İslam Ordusu Mekke Yolunda Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Resûli Kibriya Efendimiz, tek kalb gibi çarpan 10 bin kişilik muazzam İslâm Ordusuna hareket emri verdi.
Medine'den çıkış Ramazan'ın ilk günlerine rastlıyordu. Bu sebeple Resûli Ekrem ve mücâhidler oruçlu idiler.787
Hava oldukça sıcaktı. Bu sıcaklık altında yol almak fazlasıyla yorucu ve zahmetli idi. Dayanılacak gibi değildi. Üstelik, her an bir çarpışma çıkabilir, bir mukabeleyle de karşı karşıya kalabilirlerdi. Hâlbuki, harbte güç, kuvvet lâzımdı. Oruç, mücâhidleri bir noktada takatsiz hâle getiriyordu. Ancak, kendi başlarına hareket edemezlerdi. Bu sebeple, Hz. Resûlullah'ın ne yapacağını bekliyorlardı. Oruç açılacak mı, yoksa devam mı edilecekti?
İslâm Ordusu, Kudeyd mevkiine gelince, Peygamber Efendimiz, ikindi namazından sonra orucunu açtı ve ashabına da açmalarını emretti.788
Bu arada, sekiz kişilik bir birlik ve Necid tarafına gönderilmiş bulunan Ebû Katade de gelip orduya katıldı. Aynı zamanda etraftan da birçok Müslüman gelip İslâm Ordusuna iltihak etti.
Yine bu sırada Mekke'den gelen Hz. Abbas, ailesiyle Cuhfe mevkiinde İslâm Ordusuyla karşılaştı. Bundan son derece memnun olan Peygamberimiz, kendisinin yanında kalmasını, ağırlıklarını ise Medine'ye göndermesini emretti; sonra, "Ey Abbas!.. Sen Muhacirlerin sonuncususun!" buyurdu. Hz. Abbas, sefer boyunca Peygamber Efendimizin yanından ayrılmadı.
Yolda Müslüman OlanlarHz. Resûlullah kumandasındaki İslâm Ordusu, bütün ihtişamıyla yoluna devam ediyordu. Bu sırada gelip, Hz. Resûlullah'in huzurunda İslâm'la şereflenenler oldu. Bunlar, Peygamber Efendimizin amcası oğlu Ebû Süfyan b. Haris ile Abdullah b. Ebî Ümeyye idi.789
Resûli Ekrem, önce bu iki kişiyle görüşmek istemediğini ifade ederek onlardan yüz çevirdi; zîra, bunlar, kendisiyle peygamberliğinden önce gayet samimîyken risâlet vazifesi verilir verilmez şiddetli birer düşman kesilmişlerdi, kendisine sözle eziyet ve hakarette bulunmuşlardı. Şâir olan Ebû Süfyan b. Haris, Peygamberimizi ve Müslümanları ağır dille hicvederdi.
Yine, Efendimizin akrabası olan Abdullah b. Ebî Ümeyye de, ona söz ve hareketleriyle rahatsızlık vermekten geri durmayanlar arasında yer almıştı.790
Ancak, bütün bunlara rağmen, araya Hz. Ümmü Seleme girdi; Efendimize, onlardan yüz çevirmemesi gerektiğini söyledi. Fakat, Resûli Ekrem Efendimiz, yine, "Onların ikisi de bana lâzım değildir!" diyerek kabul etmemekte ısrar ediyordu.
Resûli Ekrem'in bu sözlerini duyan Ebû Süfyan b. Haris, elinde küçük oğlu Cafer olduğu hâlde, "Vallahi, yanına girmeme izin vermezse, oğlumun elinden tutarak helak oluncaya kadar yeryüzünde dolaşıp dururum!" diye konuştu.
şefkat ve merhamet timsâli Peygamber Efendimizin mübarek gönlü bu sözlere dayanamadı. Onları huzuruna davet ederek affetti. Böylece onlar da İslâmiyetle şereflendiler.791
Ordunun Savaş Düzenine GirişiKudeyd mevkiinde konaklayan Peygamber Efendimiz, burada ordusunu savaş düzenine koydu; sancaklar ve bayraklar bağlayarak, onları kabilelere ve kabilelerin bayraktar ve sancaktarlarına verdi. Muhacirlerin üç bayraktarı vardı: Hz. Ali, Hz. Zübeyr b. Avvam ve Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas... Ensâr'ın ise, 12 bayraktan vardı. İslâm Ordusunda ayrıca Eşcaların bir, Süleymlerin de bir bayraktarı bulunuyordu. Orduda 14 de sancaktar vardı. Bunların üçü Müzeynelerin, ikisi Eşlemlerin, dördü Cüheynelerin, üçü Ka'b Oğullarının, ikisi ise Süleymlerin idi.
İslâm Ordusu, Merruzzahran 'daBundan sonra Peygamber Efendimiz, ordusuyla Merruzzahran'da konakladı.793
Peygamber Efendimizin gizlilik stratejisi o âna kadar son derece muvaffakiyetle sürmüş, Mekkeliler en küçük bir haber dahi alamamışlardı.
On Bin AteşMerruzahran Vadisine geliş geceye rastlamıştı. O âna kadar üzerlerine gelişinden haberi olmayan Mekkeli müşriklere Peygamber Efendimiz, gelişini muhteşem bir ateş donanmasıyla bildirmek istedi ve her mücâhide ateş yakmalarını emir buyurdu.794
Bir anda 10 bin ateş yakıldı. Göz kamaştıran bu manzara Mekke'ye aydınlık saçtı; müşriklere ise korku ve dehşet... Aralarından göç etmeye mecbur bıraktıkları Kâinatın Manevî Güneşi Peygamber Efendimiz, şimdi etrafında 10 bin parlak yıldızla Mekke ufuklarında yeniden bütün ihtişamıyla parlıyordu, ruh ve gönülleri ısıtmak için Mekke ufuklarında bir başka haşmetle doğuyordu. Bu doğuşa müşrikler hayret etti. Daha iki sene evvel bu güneş bu kadar parlak değildi, bu kadar kuvvet ve azamete sahip bulunmuyordu. Bir anda nasıl böylesine inkişaf etmiş, büyümüş ve her tarafı aydınlatır olmuştu? Söndürmek istedikleri nur, nasıl böylesine kısa zamanda kendilerini sönük bir durumda bırakan azamet peyda etmişti. Akıllara hayret veren bu şahlanışın sırrını bir türlü çözemiyorlardı.
İşte, Kureyş müşrikleri, ancak gözleri kamaştıran bu 10 bin ateşlik muazzam manzarayla işin farkına vardı ve Mekke'nin çepeçevre sarıldığını anladılar.
Peygamber Efendimizin, Koyun Güttüğünü Söylemesiİslâm Ordusu henüz Merruzzahran'dan ayrılmamıştı.
Resûli Ekrem Efendimiz, İrak denilen misvak ağaçlarının yemişlerinden toplamalarını bazı sahabîlere emretti ve, "Size, onların kararmış olanlarını toplamanızı tavsiye ederim; çünkü, en tatlı olanları, onların kararmışlarıdır!"795 buyurdu.
Sahabîler merakla, "Yâ Resûlallah!.. Bu yemişin iyisini kötüsünü çobanlar bilir. Siz de koyun gütmüş müydünüz?" diye sordular.
Resûli Ekrem, "Her peygamber, muhakkak koyun gütmüştür! Ben de Ecyad'da (Mekke'de bir mevki) ev halkımın (amcası Ebû Tâlib'in) koyunlarını otlatırdım."796 diye cevap verdi.797
EBÛ SÜFYAN, PEYGAMBERİMİZİN HUZURUNDABu arada, son derece korkup telâşa kapılan müşrikler, reisleri Ebû Süfyan'la birkaç kişiyi, durumu öğrenmek üzere vazifelendirdiler.798
Ebû Süfyan ve beraberindekiler, bir gece vakti, bu vazifeyi yerine getirmek üzere Mekke'den çıktılar; İslâm Ordusu karargâhına yaklaştıkları bir sırada mücâhidler tarafından yakalandılar. O esnada Hz. Abbas imdadına yetişmeseydi mücâhidler tarafından epeyce hırpalanacaktı.
Hz. Abbas, Ebû Süfyan'ı alıp Peygamber Efendimizin yanına getirdi. Arkasından Hz. Ömer de, eli kılıcının kabzasında olduğu hâlde Huzuru Saadet'e girdi ve, "Yâ Resûlallah!..
Allah, Ebû Süfyan'ı akidsiz ve ahidsiz ele geçirmek imkân ve fırsatını verdi. Müsaade buyur da boynunu vurayım!" dedi.
Hz. Abbas müdahale etti: "Yâ Resûlallah!.. Ben, ona eman vermiş bulunuyorum!"
Fakat, Hz. Ömer, bu isteğinden vazgeçmedi; aynı teklifi tekrarlayıp durdu.
Hz. Abbas, "Ey Ömer!.. Yeter! Vallahi, Ebû Süfyan, Adiyy b. Ka'b Oğullarından (Hz. Ömer'in kabilesi) olsaydı böyle söylemezdin!" deyince, Hz. Ömer bütün celâdetiyle, "Ey Abbas!.. Vallahi, babam Hattab hayatta olup da Müslüman olsaydı, ona, senin Müslüman olduğun gün Müslüman oluşuna sevindiğim kadar sevinmezdim! Zîra, biliyorum ki, Resûlullah (a.s.m.) da, babam Hattab Müslüman olsaydı, senin Müslüman oluşuna sevindiği kadar sevinmezdi."799 diye konuştu.
Bu ufak münakaşayı Peygamber Efendimiz, "Ey Abbas!.. Ebû Süfyan'ı konak yerine götür; sabahleyin yanıma getir." sözleriyle sona erdirdi.800
Ebû Süfyan 'in İslâm 'la ŞereflenmesiHz. Abbas, Ebû Süfyan'ı sabahleyin Resûli Ekrem Efendimizin huzuruna getirdi.
Resûli Ekrem, "Ey Ebû Süfyan!.. Henüz 'Lâ ilahe İllallah.' diyeceğin vakit gelmedi mi?" diye sordu.
Ebû Süfyan, zavallıca bir cevap verdi: "İyi, ama bu kadar putları ne yapayım? Lat ve Uzza'dan nasıl vazgeçeyim!"
Hz. Ömer, Peygamber Efendimizin çadırı arkasında bekliyordu. Ebû Süfyan'ın bu sözlerini duyunca, hiddetle, "Dua et ki çadırın içindesin; dışında olsaydın, asla bu sözü söyleyemezdin!" diye konuştu.
Ebû Süfyan, "Ey Ömer!.. Yazıklar olsun sana!.. Sen de baban gibi sertsin. Hem, sonra, ey Hattab'ın oğlu, ben, sana gelmiş değilim; amcamın oğluna gelmişim. Onunla konuşacağım. Bırak da konuşalım!" dedi; Peygamber Efendimize hitaben de, "Babam anam sana feda olsun! Usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte ve akraba hakkını gözetmede daha üstünü yoktur." diye konuştu. Sonra bir müddet düşündü, durdu. Bu düşünce onu bir nebze hakka yaklaştırdı: "Vallahi, sanırım ki, Allah'tan başka ilâh olmasa gerek! Çünkü, Allah'la birlikte başka ilâh da bulunmuş olsaydı, elbette beni zararlardan korur, iyiliklerden de faydalandırırdı!" dedi.801
Peygamber Efendimiz, bu sözlerinden, onun, "Lâ ilahe illallah." gerçeğini kabul ettiğine kanaat getirdi. Bu sefer, "Ey Ebû Süfyan!.. 'Muhammedün Resûlullah.' diyeceğin zaman daha gelmedi mi?" diye sordu.
Ebû Süfyan, bir an durakladı. İçindeki düğümü tam manâsıyla çözemiyordu. Nereden geldiğini bilmediği bir şüphe vardı içinde: "Yâ Muhammed!.." dedi, "Bunun için bana biraz müddet tanı; zîra, bundan dolayı zihnimde biraz ilişik var."
Bu esnada Hz. Abbas söze karıştı:
"Ey Ebû Süfyan!.." dedi, "Yazıklar olsun sana!.. Aklını başına topla! Ne yaptığının farkında mısın? Boynun vurulmadan önce, Müsl...
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın