๑۩۞۩๑ Fotoğraf & Resim Paylaşım Dunyası ๑۩۞۩๑ => Resimli Konular => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 02 Kasım 2010, 07:50:49



Konu Başlığı: Dhoruba
Gönderen: Eflaki üzerinde 02 Kasım 2010, 07:50:49
(http://fotograf.yazidunyasi.com/uploaded_images/taksi_efes-797556.jpg)

“Geride kalanlara yazılmış bir türkünün ve türkü kahramanı Dhoruba’ nın ve nice Dhoruba’ ların hikayesi”

Otobüsten indi, yeni evine: “Merhaba.” dedi, ürkek bir sesle. Vakit: Akşam vakti. Havada şehri aydınlatan sokak lambaları dışında pek fazla aydınlık kalmamıştı karanlığı ışıtmak namına. Ara ara geçen birkaç araç, tek tük insan manzaraları… Hepsi bu kadardı. Şehir iyiden iyiye sessizleşmişti de. Bugün o da sessizdi zaten. Şehrin kalabalıkları, çığırtkanlıkları olsa da farketmezdi onun için. Baba ocağından kalkmış tanımadığı insanların yaşadığı bir bilinmezler şehrine gelmişti. Tezler öne sürüp saaatlerce tartıştığı, bir ekmeği bilmem kaç parçaya bölüp paylaştığı, yeri geldiğinde en güzel tebessüm çiçeklerine boy verdiği, yeri geldiğinde dert limanına demir attığında can simidi uzatan dostlarından uzaktı artık. Bunlar sükûtu için yeter de artardı bile ve nitekim de öyle oluyordu.

Devir teknoloji devri olup; çevresindeki hemen herkes bir telefon kadar uzağında olsa da yine yalnız hissediyordu kendini. Evet, yalnızdı, bir başına; bencileyin başlı başına. Derinden bir “of” çekti karşıdaki dağı inletircesine, türkü misali. Hatıralar canlanıyordu gözünde:  Annesinin en sevdiği yemekleri yaptığı günler, hayatımın en güzel renklerinden biri dediği amcası; zeytin gözlü akşamlara anlam yüklemek için, katran çalan gecelere son vermek için saaatlerce kafa patlattığı, sabahladığı mahalle tayfası ve daha niceleri… Bir sevdası vardı her biriyle; hatta kavilleşmişti birkaç tanesi ile: “Adımızı çağa şahid yazdıracağız.” diye. Ne kutlu bir amaç, ne kutlu bir muraddı bu. Ama şimdi; evet şimdi, şimdi ne olacaktı? Ayrılık murada engel olabilecek miydi?

Acı bir sancı saplandı yüreğine. Hatta bir değil; birkaç acı, bir ok gibi. Korku, endişe, tereddüt ve daha bilemediği nice nice adını sadece duygu ile sınırlandıramayacağı hissiyat ya da en kestirme adıyla adı konulamayan şeyler vardı yürek denizinin derinliklerinde. Yalnızlık limanı, baş başa kalınmışlık rıhtımında bunları yaşarken, karlı bir havada biraz olsun içleri ısıtan güneş misali, depreşimlerine bir ümit meş’alesi olabilecek bir mısra geldi hatrına:

“madem ki ayrılığa hüküm giymiş bu yürek
artık ölmek için yaşamak gerek”


Bu mısradan sonra tatlı bir tebessüm belirdi yüzünde “oh be “ dercesine. İyi ki gelmişti aklına bu yürekli mısra. Zira zihni bir dostun yapabileceği en güzel güzelliklerden birini sunmuştu gövdesinde hayat bulduğu dostuna. Yine gülümsedi: “Allah razı olsun zihnim, kara gün dostum.”

Kaç kez okumuştu bu mısranın yazılmış olduğu şiiri; ancak bu kadar anlamlı, bu kadar rahatlatıcı gelmemişti. Salt bir tasavvufî duyuşun örneği gibi görünen bir mısra aslında çok çok derin anlamlar taşıyordu ya da ona öyle geliyordu. Zaten şimdi başkalarına nasıl geleceği de çok umrunda değildi. Bu mısra onun için bir ümit pınarı, nefes almakta zorlandığı vakit alacağı oksijen tüpüydü artık. Bu geceden itibaren bu mısrayı “geride kalanların türküsü”  ilân etmişti. Kollarını semaya uçurup aristokrat bir fermanla geride kalanların türküsünü haykırdı:

“madem ki ayrılığa hüküm giymiş bu yürek
artık ölmek için yaşamak gerek”


İçi biraz rahatlamıştı ya da o rahatladığını sanıyordu; ama hem bedenen hem zihnen bugünlük bu kadardı,bu kadarı  yeterliydi.Yeni yalnızlık girdaplarına girmeyi, yeni düşünümlere dalmayı göze almadı, almak istemedi.  Şimdi kalkıp da mısranın felsefî tahlilini yapmanın hiç de gereği yoktu. Bazen bazı şeyleri dogmalaştırmak da gerekiyordu, kopmayan, çürümeyen, eskimeyen eskimezliği ile. Kim bilir ilerleyen günler daha neleri doğuracaktı. Belki  bugün bir deryaysa yarın bir okyanus olup çağlayacaktı.

Ayağa kalktı. Çantasından eşofmanlarını, yastık kılıfını ve çarşafını çıkardıktan sonra ellerini başına bağlamış vaziyette yatağına uzandı ve :

“Ey yüreğimin ince nakışı! Biraz da kendine ağla. Ağla ki ağlayışların yeni gülüşlere yelken açsın.” diye kendi kendine söylenirken aydınlık bir sabahın umuduyla gözlerini kapadı. Gözlerinin kapanmasından arta kalan ise  geride kalanlara yakılmış bir türkü; masumane bir gencin masumane çırpınışıydı. Bir çırıpınış ki adı yarına umut, yetim bebelere ilaç; unutulmuşların hatırlanmasına bir katkı payı olacak bir Dhoruba çırpınışı…