'min kuluma musallat kılarım." buyurmuştur.

Mücahid:

"Sıtma her mü'minin ateşten hissesidir" demiş, sonra:

"Sizden hiçbiriniz müttesna olmamak üzere ille oraya (cehenneme) uğrayacaktır. Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür." (Meryem/71) ayet-i kerimesini okumuştur.

Fakat Mücahid, bu ayet-i kerimedeki:

"sizden cehenneme uğramayacak yoktur" ayetinin manasını sıtma ateşi ile tevil etmiş değildir. Çünkü bu ayet-i kerimenin indirilmesi sıtma ile te'vil edilmesini kesinlikle kabul etmez.

Mücahid'in muradı, Allah Teala bütün kullarının cehenneme uğrayacaklarını bildirmiş olmasıdır. O halde kulun günahları hastalık sebebiyle affolunur da kıyamet gününde cehenneme uğraması kolay olur. Süratle ondan kurtulur.

Mücahid'in bu manayı murad etmiş olduğuna, Ebu Reyhane'nin Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'den:

"hastalık cehennem körüğü olup, mü'minin ateşten nasibidir" diye rivayet ettiği hadis-i şerifi delalet etmektedir.

Enes (r.a.) şöyle diyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"hastalıktan iyi olup sıhhata kavuşan müslümanın hali, saflığı ve rengi bakımından gökten yağan dolu gibidir." buyurmuştur.

İbn-i Ebi'd-Dünya:

Ebu Ümame'den merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifde:

"hasta olarak yatan bir müslüman mutlaka günahlardan arınmış olarak sıhhata kavuşur" buyrulmuştur.

Ebu Ümame (r.a.) şöyle diyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Sıtmaya yakalanan mü'minin durumu, ateşe sokulup pasından temizlenen demirin durumu gibidir." buyurmuştur.

Yine Ebu Ümame (r.a.)'den merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifde:

"Kul hastalandığı vakit Allah Teala meleklerine:

"Ey meleklerim ben kulumu bağlarımdan bir bağ ile bağladım, eğer onun ruhunu alırsam mağfiret ederim, ve eğer ona afiyet verirsem günahlarından temizlenmiş olur" diye vahyeder" buyrulmuştur.

Sehl-lbn-i Enesi'l-Cuhenî babasından, o da dedesinden rivayet etti. Dedesi şöyle diyor:

"Ben Ebu'd Derda hasta iken yanına girdim ve:

"Ey Ebu'd Derda! Biz sıhhatli olmayı seviyoruz, hasta olmayı sevmiyoruz" dedim.

Bunun üzerine Ebu'd Derda dedi ki:

"ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken işittim:

"başağrısı ve hastalık, günahı Uhud dağı kadar olsa da, hardal tanesi kadar günahı kalmayana dek mü'minin peşini bırakmaz."

Ümmü Seleme (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

"Allah Teala hoş olmayan bir yolda bulunan bir kulunu bela vermek suretiyle imtihan ederse, (bu kul başına gelen bu belayı Allah'dan başkasına nisbet etmezse yahut bu belanın gitmesi için Allah'dan başkasına dua etmezse) bu bela onun günahlarını örter ve temizler."

Atiyye b. Kays dedi ki:

"Ka'b hastalandı, Dımaşk ehlinden birkaç kişi onu ziyaYet ettiler, ona:

"Ey İshak nasılsın?" dediler. O da:

"iyiyim, günahı yüzünden yakalanmış bir vücud, Allah Teala dilerse ona azap eder dilerse rahmet eder. Onu sıhhate döndürürse günahsız olarak döndürür" dedi."

Said b. Vehep dedi ki:

"Biz Selman-ı Farisi (r.a.) ile beraber Kinde kabilesinden bir adamı ziyarete gittik. Selman (r.a.):

"bir müslüman bela ile imtihan edilirse, bela onun geçmiş günahlarına keffaret olur, geri kalan günleri için de ibret olur. Bir kafir bela ile imtihan edilir, onun hali devenin haline benzer salıverildiği zaman niçin salıverildiğini, bağlandığı zaman niçin bağlandığını bilmez." dedi.

Ebu Eyyüb el-Ensari (r.a.) şöyle diyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ensar'dan bir adamı ziyaret etti ve onun üzerine eğilip nasıl olduğunu sordu o da:

"Ya Resulullah! Yedi günden beri uyumadım" dedi.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ey kardeşim! sabret. Ey kardeşim! sabret. Günahlara girdiğin gibi onlardan çıkarsın" buyurdu. Sonra Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"hastalık saatları günah saatlarını giderir" buyurdu.

Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle diyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir bedeviye:

"seni hiç ümmümüldem yakaladı mı?" diye sordu. O da:

"Ey Allah'ın Resulü, Ümmümüldem nedir?" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"cild ile kan arasında ateş yapan bir hastalıktır" buyurdu.

Bedevi: "ben buna hiç yakalanmadım" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ey bedevi, seni hiç başağrısı yakaladı mı?" buyurdu.

Bedevi:"Ya Resulullah baş ağrısı nedir?" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bir damar insanın başına vurur." buyurdu.

Bedevi: "ben buna yakalanmadım" dedi.

Bedevi dönüp gidince Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"cehennem ehlinden birini görmek isteyen buna baksın" buyurdu." (Nesei ve Müsned)

Ümmü Süleym (r.a.) şöyle diyor:

"Ben hastalandım. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) beni ziyarete geldi ve:

"Ey Ümmü Süleym! Ateşi, demiri ve demirin pasını biliyor musun?" buyurdu.

Ben de: "Evet" dedim. Bunun üzerine, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Müjde olsun sana ey Ümmü Süleym! Sen ağrılarından, ateşe (sokulan) demirin pasından kurtulduğu gibi, kurtulursun" buyurdular."

Bir sahabe, kardeşlerinden birini ziyaret etmek için yola çıktı. Yolda onun hasta olduğunu duydu. Yanına girdiğinde:

"Ben sana hem sıhhatli bir insan ziyaretçisi, hem hasta ziyaretçisi ve hem de müjdeci olarak geldim." dedi. O da:

"Bu üç şeyi nasıl birleştirdin?" diye sordu. O da:

"ben seni ziyaret etmek için yola çıktığımda hasta olduğunu bilmiyordum, işte bu sıhhatli bir insan ziyaretçisi, yolda hasta olduğunu işittim, bu da hasta ziyaretçisi, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan duyduğum bir şeyi de sana müjde edeceğim için müjdeci oldum" dedi.

İşittim ki, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

"kul ameliyle Allah katında bir dereceye nail olmadığı vakit Allah onun bedenine veya malına veya evladına bir bela vermek suretiyle onu imtihan eder, ve sonra ulaşamadığı o dereceye varıncaya kadar bu belaya sabrettirir."

Hasan-ı Basri hastalıktan bahsederek şöyle dedi:

"Dikkat edin hastalık günleri müslüman için kötü günler değildir. O günler müslümanın yolunu aydınlatır. Ahiretten unuttuğunu hatırlatır, kötülüklerini örter."

Selef-i Salihinden bazıları şöyle dedi:

"Dünyada musibetler olmasaydı, biz ahirete züğürt olarak giderdik."

Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Musibetler ve hastalıklar bu ağacın yapraklarının dökülmesinden daha çabuk ümmetimin günahlarını dökerler." buyurdu.

Ebu Hüreyre (r.a.)'den merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifde:

"Herhangi bir müslüman (hasta olduğu vakit) mutlaka Allah Teala ona meleklerden iki melek vekil eder.

Allah Teala o müslüman hakkında iki güzel emrinden birini, yani ya ölmesini veya sıhhata dönmesini hükmedinceye kadar o iki melek ondan ayrılmazlar.

Ziyaretçiler gelip ona:

"Nasılsın?" dediklerinde,

"El-hamdü Lillah, iyiyim, Allah hamde layıktır " derse melekler, ona:

"kanından daha iyi bir kan ile sıhhatından daha iyi bir sıhhat ile sana müjde olsun." derler, (ziyaretçiler ona nasılsın dediklerinde), eğer:

"şiddetli bela çekmekteyim" derse melekler ona:

"kanından daha kötü bir kan ile belandan daha uzun bir bela ile sana müjde olsun." derler."

Bu müslümanın, "şiddetli bela çekmekteyim" demesi, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın hastalığında:

"Vah başım!" demesine;

Sa'd (r.a.)'ın:

"Ya Resulullah! hastalığım şiddetlendi, ben zenginim" demesine;

Aişe (r.a.)'nin:

"Vah başım" demesine zıt değildir.

Çünkü bunların böyle demeleri hastalıklarını haber vermeleridir. Yoksa Allah Teala'yi, gelen ziyaretçilere şikayet etmeleri değildir.

Hasta Allah'a hamdettikten sonra hastalığını söylerse bu, şikayet olmaz. Eğer hastalığa kızarak haber verirse bu, şikayet olur.

O halde niyet ve maksada göre bir kelimeyle bazan sevap kazanılır, bazan da günah kazanılır.

Sabit-i Bennani dedi ki:

"Hasan-ı Basri ile beraber Saffan b. Muheyriz'in ziyaretine gittik. Oğlu çıkıp, babasının dizanteri hastalığına yakalanmış olduğunu ve yanına giremiyeceğimizi söyledi. Bunun üzerine, Hasan-ı Basri:

"bugün babanın etinin, kanının alınması, onları toprağın yemesinden daha hayırlıdır" dedi."

Yine Sabit-i Bennani dedi ki:

"Biz Rebia b. el-Haris-i ziyaret için yanına girdik. Hastalığı ağırdı. Ama o:

"Benim bu halimde olan kimsenin kalbini ahiret doldurur, dünya onun gözünde sinekten daha küçük olur" dedi."

İbn-i Mes'ud (r.a.) şöyle diyor:

"Ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'la beraber oturuyordum. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tebessüm etti, bunun üzerine biz:

"Ya Resulullah! niçin tebessüm ettiniz?" dedik.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bir mü'minin hastalıktan sızlanmasına taaccüb ettim. Eğer o mü'min hastalığın kendisi için ne kadar sevap olduğunu bilseydi, Allah'a kavuşuncaya kadar hasta olmasını arzu ederdi" dedi ve sonra ikinci defa tebessüm edip mübarek başlarını semaya kaldırdı.

Biz:  "Ya Resulullah yine niçin tebessüm edip mübarek başınızı semaya kaldırdınız?" dedik.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Taaccüb ettim. İki melek semadan inip bir mü'mini namaz kıldığı yerde arayıp bulamadılar, bunun üzerine Allah Teala'nın huzuruna çıkarak "Ya Rabbi filan mü'min kulun için gece ile gündüzde şu kadar amel yazıyorduk. Sen onu hapsetmişsin onun için amelinden bir şey yazmadık" dediler. Bunun üzerine Allah Teala, "kulum için gece ile gündüzde işlediği ameli yazın ondan hiçbir şey eksik etmeyin. Onu hapsettiğimin mükafatı bana aittir. Onun yapmış olduğu amelin mükafatı da ona aittir" buyurur."

İbn-i Mes'ud (r.a.) şöyle diyor:

"Allah Resulü, "Bir kimse bir gece sıtmaya yakalanıp sabreder, ve bunun Allah'dan geldiğine razı olursa anasından doğduğu gün gibi günahlarından çıkmış olur" buyurdu."

Yahya Merasil-i b. Kesir'den rivayet edildiğine göre:

Allah Resulü, Selman-ı Farisi (r.a.)'yi göremedi. Onu sordu. Hasta olduğu haberi verildi. Bunun üzerine ziyaret için onun yanına gelerek:

"Allah senin hastalığına şifa versin, günahını bağışlasın, ölünceye kadar dininde ve cisminde afiyet ihsan etsin. Bu hastalıkta senin için üç haslet vardır.

Birincisi Rabbinden sana bir öğüttür, bununla sana öğüt veriyor.

İkincisi senin geçmiş günahlarını temizler.

Üçüncüsü dilediğin duayı yap. Çünkü hastanın duası kabul edilir." buyurmuştur."

Ziyad b. Rebi diyor ki:

"Übeyy b. Ka'b'a:

"Allah'ın kitabında beni üzen bir ayet vardır." dedim. O da:

"hangisidir?" dedi. Ben de:

"Kim kötü bir iş yaparsa onunla cezalanır." (Nisa/123) ayet-i kerimesidir" dedim.

Ka'b (r.a.) dedi ki:

"Ben seni gördüğümden daha fakih biliyordum. Zira bir mü'mine, ayak sürçmesi, damar depreşmesi gibi bir musibetin gelmesi ancak günahı yüzündendir, Allah Teala, onun günahlarının birçoğunu da affeder.

Aişe (r.a.)'ya bu ayetten sormuştum. O da:

"ben bunu Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a sorduğumdan beri hiçbir kimse benden sormadı" dedi.

"Ben Resululllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a bu ayetin manasını sordum.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ya Aişe! Allah Teala kulunu başına gelen hastalık, bela, diken batması, ayakkabısının bağının kopması, hatta hatta kesesine parasını koyup da onu bulamayınca korkması ve sonra kesesini bulması gibisinden musibetlerle cezalandırır. Çünkü mü'min günahlarından, kırmızı altının körükten çıktığı gibi çıkar." dedi."

Allah Teala indirmiş olduğu kitaplarından birinde, kulunu sevdiği için ve onun kendisine nasıl tazarru ve niyazda bulunacağını görmek için "onun hoşuna gitmeyen bir musibetle imtihan ederim", buyurmuştur.

Ka'b (r.a.):

"Tevrat'da, Allah Teala, "mü'min kulumun üzüleceğinden korkmasaydım, kafiri, ebediyyen kırılmayacak bir demir sargı ile sarardım." diye yazılıdır," demişti.

Maruf-i Kerhi dedi ki:

"Şüphe yok ki, Allah Teala, mü'min kulunu hastalıklarla, ağrılarla, acılarla imtihan eder. Mü'min arkadaşlarına şikayette bulunur. Allah Teala Hazretleri, "İzzet ve Celâlime yemin ederim ki, ben seni bu ağrılar ve hastalıklarla ancak senin günahlarını yıkamak için imtihan ettim, o halde şikayette bulunma." buyurur."

Ebi'd Dünya'nın zikrettiğine göre:

Bir adam: "Ya Resulullah hastalık nedir?" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Sen hiç hasta olmadın mı?" dedi. O da:

"Hayır" diye cevap verdi.

Bunun üzerine Resulullah:

"Yanımızdan kalk sen mü'min değilsin" buyurdu."

Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'un hastalığı şiddetlendiğinde ziyarete gelen arkadaşları yanına girdi, hanımı:

"nefsim sana feda olsun, sana ne yedirebiliyoruz, ne de içirebiliyoruz" dedi.

Bunun üzerine o da zayıf sesle:

"Oyluk kemiklerim çürüdü, yatmam uzadı. Vallahi Cenab-ı Hakk'ın tırnak ucu kadar sevabımı eksiltmesini istemem"' diye cevap verdi.

Halid b. Velid (r.a.) karısını boşadı. Sonra onu övdü, bunun üzerine ona:

"Ey Eba Süleyman! Niçin onu boşadın?" dediler. O da:

"Ondan şüphelendiğim veya hoşuma gitmediği için boşamadım. Fakat benim yanımda hiç bir belaya uğramadı; hep rahattı" dedi.

Bir hadis-i şerifde:

"Bir mü'minin tansiyonu yükselir veya düşerse mutlaka Allah Teala onun için bir iyilik yazar, bir günahını affeder, bir derece yükseltir" denilmektedir.

Bu hadis-i şerif musibetlerin ancak günahları örteceğine dair olan hadis-i şerife zıd değildir.

Çünkü: "iyiliğin yazılması musibetlere sabretmekten dolayıdır." Sabır da kulun amelidir.

Ashab-ı Kiramdan biri; bir hastayı ziyaret etti ve ona:

"Hasta için dört şey vardır ki, ondan kalem kaldırılır.

- Sıhhatta iken işlemiş olduğu amelinin mükafatının misli onun için yazılır.

- Hastalık onun oynak yerlerindeki kötülükleri defedip çıkarır.

- Yaşarsa, affedilmiş olarak yaşar,

- Ölürse, yarlığanmış (bağışlanmış) olarak ölür" dedi.

Bunun üzerine hasta:

"Allah'ım ben hasta olarak yatmaya devam edeyim." dedi.

Ebu Yahya Suheyb b. Sinin (r.a.) şöyle diyor:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mü'minin işine taaccüb ediyorum, çünkü işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu meziyet yalnız mü'mine mahsustur. Zira sevinirse şükreder bu ise onun için hayırlıdır. Başına bir bela gelirse sabreder bu da onun için hayırlıdır." (Müslim)