๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sabredenler ve Şükredenler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 16 Temmuz 2010, 19:18:18



Konu Başlığı: Dünyanın Hakikatini Açıklayan Misaller
Gönderen: Zehibe üzerinde 16 Temmuz 2010, 19:18:18

 
Dünyanın Hakikatini Açıklayan Misaller
 
 
Birinci Misal:
 
Kul için üç hal vardır.

1 - Birinci hal: kulun ezelden yaratılmış olduğu zamana kadar geçen halidir.

2 - İkinci hali: öldüğü saatten itibaren nihayeti olmayan, baki ve devamlı olan halidir.

Ruhu bedenden çıktıktan sonra kıyamet kopuncaya kadar ya cennette veya cehennemdedir. Sonra kıyamet kopunca ruh bedene döndürülür ve ameliyle cezalandırılır, yani ya ebedi cennete veya ebedi cehenneme konulur.

3 - Üçüncü hal: yaratıldığı gün ile öldüğü gün arasındaki halidir ki, dünyada yaşadığı günlerdir.

Bu dünyadaki yaşayacağı müddete baksın ve bu müddeti yaratılmadan önceki müddet ile öldükten sonraki müddete kıyas ederse, dünyadaki yaşayacağı müddetin göz açıp kapayıncaya kadar olan zamandan daha az olduğunu bilir.

Bir kimse dünyaya bu gözle bakarsa ona meyletmez ve dünyadaki günlerinin sıkıntıda, bollukta, darlıkta, refahda geçmesine aldırmaz.

Bundan dolayı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), dünyada kerpici kerpiç üzerine koymamış ve:

"Benim dünya ile ne işim var. Benimle dünyanın hali ancak bir ağacın gölgesinde bir müddet dinlenip de bırakıp giden bir yolcu gibidir" (Müsned-i Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace),

Diğer bir hadisde de:

"Dünyanın (faydası) ahiretin (faydası) yanında ancak sizden birinin parmağını denize daldırması gibidir, parmağı ile denizden almış olduğu suya baksın (yani ahiretin faydası deniz gibi, dünyanın faydası ise parmağa yapışan su gibidir)" buyurmuştur. (Müslim).

İsa aleyhisselam buna işaret ederek:

"Dünya bir köprüdür, ondan geçin, onu onarmaya çalışmayın" demiştir.

Bu doğru bir misaldir, çünkü hayat ahirete giden bir yoldur. Bu köprünün başı, beşik, sonu ise mezardır. İnsanlardan bazıları köprünün yansına bazıları üçte ikisine bazıları ise geçmeye bir adım kalmış olduğu halde ondan gafildir. Nasıl olursa olsun mutlaka bu köprüyü geçecektir. Durmadan geçmek zorunda olduğu bu köprünün üzerine bina yapan ve onu çeşitli ziynetlerle süsleyen kimse cehalet ve ahmaklığın doruğundadır.
 
 
İkinci Misal:
 
Mideye giren yemeklerin tadı gibi, kalbe giren dünya arzu ve istekleri de tatlı gelir.

Lezzetli yemekler mideden bağırsaklara geçtikten sonra insan bunlardan nasıl nefret ederse, insan ölürken de kalbine girmiş olan dünya arzu ve isteklerinden bu şekilde nefret eder. Yemekler ne kadar lezzetli, ne kadar yağlı ve ne kadar tatlı olursa pisliğinin de o oranda fena kokması gibi, nefisde de ne kadar fazla arzu edilen şey varsa ölüm anında ondan o nisbette eza duyar. Nitekim sevdiğini kaybeden kimse onu sevmesi nisbetinde acı duyar.

İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Dahhak b. Süfyan'a:

"Tuzlu ve baharatlı yemekleri yeyip sonra üzerine su ve süt içen sen değil misin?" diye sordu. O da:

"Evet" diye cevap verdi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bu yemekler nereye gidiyor ve ne oluyor?" diye sordu. O da:

"Sonu malum ya Resulullah!" diye cevap verdi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"İşte Allah Teala dünyanın halini Ademoğlunun yediği yemeğin sonuna benzetmiştir" buyurdu.

Selefi salihinden biri arkadaşlarına gelin size dünyayı göstereyim deyip, onları çöplüğe götürür ve:

"İşte, meyvalarınıza,.. tavuklarınıza,.. ballarınıza ve yağlarınıza bir bakın..." derdi.
 
 
Üçüncü Misal:
 
 Dünya nimetleriyle meşgul olup ahiretten uzaklaştıklarından dolayı hasret çekenlerin hali bir gemiye binen bir kavmin hali gibidir.

Gemi bir adaya uğrayınca kaptan yolculara abdest bozmaları için adaya çıkmalarına müsaade eder. Ancak geç kalmamaları için tenbihde bulunur, aksi halde gemi kalkıp kendilerinin orada kalacaklarını hatırlatır. Yolcular adanın her tarafına dağılırlar.

Bir kısmı abdestini bozup süratle gemiye döner. Gemi boş olduğu için en güzel ve en geniş yerlere otururlar.

Bir kısmı da adanın yeşilliğine, güzel manzaralarına, kuşlarının ötüşüne dalar ve taşlarının güzelliği hoşlarına gider. Sonra geminin kalkmak üzere olduğunu hatırlayarak, hemen gemiye koşarlar, fakat geç kaldıkları için geminin güvertesinde daracık bir yere sıkışırlar.

Diğer bir kısmı da, adanın kıymetli taşlarından ve güzel çiçeklerinden yüklenip gemiye dönerler ama, gemide yer kalmadığı için ancak tek ayak üstünde bir yer bulurlar. Adadan getirdiği eşyayı ise koyacak yer bulamaz ama atmaya da kıyamaz. Taşımaktan başka çare bulamaz, onlar boynunda asılı kalır. Aldığına pişman olur, fakat pişmanlık fayda vermez. Sonra yolda o çiçekler de çürür, kokar.

Diğer bir grup da ormana dalar, gemiyi unutur, gemiden çok uzaklaşır. Kaptan gemi kalkarken onları çağırır, fakat onlar şarkı söyleyip eğlendikleri için kaptanın sesini duymazlar. Meyve yerler, çiçek koklarlar. Ağaçların güzellikleri hoşlarına gider. Onlar böyle eğlenirlerken üzerlerine vahşi bir hayvan saldırır, ondan kaçarlarken dallara takılarak, elbiseleri parçalanır, çıplak kalırlar, ayaklarına diken batar, dallar bedenlerini yaralar.

Bunlardan bir kısmı gemiye yetişmeye çabalarlar fakat gemide yer kalmadığı için sahilde ölürler. Bir kısmı da yırtıcı hayvanlara yem olurlar, bir kısmını da yılanlar sokup öldürür.

Bir kısmı da adada ölünceye kadat şaşkın şaşkın dolaşırlar. İşte dünya ehli buna benzer. Dünyanın peşin ve aldatıcı yeşilliklerine kapılıp nereden gelip nereye gideceklerini unutanların hali budur.

Akıllı bir insanı taşların (altın ile, gümüş) ve çöp kırıntısı olacak bitkilerin aldatması ne çirkindir. Bunlar kalbini meşgul edip onu ebedi kurtuluştan uzaklaştırır. Halbuki altın ile gümüş, öldüğü zaman ona arkadaş olacak değildir.
 
 
Dördüncü Misal:
 
Ahirete imanları zayıf olup dünyaya aldananlar hakkındadır.

İbn-i Ebi'd-Dünya'nın rivayet ettiğine göre, Hasan-ı Basri demiştir ki:

"Bana ulaşan bir habere göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına şöyle buyurmuştur:

"Benim, sizin ve dünyanın hali, tozlu bir çölde yolculuk yapanların hali gibidir. Henüz yolu yarılayıp yarılamadıklarını bilmeden yiyecekleri ve içecekleri tükenir, binek hayvanları ölür. Çölün ortasında yiyeceksiz, içeceksiz ve bineksiz kalırlar. Helak olacaklarını kesin olarak bilirler.

Bunlar bu şaşkınlık ve perişanlık içindeyken karşılarına güzel giyinmiş, başından sular damlayan bir adam çıkar. Bunlar bu adamı görünce, bu adam, mamur, zengin ve yakın bir beldeden gelen birine benziyor derler.

Adam onların yanlarına gelince onlara:

"Bu haliniz nedir?" diye sorar, onlar da:

"Gördüğünüz gibi, perişan vaziyette burada kaldık" derler. O da:

"Sizi kandırıcı sular ve doyurucu yeşilliklere götürürsem bana ne vadedersiniz?" der. Onlar da:

"Bundan sonra senin emrine girer sana asla karşı gelmeyiz" derler. O da:

"Bu hususta teminatla söz verir misiniz, Allah'a yemin eder misiniz?" diye sorar.

Onlar da: Ona karşı gelmeyeceklerine dair teminatla söz verip Allah'a yemin ederler.

O da onları kandırıcı suyun ve yeşilliklerin bulunduğu yere götürür. Orada Allah'ın dilediği kadar kalırlar. Sonra adam:

"Ey arkadaşlar haydi yolculuğa hazırlanın" der. Onlar da:

"nereye gideceğiz?" derler. O da:

"içtiğiniz sulardan daha iyi sulara, üzerinde yaşadığınız yeşilliklerden daha iyi yeşilliklere gideceğiz" der. Onlardan çoğu:

"Vallahi biz bu hayatı buluncaya kadar neler çektik. Hatta kendimizden umudu bile kesmiştik. Şimdi bu hayata kavuştuk biz bundan daha iyisini istemiyoruz. Bu kadarı bize yeter, fazlasını ne yapalım?" derler. Çok azı da:

"Hani bu adama karşı gelmeyeceğinize dair teminatla söz verip, Allah'a yemin etmediniz mi? Bu adam ilk vaadinde doğru çıktı. Elbette bu vaadinde de doğru çıkar" diyerek, onunla beraber giderler ve rahata kavuşurlar.

Çoğu ise geride kalır, onları düşman yakalar kimini esir eder, kimini de öldürür."
 
 
Beşinci Misal:
 
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), dünyayı ve dünya ehlini bir ağacın gölgesine benzetmiştir.

Kişi dünyada Allah'a giden bir yolcu olup bir yaz gününde, bir ağacın gölgesinde bir müddet gölgelendikten sonra ağacı bırakıp gider.

Bu misalin güzelliğini ve gerçeğe ne kadar uyduğunu bir düşününüz. Çünkü dünya, yeşilliğinde bir ağaca ve çabuk geçmesinde, yavaş yavaş toplanıp çekilmesinde de gölgeye benzemektedir.

Kul Allah'a giden bir yolcudur. Bir yolcunun yaz gününde bir ağaç görünce onun altına ev yapması, orayı devamlı durulacak yer edinmesi doğru olmaz. Bilakis orada haceti miktarı gölgelenir, orada fazla kalırsa arkadaşlarından geri kalmış olur.
 
 
Altıncı Misal:
 
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyayı denize sokulan parmağa benzetmiştir. Denize daldırılan parmağa bulaşan su ile dünyanın faydasının azlığı, deniz ile de ahiretin faydasının sonsuzluğu sembolik olarak açıklanmıştır.

Bu misal, en güzel misallerdendir:

Çünkü dünya fanidir, her ne kadar müddeti çok olsa da sonsuz ve ebedi olan ahiretin yanında denizden bir damla kadar bile değildir. Sınırlı olan bir şey, sınırsız olan bir şeye kıyas edilemez. Göklerle yer hardal tanesi ile dolu olduğu farz edilse, her bin senede bir kuş çıkıp, bu hardal tanelerinden bir tanesini alıp götürse, hardal taneleri sınırlı olduğu için biter, ahiret ise sınırsız olduğu için bitmez.

Bundan dolayı deniz mürekkeb olsa arkasından ona yedi deniz daha katılsa, yerdeki bütün ağaçlar kalemler olsa bunlarla Allah'ın kelamı yazılsa, denizler ve kalemler tükenir, fakat Allah'ın kelimeleri tükenmez. Çünkü Allah'ın kelimelerinin bidayeti ve nihayeti yoktur. Denizler ile kalemlerin ise nihayeti vardır.

İmam Ahmed ve başkaları demişlerdir ki:

Allah Teala dilediği vakit konuşmaktadır. Allah'ın kemal sıfatıyla muttasıf olması, kelam sıfatını gerektirir, çünkü konuşan, konuşmayandan daha mükemmeldir. Cenab-ı Hakk'a konuşmaktan yorgunluk, bıkkınlık, usanç arız olmaz. Cenabı Hak, kelimeleri ile mahlukatı yaratır ve kelimeleri ile mahlukatı idare eder. Netice olarak dünya, ahiret nefeslerinden bir nefes ve ahiret saatlarından bir saatdır.
 
 
Yedinci Misal:
 
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyayı Buhari ile Müslim'in rivayet ettikleri hadis-i şerif de beyan etmiştir.

Ebu Said-i Hudri demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) (bir gün) kalkıp cemaata hutbe okudu ve şunları söyledi:

"Hayır vallahi! Ey cemaat, ben sizin için ancak Allah'ın size vereceği dünya ziynetlerinden korkuyorum".

Bunun üzerine bir adam:

"Ya Resulullah! Hiç hayır, şerri getirir mi?" dedi.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir müddet sükut etti. Sonra:

"Nasıl dedin?" diye sordu.

O zat: "Ya Resulullah! Hiç hayır şerri getirir mi?" dedim" cevabını verdi.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona şunları söyledi:

"Şüphesiz ki, hayır ancak hayrı getirir, şu muhakkak ki, derenin yetiştirdiği bir nebat şişkinlikten ya öldürür yahut ölmeye yaklaştırır. Yalnız yeşillik yiyen hayvanlar müstesna (bunlar karın dolusu) yerler. Böğürleri doldu mu güneşe karşı döner rahatça def-i hacet eder sonra geviş getirir ve yine dönüp ot yerler.

Şimdi her kim hakkıyla bir mal alırsa o malda kendisine bereket verilir. Her kim de hakkı olmadığı halde bir mal alırsa onun hali yiyip yiyip doymayan oburun hali gibidir"

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ümmeti için en çok korktuğu şeyin dünyalık olduğunu haber vermiş ve dünyalığı çiçeğe benzetmiştir. Çünkü çiçeğin kokusu hoş, manzarası güzel ve ömrü azdır. Çiçeklerin arkasında daha hayırlı ve baki olan ahiret meyvaları vardır.

"Derenin yetiştirdiği otların bazısı çok yiyen hayvanları ya patlatıp öldürür yahut ölüme yaklaştırır"

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın bu mübarek sözü dünyadan ve dünyaya düşkün olmaktan sakındırmak için en güzel bir misaldir. Çünkü insanın mala karşı olan hırsı ve aç gözlülüğü onu ya öldürür veya ölüme yaklaştırır. Zira bunlar başkalarının muhtaç olduğu malları toplarlar, başkaları da bunların ellerinde bulunan malları alabilmek için bunları ya öldürürler veyahut onları ölüme yaklaştıracak şekilde kahredip zelil ve hakir kılarlar. Dünyadan ihtiyacı kadar alanlara zarar vermez.

Bu hadis-i şerifde insanın kendisini öldürecek kadar çok yemesinin ve yemeyi tamamiyle bırakıp kendisini ölüme terketmesinin haram olduğuna ve orta derecede yemenin mubah olduğuna işaret vardır.

Bu hadis-i şerif, servet sahibi, bedeninin ve kalbinin kuvvet ve sıhhatini muhafaza eder, malından ihtiyacı kadar bırakıp fazlasını hayır yolunda sarf ederse, malının vebalinden kurtulmuş olacağını, malını sarf etmeyip elinde hapsettiği takdirde, kendisine zarar vereceğini bildirmektedir.

Tevfik Allah'dandır.
 
 
Sekizinci Misal:
 
Meymune (r.a.)'nin rivayet ettiği hadis-i şerifde beyan edilmiştir. Meymune (r.a.) demiştir ki:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

Amr b. el-As'a;

"Bu dünya yeşil ve tatlı bir şeydir" buyurmuştur.

Her kim bu dünyada Allah'dan korkar ihtiyacı kadar dünyalık alırsa ne ala, aksi takdirde yiyip yiyip doymayan obur gibidir. Dünyalık alma konusunda insanlar arasında, doğudaki yıldız ile batıdaki yıldız arasındaki uzaklık kadar fark vardır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"dünya yeşildir" ifadesiyle gözlerin dünyayı güzel göreceğini ve:

"dünya tatlıdır." ifadesiyle de midelerin ona iştah duyacağını bildirmiştir.

Dünya bu yeşilliği ve tatlılığıyla ehline ziynetli gösterilmiş ve onlara sevdirilmiştir. Çünkü dünya ehli topraktan yaratılmıştır ve tekrar toprağa gideceklerdir.

Nitekim denilmiştir ki:

"Biz dünyanın çocuklarıyız. Çünkü bizim yaratılışımız ondandır. Sen ondansın, o sevilen bir şeydir. Dünyada insanlar iki kısımdır.

Birinci kısım: salih ve muttaki olanlardır; Bunların takvalığı ve salih olmaları kendilerini dünyaya dalmaktan ve aç gözlü olmaktan men edip helal olmayanları almazlar. Kazandıkları mallarını da hayır yolunda sarf edgrler.

İkinci kısım: salih ve muttaki olamayanlardır; Bunların arzu ve istekleri yalnız dünyalığı elde etmektir. Bunlar yiyip yiyip de doymayan oburlar gibidir.

Bu, en güzel misallerdendir. Yiyip içmekten maksad, sıhhati ve kuvveti korumaktır. Bu da ihtiyaç miktarıyla giderilir. Maksadı sırf yiyip içme olan kimse yer yer ama doymaz.

Bundan dolayı İmam Ahmed demiştir ki:

"Dünyalığın azı faydalıdır, çoğu zararlıdır."

İnsanların, salih ve muttaki olanlar ile aç gözlü olanları arasında fark olduğu haber verilmiştir. Bu iki kısım arasında doğudaki yıldız ile batıdaki yıldız arasındaki uzaklık kadar fark vardır.
 
 
Dokuzuncu Misal:
 
Müstevrid b. Şeddad'ın hadisinde beyan edilmiştir. Müstevrid demiştir ki:

"Ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte bir ölü kuzunun başında duran cemaatle beraberdim. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Şu kuzu iaşesini buraya bıraktıkları vakit o kuzunun sahiplerinin bunu hakir gördükleri için bıraktıklarını zannedersiniz değil mi?" diye sordu.

Cemaat de: "Evet, kıymetsizliğinden dolayı onu attılar. Ya Resulullah!" dediler.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, dünya da Allah katında, bunun sahipleri yanındaki değersizliğinden daha değersizdir" buyurmuştur. (Tirmizi bu hadis hasendir, sahihdir demiştir)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyayı ölmüş bir kuzuya yalnız benzetmekle kalmayıp, bilakis dünyanın Allah katında ondan daha kıymetsiz olduğunu açıklamıştır.

İmam Ahmed'in Müsned'inde bu hadis-i şerifde şu ziyade vardır:

"Nefsim yed-i kudretinde olan Cenab-ı Hak'ka yemin ederim ki, elbette bu dünya, Allah katında bu ölü kuzunun sahipleri yanındaki değersizliğinden daha değersizdir." diye yemin ederek buyurmuştur.

Dünya Allah katında bu ölü kuzunun sahipleri yanındaki kıymetsizliğinden ve hakirliğinden daha kıymetsiz ve daha hakir olunca, dünyayı sevenler ve ona aşık olanlar Allah katında bu ölü kuzudan daha değersiz ve daha hakirdirler. Bu murdar olarak ölmüş olanın kuzu olması sahipleri yanında büyük koyun olmasından daha değersizdir. Çünkü büyük koyunun yününden, derisinden istifade edilir. Ölü olan küçük kuzuya gelince, o son derece değersizdir.

Yardım ancak Allah'dan istenilir.     
 
 
Onuncu Misal:
 
Dünya bir denize benzer ki, insanların mutlaka denizden geçerek evlerine, vatanlarına ve yurtlarına gitmeleri lazımdır.

Denizi geçmek de ancak necat gemisi ile mümkündür. Cenab-ı Hak insanları necat gemilerini nasıl edineceklerini bildirmek için peygamberler gönderdi. Peygamberler insanlara necat gemilerini yapmalarını ve onlara binmelerini emretti.

Necat (kurtulma, kurtuluş, selamet) gemileri; Allah'a itaat, peygamberlere itaat, yalnız Allah'a ibadet, amellerin ihlasla Allah için yapılması, ahireti istemek ve ahiret için çalışmaktır.

Denizin yüzmekle geçilmeyeceğini bilenler gemiyi yaptılar, onu donattılar ve ona bindiler.

Ahmaklara gelince; onlara gemiyi yapmak, donatmak zor geldiğinden, denizi yüzerek geçeriz dediler. Bunlar dünya ehlinin çoğudur.

Denize dalıp yüzmeye başladılar ama sonunda boğuldular. Gemiye binenler kurtuldular, nitekim Nuh aleyhisselamla gemiye binenler kurtulmuş binmeyenler gark olmuşlardır. Dünya ehlinin hali düşünülürse bu misalin gerçeğe uygun olduğu anlaşılmış olur.

Bu misal, dünya, ahiret, kader ve emir için beyan edilmiştir. Çünkü kader bir denizdir, kader hakkındaki emir gemidir, ancak gemiye binen kurtulur.
 
 
Onbirinci Misal:
 
 Dünya, bal dolu bir kaba benzer; onu gören sinekler bal kabına doğru yönelir. Bazısı kabın kenarına konup ihtiyacı kadar yedikten sonra uçar gider, bazısı ise aç gözlü olduğundan kendisini kabın ortasına atıp helak olur.
 
 
Onikinci Misal:
 
Dünya yeryüzüne saçılmış tanelere benzer.

Bu tanelerin bir kısmı tuzağın içine bir kısmı da tuzağın etrafına saçılmıştır. Kuşlardan bazıları kanaatkar olup tuzağın etrafındaki tanelerden ihtiyacı kadar yiyip giderler bazıları ise aç gözlü olup tuzağın ortasında bulunan büyük taneleri yemek için ortasına girer taneyi almadan tuzak kendisini yakalar ve feryada başlar.
 
 
Onüçüncü Misal:
 
Büyük bir ateş yakan bir adamın misali gibidir.

Pervane ile cırcır böcekleri ateşin ışığını görüp ora ulaşmak için içine düşerler. Ateşin halini bilenler ise onunla aydınlanıp uzaktan ısınırlar.

Nitekim Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ben ateşten korumak için sizin eteğinizden tutuyorum, halbuki siz ateşin içine pervanelerle cırcırların atıldığı gibi atlamaya çabalıyorsunuz, neredeyse sizin eteğiniz elimden kaçacak zor tutuyorum."

Diğer bri rivayette ise:

"Benimle sizin misaliniz ateş yakan bir adamın misali gibidir. Ateş etrafındaki şeyleri aydınlatınca, pervanelerle cırcırlar ateşin içine atılırlar. Ben ateşten korumak için sizin eteğinizden tutuyorum. Halbuki siz bana galebe çalarak onun içine atlamaya çalışıyorsunuz" buyurmuştur.
 
 
Ondördüncü Misal:
 
Dünyanın misali, malları, evladları ve iyalleriyle yolculuğa çıkan bir kavmin misali gibidir.

Bu kavim dereleri çok, suları ve meyvaları bol bir yere uğrar. Oraya inip çadırlarını kurarlar. Sonra orada evler ve köşkler yaparlar. O sırada doğruluğu, vaat ve nasihatıyla tanınan ve kendisine güvendikleri bir adam yanlarına gelerek:

"Ben şu derenin arkasında sizi hedefleyen bir orduyu şu iki gözümle gördüm, bana uyun, sizi ondan kurtarayım" der.

Onlardan az bir kısmı ona itaat eder. O adam:

"Ey cemaat kurtuluşa gelin, ey cemaat kurtuluşa gelin" der. O adama itaat edenler de:

"Evladlarına, iyallerine ve kabilelerine, "kurtulmaya bakalım" diye feryad ederler. Onlardan büyük bir kısmı ise:

"Bu yerden nasıl gideriz, mallarımız, evlerimiz burada, burayı vatan edindik" derler.

O adam: "Sizden herbiriniz eşyalarından hafif olanlarını alıp kendini kurtarmaya baksın, aksi takdirde düşman hem sizin hem de mallarınızın kökünü kurutur" der.

Adamın uyarmasına rağmen servet sahiplerine ve kavmin ileri gelenlerine oradan taşınmak, içinde bulundukları nimetten, refahtan ve rahatlıktan ayrılmak ağır gelir.

Ahmaklar da: "Burada kalanların malları evlad ve iyalleri bizimkilerden daha çoktur. Onların başına gelecek felaket bizim başımıza da gelir" diyerek onlara uyarlar.

Onlardan az bir kısmı, o adama tabi olup, kurtulurlar. Ordu sabah, baskını yapar ve hem onların hem de mallarının kökünü kuruturlar.

Nitekim Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buna işaret ederek:

"Şüphesiz benim ve Allah'ın benimle gönderdiği şeyin misali, bir adamın misali gibidir ki; kavmine gelir de:

"Ben orduyu iki gözümle gördüm. Ben gerçekten safi (sadece) uyarıcıyım. Kurtulmaya bakın!" der.

Kavminden bir kısmı ona itaat eder ve geceleyin yola çıkarlar, yavaş yavaş giderler. Onlardan bir kısmı da onu yalanlayarak, yerlerinde kalırlar. Ordu sabah baskını yaparak onları öldürür ve köklerini kuruturlar.

İşte bana itaat edip getirdiğime tabi olanlarla, bana isyan edip, getirdiğim hakkı yalanlayanların misali budur" buyurmuştur" (Müslim)
 
 
Onbeşinci Misal:
 
Dünyalıktan kendilerine verilenlerin misali, bir adamın misali gibidir. Şöyle ki:

Bir adam evini hazırlar, onu süsler, bir evde bulunması lazım gelen her türlü eşya ile evini döşer. Sonra insanları evine davet eder. Her geleni yumuşak minderler üzerine oturtur. Koklamaları için içerisi güzel kokularla dolu bir altın tabak takdim edilir. Sonra kıymetli kaplarla yemek getirilir, köleleri hizmet eder.

Akıllı kimse; bunların hane sahibinin eşyası, mülkü ve köleleri olduğunu bilir, o hanede kaldığı müddetçe bu kaplardan istifade eder. Kalbini bunlara bağlamaz, bunların kendisine mülk olarak verildiğini içinden bile geçirmez. Bir misafirin hane sahibine karşı nasıl davranması gerekirse o şekilde davranır. Hane sahibinin oturttuğu yere oturur, önüne getirileni yer. Bunlar dışında ona bir şey sormaz, çünkü hane sahibinin cömertliğine ve misafirlerine karşı nasıl davranacağına dair olan bilgisine güvenir. Akıllı kimse bu eve iyi olarak girer, iyi olarak faydalanır, o evden iyi olarak ayrılır ev sahibi de onu kötülemez.

Ahmak kimseye gelince; bu evde oturmayı içinden geçirir, evdeki eşyaları mülküne geçirir, onlarda arzu ve istediği gibi tasarruf eder, evde kendisine göre bir yer seçer, bu eşyaları seçtiği yere götürüp gizler. Ev sahibi ona bir şey veya bir alet getirdiği vakit diğer misafirlere değil kendisine tahsis edilip mülk olarak verilmiş olduğunu içinden geçirir. Ev sahibi bunun ne yaptığını anlar fakat cömertliği onu evinden çıkarmaya engel olur.

Bu ahmak kimse bu eşyalara, bu eve malik olduğunu ve bunlarda hakiki malikin tasarruf ettiği gibi tasarruf ettiğini, orayı vatan edinip o evi kendisi için ev edindiğini zannettiği vakit ev sahibi kölelerini gönderip onu evden zorla çıkarır, almış olduğu eşya ve aletlerin hepsini de elinden alırlar. Onun elinde hiç bir şey kalmaz.

Bu ahmak, kimse ev sahibinin gazabına uğramış bir şekilde ve köleleri, adamları, hizmetçileri arasında rezil ve kepaze olarak oradan ayrılmış olur.

Akıllı kimseler bu misali hakkıyla düşünsünler, çünkü bu misal gerçeğe uygundur.

Yardım ancak Allah'dan istenir.

Abdullah b. Mes'ud demiştir ki:

"Dünyada herkes misafirdir. Elindeki mal emanettir. Misafir gider, emanet, sahibine geri verilir."

Buhari ile Müslim'in rivayet ettiklerine göre, Enes b. Malik (r.a.) demiştir ki:

"Ebu Talha (r.a.)'nın Ümmü Süleym'den olan bir oğlu öldü, bunun üzerine kadın ev halkına:

"Ebu Talha'ya oğlunun öldüğünü siz söylemeyin, ben söyleyeyim" dedi.

Ebu Talha eve döndü. Kadın onun akşam yemeğini getirdi. Ebu Talha yemeği yedi. Daha sonra kadın kocasına güzel ve çekici surette süslendi, etkilenen Ebu Talha karısıyla münasebtte bulundu.

Karısı, Ebu Talha'nın karnı doyup cima etmesinin ardından, ona şöyle dedi:

"Bir cemaat, bir ev halkına bir şeyi ödünç verirler de sonra onu geri almak isterlerse, ev halkının onu vermemeye hakları olur mu, bunu doğru görür müsün?".

Ebu Talha, "hayır" dedi.

Kadın; "Oğluna mukabil, Allah'dan sevap bekle" deyince;

Ebu Talha kızdı ve; "Kirleninceye kadar beni oyaladın, sonra bana oğlumun ölüm haberini verdin" dedi ve derhal dışarıya çıktı ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e geldi olup biteni anlattı. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah gecenizi uğurlu kılsın" diye karşılık verdi.
 
 
Onaltıncı Misal:
 
Dünyanın misali, bir sahra yolculuğuna çıkan bir kavmin misali gibidir;

Onları ansızın susuzluk yakalar. Bir denizin yanına gelirler, denizin suyu çok acı ve çok da tuzludur. Hayli susadıkları için suyun acılığını ve tuzluluğunu bilmezler. Ne kadar su içerlerse, o kadar da susarlar. Çoklarının bağırsakları parçalanır, susuz olarak ölürler.

Sonra akıllı olanları suyun acı ve tuzlu olduğunu anlarlar. Çünkü o sudan içen ne kadar çok içerse o kadar da çok susamaktadır, oradan uzaklaşırlar. Yumuşak bir arazi bulurlar, kuyu kazarlar tatlı su çıkar, ondan içerler, hamur yoğururlar, yemek pişirirler. Sonra deniz kenarında bulunan kardeşlerini "tatlı suyun yanına gelin" diye davet ederler. Onlardan bazısı bunlarla alay eder, bazısı ise içinde bulundukları hale razı olurlar. Çok azı daveti kabul eder.

Bu misal, İsa (a.s.)'ın beyan ettiği misale benzer;

İsa (a.s.) demişti ki:

"Dünyayı isteyenin misali, deniz suyunu içenin misali, gibidir. Deniz suyundan ne kadar çok içerse o kadar çok susar. Sonunda deniz suyu onu öldürür."
 
 
Onyedinci Misal:
 
İnsanın ve malının, amelinin ve akrabalarının misali üç kardeşi olan bir adamın misali gibidir.

Adamın uzun bir yolculuğa çıkması gerekir. Üç kardeşini çağırır, onlara:

"gördüğünüz gibi, ben uzun bir yolculuğa çıkacağım, şimdi size çok muhtacım, bana yardım edin" der.

Onlardan biri: "şimdiye kadar ben senin kardeşin idim. Bundan sonra ben senin kardeşin ve arkadaşın değilim. Sana hiçbir yardımda bulunamam" der.

Adam ona,: "Senin bana hiç bir faydan yokmuş" der.

İkinci kardeşine; "Sen ne yardım yapabilirsin?" diye sorar.

O da; "Şimdiye kadar ben senin kardeşin ve arkadaşın idim. Senin yolculuk hazırlığını yapıp seni bineğine bindirinceye kadar seninle beraber bulunurum, o andan sonra ben senin arkadaşın değilim" der.

Adam ona; "Benim sana yolculukta ihtiyacım var" der.

O kardeş de ona; "bu mümkün değil" der.

Adam ona da; "Senin bana hiçbir faydan yokmuş" der.

Üçüncü kardeşine; "sen ne yardım yapabilirsin?" diye sorar.

O da; "Ben senin sıhhatinde de, hastalığında da arkadaşındım. Şimdi de bineğine bindiğinde de, yolculuğunda da sana arkadaş olurum, sen gidersen, ben de giderim, sen inersen, ben de inerim. Sen bir beldeye ulaşınca senin yanından hiç bir zaman ayrılmam" der.

Adam ona; "Sen, benim yanımda arkadaşlarımın en değersizi idin. Diğer iki arkadaşını sana tercih ediyordum. Keşke senin hakkını tanıyıp, seni onlar üzerine tercih etseydim" der.

"Bu üç kardeşin;

- biri adamın malı,

- ikincisi akrabaları, kabilesi ve arkadaşları,

- üçüncüsü ise amelidir." (Bu misalin benzeri merfu hadis olarak rivayet edilmiştir. Fakat hadis-i şerif olduğu sabit değildir. )

Bu hadis-i şerifi Ebu Cafer el Ukayli; "Kitabu'z-Zuafa" isimli eserinde İbn-i Şihab'dan o da Urve'den, o da Aişe (r.a.)'den rivayet etmiştir.

İbn-i Müseyyeb de bu hadisi Aişe (r.a.)'den merfu olarak rivayet etmiştir. (Bu misal, haddizatında sahihdir ve gerçeğe uygundur.)
 
 
Onsekizinci Misal:
 
Bu misal, misallerin en güzellerindendir.

Bir hükümdar, insanların içinde zevk ve sefa sürmeleri için görülmemiş ve işitilmemiş şekilde çok geniş ve çok güzel bir köşk yaptırır, ona giden bir de yol yaptırır. İnsanları ona davet eden davetçiler gönderir. Köşkün yolu üzerine her çeşit zinetlerle süslenmiş, güzel bir kadın oturtur. Kadının emrine bir çok yardımcılar ve hizmetçiler verir. Kadının eline ve hizmetçilerinin eline o yoldan hükümdara gidenlere verilmek üzere azık verilir. Hükümdar kadına ve kadının hizmetçilerine:

"Yolculardan her kim size bakmayıp, bana gelmek için sizden bana ulaştıracak kadar azık isterse ona hizmet edin ve ona azık verin, onu bana gelmekten alıkoymayın. Bilakis yolculuğunda bana ulaştıracağı her şeyi ona vermek suretiyle yardım edin. Her kim de sana göz diker ve seninle kalmaya razı olur, seni bana tercih eder, sana kavuşmak isterse, ona azabın en kötüsünü tattır ve ona en aşağı ve en değersiz olan şeyi ver onu kendine hizmet ettir. Arkandan bir vahşi hayvanın koştuğu gibi koştur. Her kim de senden yiyip içmek isterse az bir şey vermekle onu aldat sonra verdiğini geri al, onda hiç bir şey bırakma, onun üzerine hizmetçilerini ve kölelerini musallat et. O seni ne kadar sever, sana ne kadar tazim ve ikramda bulunursa, sen de ona o kadar buğz, ihanet ve tahkir ile mukabelede bulun. Ta ki üzüntü, keder ve hasret çekerek canı çıksın" demiştir.

Bu misal, dünyayı isteyenlerin hali ile ahireti isteyenlerin halini anlatmaktadır.

Yardım ancak Allah'dan istenilir.

Bu misal, hadis-i kudsi'den alınmıştır.

Nitekim bir hadis-i kudsi'de:

"Ey dünya! Bana hizmet edene hizmet et, sana hizmet edeni kendine hizmet ettir" buyrulmuştur.
 
 
Ondokuzuncu Misal:
 
Bir hükümdar, havadar, suyu bol ve çok güzel olan bir yere bir şehir kurar. Kanallar açar, ağaçlar diker, sonra tebaasına:

"Bu şehre doğru yarışın, önce varanlara en güzel köşkler verilecek, her kim geri kalırsa insanlar onu geçecek ve köşklerini alıp onlara yerleşecekler, geri kalanlar ise bu nimetlerden mahrum kalacaklar" der.

Sonra hükümdar bu insanlar için yarış meydana yapar, meydana uzun gölgeli, altlarından sular akan büyük ağaçlar diker, bu ağaçlarda her çeşit meyva ve üzerlerinde de çok güzel öten kuşlar vardır. Sonra hükümdar, insanlara:

"Bu ağaçlara ve gölgelerine aldanmayın bu ağaçlar yakında köklerinden sökülecek, gölgeleri gidecek, meyvaları kalmayacak, kuşları ölecektir. Sizin için kurduğum şehre gelince, ağaçları, meyvaları, gölgeleri, nimetleri devamlı ve ebedidir. O şehirde hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın hatırından geçmediği nimetler vardır" der.

İnsanlar bu şehri işitince onu aramaya çıkarlar. Kendilerine yorgunluğun, sıcaklığın ve susuzluğun tesir ettiği bir sırada, yollarında bu fani olan ağaçlara tesadüf ederler. O ağaçların altına inip, gölgeleriyle gölgelenirler, tatlı meyvalarını yerler, kuşlarının nağmelerini dinlerler. Onlara:

"Siz bu ağaçların altına dinlenmeniz ve hayvanlarınızı müsabakaya hazırlamanız için indiniz. Hayvanlarınıza binmek için hazırlanın ve hazırlıklı bulunun, boru ötünce müsabaka için toplanılacak yere ulaşırsınız" denildi.

Onlardan çoğu:

"Biz bu koyu gölgeleri, bu tatlı suları, bu olgun meyvaları, ve bu rahatlığı nasıl bırakırız ve bu sıcakta, bu yorgunlukla, bu uzak yolculuğu bağırsakları parçalayan bu tozlu ve susuz çölleri nasıl geçebiliriz. Biz peşin para ile uzun vadeli ve görmediğimiz bir malı nasıl satın alabiliriz? Gördüğünüz bir şeyi görmediğimiz bir şey için nasıl bırakabiliriz? Eldeki peşin bir dirhem, yarından sonra vaad edilen bir dirhemden daha hayırlıdır. Gördüğün şeyi al, duyduğun şeyi bırak, biz bu günün çocuklarıyız. Bu hazır ve görülen bir yaşamadır, bu yaşamayı uzak beldedeki görünmeyen bir yaşamaya nasıl terkedebiliriz? O beldeyse ne zaman ulaşacağınızı da bilmiyoruz." dediler.

Her bin kişiden bir kişi kalkıp hazırlanarak:

"Vallahi bizim bu yerimiz, sökülmesi yakın olan bir ağacın altındaki yok olacak bir gölgedir. Ağacın meyvaları kalmayacak ve kuşları ölecektir. Devamlı bir gölgeye ye ebedi mutlu bir yaşamaya, müsabakayı terketmeyiz, ancak acizlerin acizi terkeder. Bir ağacın gölgesinde istirahat eden bir misafirin oraya çadır kurup sıcağın ve soğuğun eziyet vermesinden korktuğu için orayı vatan edinmesi yakışmaz. Bir ağacın altını ancak beyinsizlerin beyinsizi vatan edinir. O halde haydin yarışa, haydin yarışa, acele edin, acele edin. Ölümün hükmü bu alemde geçerlidir. Bu dünya devamlı bir yurt değildir. Hazırlığınızı çabuk yapın, çünkü ömürleriniz yolculuklardan bir yolculuktur. Müsabaka atlarını koşturun ve acele edin. Zira onlar geri alınacak olan emanetlerdir. Geçici bir gölgenin altında ikamet etmeyin, çünkü siz bu dünyada seferde bulunmaktasınız. Her kim bu dünyada güzel yaşamak isterse, umudunu, çökecek bir yere bağlamış olur. En güzel yaşayış bu alemden ayrıldıktan sonra müsabaka ehlinin çok şerefli yurdundadır."

Derler ve müsabaka için toplanılan yere giderler, arkadaşlarını az olmasından korkmazlar. Azimetlerin sırtında giderler. Gitmelerinde hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar, geri kalanlar ağacın gölgesinde uyurlar. Vallahi az bir zaman geçmeden ağacın dalları solar, yaprakları dökülür, meyvaları tükenir, dalları kurur, ağaçların suyu çekilir, sonra ağaçlar kökünden sökülür Ağaçların altında kalanlar yakıcı ve kavurucu rüzgarın tesirinde şaşkın şaşkın dolaşırlar. Ağaçların gölgesindeki yaşamaları ellerinden çıktığı için üzülerek feryad ederler. Ağaçların bakıcısı sökülen ağaçları yakar, ağaçlar ve etrafındaki bitkiler alevler saçan bir ateş olur. Ateş ağacın altında bulunanları da kuşatır. Onlardan hiçbiri ateşten kurtulamaz. Ateşin içinde kalanlar:

"Bizimle beraber ağaçların altında gölgelenip sonra bizi bırakıp gidenler nerede kaldılar?" derler.

Bunlara; "Başınızı kaldırın onların makamlarını görürsünüz" derler.

Bunlar başlarını kaldırınca hükümdarın köşklerinde onları çeşitli nimetler içinde zevk ve sefa sürerken görürler. Onlarla beraber olmadıkları için acı ve üzüntüleri kat kat artar. O sırada kendileriyle arzu ettikleri arasına perde çekilir, acı ve elemleri daha da artar.

Bunlara; "Geride kalanların cezası budur" denilir.

Nitekim Allah Teala:

"Biz onlara zulmetmedik fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdir" (Nahl/118) buyurmuştur.
 
 
Yirminci Misal:
 
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyayı, ikiye parçalanıp da sonunda bir iplik ile tutan bir elbiseye benzetmiştin Bu iplik elbiseyi ne kadar tutabilir?

Nitekim İbn-i Ebi'd-Dünya'nın rivayet ettiğine göre Enes b. Malik (r.a.) demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);

"Bu dünya, baştan sonuna kadar ikiye bölünüp de sonunda bir iplikle tutan bir elbiseye benzer ki, o iplik de nerede ise kopmak üzeredir." buyurmuştur. (Bu misalin daha çok izahını istersen İmam Ahmed'in Müsned'inde. rivayet edilen Ebu Said'in hadisine bak.)

Ebu Said demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün ikindi namazını bize gündüzleyin (erken) kıldırdı ve namazdan sonra vaaza başladı, kıyamete kadar olacaklardan bildirmedik hiç bir şey bırakmadı. Bunları ezberleyen ezberledi, unutan unuttu. İrisanlar başlarını çevirip batmadık tarafı var mı diye, güneşe bakıyorlardı. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bilmiş olun ki, dünyanın geçirdiği ömre nisbetle geri kalan ömürü, şu günümüzün geçen zamanı-nisbetle geri kalan zamanı kadardır" buyurmuştur.

Rivayet edildiğine göre İbn-i Ömer demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bizim yanımıza geldiğinde güneş hurma dallan arasında batmak üzereydi. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Dünyanın geri kalan ömrü, şu günümüzün geçen zamanına nisbetle geri kalan zamanı kadardır" buyurmuştur.

İbn-i Ebi'd-Dünya'nın Enes (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)(bir gün) güneş batarken, bize vaaz etti ve:

"Dünyanın geçirdiği ömre nisbetle, geri kalan ömrü şu günümüzün geçen zamanına nisbetle geri kalan zamanı kadardır, dünyanın bütün ömrü bir gün gibidir." buyurdu.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) günün sonunda güneşin batmasına az bir zaman kalarak gönderilmiştir.

Ebu Hüreyre (r.a.) ile Cabir (r.a.)'in rivayet ettiklerine göre:

"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Şehadet parmağı ile orta parmağını yan yana getirerek ben, kıyamete şunlar (ın birbirine plan yakınlığı) gibi yakın (bir zamanda) gönderildim" buyurmuştur. (Buhari).

Selefi Salihinden biri şöyle derdi:

"Ey insanlar!

Sabredin, çünkü bu dünyanın günleri azdır. Siz bekleyen bir kafilesiniz, sizden biriniz çağrılınca arkasına bakmadan hemen gider. Ben size öleceğinizi haber vermekteyim, ölüm insanı hapsedicidir, fakat o gereklidir. Allah hep gözetlemektedir. Ruhlar, Vakıa suresinin sonunda beyan edildiği üzere çıkar." (Müslim).

Nitekim Allah Teala:

"Eğer o (ölecek kişi), yakın kılınan (mukarreb olan) lardan ise, 

Bu durumda rahatlık, güzel rızık ve nimetlerle donatılmış Cennet (onundur). 

Ve eğer "Ashab-ı Yemin"den ise, 

Artık, "Ashab-ı Yemin"den selam sana. 

Ve eğer o, yalanlayan (inkarcı) sapıklardan ise, 

Artık (onun için de) alabildiğine kaynar sudan bir konukluk, şölen vardır. 

Ve çılgınca yanan ateşe bir atılma da. 

Hiç şüphesiz bu, kesin bilgi ifade eden bir gerçektir (Hakku'l-Yakin) . 

Öyleyse büyük Rabbini o büyük ismiyle tesbih et."  (Vakıa/88-96) buyurmuştur.
 
 
Yirmibirinci Misal:
 
Dünya, su ile dolu büyük bir havuza benzer.

Bu havuz insanların ve hayvanların su içmek için uğradıkları yerdir. Havuza uğrayanlar çok olduğu için eksilmeye devam etmiş, nihayet dibinde insanların yıkanmış olduğu ve hayvanların girip bevletmiş olduğu bulanık su kalmıştır.

Nitekim Müslim'in Halid b. Umeyr el-Adevi'den rivayet ettiğine göre Halid demiştir ki:

"Bize Utbe b. Gazvan hutbe okudu. Allah'a hamd ve sena etti. Sonra şunları söyledi:

"Bundan sonra bilmiş olun ki, dünya geçici olduğunu bildirmiş ve süratle geçip gitmiştir. Kendisinden ancak sahibinin biriktirmeye çalıştığı bir su kabında kalan birikinti gibi az bir şey kaldı. Siz bu dünyadan, zevali olmayan bir yere göç edeceksiniz. O halde en hayırlı amellerle gitmeye çalışınız."

Abdullah b. Mesud demiştir ki:

"Şüphesiz Allah Teala, dünyanın hepsini az kılmıştır. Dünyadan geriye kalan azın azıdır. Dünyanın geri kalanı temiz suyu içilip bulanık suyu kalan göle benzer."
 
 
 
 
Yirmiikinci Misal:

Dünya, bir müddet bir şehirde oturan bir kavme benzer ki, o şehirde hadiseler, musibetler ve afetler çok olur. Şehrin yolları bozuktur, şehre zaman zaman düşman ordusu baskın düzenler.

Bunları gören hükümdarları, musibet, afet, hastalık olmayan bir yere ikinci bir şehir kurar. Birinci şehri yıkmak ister, orada oturanlara elçiler gönderip üç gün sonra göç edilmesini ve hiçbir kimsenin geri kalmamasını bildirir. Onlara birinci şehirde bulunan cevher, inci, altın, gümüş gibi yükte hafif, pahada ağır ve hükümdarın işine yarayacak olan faydalı şeyleri ikinci şehre taşımalarını emreder. Hükümdar onlara deliller ve nakil vasıtaları gönderir. Onlar için geniş yol yapar, yola işaretler diker. İkinci şehre gitmelerini teşvik eden, peşi peşine elçiler gönderir.

Fakat onlar bir çok fırkalara ayrıldılar;

Onlardan az bir fırka bu birinci şehirde çok az kalacaklarını, burada en hayırlı olanları elde edip, ikinci şehre taşımadıkları takdirde, bu fırsatın ellerinden çıkacağını bir daha bu fırsattan ellerine geçmeyeceğini kesin olarak bildiler.

Bunun üzerine birinci şehirdekiler, zamanı, kıymetli olan şeyi bırakıp, kıymetsiz olan şeye sarf etmeyi ziyan sayıp, birinci şehirdeki şeylerden hangisinin hükümdarın yanında ve şehrinde daha kıymetli olduğunu sordular, kıymetli olanlarını öğrenince kıymetsiz olanına bakmadılar.

Onlardan birinin hükümdarın yanına büyük bir cevher ile gitmesi, demirden bakırdan bir çok yükle gitmesinden daha hayırlı ve daha üstün olduğu görülünce, onların arzu ve istekleri her ne kadar görünüşte az bile olsa, hükümdarın yanında en kıymetli ve en nefis olan şeyleri elde etmek oldu.

Onlardan diğer bir fırka, ağır yükleri hazırlamaya başladılar. Yüklerinin çok olmasında yarış yaptılar. Bu fırka da kendi aralarında hallerine, arzu ve isteklerine göre bir çok sınıflara ayrıldılar. Bunlardan bazılarının yükleri paradır, bazılarının yükleri ise başka şeylerdir. Fakat bunların maksadları, ağır yükleri hazırlayıp birinci şehirden göçmektir.

Onlardan başka bir fırka birinci şehrin köşklerini tamir etmeye yöneldiler, zevk ve sefaya daldılar. İkinci şehre gitmek isteyenlere harp ilan edip, onlara dediler ki:

"Bizim, metaımızdan bir şey almanıza müsaade etmeyiz. Bize katılırsanız bu şehri tamir edelim, burayı vatan edinelim ve burada yaşayalım. Bize katılmazsanız, sizin göçmenize ve buradan herhangi bir şey almanıza izin vermeyiz."

Bunun üzerine harp başlayıp gitmek isteyenlerle savaştılar, onların mallarına, çoluk çocuklarına saldırdılar. Onlardan ancak birinci şehri bırakıp ikinci şehre gitmelerini emreden hükümdarın emrini kabul ettikleri için intikam aldılar.

Onlardan dördüncü bir fırka da gezip, tozmaya, tembelliğe, ve rahatlığa başlayıp:

"Bu şehrin tamirinde ve bu şehirden göçmede kendimizi yormayız. Fakat gitmek isteyenlere de dokunmayız, onlarla ne savaşırız, ne de onlara yardım ederiz" dediler.

Hükümdarın bu birinci şehirde etrafı surlarla çevrilmiş, içinde haremi bulunan bir köşkü vardı. O köşkü koruyan muhafızları vardı. Bu muhafızlar şehir halkının o köşke yaklaşmasına engel oluyorlardı. Orada kalanlar köşke girmek için bir kapı bulamadılar, suru delerek hareme ulaşıp onu tahrip ettiler. Oradan hükümdarı kızdıracak ve onun ağırına gidecek kıymetli eşyalarını aldılar. Hatta kendileri almakla yetinmeyip başkalarını da haremi tahrip etmeye ve yağmalamaya çağırdılar. Bunlar haremin mallarını yağmalamakla uğraşırken, sur üfürülüp bu fırkaların hepsi çağırıldı.

Onlardan hiçbiri geride kalamadı. O fırkalardan her biri bulundukları hal üzere yakalanıp, hükümdarın huzuruna getirildiler. Hükümdar onların sorguya çekip birinci şehirden getirdikleri sermayelerini kendisine göstermelerini istedi. Ona sermayelerini gösterdiler. Onlardan işine yarayanı aldı, kıymetinin kat kat fazla karşılığını verdi. Bu sermaye sahiplerini kendine yakın olanlardan kıldı. İşine yaramayan sermayeleri sahiplerinin yüzlerine çarptı. Harimini tahrip edenlere de hak ettikleri cezayı verdi. Bunlar tahrip ettikleri köşkü tamir etmek ve onu korumak, bu tacirlerin getirdikleri sermaye gibi sermaye getirmek için birinci şehire geri gönderilmelerini istediler. Bunun üzerine Hükümdar:

"Heyhat! birinci şehir bundan sonra ebedi tamir edilemeyecek şekilde tahrip edilmiştir. Birinci şehirden sonra ebedi tahrip edilmeyecek İkinci şehir vardır" diyecektir.
 
 
Yirmiüçüncü Misal:
 
Dünya uykuya benzer; uykuda yaşamak rüya iledir, ölüm ise uyanmaktır.

Dünya tarlaya benzer; tarlada iş tohum ekmektir, hasad zamanı ise kıyamet günüdür.

Dünya iki kapılı bir hana benzer; insanlar bir kapısından girip, diğer kapısından çıkarlar.

Dünya, yumuşak bir yılana benzer; rengi güzeldir sokması öldürücüdür.

Dünya zehirli bir yemeğe benzer; tadı lezzetli kokusu hoş olup ondan ihtiyacı kadar yiyen şifa bulur, ihtiyacından fazlasını yiyeni öldürür.

Dünya midedeki yemeğe benzer; azalar ihtiyacı kadar alınca fazlasının hapsedilmesi ya öldürür veya dışarı çıkarılmadığı takdirde eza verir.

Nitekim Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), dünyadan ihtiyacı kadar alanı yeşillik yiyip sindiren koyuna benzetmiştir. İhtiyacından fazla alanı çok yiyip bağırsaktan patlayan obur hayvana benzetmiştir.

Dünya çok çirkin bir kadına benzetilmiştir ki, gözlerinin dışında kalan bütün vücudunu kapatıp, insanları gözleriyle fitneye düşürerek evine çağırır, evine gelenleri kesip kuyuya atar. Eski ve yeni bütün dostlarına bu çirkin cinayeti uygular. Dünyanın yeni aşıkları eski aşıklarının başına gelen musibet ve afetleri göre göre, onların öldükleri yere yarış ederek koşarlar.

Nitekim Allah Teala:

"Siz kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara nasıl ceza verdiğimiz sizce aşikârdır ve size misaller gösterdik" (İbrahim/ 45) buyurmuştur.

Dünyayı anlatmada Cenab-ı Hak'kın kitabında beyan ettiği misaller kafidir. Bu misaller hakikattir.
 
 
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler dediler ki:
 
Dünyanın hali böyle olunca dünyalıktan az edinmek ve dünyada zahid olmak, dünyalıktan çok edinmekten ve dünyaya rağbet etmekten daha hayırlı ve daha üstündür.

Bilindiği üzere dünyaya rağbet etmekle Allah'a ve ahirete rağbet etmek ebediyen bir arada bulunamaz. Bu iki rağbetten biri diğerini kovup insanın kalbini yalnız kendisi için mesken edinir.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın kızıyla, Allah'ın düşmanının kızı, bir adamın nikahı altında ebedi toplanamaz.

Sabreden fakirin üstün olduğuna, Resulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyanın hazinelerinin anahtarları arz olunduğunda Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın onları kabul etmemesi delil olarak kafidir.

Eğer Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) o hazineleri kabul etseydi, elbette o hazineler ile Allah'a insanların en çok şükredeni olurdu ve peygamberin Allah katındaki mertebesini de düşürmezdi. Böyle olmakla beraber bir gün aç bir gün tok yaşamayı tercih etti. Hatta vefat ettiği vakit ehli için almış olduğu yiyecek karşılığında zırhı bir yahudi'nin yanında rehin bulunmaktaydı.