๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Peygamberler Tarihi => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 15 Ocak 2010, 00:55:55



Konu Başlığı: Kur´ân-I Kerimin Yûsuf Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması
Gönderen: Sümeyye üzerinde 15 Ocak 2010, 00:55:55
Kur´ân-I Kerimin Yûsuf Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:




Yüce Allah; Yûsuf Aleyhisselâmın gördüğü rü´yâdan itibaren başından geçen leri şöyle açıklar:

"Bir vakit, Yûsuf, Babasına:

Babacığım! Gerçekten, ben, rü´yâda, on bir yıldızla güneş ve ay´ı gördüm. Gör düm ki, onlar, bana, secde edicilerdir! demişti.

(Babası Yâkub):

Oğulcağızım! Rü´yânı, kardeşlerine anlatma! dedi.

Sonra, sana, bir tuzak kurarlar.

Çünkü, şeytan, insanın, apaçık bir düşmanıdır.

Rabb´in, seni, öylece (rü´yada gördüğün gibi) beğenip seçecek (Peygamber ya­pacak, mülk´ü saltanata erdirecek)

Sana, rü´yâ tabirine ait bilgi verecek. Sana karşı da, Yâkub Hanedanına karşı da, nimetlerini -daha önce de, Ataların İbrahim´e ve İshak´a tamamladığı gibi- ta­mamlayacaktır.

Şüphesiz ki, Rabb´in, her şeyi bilendir, tam hüküm ve hikmet Sahibidir.

And olsun ki: Yûsuf´un ve kardeşlerinin haberlerinde (onları) soranlar için, nice ibretler vardır.

Hani, onlar (o kardeşler) şöyle demişlerdi:

Yûsuf´la kardeşi (Bünyamin), Babasının yanında, muhakkak, bizden daha sev gilidir.

Halbuki, biz (birbirimizi destekleyen güçlü) bir cemâatiz. Babamız, her halde, açık bir yanılgı içindedir. Yûsuf´u, öldürünüz!

Yahud, onu (uzak ve ıssız) bir yere atınız ki, Babanızın teveccühü, yalnız size münhasır olsun ve siz, ondan sonra, sâlih bir zümre olasınız!

İçlerinden, bir sözcü:

Yûsuf´u, öldürmeyiniz! Onu, bir kuyunun dibine bırakınız da, bir yolcu kafilesin den biri, onu (yitik olarak) alsın!

Eğer (mutlaka) yapacaksanız (böyle yapınız!) dedi.

Bunun üzerine;

Ey Babamız! Sen, bize, Yûsuf´u, ne diye inanmıyorsun?

Halbuki, biz, onun en hayrhâhlarıyız!

Yarın, onu, bizimle birlikte (kır´a) gönder de, bol bol yesin, oynasın.

Şüphesiz, biz, onun koruyucularıyız! dediler.

(Babaları):

Onu götürmeniz, muhakkak ki, beni, tasaya düşürür.

Siz, kendisinden gafil bulunurken, onu, kurt (gelip) yemesinden korkarım! dedi.

And olsun ki: bizim (güçlü) bir cemâat olmamıza rağmen, onu, kurt yerse, bu takdirde, biz de, hüsrana uğrayanlardan oluruz! dediler.

Nihayet, vaktâ ki, onu, götürdüler.

Onu, kuyunun dibine bırakmayı, kararlaştırdılar.

Biz de, kendisine (Yûsuf´a) and olsun ki: Sen, onlara, hiç farkında değillerken (bir gün), bu işlerini, haber vereceksin! diye Vahy ettik.

(Yûsuf´un kardeşleri) akşamleyin, ağlaya ağlaya Babalarına geldiler:

Ey Babamız! Hakikaten, biz gittik, yarış edecektik.

Yûsuf´u da, eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir de ne görelim!!!)

Onu, kurt, yemiş!

Biz, doğru söyleyenler olsak ta, (biliyoruz ki) Sen, bize inanıcı değilsin! dediler.

Bir de, üstüne yalancıktan bir kan (bulaştırılmış olan) gömleğini getirdiler.

(Yâkub):

Hayır! Nefisleriniz, sizi aldatıp (böyle büyük) bir işe sürüklemiş!

Artık, (bana düşen) güzel bir sabırdır.

Sizin şu anlatışınıza karşı, yardıma sığınılacak (ancak) Allâh´dır! dedi.

Bir yolcu kafilesi gelip Sakalarını (kuyu başına) yolladılar.

O da, kovasını, saldı.

ÂH Müjde! İşte, bir Civan! dedi.

Onu, bir ticaret malı gibi sakladılar.

Allah ise, ne yapacaklarını, pekâlâ bilici idi.

Onu, değersiz bir bahaya, bir kaç dirheme sattılar.

Onlar, bunun hakkında rağbetsiz idiler.

Onu, satın alan bir Mısırlı, karısına:

Bunun Makamını (katımızda) şerefli tut!

Umulur ki: bize yararı, olur, yahud, onu, evlad ediniriz! dedi.

İşte, Yûsuf´u, böylece (Mısır) arz(ın)da, yerleştirdik ve ona, rü´yânın tâbirini (yo­rumunu) öğrettik.

Allah, emrinde (hâkim ve) galibdir.

Fakat, insanların çoğu (bunu) bilmezler.

O, tam ergenlik çağına girince, kendisine hüküm ve ilim verdik.

İşte, iyi hareket eden insanları, biz, böyle mükâfatlandırırız.

Onun bulunduğu evdeki (kadın) onun nefsinden murad almak istedi.

Kapıları, sımsıkı kapadı ve:

Sana, söylüyorum: beri gel! dedi.

O ise:

Allah´a, sığınırım! Doğrusu, o (Mısır Azîz´i), benim Efendim´dir.

O, bana, güzel bir mevki vermiştir.

Hakikat, şudur ki: zâlimler, asla felah bulmaz! dedi.

O (kadın) ise, and olsun ki, ona, niyeti kurmuştu.

Eğer, Rabb´inin Burhanını, görmemiş olsaydı, (belki Yûsuf´da) onu, kasdetmiş gitmişti.

İşte, Biz, ondan fenalığı ve fuhşu, bertaraf edelim diye böyle (Burhan gönderdik). Çünkü, o, (tâatta) Ihlâsa erdirilmiş kullanmadandı.

İkisi de (Yûsuf, ondan kaçıp kurtulmak, kadın da, onu tutup bırakmamak için) kapıya doğru koştular.

O (kadın), bunu, gömleğini, arkasından (tutup) boylu boyunca yırttı. Kapının yanında (kadının) Efendisine rastgeldiler. (Suçunu kapatmak maksadiyle kadın, kocasına):

Zevcene, kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan, yahud acıklı bir azabdan başka ne olabilir? dedi.

Yûsuf:

O, kendisi, benim nefsimden murad almak istedi! dedi.

Onun (kadının) yakınlarından bir şahid de, şehâdet etti ki:

Eğer, gömleği, önünden yırtıldı ise, (kadın) doğru söylemiştir, bu ise, yalancılar dandır.

(Yok) eğer, gömleği, arkadan yırtıldı ise, (kadın) yalan söylemiştir.

Bu ise, doğru söyley idlerdendir." dedi.

Vaktâ ki (zevci, Yûsuf´un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu gördü ve:

Şüphesiz ki: bu, sizin (siz kadınların) fendinizdendir.

Çünki, sizin fendiniz, büyüktür.

Yûsuf! Sen, bundan (bu meseleyi söylemekten) vazgeç!

(Ey kadın!) Sen de, günahına istiğfar et! Çünkü, sen, gerçekten, günahkârlar dan oldun! dedi.

Şehirdeki bir kısım kadınlar:

Azîz´in karısı, delikanlısının nefsinden murad almak istiyormuş! Sevgi, yüreği nin zarına işlemiş!

Görüyoruz ki: o, muhakkak, apaçık bir sapıklıktadır! dediler.

Vaktâ ki, (kadın) onların, gizliden gizliye yaptıkları dedikoduları, işitti.

Kendilerine (dâvetci) yolladı.

Onlar için (rahatça) yaslanacak bir yer (bir de, sofra) hazırladı.

Onlardan, her birine (etleri, meyvaları kesmek için) birer bıçak verdi.

(Yûsuf´a):

Çık karşılarına! dedi.

Şimdi, onlar, bunu görünce, kendisini, büyük bir varlık olarak tanıdılar. (Hayran­lıklarından) ellerini, kestiler ve:

Sübhânâllâh! Bu, bir beşer değildir?

Bu, çok şerefli bir Melek´ten başkası değildir! dediler.

(Kadın):

İşte, beni, kendisi hakkında ayıpladığınız, şu gördüğünüz (Zat)dır.

And ederim ki: onun nefsinden ben murad almak istedim de, o, nâmuskârlık gös terip redd et)di.

Yemin ederim ki: eğer, o, kendisine emredeceğimi, yapmazsa, her halde, Zin dana atılacak ve her halde zillete uğrayacaklardan olacaktır!" dedi.

(Yûsuf):

"Ey Rabb´im! Zindan, bana, bunların davet edegeldikleri şey(i işlemek)den da ha sevgilidir.

Eğer, Sen, bunların tuzaklarını, benden döndürmezsen (belki) onlara meyi eder, câhillerden olurum!" dedi.

Bunun üzerine, Rabb´i, onun duasını kabul etti, ve onların tuzaklarını, kendisin den savdı.

Çünkü, O, hakkıyle işitenin, her şeyi bilenin ta kendisidir.

Sonra, bütün o delilleri gördüklerinin ardından, mutlaka, onu, bir zamana kadar Zindana atmaları reyi onlara zahir oldu.

Onunla birlikte Zindana iki de, delikanlı girdi. Bunlardan birisi:

Ben, rü´yamda, kendimi şarap(üzüm) sıkıyor gördüm! dedi. Öbürü de:

Ben de, rü´yamda, kendimi, başımda ekmek götürüyor, kuşlarda, ondan (kek-meleyip) yiyor! gördüm.

Bize, bunun tabirini, haber ver.

Çünkü, biz, seni, iyilik edenlerden görüyoruz." dedi.

(Yûsuf):

Size, rızıklanacağınız bir taam gelecek oldu mu, ben, muhakkak, onun ne oldu ğunu, size daha gelmezden önce, haber veririm.

Bu, Rabb´imin, bana öğrettiği ilimlerdendir.

Çünkü, ben, Allah´a inanmaz bir kavmin dinini -ki, onlar, Âhireti inkâr edenlerin 2 kendisidirler- terk ettim.

Atalarım İbrahim´in, İshak´ın, Yâkub´un dinine uydum. Allah´a, her hangi bir şeyi ortak katmamız, bizim için (doğru) olmaz. Bu (Tevhid), bize ve insanlara, Allah´ın lütuf ve inâyetindendir. Fakat, insanların çoğu (buna) şükretmezler.

Ey zindan arkadaşlarım! Darma dağınık bir çok düzme tanrılar mı hayırlıdır, yok sa, hepsine ve her şeye galib ve Kahhâr olan bir tek Allah mı?

Sizin, onu bırakıp taptıklarınız, kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları (kuru) adlardan başkası değildir.

Allah, bunlara, hiç bir Burhan indirmemiştir.

Hüküm, Allâh´dan başkasının değildir.

O, kendisinden gayrısına ibadet etmemenizi emreylemistir.

Dosdoğru din, işte, budur.

Fakat, insanların çoğu bilmezler.

Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınızın yorumuna gelince):

Biriniz, Efendisine şarap içirecek, diğeri ise, asılıp tepesinden kuşlar, yiyecektir!

işte, hakkında fetva istemekte olduğunuz mesele (böylece) olup bitmiştir! dedi.

(Yûsuf), bu ikisinden kurtulacağını bildiği kimseye:

Beni, Efendinin yanında an! dedi.

Fakat, şeytan, Efendisine anmayı, ona, unutturdu da, (bu yüzden Yûsuf) daha nice yıllar, zindanda kaldı.

(Bir gün) Kral:

Ben, rü´yâmda yedi arık (inek)in yemekte olduğu yedi semiz inekle yedi yeşil oaşak ve diğer (yedi) kuru (başak) görüyorum!

Ey ileri gelenler (Kâhinler)! Eğer, rü´yâ, tâbir ediyorsanız, benim bu rü´yâmı da, nallediniz! dedi.

Onlar da:

"(Bunlar) karma karışık düşlerdir."

Biz, böyle düşlerin tabirini bilici (kimse)ler değiliz! dediler. (Zindandaki) iki (arkadaş)dan, kurtulanı, nice zaman sonra (Yûsuf´u) hatırladı da: Ben, size, onun tâbirini haber vereyim. Beni, hemen gönderiniz! dedi. (Zindana gidip):

Yûsuf! Ey çok doğru sözlü! Kendisini, yedi arık (inek) yemekte olan yedi semiz inekle yedi yeşil ve diğer (yedi) kuru başak hakkında bize bir fetva ver.

Ümid ederim ki: insanlara (isabetli cevabınızla) dönerim.

Belki (bu suretle) onlar, (Senin yüce kadrini) bilirler, (dedi)

(Yûsuf):

"Yedi yıl âdet veçhile ekin ekiniz.

Yiyeceğiniz az bir miktar hâriç olmak üzere, biçtiklerinizi, başağında bırakınız.

Sonra, bunun ardından yedi kurak (yıl) gelecek.

(Tohumluk için) saklayacağınız az bir miktar hariç olmak üzere, önceden birik­tirdiklerinizi, yeyip götürecek.

Sonra, bunun ardından da, bir yıl gelecek ki, insanlar, o zaman, yağmura kavu şacak ve o zaman sıkıp sağacaklar!" dedi.

(Bunu duyan) Kral:

"Onu (Yûsuf´u) bana getiriniz!" dedi.

Bunun üzerine, ona Elçi gelince:

"Efendine dön de, ellerini kesen o kadınların zoru ne idi? Kendisine sor?

Şüphe yok ki, benim Rabb´im, onların fendini, hakkıyla bilicidir." dedi.

(Kral, o kadınları toplayıp):

Yûsuf´un nefsinden murad almak istediğiniz zaman, ne halde idiniz?" diye sordu.

(Kadınlar):

Hâşâ! Allah için, biz, onun hakkında bir kötülük bilmiyoruz!" dediler.

Azîz´in karısı da:

"Şimdi, hak meydana çıktı.

Ben, onun nefsinden murad almak istedim.

O ise, seksiz, şüphesiz, doğru söyleyenlerdendir!" dedi.

(Elçi gelip de, Yûsuf´a bu kesin itirafı naklettikten sonra, o, dedi ki: benim) bu (itirafa lüzum görüşüm, Azîz´in) gıyabında kendisine hakîkaten hainlik yapmadığı mı ve Allah´ın, hâinlerin hilesini, hiç şüphesiz, muvaffakiyete erdirmeyeceğini, onun da, bilmesi içindi.

(Bununla beraber) ben, nefsimi, tebrie etmem.

Çünkü, nefis, muhakkak ki, olanca şiddetiyle kötülüğü emredendir.

Meğer ki, Rabb´imin esirgemiş bulunduğu (bir nefis) ola.

Zira, Rabb´im, çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.

Kral:

"Getiriniz onu, bana!

Onu, kendime hâs bir (Müsteşar) edineyim!" dedi.

Onunla konuşunca da:

Sen, bugünfden itibaren) bizim katımızda mühim bir mevkii sahibisin! Emin (bir -rıüsteşar)sın! dedi.

(Yûsuf):

Beni, memleketin hazineleri üzerine (Memur) et!

Çünkü, ben, onları, iyice korumaya muktedir ve (bütün tasarruf şekillerine) vâkı-´tm! dedi.

İşte, o yerde Yûsuf´a, böyle bir kudret (ve şeref) verdik. O, neresini, isterse, orada, konaklardı.

Biz, rahmetimizi, kimi dilersek, ona nasîb ederiz. İyi hareket edenlerin mükâfatı nı zayi etmeyiz.

İman edip te, takvada devam edenlere hâs olan Âhiret mükâfatı ise, daha ha yırlıdır.

Yûsuf´un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler. (Yûsuf) onları, hemen tanıdı. Onlar ise, bunu, tanımıyorlardı. Vaktâ ki, (Yûsuf), onların (zahire) yüklerini hazırladı. Bana, baba bir erkek kardeşinizi de, getiriniz. Görmüyor musunuz (size) tam ölçek veriyorum. Ben misafirperverlerin (Konukseverlerin) hayırlısıyım.

Eğer, onu, bana getirmezseniz, artık, benim yanımda, size hiç bir kile yok! (bo şuna) bana yaklaşmayınız! dedi.

Onu, Babasından istemeye çalışırız ve her halde (bunu) yaparız, dediler. (Yûsuf) uşaklarına:

Onların sermayelerini[85] yüklerinin içine koyuveriniz. Olur ki, ailelerine döndük leri zaman, bunun, farkına varırlar da, belki, yine (buraya) dönerler! demişti.

Bu suretle Babalarına döndükleri zaman: "Ey Babamız! Bizden, ölçek, men olundu.

Bu sefer, kardeşimizi de, bizimle birlikte yolla da, ölçek alalım.

Biz, her halde, onu, muhafaza edicileriz!" dediler.

(Yâkub):

"Ben, size, onu inanırmıyım?

Meğer ki, bundan önce, kardeşi (Yûsuf´u) inandığım gibi ola.

Allah, en hayırlı koruyucudur.

O, Esirgeyicilerin de, Esirgeyiçişidir!" dedi.

Meta´larını (zahire yüklerini) açtıkları zaman, sermayelerini, kendilerine geri gön­derilmiş buldular.

Ey Babamız! Daha ne istiyoruz? İşte, sermayemiz de, bize iade edilmiş!

(Biz, onunla tekrar) ailemize zahire getiririz.

Kardeşimizi, koruruz. Bir deve yükü zahire de, artırırız.

Bu seferki aldığımız, az bir ölçektir. (Bize yetmez!) dediler.

(Yâkub):

"Etrafınız kuşatılmadıkça (çaresiz kalmadıkça) onu, bana, her halde getireceği nize dâir Allah´dan bana sağlam bir taahhüd verilinceye kadar, onu sizinle birlikte, kabil değil, gönderemem!" dedi.

Artık, Babalarına te´minatlarını verince, o da:

Allah, benim ve sizin bu dileklerimize Vekil (şâhid olsun!) dedi.

(Hareketleri esnasında da):

"Oğullarım! (Mısıra) Hepiniz, bir kapıdan girmeyiniz!

Ayrı ayrı kapılardan giriniz.

(Bununla beraber, bu sözümle) Allâh(ın kazâsın)dan hiç bir şeyi üzerinizden gi-deremem!

Hüküm, Allâh´dan başkasının değildir.

Ben, ancak, Ona güvenip dayandım.

Tevekkül edenler de, yalnız Ona güvenip dayanmalıdır!" dedi.

Vaktâ ki, onlar, (Mısır´a) babalarının, kendilerine emrettiği veçhile, girdiler.

Bu, Allah´ın (Kazasından) hiç bir şeyi, onların üzerinden gideremedi.

Sâdece, Yâkub´un nefsindeki dileği, meydana çıkarmış oldu.

Şüphe yok ki, (Yâkub), kendisini (Vahy ile) öğrettiğimiz için, bir ilim sahibi idi.

Ancak, insanların bir çoğu (Kader´in Sırrını) bilmezler.

(Kardeşler) Yûsuf´un huzuruna girince, o, kardeşini, kendi yanına aldı.[86] (Ona):

Ben, senin kardeşinim. Onların (geçmişte bizlere) yapmış olduklarına tasalan ma! dedi.

Vaktâ ki, (Yûsuf) onların (zahire) yüklerini hazırladı.

Su kabını, öz kardeşinin yükü içine koydu.

Sonra, bir Münâdî, arkalarından şöyle bağırdı:

Ey Kafile! (Durunuz!) Siz, seksiz, şüphesiz hırsızlarsınız!

(Yâkub´un oğulları) onlara, dönerek:

Ne kaybettiniz? (Ne arıyorsunuz?) diye sordular.

Kralın su kabını, kaybettik, dediler.

Onu, getirene, bir deve yükü (bahşiş) var! Ben de, buna, kefilim!

(Yâkub´un oğulları):

Allah! Allah! (bizim hüviyetimizi, ahlâkımızı) siz de, öğrenmişsinizdir.

Biz, bu yere, and olsun ki, fesad çıkarmak için gelmedik.

Biz, hırsız kimseler de, değiliz! dediler.

Şimdi, yalancı olursanız (çalanın) cezası, nedir? dediler.

Onun cezası: yükünde (hırsızlık mal) bulunan kimsenin kendisidir.

İşte, o kimse, bunun cezasıdır.

Biz (memleketimizde) zâlimleri (hırsızları) böyle cezalandırırız! dediler.

Bunun üzerine (Yûsuf), kardeşinin kabından evvel, onların kablarını (aramağa) başladı.

Nihayet, onu, kardeşinin kabından çıkardı.

İşte, biz, Yûsuf için, böyle bir tedbir kullandık.

Yoksa, o, Kralın dinine göre: kardeşi (esir olarak) tutabilecek değildi.

Meğer ki, Allâhın iradesi ola.

Biz, kimi dilersek, onu, nice derecelerle yükseltiriz.

Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen vardır.

(Yâkub´un oğulları):

Eğer, o, çalmış bulunuyorsa, onun, bundan önce, bir kardeşi de, çalmıştı! Dediler.[87]

O vakit, Yûsuf, bu (sözü) içine gizledi. Bu(nun hakikatini) onlara açıklamadı.

(Kendi kendine):

Sizin durumunuz, daha kötüdür.

Allah, sizin anlatmakta olduğunuzun mâhiyetini, çok iyi bilendir! dedi.

(Yâkub´un oğulları):

Ey Azız!´ Gerçekten, bunun, çok ihtiyar bir Babası var.

Binâenaleyh, onun yerine, (bizden) birimizi, alıkoy!

Seni, muhakkak, iyilik edenlerden görüyoruz! dediler.

(Yûsuf):

"Eşyamızı, nezdinde bulduğumuz kimseden başkasını yakalamamızdan Allah´a sığınırız.

Çünkü, o takdirde, elbette zâlimler olmuş oluruz!" dedi.

Vaktâ ki, ondan ümidlerini kestiler, fısıldaşarak bir tarafa çekildiler.

Büyükleri:

"Babanızın, sizden, Allah adıyla teminat almış olduğunu, daha önce de, Yûsuf hakkında kusur işlediğinizi bitmediniz mi?

Artık, ben, ya Babam, bana izin verinceye, yahud benim için Allah hükmedin-ceye kadar, buradan katiyen ayrılmam!

O, hâkimlerin hayırlısıdır!

Siz, dönünüz, Babanıza da,

Ey Babamız! Oğlun, inan ki, hırsızlık etti.

Biz, bildiğimizden başkasına şâhidlik yapmadık.

Gayb´ın bekçileri de, değildik.

(İstersen) içinde bulunduğumuz (ve döndüğümüz) şehir (Mısır halkına) da, ara larında geldiğimiz kervana da sor!

Biz, seksiz, şüphesiz doğru söyley idleriz! deyiniz!" dedi.

(´.´)

(Bunun üzerine, Yâkub):

"Hayır! Sizi, nefisleriniz aldatıp (böyle büyük) bir işe sürüklemiş.

Artık (bana düşen), güzel bir sabırdır.

Allah´ın, onların hepsini birden bana getirmesi, yakın bir ümiddir.

Gerçek, şudur ki: her şeyi bilen, yegâne hüküm (ve hikmet) sahibi olan ancak Odur!" dedi.

Onlardan yüz çevirdi ve:

Ey Yûsuf´un üstünde (titreyen) tasam! (Gel, şimdi tam gelmen zamanıdır!) dedi /e hüzün ve kederinden, gözlerine ak düştü.

(Bununla beraber) O, artık, gamını, tamamen yutmakta idi. Sen, dediler, hâlâ, Yûsuf´u, anıp duruyorsun.

And olsun ki; sonunda, ya kederinden hastalanıp eriyeceksin, ya da, helake uğ­rayanlardan olacaksın!

(Yâkub da):

"Ben, taşan kederimi, mahzurluğumu, yalnız Allah´a şikâyet ediyorum!

Ben, sizin bilemeyeceğiniz nice şeyleri de -Allah tarafından- biliyorum!

Oğullarım! Gidiniz! Yûsuf´la kardeşinden (bütün duygularınızla) bir haber araş-

nrınız!

Allah´ın rahmetinden de, ümidinizi kesmeyiniz!

Çünkü, gerçek şudur ki: kâfirler güruhundan başkası, Allah´ın rahmetinden ümi dini kesmez!" dedi.

Bunun üzerine (Yâkub´un oğulları, tekrar Mısır´a gidip Yûsuf´un) huzuruna çık tıkları zaman:

"Ey Aziz! Bizi de, ailemizi de, darlık bastı.

Pek ehemmiyetsiz bir sermaye ile geldik.

Bize, yine, tam ölçek ver!

Hakkımızda, ayrıca lütufkârlık ta, et!

Çünkü, Allah, lütuf kârları, mükâfatlandırır!" dediler.

(Yûsuf):

"Siz (henüz) cahil kimseler iken, Yûsuf´a ve kardeşine neler yaptığınızı, biliyor musunuz?" dedi.

(Kardeşleri):

"Âââ! dediler, Sen´misin gerçekten, Yûsüf´musun Sen?!"

Oda:

"Ben, dedi, Yûsuf´um bu da, kardeşim!

Allah, bize, (selâmet ve kerametle) lütfetti.

Çünkü, hakikat şu ki, kim, (Allah´dan) korkar, (belâlara) katlanırsa, her halde, Allah, iyi bereket edenlerin mükâfatını, zayi etmez."

(Kardeşleri):

"Allah´a yemin ederiz ki: Allah, Seni, gerçekten, bizden üstün kılmıştır.

Biz, doğrusu, (sana yaptığımız hareketlerde) suçlu idik!" dediler.

(Yûsuf) de:

"Size, bu gün, hiç bir başa kakma ve ayıplama yok!

Sizi, Allah, yarlıgasın!

O, Esirgeyicilerden daha Esirgeyicidir!

Şu benim gömleğimi, götürünüz de, onu, Babamın yüzüne koyunuz. İyice görür (hale) gelir.

Bütün ailenizi de, bana, getiriniz!" dedi. Vaktâ ki, kafile, (Mısırdan) ayrıldı, (Öteden) Babaları (Yâkub):

"Bana, bunak demezseniz, inanınız ki: (şimdi) Yûsuf´un kokusunu, duyuyorum!" dedi. [88]

(Yanındakiler):

"Allah´a yemin ederiz ki: Sen, hâlâ, eski yanılgında (ber devâm)sın" dediler.

Fakat, müjdeci gelip te, onu, (Yâkub´un) yüzüne koyduğu, o da, derhal (yeni baştan) görür bir hale geldiği zaman;

"Ben, size, bilmediğiniz şeyleri -Allâh´dan- muhakkak, biliyorumdur! demedim mi?" dedi.

(Mısırdan gelen oğulları):

"Ey Babamız! Bizim için (günahlarımıza) istiğfar ediver. Biz, hakîkaten, suçlular idik?" dediler. (Yâkub):

"Sizin için, Rabb´ime, sonra, istiğfar ederim. Hakîkat, şu ki: O, çok yarlıgayıcı, çok Esirgeyicidir!" dedi. [89]




[85] Yâkub Aleyhisselâmın oğullarının sermayeleri: satmak üzere Mısır´a götürdükleri yapağı, erimiş tereyağı (Taberî-Tefsir c.13,s.51, Sâlebî-Arais s.136, Zemahşerî-Keşşaf c.2,s.34O, Kurtubî-Tefsir c.9,s.253) keş peyniri veya ku ru yoğurt, kavut (Sâlebî-Arais s.136, Zemahşerî-Keşşaf c.2,s.34O), deri, papuç. (Sâlebî-Arais s.130-136, Kurtubî-Tefsir c.9,s.253) gibi şeylerdi.

[86] Yûsuf Aleyhisselâm, ona: ismin nedir? diye sordu. Bünyamin: Bünyamin! dedi. Yûsuf Aleyhisselâm: Bünyamin, ne demektir? diye sordu. Doğduğu zaman, anası ölüp gaybolan, yiten demektir, dedi. Yûsuf Aleyhisselâm: Ananın ismi nedir? diye sordu. Bünyamin: Râhıl´dir. dedi. (Sâlebî-Arais s.131) Yûsuf Aleyhisselâm:

Yok olan o kardeşin Yusuf´a karşılık, benim, sana kardeş olmamı, arzu eder misin? diye sordu. Bünyamin:

Ey Hükümdar! Senin benzerin bir kardeşi kim bulabilir?

Seni, ne Yâkub, ne de, Râhıl dünyaya getirmiş değil ki?! deyince, Yûsuf Aleyhisselâm, ağladı. Kalkıp Bünya-min´in yanına vardı, onu, bağrına bastı. (Sâlebî-Arais s.131, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra C.1,S.18O).

[87] Yûsuf Aleyhisselâm; çocukluk çağında annesi Râhıl´in babası Laban´ın altın putunu alıp kırmış ve yola atmıştı. (Taberî-Tarih c.1,s.183, Sâlebî-Arais s. 133)

Böyle yapmasını, kendisine, Müslüman olan annesinin emrettiği rivayet edilir. (Sâlebî-Arais s. 133) Yâkub Aleyhisselâm, Dayısı ve kaim pederi Lebanın yanından ayrılıp Beytülmakdis´e gideceği sırada, yol azık ları bulunmadığı için, Zevcesi Râhıl´in, oğlu Yûsuf Aleyhisselâma "Babamın putlarından bir put al. Belki, yiye ceğimizi onunla sağlarız, dediği ve onun da aldığı rivayeti de, vardır. (Taberî-Tarih c.1,s.165).

[88] Rüzgâr, sekiz gecelik, günlük mesafeden, Yûsuf Aleyhisselâmın kokusunu, Yâkub Aleyhisselâma getirmişti.

(Taberî-Tarih c.1,s.185, Sâlebî-Arais s. 138, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.216).

[89] Yûsuf: 4-98.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/281-292.