๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sabredenler ve Şükredenler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 18 Temmuz 2010, 17:20:00



Konu Başlığı: Din Kuvvetini Takviye Eden İşler
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Temmuz 2010, 17:20:00

بســـم الله الرحمن الرحيم
 
 
Din Kuvvetini Takviye Eden İşler
 
 
Din kuvvetini takviye eden işler pek çoktur.
 
 
Birincisi; Allah Teala'nın büyüklüğünü, herşeyi hakkıyla görüp kemaliyle işttiğini düşünerek Ona isyan edilmemesidir.

Bir kimsenin kalbinde Allah'ın azameti yerleşirse, kalbi onun günah işlemesine itaat etmez.   
 
 
İkincisi; Allah Teala'nın muhabbetini kalpte daima hazır bulundurup, O'nun muhabbetinden dolayı günahın terk edilmesidir.

Zira seven bir kimse, sevdiğine itaat eder. Terkin en üstünü, sevenlerin terkidir. Nitekim taatın en üstünü de sevenlerin taatıdır.

Allah'ı sevdiğinden dolayı günahı terk edip O'na itaat eden ile Allah'ın azabından korktuğundan dolayı günahı terk edip O'na itaat eden arasında çok büyük fark vardır.
 
 
Üçüncüsü; Allah'ın nimetini ve ihsanını düşünmelidir.

Zira şerefli bir kimse kendisine iyilik edene kötülükde bulunamaz. Ancak kötü kimseler kendilerine yapılan iyiliğe karşı kötülükde bulunurlar. Buna göre Cenab-ı Hakk'ın ihsanını (iyiliğini) ve nimetini düşünerek, O'na karşı günah işlemekten haya edilmelidir.

Allah'ın ihsanı ve nimetleri sana inerken, senin günahların O'na yükselmektedir. Bir melek Allah'ın ihsanını ve nimetlerini sana indirirken diğer bir melek de senin günahlarını O'na götürmektedir.

İyiliğe karşı kötülük işlemek ne çirkin bir şeydir.
 
 
Dördüncüsü; Allah'ın gazabını ve intikamını düşünmelidir.

Zira Cenab-ı Hakk, kulu kendisine isyan etmekde devam ederse ona gazab eder. Bir defa da gazap etti mi -bu zayıf kul şöyle dursun- O'nun gazabının önüne hiçbir şey geçemez.
 
 
Beşincisi; Elden kaçanları düşünmelidir.

Günah işlemekle dünyanın ve ahiretin hayır ve saadeti elden kaçırılmış olur. Böyle günah işleyen kimseye fasık, facir gibi aklen, şer'an ve örfen en çirkin isimler verilip, ondan salih, müttaki gibi en güzel isimler alınır.

Günahlara devam edildiği takdirde, zerre kadarı dünyadan ve dünyada bulunanlardan kat kat daha hayırlı olan iman -Allah korusun- elden kaçabilir. Aklı başında olan bir kimse lezzeti gidip, günahı kalan kötü istek ve arzuları için böyle bir imanı nasıl satabilir?.

Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:

"Zina eden, zina ederken mü'min olarak zina etmiş olmaz."

Ashab-ı kiramdan bazıları:

"Zina edenden imanı çıkıp, başının üstünde gölge gibi durur. Tevbe ederse geri yerine döner". demişlerdir.

Tabiinden bazıları da şöyle demişlerdir:

"Zina edenden iman gömleğin çıktığı gibi çıkar, tevbe ederse onu tekrar giymiş olur."

Buhari'de peygamber efendimizden rivayet edilen bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmaktadır:

"Fırın gibi altı geniş, üstü dar bir deliğe eriştik. Burada çıplak erkekler, çıplak kadınlar vardı. Yanımda olan iki meleğe, "bunlar kimdir?" diye sordum. Melekler de "Onlar zanilerdir." diye cevap verdi."

Çünkü onlar iman elbisesinden soyunmuşlardı. Onların kalplerindeki şehvet fırını gerçek fırına dönüşüp onları yakmaktaydı.
 
 
Altıncısı; kahretmeyi ve zaferi düşünmelidir.

Çünkü şehvetin kahredilip, şeytana karşı kazanılan zaferin tatlılığı, sevinci, ferahlığı bunları tadanın yanında, insanlardan olan düşmanına karşı elde edilen zaferden daha tatlı ve daha sevinçlidir.

Sonuç itibariyle övülmeye daha layıktır. Zira bu zafer, vücuddaki hastalığı Allah'ın inayetiyle giderip, sıhhata kavuşturan ilacın içilmesine benzer.
 
 
Yedincisi; Allah Teala'nın kendi rızası için haramları terkeden ve nefsini kötü arzu ve isteklerden koruyan kimseye vaadettiği cennet ve Cemal'ini düşünmeli, bu dünya ile ahiretten hangisi tercih edilmeye layık ise o tercih edilmelidir.
 
 
Sekizincisi; Allah Teala'nın beraber olduğu düşünülmelidir.

Bu beraberlik iki nevidir.

- Biri umumi,

- diğeri hususidir.

Umumi beraberlik, Allah Teala'nın her şeyi bilmesi ve hiçbir şeyin O'na gizli kalmamasıdır.

Buradaki beraberlik hususi beraberliktir. Nitekim Allah Teala:

"Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir." (Bakara/153);

diğer bir ayette:

"Gerçekten Allah, takva sahipleriyle ve iyilik edenlerle beraberdir." (Nahl/128);

diğer bir ayette:

"Hiç şüphe yok ki, Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir." (Ankebut/69) buyurmuştur.

O halde bu hususi beraberliğin dünyada ve ahirette -bir kimsenin ömrünün evvelinden sonuna kadar bütün arzu ve isteklerini tatmin etmesinden- ne kadar hayırlı ve faydalı olduğunu anlatmak mümkün değildir.

Buna göre, uyuyanın rüya görmesi veya geçici bir gölge kadar az olan bu ömürdeki üzüntülü ve kederli lezzet, nasıl olur da ebedi ve sonsuz lezzete tercih edilir?
 
 
Dokuzuncusu; ecelin ansızın gelmesinden korkarak devamlı hazırlıklı bulunmalıdır.

Zira ölümle, dünyevi ve uhrevi bütün işler ve ameller sona ermiş olur. O ne büyük bir hasret, ne büyük acı, ve ne kadar çetindir! Bunu ancak tecrübe edenler bilir.

Denildi ki:

"Ey nefsine göz açıp kapayıncaya kadar emin olmayan ve bir günü bile tam sevinçli olarak geçmeyen kimse, bu fani dünyayı ebedi ve baki olan ahirete tercih etmekten sakın!".
 
 
Onuncusu; belayı ve afiyeti düşünmelidir.

Gerçek bela, ancak günahlardır ve onların sonuçlarıdır.

Gerçek afiyet ise, ibadet ve taatlar ile onların sonuçlarıdır.

Ehl-i bela -her ne kadar bedenleri sağlam olsa da- günahkarlardır.

Ehl-i afiyet ise, -her ne kadar bedenleri hasta olsa da- ibadet ve taatta bulunanlardır.

Bir eserde ilim ehlinden biri dedi ki:

"Bela sahiplerini gördünüz mü hemen Allah'dan afiyet isteyin. Zira bela sahipleri, Allah'a karşı işledikleri günahları ve Allah'dan yüz çevirmeleri sebebiyle o belalara uğramışlardır."

En büyük belanın, günah olduğunda şüphe yoktur.

Fakat "bela" kelimesi, hem bedenlerdeki, hem de dindeki hastalıkları içine alır.
 
 
Onbirincisi; akıl ve dinî kuvvetlerin nefis ve heva kuvvetlerini mağlup edip, zaferi elde edinceye kadar cihada devam etmelidir.

Çünkü nefis ve heva kuvveti mağlup olunca, kulun dini, himmet ve gayreti kuvvetlenmiş olur.

Bir şeyin lezzetini tadan kimse, onu elde etmek için var kuvvetiyle çalışır. Ağır işlerde çalışmayı adet edinen kimsenin kuvveti ziyade olur. Bundan dolayı hammalların, demircilerin ve diğer ağır işlerde çalışanların günbe gün kuvvetlerinin arttığı görülür. Fakat manifaturacılık, terzilik gibi diğer meslek sahiplerinin kuvvetleri böyle değildir.

Cihadı tamamiyle terkeden kimsenin dinî kuvveti zayıflayıp, nefsi ve şehveti kuvvetlenir.

Nefsine ve hevasına üstünlüğü veren kimse, onların esiri olur.
 
 
Onikincisi; kötü düşüncelerden korunmalıdır.

İnsanın içine kötü düşünceler geldiğinde onları gidermeye, içinde barındırmamaya ve yerleştirmemeye çalışmalıdır. Çünkü kötü düşünceler, iflas etmiş olanların sermayesi olan bir takım temennilerdir. Bunlar insanın içine yerleştiğinde önce arzular olur, sonra kuvvetlenerek istekler olur, sonra kuvvetlenerek irade olur, sonra kuvvetlenerek istenilen azim ve kasd olur. Bu kötü istekleri, ilk anda savmak, fiiliyata dönüştükden sonra ve adet edinildikten sonra terk etmekten daha kolaydır.
 
 
Onüçüncüsü; insanı nefse ve hevaya uymaya çağıran ilişkilerin, arzu ve isteklerin tamamen kesilmesi murad edilmemiştir. Bilakis insanın arzu ve isteklerini Allah'ın muradının yerine getirilmesinde kullanmak suretiyle, kendisine faydalı olanlara sarfetmesi murad edilmiştir. Çünkü arzu ve isteklerin Allah yolunda kullanılması, şer ve masiyet yolunda kullanılmasını önler. Zira insan her şeyi Allah için yaparsa, Allah onu, nefsinin ve şeytanın şerrinden korur. Allah için kullanılmayan herşey nefis ve heva için kullanılmış olur.

- İlim Allah için olmazsa, nefis ve heva için olmuş olur.

- Amel, Allah için olmazsa, riya ve nifak için olur.

- Mal Allah'ın taatında harcanmazsa, şeytanın ve hevanın taatında harcanmış olur.

- Makam ve mevki Allah için kullanılmazsa, nefsin ve hevanın arzularında kullanılmış olur.

- Kuvvet Allah'ın emrinde kullanılmazsa, Allah'a isyan yolunda kullanılmış olur.

- Bir kimse kendini Allah için amel etmeye alıştırırsa ona Allah için amel etmek çok kolay gelir.

- Bir kimse de, kendisini nefsinin ve hevasının arzu ve istekleri için amel etmeye alıştırırsa ona Allah için amel etmek çok zor gelir.

Bütün işler böyledir. Allah yolunda malını harcamayı adet edinen kimsenin, meşru olmayan yolda malını harcaması mümkün değildir. Aksi de böyledir.
 
 
Ondördüncüsü; Allah Teala, kullarını, ayetleri hakkında düşünmeye teşvik etmiştir.

Ayetler iki kısımdır.

- Biri Kur'an-ı Kerimdeki ayetlerdir.

- Diğeri ise kainat ayetleridir, yani Allah'ın varlığına alâmet ve şahid olan bu alemdir.

Kur'an-ı Kerim ağır ağır okunmalı ve manası inceden inceye düşünülmelidir. Allah'ın varlığının, birliğinin ve sıfatlarının delili olan bu alemin yaradılışı düşünülmelidir. Bu ayetlerin hakim olduğu kalpde, şeytan, onun konuşması ve vesvesesi barınamaz.

Allah'ın, Kitabının, Resulünün ve ashabının sohbetinden hiç ayrılmayan kimsenin kazancı ne kadar büyüktür!

Onların sohbetlerinden yüz çevirip, insan, cin ve şeytanlarının sohbetine devam eden kimsenin de zarar ve ziyanı ne kadar büyüktür!

Yardım ancak Allah Teala'dan istenir.
 
 
Onbeşincisi; dünyanın süratle zeval bulacağı ve yok olmasının yaklaştığı düşünülmelidir.

Baki ve ebedi olan ahiret için, bu dünyadan, değersiz ve faydası çok az olan azık almaya ancak himmeti düşük, insaniyetten uzak ve kalbi ölmüş kimse razı olur. O kimse, kıyamet günü dünyadan almış olduğu azığın hakikatini görüp, kendisine fayda vermiyeceğini anlayınca, gerçek üzüntüyü o zaman duyacaktır. Kendisine fayda verecek azığı bırakıp, onun yerine azap verecek azığı almış olursa acaba hali nasıl olacak?

Hatta kendisine fayda veren azığı alıp, ondan daha faydalı olan azığı almamış olursa, bu dahi onun için büyük bir üzüntü ve ziyan olacaktır.
 
 
Onaltıncısı; kulun, kalbler iki kudret parmağı arasında, bütün işler iki kudret elinde ve her şey mütemadiyen kendisinde nihayet bulan Allah Teala'ya halini arz etmesidir. Zira yapmış olduğu dua, rahmet esintilerinin vaktine tevâfuk edebilir.

Nitekim meşhur bir eserde şöyle gelmiştir:

"Bazı günlerde Allah Teala'nın rahmet esintileri vardır. O esintiler için hazırlıklı olun. Allah'dan kusurlarınızı örtmesini ve korktuklarınızdan emin kılmasını isteyin. Kul, halini devamlı Allah'a arz ederse, saatlerden öyle bir saate tevâfuk eder ki, orada Allah'tan ne isterse mutlaka onu verir."

Kime dua etme isteği verilmiş olursa, duası kabul edilir. Çünkü Cenab-ı Hak, onun duasının kabul edilmesini istemeseydi, dua etmesini ona ilham etmezdi.

Nitekim denilmiştir ki:

"cömert ellerinden umduğumu ve isteğimi vermeyi murad etmeseydin, istemeyi bana adet edindirmezdin."

Kul, halinin fena olduğuna bakıp umutsuzluğa düşmesin. Çünkü Allah Teala, kuluna, sıfatlarında benzeri olmadığı gibi, fiillerinde de benzeri olmayanın muamelesi gibi muamele eder.

Cenab-ı Hak:

- kulunu vermek için, mahrum eder,

- şifa vermek için, hasta eder,

- zengin kılmak için, fakir eder,

- diriltmek için, öldürür.

Allah Teala, Hz. Adem ile Hz. Havva'yı cennetten kovmadı, ancak, oraya daha mükemmel olarak dönsünler diye, çıkardı.

Nitekim şöyle buyurulmuştur:

"Ey Adem! Benim sana "cennetten çık" dememe üzülme. Onu senin için yarattım, yine seni oraya koyacağım."

Hak Teala Hazretleri;

- bela vermek suretiyle kuluna nimet verir,

- mahrum etmek suretiyle bağışta bulunur,

- hasta etmek suretiyle sıhhate kavuşturur.

Kul, kötü bir duruma düştüğünde asla umudsuz olmamalıdır. Ne var ki Allah'ın gazabını üzerine çekecek ve Allah'ı kendinden uzaklaştıracak bir duruma düşerse, iş çok ciddi olduğundan, yine de hemen iman edip, tevbe ve istiğfar etmelidir.
 
 
Onyedincisi; kul, kendisinde iki zıd ve çekici kuvvetin bulunduğunu bilmelidir.

Kulun çektiği zahmet bu iki çekici kuvvetin arasında bulunmasındandır. Çekici kuvvetlerden biri kulu en yüce makam olan Refik-i A'la'ya yani cennete veya cennet ehli olan peygamberler, sadıklar, şehidler, salihlerle beraber olmaya çeker. Çekici kuvvetlerden diğeri ise, kulu, şeytanların ve yardımcılarının yeri olan en aşağı cehennem tabakasına çeker.

Kul, kendini yüce makama çeken kuvvete boyun eğerse, onu yüksek makamlardan layık olduğu yere çeker, aşağıya çeken kuvvete tâbi olursa, onu cehennemin en aşağı tabakalarından layık olduğu yere çeker.

Kul, kendisinin, yükseğe çeken kuvvetle mi yoksa aşağı çeken kuvvetle mi olduğunu bilmek isterse, bu alemde ruhunun nerede olduğuna baksın. Çünkü ruh, bedenden ayrılınca, dünyada iken kendisi çekici kuvvetlerden hangisi ile beraber idiyse, o tarafa gider. Çünkü kişi, tabiatı, aklı, cezası, ve mükafatı itibarıyla sevdiği ile beraberdir. Her insan, hangi şeye önem verirse, tabiatı onu o tarafa ve o tarafın ehline çeker. Her kişi kendisine münasip olana meyleder.

Nitekim Allah Teala:

"De ki, her biri kendi asli tabiatına göre hareket eder." (İsra/84) buyurmuştur.

- Yüce kimseler, zatlarıyla; himmetleriyle, amelleriyle yüksek makamlara çekilirler.

- Kötü kimseler ise, en aşağı tabakalara çekilirler.
 
 
Onsekizincisi; Kul, rahmet yağmurunun inmesi için önce kalbinin boşaltılmasının, sonra oraya ekilen tohumun gelişip tam yetişebilmesi için yabani otlardan temizlenmesinin şart olduğunu bilmelidir.

Kalb, boşaltılmadığı takdirde, rahmet yağmuru, kendisini kabul edecek bir kalble karşılaşmış olmaz. Kalb, boşaltılırca oraya rahmet yağmuru iner. Fakat yabani otlardan temizlenmediği takdirde, ekilen tohumdan istenilen mahsul elde edilmiş olmaz. Hatta çok defa yabani otlar, asıl mahsule üstün gelir de kalb onlara ait olmuş olur.

Arazisini düzeltip, temizleyip, ekime tam manasıyla hazırladıktan sonra tohumu eken kimsenin yağmuru beklemesi hakkıdır.

Aynı şekilde, kalbini temizleyip, kötü düşünce ve hatırlardan boşalttıktan sonra oraya, zikir, tefekkür, muhabbet, ihlas tohumlarını ekip, rahmet rüzgarlarının esmesine sunup, zamanında, rahmet yağmurunu bekleyen kimsenin de, manevi mahsulün yetişmesini umut etmesi hakkıdır.

Belirli mevsimlerde yağmurun yağması umudu kuvvetli olduğu gibi, şerefli vakit ve faziletli zamanlarda, bilhassa Arafat'ta, yağmur duasında, cuma ve bayram günlerinde büyük cemaat toplanıp, kalpler yardımlaşıp, himmetler ve gayretler birleştiğinde, Allah'ın rahmet esintilerine tevâfuk etme umudu kuvvetlenir. Çünkü Allah Teala, himmetlerin ve nefeslerin birleşmesini, hayırların meydana gelmesi ve rahmetin inmesi için gerekli sebeblerden kılmıştır.

Nitekim diğer sebebler de müsebbeblerini gerektirir. Mesela, yağmurun yağmasına bulutları, otların bitmesine de yağmuru sebep kılmıştır.

Manevi sebeplerin rahmetin meydana gelmesindeki tesiri, hissi sebeplerin müsebbeblerinin meydana gelmesindeki tesirinden daha kuvvetlidir.

Fakat maalesef insan, cehaleti sebebiyle peşin olarak eline geçen değersiz şeyleri, ileride eline geçecek olan pek kıymetli şeylere tercih eder.

Kul, kalbini boşaltıp, manevi hastalıklarını tedavi edip, rahmetin inmesine hazırlasaydı, Allah'ın tecelliyatından ne kadar şaşılacak şeyler görecekti.

Allah'ın fazlını, keremini kuldaki kusur Önler. Kul, o kusurunu giderseydi, her taraftan Allah'ın fazlı ve keremi ona süratle koşacaktı.

Uğradığı bütün arazileri suluyan bir ırmağı düşün. Fakat o ırmak ile arasında bir set bulunan bir arazi susuz kalmaktadır. Irmak arazisinin yanından geçtiği halde sahibi o yüksekliği kaldırmaz ve bir de arazisinin susuz kaldığından şikayet eder.
 
 
Ondokuzuncusu; kulun şu gerçekleri bilmesi şartıdır.

Allah Teala kulunu;

- fani olmayacak beka için,

- beraberinde zillet ve hakaret bulunmayan izzet ve şeref için,

- içinde korku bulunmayan emniyet için,

- yanında acı bulunmayan lezzet için,

- içinde eksiklik bulunmayan olgunluk için,

- Beraberinde fakirlik bulunmayan zenginlik için yaratmıştır.

Bekası çok çabuk geçen, izzet ile şerefi hakaret ile zilleti birbirine yakın olan, sonra izzet ile şerefi gidip yerlerini zillet ile hakarete bırakan dünya için yaratmamıştır.

Emniyet ile korku beraber bulunup, sonra emniyeti gidip yerini korkuya bırakan bu dünyada imtihana tabi tutmuştur. Bu dünyanın zenginliği, lezzeti, ferahlığı, sevinci ve nimeti zıdlarıyla karışık olarak bulunur. Sonra sahte zenginliği, lezzeti, ferahlığı, sevinci gider geride sadece fakirlik, acı, keder, üzüntü ve mahrumiyet kalır.

İnsanların pek çoğu bu konuda yanıldılar. Çünkü gerçek nimeti, bekayı, izzet ve şerefi mülk ve saltanatı, mevkii ve makamı gerçek yerleri olmayan bu dünyada aradılar. Bunların asıl yerleri olan ahireti unuttular. Pek çokları dünyadan da istediklerini elde edemediler. Bazıları istediklerini elde eder gibi oldularsa da fakat çok çabuk geçici olduğundan çok az istifade edebildiler.

Bütün peygamberler, insanları ebedi olan nimet ve cennete, devamlı olan mülk ve saltanata davet etmek için geldiler. Onların davetini kabul edenler, dünyada en lezzetli ve en hoş nimetlere nail olan hükümdarların hayatı gibi, hayat sürdüler. Çünkü dünyada zahidlik (her türlü zevke karşı koyarak kendini ibadet ve taata vermek) hazır bir mülk ve saltanattır.

Şeytan, mümin kişinin zühdünü çekemeyerek ona ulaşamaması için var gücü ve kuvvetiyle çalışır. Zira şehvetine ve gazabına malik ve sahip olan mü'min, aklı ve dinî kuvvetlerini üstün kılmış olduğundan gerçek hükümdardır. Çünkü bu mülkün sahibi, tam özgürlüğü elde etmiştir.

Şehvetinin ve gazabının emri altına girmiş olan hükümdar ise, gerçekten onların kölesi olmuştur. O kimse, hükümdar kıyafetinde ama tam manasıyla itaatkar bir uşak olup, -sahibi devesini yularından tutup istediği yere götürdüğü gibi - şehvet ile gazap da onu istedikleri yere çeker.

Dış görünüşü hükümdar, iç alemi köle olan kimsenin elindeki nimetlere ve öncesi lezzet ama sonu hüzün ve hüsran olan şehvetlere göz dikenler aldanmışların ta kendileridir.

Allah'ın tevfikine mazhar olan basiret sahibi ise, her şeyi baştan sonuna kadar inceden inceye düşünür ve hiçbir zaman sahte görünüşlere aldanmaz.

Bu, Allah'ın kime dilerse ona vereceği, bir fazl-u inayetidir. Allah, büyük fazl-u kerem sahibidir.
 
 
Yirmincisi; kulun şu gerçekleri bilmesi şarttır.

Kulun, buraya kadar anlattıklarımızı sadece bilmenin ve inanmanın, maksadın elde edilmesi için yeterli olmadığını bilmesi ve bilgisine bütün gücünü ve kuvvetini katarak, istenilenin elde edilmesinde kullanmasıdır.

Şeriata muhalif olan örf ve adetlerden uzaklaşmasıdır. Böyle olan örf ve adetler, olgunluğun ve kurtuluşun düşmanlarıdır. Bunlara devam edenler, ebedi felah bulamazlar. Böyle örf ve adetlerden kurtulmak ancak fitne yerlerinden kaçmakla, ve öyle yerlerden uzaklaşmakla mümkün olur.

Nitekim, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Kim bir yerde Deccalın bulunduğunu işitirse, oradan uzaklaşsın." buyurmuştur.

O halde kötülüklerin sebeplerinden ve yerlerinden uzaklaşmak kadar, onlardan kurtulmaya yardım eden, hiçbir şey yoktur. Şeytanın burada çok ince ve gizli bir oyunu vardır ki bundan ancak mütehassıs olanlar kurtulur. O da şer yerlerinde hayır gösterip, mü'mini onu elde etmeye davet etmesidir. Mü'min oraya yaklaşınca da ağını atıp onu yakalar.

Her şeyi en iyi bilen Allah'dır.