Konu Başlığı: Din dili Gönderen: Sümeyye üzerinde 12 Aralık 2010, 16:40:46 Din Dili (http://islamasevgi.files.wordpress.com/2008/01/kalemmh3.jpg) Rabbimiz Kur’an-ı Kerim, kendisini bazı ayetlerinde, bir takım sıfatlarla niteler. Bu sıfatlardan biri de «mübîn» dir. Mübîn, hem «apaçık olan» hem de «açıklayan» manasına gelmektedir. Dolayısıyla Kur’an, apaçık olan ve açıklayan bir kitabdır.Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de, «Üzerlerinde inceden inceye düşünsünler, öğüt ve ibret alsınlar, akıllarını kullansınlar diye, Allah ayetlerini insanlara beyan ediyor (açıklıyor).» (Bakara, 221, 242, 266 v.b. ayetler…) buyurmuştur. Ayrıca, «Kendilerine indirilen şeyi insanlara açıklayasın ve onlar da bunu tefekkür etsinler diye (Ey Muhammed sana zikri (Kur’an’ı) indirdik.» (Nahl, 44) buyurarak, Hz. Peyamber(a.s.)’in, Kur’an-ı Ker’im’i tebliğ edip, insanlara Allah’dan geldiği şekilde, aynen ulaştırmakla görevli olduğu gibi, tebyîn etmekle, yani açıklamak, anlaşılmasını sağlamakla da görevli olduğunu bildirmiştir. Bütün gaye, Arş’dan gelen mesajın insanlar tarafından iyice anlaşılmasını temin etmektir. İşte bundan dolayı Allah Teala bu kitabı, akıl sahipleri onu anlayıp ibret alsınlar diye kolaylaştırmıştır (Kamer, 17) ve Peygamberini, o kitabı herkese anlatıp açıklamakla vazifelendirmiştir. Peygamberine, «Ben ancak, apaçık bir inzar ediciyim.” (Mülk, 26) demesini emretmiş ve peygamberlerin vazifesinin ancak apaçık (anlaşılır, net, açık, seçik) bir tebliğ olduğuna dikkat çekmiştir (Teğabün, 12).Demek ki tebliğin açık, net ve anlaşılır olması gerekmektedir. İslam alimlerinin ve din adamlarının da açık, net ve anlaşılır konuşması ve yazması gerekmektedir. Çünkü «Alimler, peygamberlerin varisleridir.» (Keşfu’l-Hafa, Müsned ve Kütüb-ü Erba’a'dan, 2/64). Nasıl peygamberler, dini açık, seçik ve net bir şekilde anlatmakla görevli iseler, onların varislerinin de, aynı şekilde açık, seçik ve net bir biçimde anlatmaları, konuşmaları ve yazmaları gerekmektedir.Hangi yolu ve vasıtayı kullanırsanız kullanın, gerçekten fikrinizi ve dininizi yaymak ve öğretmek istiyorsanız, anlaşılır olmak zorundasınız. Bundan dolayı Cenab-ı Allah, Hz. Adem (a.s.)’den beri, hangi kavme bir peygamber göndermişse, o kavmin lisanıyla konuşan bir peygamber göndermiştir. Çünkü o peygamberin, Allah’dan gelen vahyi, o insanlara ulaştırabilmesi ancak böyle olabilmektedir. Hal böyle iken sağlıklı bir iletişim kurmak, dinimizi kalbten kalbe aktarmanın yolu yanlın bir anlatımdan geçmektedir. Sesleri ve kelimeleri duymak, her zaman o ses ve kelimelerin manalarını anlamaya yetmez. Halbuki konuşmaktan ve yazmaktan maksad, bazı manaları ve fikirleri anlatmaktır. Bunun esası da, insanlara iyi bildikleri dilde, iyi bildikleri kelimelerle ve o kelimeleri onların bildiği manalarda kullanarak konuşmaktır. Aksi halde onlara, bir şey anlatmanın ve öğretmenin imkanı yoktur.Hepimizin bildiği gibi, hayatta olan üç nesil, ihtiyarlar, orta yaşlılar ve çocuklarla gençler hepsi de Türkçe konuşup, Türkçe yazdığı halde, sanki ayrı diyarların insanları imiş gibi, birbirleriyle tam anlaşamamaktadırlar. İçinde olduğumuz «dil problemi» insanımızın, birbiriyle anlaşmasına mani olmaktadır,Bize düşen; dinî meseleleri bilhassa halka yönelik olarak anlatırken ve yazarken, seviyeyi elimizden geldiğince düşük tutmak, mümkün mertebe basitleştirmek; mecburen kullandığımız ıstılahları, ya parantez içi cümle ve cümleciklerle, ya da dipnotlarla sık sık tarif ederek anlaşılmalarını ve yavaş yavaş öğrenilmelerini sağlamak ve hatta zaman zaman ıstılahlardan dahî vazgeçilerek milletin dinî kültürünü derece derece artırmaya çalışmaktır. Günümüzde islamı tercih eden yabancıların çoğu bu problemle baş başa bırakılmış ve yanlış yönlere saptırılmak istenmektedir. İslamı çok iyi bilen ve İslam kültürünün içinden gelen bir kimse için basit ve anlaşılır sandıkları bazı şeyler İslam kültürünü tanıyamamış kesim müslümanlar için hiç de anlaşılır gelmemektedir. Ve şu da merak konusudur ki bu kimseler güncel konuşmalarında arkadaşlarıyla bu dili kullanıyor mu yoksa kendileri için bunu bir üstünlük olarak mı algılıyor da birçok kesim müslümanın anlamayacağı bir dilde anlatımlarına devam ediyorlar. Bir şey bizce çok kolay ve basit olabilir. Fakat bu durum, aynı şeyin başkaları için de basit ve kolay olmasını gerektirmez.İtikadî ve amelî, bu gibi birçok konu,bu kültürden gelmeyen Müslümanlara göre yazılmalı ve anlatılmalıdır. kavramakta güçlük çekeceği veya genellikle yanlış anlayacağı, yüksek seviyeli ilmî konuların, bu insanların seviyesine indirilerek anlatılması ve yazılması gerekmektedir. “Menhecü’l Nebevi” nebevi yöntem dediği usül ile anlatmak doğru olur kanaatindeyim. Nedir bu usul : - İnsanlara günümüz diliyle hitap etmek. Yeni bir din dili oluşturup klasik nitelendirmeler yerine insanımızın anlayacağı şekilde onlara bir şeyler anlatmak. - Kolaylaştırmak, zorlaştırmamak ; Verilmiş fetvalardan en kolayını insanlara sunmak. Ruhsatları insanlara anlatmak, azametleri insanların tercihine bırakmak. İbn Abbas’ın ruhsat yönetimini esas almak, İbn Ömer’in azamet yönünü insanların kendi tercihlerine bırakmak. - Müjdelemek, nefret ettirmemek. Korku eksenli bir dinden sevgi eksenli dini anlayışa insanları yöneltmek. - İtaat edip ihtilafa düşmemek; Basit meseleleri büyütüp, İslam birliğini zedelememek. Farklılıkları gündeme taşımayıp, müşterek birliktelikleri sürekli gündemde tutmak. Eğer bu gün insanımıza dini anlatırken karşılık bulamıyorsak sorunu birazda kendi dilimizde aramalıyız. Kullandığımız “din dili” şu anda insanlarımızın anlayacağı bir dil mi yoksa başka bir dil mi ? Şuna inanıyorum ki bazı insanlarla anlaşabilmek için yanımızda türkçeyi bilmemize rağmen sözlük taşımamız gerekiyorsa anlaşamamamız gayet normal. Gelin dilimizi de, dinimizi de, imanımızı da tecdid edip nebevi bir okuyuş ile yeniden ihya edelim. Zaten tecdidî imanda bu değil midir? Alıntıdır. |