๑۩۞۩๑ Fotoğraf & Resim Paylaşım Dunyası ๑۩۞۩๑ => Resimli Konular => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 20 Şubat 2012, 23:18:54



Konu Başlığı: Ruhumdaki Mavi Gemi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 20 Şubat 2012, 23:18:54
Ruhumdaki Mavi Gemi

(http://img03.blogcu.com/images/r/u/v/ruveydacelik/beb8d92e061708fac92ceb175240e4ce_1295023367.jpg)

Gerek hayatımızın çeşitli imtihan sahnelerinde, gerekse etrafımızda gelişen olay ve hadiseler neticesinde, ebetteki her zaman aynı duygularla seslenemiyorsunuz muhataplarınıza. Ama her hadiseye rağmen, Yüce Rahman’ın ihlâs’la yoğrulmuş kullarına yakışan, teslimiyetlerinin göstergesi olan Hamd kelimesini dillerine vird edinip,bu virdi yüreklerine nakşetmeleridir.
Ruhumun bir tarafı sekineyle süslenirken, diğer bir tarafıda hüznü ağırlıyor. Malum 31 Mayıs insanlığın tarihine sürülmüş kara bir leke. Esefle kınananlar olduğu gibi hayırla yâd edilecek isimlerin, kalplere nakşedildiği bir gün. İnsan olan herkesin canını acıtan, yıllardır hiç dinmeyen bir yaraya merhem sürmek adına Gazze’ye yola çıkmıştı Mavi Marmara. Tarihte olduğu gibi bu günde, karakterlerinde hiç değişme olmayan kaypak yaratıklar tarafından, sinesinde güneş ve muhabbet besleyen,
heybesinde ise Filistinli kardeşlerine yardım taşıyan dokuz güzel insanı katlederek sayısızca insanın yüreğine ateş düşürmüştü. Bu hadise, insan kalmayı başarabilenlerin yüreği gibi, benimde yüreğime kor düşürmüştü elbet. Ten kafesime hüzün elbisesini geçiren bu hadise üzerinden, uzun bir zaman geçmemişti ki “Ah keşke bende ”cümlelerini zikrettiren, hasretle gözleri ufuklara diktiren Aşk gemisi Mavi Marmara İstanbul’a dönmüş ve binlerce insan bu muazzam karşılamayla, Mavi Marmara'nın özgürlüğe giden yolda bir sembol olduğunu teyit etmişti. Akın akın bu karşılamaya iştirak eden insanların varlığını gördükçe anladık ki hala insanlık namına atan kalpler ve yumuşak kalmayı başaran sineler var. Bizlerde Şahadet bir çağrıdır, nesillere ve çağlara davetine uyup, bu tarihi karşılamaya tanıklık ederek şehitlerimizi karşıladık. Şahadetin lezzetini yüreklerimizde hissedip, ruhlarımızda tadmaya çalıştık. Mavi Marmara gemisinde yaşananları  yerinden görme fırsatıyla  tarifi imkânsız  bir duyguya kapılıp, manen şahadet makamını gezme iştiyakıyla doldu yüreğimiz. Belki bu makama ulaşmak bizlere nasip olmadı ama Şehitlerimizin kavi iman’larına, onurlu direnişlerine şahitlik etmek ve her ne kadar canımız yansada, Filistin’e uygulanan ambargonun delinmesinde ciddi manada rol oynayan bu eylemin, yıllarca mahrum ve zayıf bırakılmışlar adına sevindirici bir adım olup yüreğimize inşirah verdiğini hissettik. İşte hep taze kalmasını istediğim bu halet-i ruhiye ile Bismillah….


Şüphesiz bu hadise üzerine çok yazılar yazıldı ve halen yazılıp çizilmeye devam ediyor. Kimileri Mavi Marmara'nın yüklendiği misyonu anlamamak için direnmeye devam ederken, kimileride razı olunmuş dokuz hayata imrenerek ve yutkunarak dualar göndermeye devam ediyor. Mavi Marmara şehitlerime makamları mübarek olsun diyor ve ardıma bakmadan karalamak istiyorum satırları. Zira  bu hadise ,  gönül çeperimizden  Asr-ı Saadeti düşürüyor gönlümüze
“Allah'a inanan O'nun ve Resulü’nün ahdinde bulunanlar, Allah yolunu ve O'nun dostluğunu seçen Müslümanlar sıkıntı ve acı içinde. Şeytanın ahdinde olanlar, onun yolunun yolcuları sıkıntılardan uzak ve rahat yaşıyorlar.”
Evet, bu ince hasib bir dertle dertlenmiş. Başkalarının derdiyle dertlenmeyen şahsiyetlerden fersah fersah uzak bir hasib…
Bu sözler, Mekke’nin bağrından çıkarak, oranın çorak topraklarına mümbit ve bereketli fidanlar eken. Cahilliklerin alabildiğine kol gezdiği, zulmün ise şeytan ve avanelerinin yüzünü güldürdüğü, pişkin ahlaksızlığın ayyuka yükseldiği bir zamanda, vahşice bir yaşama tutsak olanları, vahyin sulak Rahmetiyle sulayan şefkatli bir bahçıvanın dokunmuş olduğu bir yürekten sızıyor… Kutlu bahçıvanın dizi dibinde yetişmiş olan bu gül, Mekke vadisinde bitmiş güllerden sadece bir tanesi… Osman bin Maz 'un… Saadet bahçesinde ebedi huzura sevk ederek, kurtuluşa erdirecek nice örnek şahsiyetler var. Zira bunların hangisinin elini tutsanız, sizleri yüce divana razı olunmuş bir şekilde çıkarır. Kutlu Nebi bu hususta :” Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız selamete kavuşursunuz” buyurur. Ve adeta onların ulvi yaşantılarını, çağlar öncesinden bir can simidi gibi fırlatır günümüze.
Yıldızlar, lâkin yıldızlar kadar uzak değiller elimizi uzatsak tutacağız.
Yıldızlar, lâkin sönücü değiller daima ışıklarında aydınlanacağız.
İşte onlardan biridir Osman bin Maz un… 
Asrın kasvet yüklü insanları, bu zatın hayat karelerinde gezindikçe, kanayan yaralarına şifa niyetine süreceği nice merhemler bulur. Ne kelamın ne kalemin bu yüce şahsiyetin vasıflarını anlatmaya gücü yetmez elbette. Bu yüzden bu güzide insanı, önem arz eden Mavi Marmara da oluşan hadiseler üzerine bir kez daha yâd edelim. Zira malı ve canıyla infak etmiş bir topluluğun,
Rahman nazarında ne kadar kıymetli olduğunun bilincini bir kez daha bizlere öğreten bu hadise,
aynı zamanda zayıf bırakılmışların yardımına koşarak, kardeşlerini kendi öz nefislerine tercih edebilmenin örneğinide sundu, Bu hadise bir grup yiğit insanın şahsında, haksızlığa asla boyun eğmemek adına, zilleti asla izzete tercih etmemek adına, canlardan nasıl vazgeçilebileceğini, söz değil özleriyle pratiğe koyup anlatmasına vesile oldu.
Günümüzde önemsenmesi gerekirken önemsenmeyen, en çok kırılma noktamız, yerle yeksan olduğumuz zayıf noktamıza temas ederek, Osman bin Maz'unun ulvi bir veçhine nazarlarınızı çeviricem. “Malumunuz, Kardeşinin, derdiyle dertlenmeyen bizden değildir” buyurur kutlu Nebi… İşte bu beyanı, yaşamının eksenine oturtmuş, vahiy damlalarıyla daima nemli tutmuş ve pratikte bu sözü şiar edinerek en güzel örneğini sergilemiş ve sonucunda Rabbi'nin hoşnutluğunu kazanmış bir zattır Osman bin Maz’un. Habeşistana ilk hicret edenlerden. Allah izniyle Mekke’deki baskı ve işkencelerden uzak yaşarken aniden, günün birinde hasretle beklenilen haberle heyecanlanıp ayağa kalkanlardan. Mekke’lilerin Müslüman olduğu, artık çile ve işkence devrinin bittiği, Kureyşin Rasulullah’la birlikte Allah için secdeye kapandığı, inkârdaki inatlarının artık kırıldığı yönünde bir haber…
Lakin bu, sonradan doğru olmadığı fark edilecek yanıltıcı bir haberdi. Rasulullah bir gün Beytullah'ın yanında Necm suresini okuyordu. Herkes bu ayetlerin akışına kendisini kaptırmıştı. Rasulullah sureyi bitirip secde ayetine gelince secde etti. Hatta gururu secdeye gitmeye elvermeyen Ümeyye bin halefin bile yerden toprak avuçlayarak alnına götürdüğü nakledilir. Evet, müşrikler Müminlerle birlikte secde etmişlerdi ama dalalet ve inatlarından vazgeçmemişlerdi. Bu haber Habeşistana yanlış varmış olsa gerektir ki, Mekke'ye dönüş hazırlıklarına başlayanlar oldu. Sıla hasreti, gönül arzusu ağır basmış, nihayetinde bu haberin doğruluğuna inanmışlar ve Mekke’ye dönmek üzere yola koyulmuşlardı. Ancak dönünce acı gerçek yüzünü gösterdi. Fakat Müminlerin sayısı arttığı gibi, müşriklerin baskı ve şiddet boyutlarıda artmıştı. Osman saldırı ve işkenceye uğramaması için, Mekke’nin en nüfuzlu kişilerinden olan amcası Velid bin muğire tarafından himaye altına alındı. Artık rahatça dolaşabiliyordu. Belki müşrikler bu himaye sayesinde ona dokunamıyorlardı ama Osman’a başka bir şey dokunmaya başlamıştı. Mümin kardeşlerini eza görürken, baskı ve saldırılara uğrarlarken görmesi ve buna kayıtsız kalması, kendisininse rahatça dolaşabilmesi. Onlara yardım edemeyişi, onların acısına ortak olup aynı duyguları hissedemeyişi. Beyhaki onun bu duygularını naklediyor”Osman Rasulullah ve ashabının uğradığı saldırı ve baskıları; kiminin ateş, kiminin kamçılarla işkenceye uğradığını, kendisininse bu sıkıntılardan uzak yaşadığını görünce saldırı ve işkenceleri, içinde bulunduğu rahatlığa, rahat ortama tercih etti”
Evet O şöyle diyordu:”Allah'a inanan, onun Resulünün ahdinde bulunanlar, Allah yolunu ve Onun dostluğunu seçen Müslüman'lar sıkıntı ve acı içinde. Şeytanın ahdinde olanlar, onun yolunun yolcuları sıkıntılardan uzak ve rahat yaşıyorlar.” Osman, bir müşrikin himayesinde yaşamaktansa, mümin kardeşleriyle, işkence görmeyi, onların acılarına ortak olmayı ve onların yanlarında bulunduğunu göstererek amcasının himayesinden ayrılıp safını tercih ediyordu. Zira Allah ve Resulü’ne verdiği söz ve Hak yoldaki samimiyet ve ihlâsı kendisini buna zorluyor ve vicdanının sesine kulak veriyordu. Bunun üzerine Osman daha ilk günden saldırıya uğramıştı.Bir gözü morarmış,kapanmıştı..Onun bu perişan hali üzere amcası yeniden himaye teklif ediyor,ama hem amcası hem müşrikler Osman dan şu sözleri duyuyordu.”Vallahi diğer gözümde ,soldaki kardeşinin uğradığı akıbete uğramaya hazırdır.Yeterki Mümin kardeşlerimle beraber olayım”
“Bu suretle onları, sonradan gelecekler için bir selef ve bir örnek kıldık.

“Zuhruf-56
Vefakâr kardeş, fedakâr kardeş.
Vefatından sonra bu kardeşi, kutlu Nebi alnından öpüyor, Cennet-ul Baki'de toprağa veriyor ve şöyle diyordu”Osman bin Maz’un, bizim için ne güzel bir selef, ahirete bizden önce giden ne güzel bir kimse”
    Acıda, tatlıda inanan kardeşleriyle birlikte olmanın, en açık ve güzel misallerinden birini veriyor Osman. Şimdi bizde diyoruz ki Kutlu Nebi diliyle”evet bizim içinde ne güzel bir selef Osman” 
Asrısaadetten güzel bir kardeşlik örneği. Asırlar ardında bulunan bizler, onların muhatap olduğu vahiyle muhatap olmamıza rağmen bu örneklerin ne kadarını sergileyebiliyoruz. Hayatın zorlu ve sırlı yolculuğunda, her yönden kuşatılmış ruhlar olarak ne kadarda ihtiyacımız var bu örnekleri gündemimize yeniden taşımaya. Zira her koldan bizleri kuşatmaya çalışan sırtlanlara yem olacak kadar gücümüzün zayıfladığını, bu zayıflıkların en büyük sebebininse kardeşlik bağlarının kopukluğundan kaynaklandığını idrak edemiyoruz. Yalnızlığın anaforuna öylesine kaptırmışız ki kendimizi, tercihlerimiz hep bu yönde olmuş. Yalnız kendi eksenimizde tavaf edip sadece kendimizi görerek, bir başkasına gözümüzü kulağımızı tıkamış ve en nihayetinde onarılmaz yaralar almaktan başkada, payımıza düşen hiçbir şey olmamış. Maalesef attığımız her adım bizleri tekrardan asırlar öncesinde Rabbimiz tarafından kurtarıldığımız uçurumun kenarına sürüklüyor.
“Elbirlik Allah’ın dinine sımsıkı sarılın. Birbirinizden ayrılıp dağılmayın. Allah’ın üzerinizdeki (İslâm) nimetini düşünün ki, cahiliyet devrinde birbirinize düşmanlar iken o, sizin kalpleriniz arasında ülfet (yakınlık ve sıcaklık) meydana getirdi de onun nimeti sayesinde din kardeşleri oldunuz. Hem siz ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da Allah, İslâm’ınız sebebiyle o ateşe (cehenneme) düşmekten sizi kurtardı. İşte Allah size ayetlerini böylece açıklıyor ki, doğru yola eresiniz.”

Ali İmran-103
Bu kadim kelamın, bizleri sapasağlam, kopmayan bir tel gibi birbirine kenetlemesi gerekirken, maalesef bizler birbirimize ulaşmada, keder ve hüzünlerimizi paylaşmada duyarsız kalmışız ve yüreklerimizin önüne set yaptığımız nice dikenli teller örmüşüz.
Kardeşlikten payidar olmayanlara şahit olmak canımızı en çok kanatan husus olmakla beraber, kanatlarımızı en çok kıran ve kirpiklerimizin ucunda bir damlanın sürekli asılı kalmasıdır. Ve asırlar evvelinden özlemini çektiğimiz, bir meltem gibi gelipte, sinemizi okşamasını arzuladığımız duygudur uhuvvet duygusu. Uhuvvet ,”Ben”i “Biz” yapan,hoyrat rüzgarlara karşı sabır soluklarıyla direncimizi artıran,en onulmaz yaralarımızla bile birbirinde şifa bulduran,mihnet ve çile güzergahında yol alırken sığındığımız liman,yalnızlığın korkunç  anaforunda sallanırken yanı başımızda ye ’eslerimize Harun misali kalkan olan..Rabbimiz  katından şefkat tepsisiyle ikram edilmiş tohumun,Saadet asrında toprağa ekilerek, asırlar ötesine uzanan nadide sarmaşıktır uhuvvet..
Tüm bu güzel sözcükler, üzeri setredilmiş nice nimetler gibi kardeşlik nimetinin üzerine çekmiş olduğumuz katran karası örtülerin altında kalmış. Bu örtüleri buruşturup atamıyoruz bir türlü. Zira kalplerimiz örtülü…
Oysa ne kasvet vericidir insanın yüreğine çektiği perdeler. Bu perdelerki, nice yürekleri güneşsiz bırakmış. Işığın içeri girmesini engellemiş.
Perdesi aralanmayan yürekler, mevsimsiz kalır. Işıksız kalan ve güneşten nasiplenmeyen yürekler, verimsiz bir toprağa dönüşür.
Çorak …Kısır bir toprak-yürek-…Öyle ki kaskatı kesilir.Katı bir yürekse merhametten nasibini almamış demektir.Merhametten yoksun olan yüreklerse asla başkalarının derdiyle dertlenemez.. Dolayısıyla yüreklerini vahyin damlalarıyla ıslatıp bereketli hale getirmek için öncelikle ona set yaptığımız perdeleri açmamız gerekir. Bahar uğramamış, güneş yansımamış, Rahmet yağışlarıyla tanışmamış yürek bahçemizde Asla Osman bin Maz ’ un gülleri bitmeyecektir. O güllerin tomurcuklanması, içimizdeki toprağın nem oranına bağlı, ne kadar sulak bırakırsak yürek toprağımızı o denli verimli olur. Buram buram tevazu kokmalı gönül toprağımız. Öyle ya, topraktan yaratılmış insan, o halde aslını koklayabilmeli yüreğinde. Ki unutmasın kuru bir balçıkken nasıl yüceltildiğini, kuru bir balçıkken baş eğmeyen ateşin hangi vasıflarla hasım kesildiğini. Hasmının bir toprak gibi tevazuda olamayışının acı akıbetini unutmasın… Ve unutmasın hasmına uygulanan Allahın hükmünü… Evet, unutmasın insan. Zira unuttuğu an, unutulanlardan olma ihtimali pek yüksek… Unutmak, insanı birçok güzelliklerden mahrum bırakır. Nice güzel kapıların aralandığını görmeyecek kadar gaflet uykularına daldırır. Etrafında olup bitenlerden haberdar olmayacak kadar derin uykuların koynunda sarhoş eder. Artık, ne günü bellidir bu insanın ne gecesi. Gün ve gecesi bir olmuştur. Çünkü her lahza gaflet mahmurluğu ile gezdirir unutkanlık.
İşte bunun içindir Rab katından uzanan kardeşlik duygusu. Unutulmaması gerekenleri bir ayna gibi daima önünde durarak hatırlatan. Serinlik veren bir su misali, yüreğine değdiğinde ve yüzüne gözüne serptiğinde mahmurluğunu sıyırıp atan, kendine getiren,
uyandıran bir su. Bu serinliği, bu Rahmeti tenine değdirmeyen nasıl uyanır? Nasıl görür
yarı baygın gözlerle Filistin’de, Afganistan’da, Pakistan’da, Keşmir’de ve nicesinde
olanları? Nasıl anlar yarı baygın kalple, Mavi Marmara’nın bağrına devrilen canları? Ve nasıl anlar Osman bin Maz' unun tercihini?
Evet, nice kelimeler sıralasınız Kardeşliğe-Uhuvvete dair, Yüce Rahman 'ın ona biçtiği kudreti, yüklediği manayı kavrayamazsınız. Zira bitimsiz uykulara dalmış bir benlik tüm bunları kavramaya muktedir olamaz uyanmak gerek ilkin. Uyanmak ve hatırlamak..
Vahyin kalbine oturtulmuştu,
”İnnemel mû’minûne ihvetun ” “Muhakkak müminler kardeştirler”  demişti Rabbimiz.
Elçilere teselli olmuş, yar olmuş-yaran olmuştu,
"Beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim" diyen bir Elçiye özlem olmuştu.
Özlemle Kevser de randevu veren bu Kutlu Kardeş ve bu Kardeşin tezgâhında dokunan nice canlar, kardeşlik uğruna dokuz kere değil milyon kere canından geçmişti.
Tıpkı Osman bin Maz ’ un edasıyla, beşer himayesine değil, Hakkın himayesine sığınarak kardeşliği diriltmişti.
Evet, uyanmak ve hatırlamak gerek anlamak için…
Ne mutlu uyananlara
Ne mutlu hatırlayıp yeniden kardeşine sarılanlara
Ne mutlu kardeş kılınanlara, uçurumdan kurtulanlara
Ne mutlu kardeşine omuz veren Osman bin Mazun yüreklilere
Ne mutlu Kardeşi için canından geçen ve Mavi Marmara da can bulanlara.

Rüveyda Çelik