> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Rabıta ve Nakşibendilik > 29 Halid Bağdadi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: 29 Halid Bağdadi  (Okunma Sayısı 1262 defa)
08 Haziran 2010, 16:31:23
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 08 Haziran 2010, 16:31:23 »



29. Halid Bağdâdî : (H.1192/M.1778-H. 1242/M. 1826)

Mürîdleri tarafından Mevlana Halid-i Zuljenâhayn olarak anılır. Bunun anlamı: “İki kanatlı Halid Efendimiz Hazretleri “ demektir. Hz. Osman'ın so­yundan geldiği ileri sürülmektedir. Yakın tarih itibariyle (Irak'ın Süleymaniye Kenti yakınlarında yerleşik) bir Kürt topluluğu olan Mikâilî Aşireti'ne men­suptur.

 Irak'da tanınmış şahsiyetlerden Muhammed el-Kurdî ve Abdurrahîm ile Abdulkerîm el-Berzenjî kardeşlerden ders aldı.

Arap dil grameri ve edebiyatı, fıkıh, tefsir, hadis, akâid ve mantık gibi kla­sik medrese ilimlerini okudu. Ayrıca medreselilerden farklı olarak as­tronomi ve matematik gibi pozitif ilim dallarıyla da ilgilendi. Bulunduğu bölgenin kül­türel avantajlarından yararlanarak, zaten çocukluktan beri aşina olduğu Fars­ça'yı çok iyi kullanmayı başardı. Halid Bağdâdî, şair ruh­luydu. Engin duygula­rının bir semeresi olarak Farsça yazdığı divanı, edebi açıdan oldukça kalitelidir. 

 Bir süre Bağdad'da ve Süleymaniye'de ders verdi ise de aka­de­mik çalış­mayı sevmediği için tedris hayatı çok sürmedi. Şiirle uğraş­tı­ğına göre duy­gu­sal yönünün ağır bastığı kesindir. Nitekim bir gün O'nu zi­yaret eden Mirza Abdurrahîm adında Hindli bir dervişin telkinlerinden derin şekilde etkilendi ve Hind kaynaklı mis­tisizmi merak etmeye başladı. Çok geçmeden de bu şahsa katılarak M. 1810 yılında Delhi'ye gitti ve adı geçen adamın tav­siyesi üzerine Nakşibendî-Hind Ekolünün rûhânîlerinden Abdullah-ı Dehlewî adında biriyle bu­luştu. Bir yıl kadar O'nun denetiminde egzersiz­lere devam et­tikten sonra fakirizm anlayışının yorumlarını çok iyi hazmetti ve yetki alarak Bağdad'a döndü. Ünlü divanını bu seyahatten sonra yazmış­tır. Bu da Bağdâdî'nin ruh derinliklerindeki aşırı duygusallığın, hangi ne­denlerin etkisi altında açığa çık­tığını göstermek bakımından önemlidir. Halid Bağdâdî, «Silsile-i Sâdât»'ın 29'uncusu olarak kabul edilmekte­dir.

Abdullah-ı Dehlewî'nin biyografisinde: O'nun, Yetiştirdiği bütün şeyh­le­rin «Mevlânâ» unvanlı olduğuna, ancak bunların arasında (yine “mevlânâ“ Unvanlı olan) Halid Bağdâdî'nin, diğerlerini gölgede bırakarak çok büyük farkla ünlendiğine yukarıda kısaca işaret edilmiş idi.

 “Mevlânâ“ sözcüğü, “Efendimiz“ de­mektir ve (Horasan, Maverâünnehr ve Hindistan gibi İran kültürünün etkisi altındaki) Uzakdoğu'da tarîkat rû­hânîlerini yüceltmek için kullanılır. Anadolu'da ve Arap ülkelerinde kul­la­nılmaz. Nitekim bu Unvanı taşıyan Horasanlı Celâluddîn'i Rûmî'nin, gelip Konya'ya yerleşmesi bile Anadolu'daki tarîkat şeyh­leri arasında bu isimle ün­lenmeyi gelenek haline getirmeye yetmemiştir. Dolayısıyla Orta­doğu'da şeyh­lerin bu Unvanla anılmaları adet değilken Bağdâdî'yi bu­nunla meşhur edenin kim olduğunu merak etmemek elde de­ğildir. Çünkü eğer: “Beni bu Unvanla anarak herkesten üstün­ tutun." diye propaganda­sını biz­zat kendisi yapma­dıysa,[1] ya da giz­lice birilerini bunun için görevlen­dir­medi ise, acaba kimler Hindistan gibi, dünyanın öbür ucundaki bir ül­kede ve hele XIX. yüzyılın ceha­let ve perişanlı­ğını sıyırarak orada geçerli olan usulleri öğrendi ve Bağdâdî'ye, bütün Ortado­ğu'da hiç bir tarîkat şey­hine na­sip olmayan şöhret ve muhiti ka­zandırmak için çaba harcayanlara katıldı?!

Aslında bunun gibi daha birçok soru var. Özellikle râbıta konusunun ay­dınlanabilmesi için sırf Halid Bağdâdî hakkında çok yönlü bir araştırma ve ince­lemenin şart olduğuna inanmak gerekir. Nakşîliğe, râbıtayı temel bir kural olarak yerleştiren ve bu tarîkatı “Hâlidiyye“ adı altında yeni bir kim­likle yay­maya çalışan Halid Bağdâdî'nin, kişiliği, kazandığı şöhret, yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal şartları gibi daha birçok noktanın incelenmesiyle hayli ilginç sonuçlar ortaya çıkacağa benzemektedir.

«İki Kanatlı Halid»'in, 1811-1826 yılları arasında koskoca Osmanlı toplu­munun gündeminden hiç düşmemesi çok önemli bir olaydır. Bunu, bir tarîkat şeyhinin, sadece sofiyâne faaliyetleri olarak görmek safdillikten başka bir şey değildir. Onun için bu noktada tereddüd edenlerin, Bağdâdî'yi ölü­münden sonra temsil eden Muhammed b. Abdillah el-Khâni'ye ait şu söz­leri dikkatle incelemeleri yerinde olur.

El-Khânî, bağlı oldukları tarîkatın, önceleri Sıddıyqıyye, sonra sırasıyla, Tayfûriyye, Khuwâcegâniyye, Nakşibendiyye, Ahrâriyye ve nihâyet Muceddidiyye olarak tarih bo­yunca aşamalarla farklı isimler aldığını açıkladıktan sonra sözlerine ay­nen şöyle devam etmektedir:

«Sonra tarîkatta ve güzel gidişatta kardeş olanlar arasında (Nakşibendîliğin), “Hâlidiyye“ olarak adlandırılması terim haline getirildi. Allah'ın sırf fazlı ve keremiyle, bol ihsanı ve nimetiyle, başarılı rast getir­me­siyle öteden beri müjdelene geldiği ve aynı zamanda bu zincire bağlı bazı şeyh­lerin geleceği doğru keşfederek müjdeledikleri gibi (tarîkatımız), Sahib-i Zaman, Mehdi (aleyh'ir-rıdwân) ortaya çıkıncaya kadar devam edecektir. Çünkü bu tarîkat, Sıddıyqîliğin, (yani Hz. Ebubekr'e bağlılığın) sahip olduğu uyanıklığa paralel düşen Melâmîliğin ta kendisidir. Amaç ise, insanları hakka çağırmak ve gerek gizli, gerekse aşikar yönetimi elde etmek, kaleleri ve ülke­leri ele geçirmek suretiyle gerçek ve en mükemmel kalıcılığa dön­mektir.»[2]

 Yukarıdaki son cümlelerde bir nebze ortaya çıkan Halidîlik'deki dünyayı ele geçirme ideali, ciddiye alınması gereken bir noktadır. Bunu te'yid eden ka­nıtlar az değildir. Nitekim Halid Bağdâdî'nin, yakın geçmişte ölen hay­ranla­rından Iraklı Abbas el-Azzâwî, O'nu, aklına ve olgunluğuna sınır bu­lunma­yan, hoşgörülü, sabırlı ve çok kanâatkâr bir şahsiyet olarak övdükten sonra beklenmedik bir şekilde şu ifadeyi kullanmaktadır:

«O, aynı zamanda çok yetenekliydi. Öyle ki Osmanlı Devleti'ni, içine düş­tüğü çöküntü ve yıkımdan, organlarına musallat olmuş illet ve hasta­lıklardan kurtarabilecek, O'nu yeniden diriltip, başka bir kalıba dökebilecek kudrete sa­hipti. Fakat O, dünyaya ve içindekilere perva etmedi ve devlet iş­lerine karış­madı.»[3]

 Bir tarîkat şeyhini bu sözlerle övmenin arkasında bazı gerçeklerin var ol­duğu açıkça sezilmiyor mu? Oysa tarîkat, herkesçe bilindiği gibi lokma-hırka felsefesi üzerinde kurulmuş, mistik bir inanış ve yaşam bi­çimidir. Tarîkatta sürekli ibâdet vardır; Râbıta, tefekkür ve murâkabe denen derin ve için için düşünme vardır; Sürekli bir suskunluk, yalnızlığa çekil­mişlik ve ha­reketsizlik vardır. Tarîkatın dış dekoru tamamen böyle bir statik gö­rüntü içinde yansımakta iken, ağızdan kaçırılır gibi söylenmiş bu birkaç sözle or­taya çıkan sır ister istemez in­sanı düşündürmüyor mu?

Nitekim burada yine öncelikle akla gelen şey râbıtadır. Çünkü râbıta, in­sanları yönlendirmede belki silahların en güçlüsüdür; ve çünkü râbıta, astı üs­tün emrinde kurulmuş bir aygıt haline getirebilen, dolayısıyla dünyayı (el al­tından) ele geçirme projesini gerçekleştirebilmek için insanları istenen doğrul­tuda ileriye itebilmenin yegâne sihirli anahtarıdır. Unutmamak ge­rekir ki bü­tün tarîkatlar arasında şeyhine can feda bir şekilde bağlılık göste­ren mürîd top­lulukları Nakşibendî Tarîkatı'nın mensuplarıdır. Yine unut­mamak gerekir ki tarîkat şeyhleri arasında en geniş muhite sahip olanlar Nakşî şeyhleridir. Bunun sırrını ise râbıtadan başka bir şeyde aramamak la­zımdır.

Acaba Halid Bağdâdî, Hindistan'dan Irak'a yeni bir şey mi getirmişti? Bu sorunun cevabını bir iki cümle içinde özetlemek kolay değildir. Fakat hemen belirtmelidir ki, XIX. yüzyılın başlarında Bağdâdî'nin etrafında ko­pan fırtına­lar, O'nun yakın çevresinden başlamak üzere Osmanlı sarayına kadar hemen herkesi meşgul etti.

Kısa zamanda geniş bir çevre üzerinde etki uyandırmaya başlayınca Osmanlı yönetimi, önceleri Halid Bağdâdî'den huylanmaya başladı. II. Mahmud'un saray nâzırlarından Hâlet Efendi,[4] Bağdâdî'nin etrafındaki bü­yük kalabalıklardan duyduğu endişeyi padişaha açıklama ihtiyacını duy­muştu. Tarih-i Lütfî'den aşağıya alınan satırlar bu endişeyi kanıtlamaktadır. Aynen şöyle deniliyor:

«Derûn-i İstanbul'da, birkaç mescidde kendilerine mahsus âyin tariki, halkdan mestûr olarak icraya meşgûl olduklarından, İstanbul küberâ ve ule­mâsından haylıca zevât bunlara intisâb eyleyerek aded-i ihvân çoğalmış idi; Ve bunlar, bervech-i muharrer Arabistan'da istihsal ettikleri şöhret ve cem­'i­yetden başka İstanbul ve Anadolu ve Rumeli taraflarında hulefâ nâmiyle bir haylice adamları mecâlis ve mehâfil-i enâmda (Tarîk-i Halidî usûlünü neşrile meşgûl olmalarının zahirde mahzûru yok ise de, sofiye sıfatıyla tek­sir-i sevâdi i'tiyaddan eslafda zuhûr eden ahvâl mütâlaası,) mûmâ ileyhi­m'e pek de mey­dan verilmemesi lüzûmunu göstermiş olduğundan, meşâ­hîr-i hulefâ-i Hâlidiyyeden İstanbul'da bulunan bazı zevât, avenesiyle rama­zanın igirmi bi­rinci gecesi, bulundukları mahallerden gümrüğe götürülüp kayık ile Kartal'a ve oradan Sivas'a icla ve ertesi günü bunların meşhur münte­siplerinden Ürgübî Ali Efendi (ki İstanbul ulemâsından idi) O dahi Ankara dahilinde, Çerkeş Kasabası'na nefiy olundukları ve Sivas'a teb'îd olunan kimselerden Salih ve Ahmed Efendilerin Sivas'da tevkif edilmeye­rek Bağdad'a gönderil­meleri muahharan Sivas valisine yazılmış olduğu ve Şeyh Halid Hazretleri'nin kâimmakâmı ile hulefâsı bu taraflara gelmemek üzere Bağdad ve Süleymaniye taraflarına mübaşereten, terfikan irsal olun­muş oldukları bazı evrakda görülmüştür.»[5]

Evet, bu satırlardan anlaşıldığı kadarıyla Tarih-i Lütfi'ye göre Halid Bağdâdî'nin adamları bir gece içinde İstanbul'dan işte böyle apar topar uzak­laş­tırılmış ve sürülmüşlerdir.

Dikkat edilirse bu cezalandırmaya özellikle iki sebep gösterilmektedir.

Bunlardan birincisi, «kendilerine mahsus âyin tariki, halkdan mestûr ola­rak icraya meşgûl olduklarından»;

İkincisi de, «istihsal ettikleri şöhret ve cem'iyet» tir. Bundan kaynakla­nan endişenin asıl sebebi ise «Tarîk-i Halidî usûlünü neşri...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: 29 Halid Bağdadi
« Posted on: 28 Mart 2024, 15:03:54 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: 29 Halid Bağdadi rüya tabiri,29 Halid Bağdadi mekke canlı, 29 Halid Bağdadi kabe canlı yayın, 29 Halid Bağdadi Üç boyutlu kuran oku 29 Halid Bağdadi kuran ı kerim, 29 Halid Bağdadi peygamber kıssaları,29 Halid Bağdadi ilitam ders soruları, 29 Halid Bağdadiönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes