๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Peygamberimizin Hayatı => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 12 Ocak 2011, 17:32:26



Konu Başlığı: Müşriklerin yeni teklifleri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 12 Ocak 2011, 17:32:26
MÜŞRİKLERİN YENİ TEKLİFLERİ

Bütün bu olup bitenlerden sonra, Kureyş müşrikleri, Peygamber Efendimizin baskılarla, zulüm ve tahakkümlerle, eziyet ve işkencelerle kendilerine boyun eğmeyeceğini anlamışlardı.

Bu sebeple, yeni yeni plânlar tertiplemeyi, yeni yeni isnad ve iftiralar uydurmayı tasarladılar. Hedef, Resûli Ekrem Efendimizin yüce şahsiyetini (hâşâ) nazarlarda küçültmek, ulvî maksat ve gayesinin insanlarca duyulmasına engel olmaktı!

Bu maksatla, hürmet ettikleri büyüklerinden biri olan Velid b. Muğire etrafında toplandılar. Günden güne gelişen, gönüllere saadet bahşeden îman, İslâm dâvası ve onun temsilcisi olan Resûli Kibriya Efendimiz hakkında konuşmaya başladılar.

Fikir babalarından biıri olan Velid b. Muğire, etrafında toplanmış, yüzlerine şirkin çirkinliği aksetmiş bulunan arkadaşlarına, "Ey Kureyşliler!.." dedi, "İşte, hacc mevsimi de gelip çattı. Arab kabîleleri yurdumuza akın edeceklerdir. Muhakkak, onlar, şu adamımız Muhammed'in meselesini de duymuşlardır. Size birtakım sorular soracaklardır. Bu sebeple onun hakkında bir fikir etrafında birleşmemiz gereklidir; tâ ki, aramızda ihtilâfa düşmeyelim."

Bu, kurnazca bir teklifti: Ayrı ayrı fikir beyan etmeleri, elbette onları inanılmaz ve sözlerine güvenilmez bir duruma sokacaktı; dolayısıyla, gelen halk üzerinde de pek tesirli olamayacaklardı.

Kureyşliler, bu kurnaz teklifin sahibini tedbir hususunda da dinlemek istediler. "Sen," dediler, "bize bu husustaki görüşünü, kanaatini ve tedbirini de söyle; biz de aynısını söyleyelim ve aynı şekilde hareket edelim!"

Fakat, Velid, önce onların kanaat ve görüşlerini öğrenmek istiyordu!

Kureyş müşikleri fikirlerini beyan ettiler: "'Kâhindir.' deriz."

Velid bu fikirlerine katılmadı. "Hayır..." dedi, "Vallahi, o, bir kâhin değildir. Biz kâhinleri görmüşüzdür. Onun okuduğu şeyler, öyle kâhin mırıldanışları ve düzmeleri cinsinden değildir. Kâhin doğru da söyler, yalan da... Amma, biz Muhammed'in hiçbir yalanını görmedik ki!.."

Müşrikler, "O hâlde 'Mecnun [deli].' diyelim!" dediler.

Velid, bu görüşe de itiraz etti. "Hayır..." dedi, "O, mecnun da değildir. Delileri görmüşüz. Deliliğin ne olduğunu biliriz. Onun hâli, bir delininkirıe asla benzemiyor!"

Topluluktan üçüncü teklif geldi: "Öyle ise 'Şâirdir.' deriz!"

Velid, bu görüşü de doğru bulmadı. "Hayır... O, şâir de değildir. Biz, şiirin her çeşidini biliriz. Onun okuduğu, bunların hiçbirine benzemez!"

"O hâlde 'Sihirbaz [büyücü].' deriz!"

Bu fikir de Velid tarafından makbul sayılmadı. "Hayır, hayır!.. O, sihirbaz da değildir. Biz hem sihirbazları, hem de yaptıkları sihirlerini görmüşüzdür. Onun okudukları, ne sihirbazların okuyup üfledikleridir, ne de düğümleyip bağladıkları..." diye konuştu.

Bütün tekliflerinin reddedildiğini gören müşrikler, işi Velid'e havale ettiler. "O hâlde, ey Abdûşşems'in babası, ne diyeceğimizi sen söyle!" dediler.

Velid'in konuşması şaşırtıcı oldu. "Vallahi," dedi, "onun sözlerinde apayrı, bambaşka bir tatlılık vardır. Onun okuduğu sözden tatlı söz olamaz! O bir nurdur. Onun öyle bir tatlılığı vardır ki, sanki kökü çok verimli toprakta, suyu bol bahçelerde yükselen, dalları ise etrafa uzanan gür meyveli bir hurma ağacıdır o!.."

Müşrikler, bu ifadelerden telâşa kapıldılar: Yoksa, akıl danıştıkları ve fikir babalarından biri saydıkları Velid de mi Müslüman olmuştu? Hele, kendilerini terkedip evine dönmesi, telâş ve endişelerini bütün bütün artırdı. Öyle ki, "Velid, dininden döndü!" diye söylenmeye bile başladılar.

Ancak, Velid'in dininden döndüğü filân yoktu. Hangi itham ve iftiranın daha uygun olacağını düşünmek için evine çekilmişti! Kararını verdikten sonra, geri dönüp Kureyşlilere şöyle dedi:

"Sizin, asılsız ve yalan olduğu kısa zamanda anlaşılacak olan bu dedikleriniz içinde yine akla en yakın olanı, ona 'Sihirbaz.' demenizdir; çünkü, o öyle büyüleyici bir sözle gelmiştir ki, o söz evlâdla babanın, kardeşle kardeşin, karı ile kocanın, kavim ve kabilesiyle şahsın arasını açıyor!"269

Bu görüş etrafında birleştiler. Artık, Peygamber Efendimize (hâşâ) "Sihirbaz." diyecekler, bu itham ve iftira ile halkı kendisinden uzak tutmaya çalışacaklardı!

Cenâbı Hakk, indirdiği âyeti kerîmelerde, Velid b. Muğire'nin bu kurnazca tedbir ve plânından, "Kahrolası, ne biçim (söz) uydurdu!" buyurarak bahsediyor ve akıbetini de şöyle ilân ediyordu:

"Ben de muhakkak onu [Velid b. Muğire'yi] Cehennem'e sokacağım!"270

Kâinatın Efendisi, müşriklerin iddia ettiği gibi, bir kâhin değildi; çünkü, kâhinin sözleri karışık ve tahminidir. Hâlbuki, onun söyledikleri, hak ve hakikat idi; her selim akim tasdik ettiği gerçeklerdi; karışıklıktan, tahminden uzak, kesinlik ifade eden sözlerdi.

O, iddia edildiği gibi, bir mecnun da değildi; çünkü, yalnız dostları değil, en azılı düşmanları bile, yeri geldikçe, aklının mükemmelliyetine şehâdet ediyorlardı.

Serveri Kâinat, iddia ettikleri gibi, bir şâir de değildi; çünkü, onun bahsettiği parlak, nurlu hakikatler, şiirin hayâllerinden berî ve süslemelerine muhtaç olmaktan uzak idi!

Cenâbı Hakk, müşriklerin bütün bu iftira, isnad ve tertiplerinden sonra indirdiği vahiyle Resulüne şöyle hitab etti:

"O hâlde ey Resulüm!.. Sen, öğüt ve nasihate devam et! Çünkü, sen, Rabbinin (nübüvvet ve İslâm) nimeti sayesinde ne kâhinsin, ne de mecnun..."271

MÜŞRİKLERİN YENİ TEKLİFLERİ

Hidâyet dairesi gittikçe genişliyor, îman ve Kur'ân nuru bütün haşmet ve parlaklığı ile ruhları aydınlatmaya devam ediyordu.

Kureyş müşriklerinin telâş ve endişeleri ise had safhadaydı. Hele, parmakla gösterilen kahramanlarından biri olan Hz. Hamza'nın inananlar tarafında beklenmedik bir zamanda yer alması, kendilerini bütün bütün şaşırttı. Şirk kalesinde gün geçtikçe yeni ve daha büyük gediklerin açılması, onları değişik plânlar kurmaya ve yeni yeni tertiplere girmeye şevketti.

Bir gün, Kureyş Kabilesi ileri gelenlerinden Utbe b. Rebia, bir grup müşrike, "Ey Kureyşliler!.. Muhammed'in yanına gidip konuşsam ve kendisine bazı tekliflerde bulunsam nasıl olur? Umulur ki, o, bu tekliflerden bazılarını kabul eder, biz de arzusunu yerine getiririz; böylece, kendisi de, bize karşı yaptıklarından belki vazgeçer!" diye teklif etti.

Topluluk tarafından teklif kabul edildi.

Bunun üzerine Utbe, o sırada yalnız başına Mescid-i Haram'da bulunan Nebîyy-i Zîşan Efendimizin yanına vardı ve sözüne şöyle başladı:

"Ey kardeşimin oğlu!.. Biliyorsun ki, sen aramızda şeref ve soy sop üstünlüğü bakımından bizden daha hayırlısın ve ilerisin. Ancak, sen, kavminin başına büyük bir iş açtın. Bu işle onların birliğini dağıttın, akılsız olduklarını söyledin; tanrılarını ve dinlerini kötüledin; onların gelmiş geçmiş baba ve atalarını kâfir saydın. Şayet beni dinleyecek olursan, sana bazı tekliflerim olacak. Bunlar üzerinde düşünüp taşınmanı istiyorum. Belki bazılarını kabul edersin!"

Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Söyle, ey Velid'in babası, seni dinliyorum!" deyince, Utbe, tekliflerini sıralamaya başladı: "Sen ortaya attığın bu meseleyle şayet mal ve servet elde etmek gayesinde isen, mallarımızdan sana hisse ayıralım, hepimizin en zengini olasın! Eğer bir şeref peşinde isen, seni kendimize reis yapalım! Yok, eğer bu sana gelen, görüp de üzerinden atmaya kuvvetin yetmeyen bir evham, cinlerden perilerden gelme bir hastalık ve sihir ise, doktor getirtelim, seni tedavi ettirelim. Seni kurtarıncaya kadar mal ve servetimizi harcamaktan geri durmayalım!"

Utbe, tekliflerini yapmış ve susmuş idi. Konuşma sırası Resûl-i Ekrem Efendimize gelmişti. Utbe'ye, "Ey Velid'in babası!.. Söyleyeceklerin bitti mi?" diye sordu.

Utbe'den, "Evet..." cevabı gelince, Resûl-i Ekrem, "O hâlde, şimdi sen beni dinle." dedi ve besmele çekerek Fussilet Sûresinin 1-36 arasındaki âyetleri kemâl-i vakar ve heybet içinde

okumaya başladı:   "Ha Mîm... Bu Kur'ân, Rahman, Rahîm (olan Allah) tarafından indirilmedir. Bir kitaptır ki, âyetleri Arapça bir Kur'ân olmak üzere anlayacak olan bir kavme açıklanmıştır; hem Cennet'i müjdeleyici, hem (ateşten) korkutucu olarak... Fakat, onların (Mekke kâfirlerinin) çoğu (Kur1-ân'dan) yüz çevirdiler. Artık onlar, dinleyip Hakk'ı kabul etmezler."

Sûreyi secde âyetine kadar okuyup secde eden Peygamber Efendimiz, Utbe'ye döndü ve, "Ey Velid'in babası!.. Okuduklarımı dinledin! Artık gerisini sen düşün!" dedi.

Kur'ân'm nazmındaki i'caz, mânâsındaki tatlılık Utbe'nin çehresini birden değiştirmişti. Öyle ki, bunu Kureyşliler farkettiler. Birbirlerine söylendiler: "Vallahi, Ebû'l-Velid, çehresi değişmiş olarak dönüyor!"

Yanlarına gelince, "Ne getirdin? Anlat bakalım!" dediler.

Utbe, "Vallahi, ben, ömrümde benzerini hiç işitmediğim bir kelâm işittim! Yemin ederim ki, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de kehânettir!" dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

"Ey Kureyş topluluğu!.. Beni dinleyin de, hatırım için bu işin peşini bırakın, bu adamdan vazgeçin! Ondan uzak durun, ona dokunmayın! Yemin ederim ki, benim ondan dinlediğim söz, büyük bir haberdir. Siz onu, sizin dışınızda kalan Arab taifelerine bırakırsanız daha iyi etmiş olursunuz. Onlar, ona engel olurlar. Eğer o, Arablara üstün gelirse, onun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, onun şerefi sizin şerefiniz demektir. Onun sayesinde insanların en mes'ud ve bahtiyarı olursunuz."

Utbe'nin konuşması, Kureyşlilerin hiç de hoşuna gitmedi. Tepki göstererek, "Ey Velid'in babası!.. Gene o, seni diliyle büyülemiş!" dediler.

Sözlerinin dinlenmediğini gören Utbe ise, "O hâlde, istediğinizi yapın!" diyerek yanlarından uzaklaştı.276

Böylece, müşrikler, Server-i Kâinat Efendimiz karşısında mağlûbiyet üzerine mağlûbiyete uğruyorlardı. İslâm dâvasına karşı tedbir ve çâreleri bir bir tükeniyordu. Başvurdukları her tedbir ve plân geri tepiyor, hattâ aleyhlerine tecellî ediyordu!

Çünkü, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ben nurumu tamamlayacağım; kâfirler, müşrikler istemeseler bile..." diye va'di vardı. Resulüne emri şuydu:"Sana vahyettiklerimi halka bildir, korkma, çekinme. Çünkü, Ben, seni insanlardan, onların şer ve belâlarından koruyacağım."277

Bunun için de, Allah Resulü (s.a.v.), îman ve İslâmiyete davet vazifesine bıkmadan usanmadan, korkmadan çekinmeden devam ediyor, bütün gayretiyle gönüller üzerinde tevhid bayrağını dalgalandırmaya çalışıyordu. Bunun neticesi olarak da, inananların safi gittikçe hem daha sıklaşıyor, hem de güçlenip kuvvetleniyordu.


269 İbni Hişam, Sîre, c. 1, s. 288289; Kaadı Iyaz, Şifa, c. 1, s. 512513.

270 Müddessir, 1926.

271 Tur, 29.

276 Ibn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 313-314; Taberî, Tarih, c. 2. s. 225.

277 Mâide, 67.