๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tasavvuf Klasikleri => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 11 Temmuz 2011, 20:14:54



Konu Başlığı: İhlâs
Gönderen: Zehibe üzerinde 11 Temmuz 2011, 20:14:54
Sülemî’nin Risaleleri


Ekim 2010 142.SAYI


Ali KAYA kaleme aldı, TASAVVUF KLASİKLERİ bölümünde yayınlandı.

İhlâs

İhlâstan yoksun olan işlere riya karışır, şeytan o işlere dahil olmaya bir yol bulur.

Ihlâs, insanın yapıp ettiklerini gerek kendisinin gerek başkalarının görmesi arzusundan uzak olarak yapması, işlerine karşılık beklememesidir. Bu işleri yapmaya ehil kılınmasına sevincinden ve bunların şükrünü yerine getirmekle meşgul bulunduğundan dolayı yaptığı ibadetleri ve iyi işleri göstermek, onlara karşılık beklemek gibi şeyleri düşünmeye fırsat bulamamasıdır.

İşleri (manevi karşılık bakımından boşa çıkma gibi) tehlikelerden koruyan ihlâstır. İhlâs sahibini takvaya götürür, kaçamak yollar aramaktan uzaklaştırır.

Vefa

Üzerine aldığı emanetin hükmünü gerek dışta (zâhirde), gerek içte (bâtında) yerine getirmektir.

Vefa, istikamete aykırı hiçbir yöne sapmadan doğru yolda yürümektir.

Vefa, inancı düzeltmek, dinin emir ve yasaklarına uyarak hareket etmek, Hakk’a mahsus yerlerde Hak ile beraber olmaktır.

Vefa bollukta ve darlıkla Hakk’a içtenlikle uymaktır.

Vefa sevgiyi korumak, ahdi gözetmektir.

Vefa, cefa getirecek şeylerden sakınmaktır.

Vefa, gazabı rıza ile karşılamak, başkalarının kusurunu görmezlikten gelmek, dostların kusurlarına bakmamak, hatalarını bağışlamaktır.

Vefa, sırrı, dostlara karşı kötü zan beslemekten korumaktır.

Nasihatler

Rivayete göre bir adam Hz. Peygamber s.a.v.’e demiş ki:

– Bana nasihat et.

Hz. Peygamber s.a.v.:

– Kızma, demiş. Adam:

– Başka da söyle, demiş. Efendimiz buyurmuş:

– Komşuların içinde itibarlı ve iyi kişilerden utandığın gibi Allah’tan da hayâ et. (Buharî, Edeb, 76; Ahmed, el-Müsned, 2/362; Taberanî, el-Kebîr, nr. 7897)

Anlatılır ki: Cüneyd-i Bağdadî k.s. arkadaşlarından birine nasihat ederek demiş ki:

– İlme sarıl, üzerine bir hal gelse de ilimden ayrılma, arkadaşın yalnız ilim olsun. Çünkü Cenab-ı Allah; “İlimde râsih (derinleşmiş) olanlar O’na inandık derler. (Âl-i İmran, 7) buyurmuştur.

Hatem-i Asam k.s.’a: “Bana nasihat et.” denilmiş. O da şöyle demiş:

– Ruhunu kendi yanında emanet, kendi varlığını rehin say, ölümün de mutlaka geleceğini düşün.

Kâsım ibn Osman el-Hîrî k.s.’nin etrafındakilerden birine şöyle dediği anlatılır:

– Size beş şey tavsiye ederim: Zulme uğrarsanız zulmetmeyin. Övülürseniz sevinmeyin. Yerilirseniz sızlanmayın. Yalanlanırsanız kızmayın. Size hıyanet yapılırsa siz hıyanet yapmayın!

Bir adam İbrahim ibn Edhem k.s.’a geldi, “bana vasiyet et” dedi. O da şöyle dedi:

– Sana beş şey vasiyet edeyim: İnsanlar dünya ile meşgul olurlarken sen ahiretle meşgul ol. İnsanlar dışını süslemekle meşgul olurlarken sen içini süslemekle meşgul ol. İnsanlar saraylar imar etmekle meşgul olurlarken, sen kabirleri imar (kabirde yararlı olacak işler) ile meşgul ol. İnsanlar halkın kusurlarıyla meşgul olurlarken sen nefsinin kusurlarıyla meşgul ol. İnsanlar yaratıklara hizmetle meşgul olurlarken sen Yaratıcı’ya hizmetle meşgul ol.
Yunus ibn Abdullah rh.a. demiş ki:

– Üç adamdan üç söz işittim, artık Kur’an hariç, başka bir söz işitmesem gam yemem.

Murik el-İclî’nin şöyle dediğini işittim: “Memnunken pişman olacağım bir şeyi kızdığım zaman söylemedim.
Muhammed ibn Sirin’den şunu işittim: “Hiç kimseyi hiçbir şeyden dolayı kıskanmadım. Zira kıskanma ya din veya dünya için olur. Eğer Allah bir adama hayır vermişse neden onu kıskanayım. Dünyaya gelince, dünya da zaten kıskanmaya değmez.”

Hassan ibn Ebu Seyhan’dan da şunu işittim: “Takvadan kolay bir şey yoktur.” “Nasıl olur?” dendi. “Hangi şey sana şüpheli gelirse onu bırak, (işte takva budur).” dedi.

Sufilerin Adabı

Sufilerin uyguladığı edeplerden biri de rıfkı (yardımı) Allah’tan almak ve Allah için terk edilecek şeyi terk etmektir.
Ahmed ibn Hadraveyh k.s. şöyle dedi:

“Kim Allah’tan alırsa üstünlük ile alır, kim Allah için terk ederse üstünlük ile terk eder. Kim Allah’tan başkasından alırsa düşüklük ile alır; kim Allah’tan başkası için terk ederse düşüklük ile terk eder.”

Onların adabından biri de halvette (tenhada, yalnızlıkta) Allah ile edebi muhafaza etmektir.

Bayezid-i Bistamî k.s. şöyle demiş: “Bir gece kalktım, namaz kılıyordum. Yoruldum, oturdum ve ayağımı uzattım. Birden gaipten bir ses duydum, diyordu ki: Padişahlarla oturan kimse terbiyeli bir biçimde oturmalıdır!”

Muhammed el-Cerirî k.s. de şöyle demiş: “Bir gece tenhada oturdum, ayağımı uzattım, uyku bastırdı. Birinin bana: ‘Kullar, efendileriyle böyle mi oturur?’ dediğini işittim.”

Serî es-Sekatî k.s. de şöyle demiş: “Gazalarımdan birinden dönüyordum. Bir duvarın dibine gittim, sırt üstü yattım, ayağımı da duvarın üstüne uzattım ki dinleneyim. Birden bir ses duydum: Ey Serî, kullar Mevlâ’nın huzurunda böyle mi oturur?”

Onların adabından biri de, sünnetleri ve farzları ihmale sevk eder korkusuyla kendilerini az olsun çok olsun, edebin bütün şartlarına uydurmaktır.

Abdullah ibn Mübarek k.s. şöyle dedi: “Edebi küçümseyen, sünnetlerden mahrum kalmakla cezalandırılır. Sünnetleri küçümseyen tevhidden mahrum kalmakla cezalandırılır.”