๑۩۞۩๑ Fotoğraf & Resim Paylaşım Dunyası ๑۩۞۩๑ => Resimli Konular => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 07 Ekim 2010, 17:40:50



Konu Başlığı: Hakikati Tavaf Eden Çocuk
Gönderen: Eflaki üzerinde 07 Ekim 2010, 17:40:50
Hakikati Tavaf Eden Çocuk

(http://minikkelebek.files.wordpress.com/2009/02/wallpaper_request_by_finvara.jpg?w=454&h=305)

İnsanın en büyük düşmanı, doğrudan doğruya kendisidir.
(Çiçero)

İnsanın damarlarında kan gibi dolaşarak ruh metamorfozunun gerçekleştiği bir bilinç yenileme; yüreğin metafizik başkaldırmasıyla yeniden ve yepyeni bir doğum sancısı içerisinde hakikati tavaf etme eylemidir diriliş.

Maskeyle yüzün, yüzle kalbin, gerçekle gölgenin arasında gidip gelen insanın, içinde bulunduğu durumdan hakikatin sezgisiyle; ruhunda inşa ettiği bilinç kalesinin her bir kerpicini, her bir taşını sevgiyle bir araya getirerek oluşturduğu düşünsel eylemle harekete geçmenin kıvılcımıdır tavaf. Bilinç kalesini El Vedud’dan aldığı muhabbet kozasıyla ören insan, dünyanın çivisinin sevgi olduğunu, bu çivinin çıktığı yerde kaosun başlayacağının idrakindedir.

Varoluş sancısının en hummalı olduğu saatte, göklere ulaşan harlı ateşi ancak yağmur dindirebilir. İnsana insandan yakın, aklının kuşatamadığı hakikati, yürek kuşatabilir ancak. Yüreklerde kurulur en büyük devlet ve yüreklerde gerçekleşir en büyük fetih. Yürek tavaf etti mi insan anlamın doruk noktasına, sevginin en ulvi derecesine çıkar.

Hakikati tavaf etmek, Ebabil kuşlarına su taşımaktır…

Dirilişe gidiyorum;
Ruhuma inen vahye kulak vermeye,
Gözyaşlarının pınar olduğu,
Yıldızların ışığında ıssız çöl gecelerine…

Tanrı’nın insana ruhundan üflemesiyle insanı buyur ettiği; açtığı kapıdan girebilmek… Ölü durumda bulunan ruhun kendini silkeleyip canlanacağı, ufuktaki umudun müjdesini hissettiğinde gözlerden süzülecek bir katrenin muhabbet halkasına damlayacağı, çevresini kuşatan karanlığın yerini nurun alacağı bir kapı ve ardında göğe yükselen bir yolda anlamın şahikasına ilerleyebilmek…

Ve sen yürüyeceksin… Tüm kuşkuları, kaygıları, tereddütleri bir yana bırakarak İbrahim’in ateşe gittiği gibi ilk adımını atacaksın ve yürümeye başlayacaksın. Eşyada görünen görünmeyen sırları idrak etmeye başlayacaksın. Her fark ettiğin sır, seni bir üst makama çıkaracak. Her çıktığın makamda acziyet şurubunu bir yudum daha içerek toprak kokusunu yüreğine dolduracaksın.

Her bir zerre bulunduğu yerden nasıl tavaf ediyorsa, her atomun kalbinde nasıl nötronlar, protonlar varsa ve hiç durmadan tavaf ediyorlarsa sen de durmayacaksın. Aşkın şelaleleşen gönül ırmaklarında yıkanarak dünyaya geldiğin andaki gibi tertemiz olacaksın. Yüreğindeki tüm siyah noktalardan arınacak, umudu nefesine hapsedeceksin. Estetiğin büyüsüne kapılmayarak, gösteri toplumunun şaşalı hükümranlığına aldanmayarak, tüketimin yerini kanaatin aldığı bir hayat düsturuyla nefes alıp vermeye başlayarak tavaf edeceksin yeryüzünü.

Üstümü örtmeyi dileyemedim hakkıyla yağmurlardan
Sözleri toplayıp hicret ettim sükût kuyusuna
Buz dağındaki yüreğimi eritebilir mi haykırışlarım?…
Üstüm açıktı ve ben hala üşüyordum
Örtün üstümü vefalı bir yar /toprak/ ile
Örtün ki veda ettiklerim vefalı olsun benden
Kıymete binsin sevgi, sevgimiz…

Hakikati tavaf etmek, karınca misali de olsa yangına su taşımaktır…

Ana rahminde harlı bir cenin
Toprağa bağlı bir ömür yaşama hakkı
Nefes almasıyla başlar ağlaması
“hu” çeke çeke mütebessimce el sallar
Âmâ gözler içinde nefes alışları…

Onun için her şeyini göze alabilmekle, tüm sevdiklerini gözünü bile kırpmadan feda edebilmekle, güneşi gözbebeklerine doldurup karınca misali de olsa yangına su taşımaya çabalamakla insan sevginin şarkısını bestelemeye başlar. Kâinat bahçesini süsleyen bir bülbül misali kâinatın ritmini arar ve bir gülün eşyaya giydirilen bir tebessümün olduğunu, yağmurun yeryüzünün gözyaşları olduğunu, hurufatın da eşyanın dili olduğunun bilincine erer. Hurufat, eşyanın nefesidir: “hu, hu, hu…”

Ve sen çöllere düşeceksin… Kuyuya atacaklar seni, yetim kalacaksın. Yağmurlar yağana dek bekleyeceksin kuyuda, yüreğin hakikat muştusunun polenleriyle dolacak. Baharı getireceksin gözlerine bakanların yüreklerine ve onlara gül ülkesini gezdireceksin. Ellerini tutanlara dirilişin tohumunu vereceksin…

Senin yokluğunda karanlık oluşacak, sen eşref-i mahlûkat olacaksın…

Diriliş toplumunun bir ferdi; El Vedud’un bir muştusu olarak tevazu mayasıyla yoğrulup, hikmet deryasına gireceksin. Her bir zerren titreyecek, her gözyaşının toprağa düşmesiyle sen de toprak olacaksın. Toprak seni arzulayacak, sen toprağı arzulayacaksın. Güneş yüreğini ısıtacak, sen güneşin secde etmesiyle çevreni ısıtacaksın.

Cevheri keşfederek taşların arasından inciyi fark edeceksin. Bir doğum sancısı alacak yüreğini. Kâinatın sırrının rahmine düşerek doğacaksın tekrar, inci gibi parlayacaksın. Diriliş koşusunu başlatarak iç âlemine doğru yol alacaksın. Issız şehirlerden, ölü denizlerden, antik kentlerden geçerek varacaksın mahşer alanına. Bir tek sadeliğiyle göz kamaştıran, mütevazı Kâbe’yi göreceksin orada.

Gül gibi açılacak yüreğin. Eşyanın El Vedud karşısında ifadesine bürüneceksin. Yıldızlar seni selamlayacaklar, kâinatın senfonisiyle harmanlayıp ay ışığıyla öreceksin saçlarını. Aşk yolunda bulacaksın kendini, ardından karıncayı göreceksin aynı yolda.

Çöldeyim;
Karınca ile arkadaş oldum.
Gidiyoruz gündüz gece
Mevt’e kadar yolumuz var…

Sevgi varlığın tohumu, El Vedud sevginin kaynağı, sevgiyi sevgiyle yaratan en büyük sevgili…


Yunus Emre Tozal