๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Peygamberimizin Hayatı => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 14 Ocak 2011, 14:59:57



Konu Başlığı: Efendimize Peygamberlik vazifesinin verilmesi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 14 Ocak 2011, 14:59:57
Efendimize Peygamberlik Vazifesinin Verilmesi
 
"Şu kâinatın sahip ve mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyden görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Madem konuşacak; elbette zişuur ve zifıkir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zifıkirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan nev 'iyle konuşacaktır. Madem insan nev'iyle konuşacak; elbette insanlar içinde kabili hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.

"Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nevi beşere mukteda olacak olanlarla konuşacaktır; elbette dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âlî ahlâkta ve nevi beşerin humsu [beşte biri] ona iktida etmiş ve nısfı arz onun hükmü mânevisi altına girmiş ve istikbâl onun getirdiği nurun ziyasıyla bin 300 sene (şimdi bin 400 sene) ışıklanmış ve beşerin nurânî kısmı ve ehli îman, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdidi bîat edip, ona duayı rahmet ve saadet edip, ona medh ve muhabbet etmiş olan Muhammed'le (a.s.m.) konuşacak ve konuşmuş ve resul yapacak ve yapmış ve şâir nevi beşere rehber yapacak ve yapmıştır. "

(Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat)

BAZI GARİB SESLERİN GELMEYE , ACİB IŞIKLARIN GÖRÜNMEYE BAŞLAMASI!

Kâinatın Efendisi, 38 yaşına girince gaibten bazı sesler duymaya ve bazı taraflarda birtakım ışıklar görmeye başladı. Bâzan da kendilerine gaibten "Yâ Muhammedi.." diye nida ediliyordu.

Fakat, Efendimiz, bu garib seslerin ve parlayıp geçen ışıkların ne demek istediklerine henüz o sırada tam manâsıyla vâkıf değildi. Bununla beraber, bu hâdiselerin mânâsız ve boşu boşuna cereyan etmediklerini biliyordu ve günlerini onları düşünmekle geçiriyordu.

Zaman zaman da sâdece muhtereme zevcesi Haticei Kübra'ya bu sırları anlatır ve konuşurlardı. O anda yeryüzünde maddi hayatta tek teselli kaynağı Hz. Hatice Validemiz de Resûli Ekrem Efendimizi bir siyanet meleği gibi koruyor ve konuşmaları, sohbetleriyle onu teselliye çalışıyordu.

Kâinatın Efendisinin bu hâli tam bir sene devam etti.

SÂDIK RÜYALAR

Kâinatın Efendisi 39 yaşında iken "sâdık rüyalar" devri başladı. Gündüzün meydana gelecek hâdiseler kendilerine geceden, uyku ile uyanıklık arasında bir hâl içinde gösteriliyor ve bildiriliyordu. Öyle ki, geceden gördüğü rüyalar, o geceninsabahında şafak aydınlığı gibi berrak ve apaçık ortaya çıkıyordu.184

Peygamber Efendimizi, vahy almaya bir nevi hazırlama maksadına mebni olan bu durum altı ay devam etti.

YALNIZLIK ARAMASI

Kâinatın Efendisinin mübarek ruhu, bu altı aylık devreden sonra artık tamamıyla yalnızlık arıyordu. Cemiyetlen uzak durmak, düşünceleriyle baş başa kalmak, en büyük arzusuydu. Çünkü, ruhu, içinde bulunduğu cemiyetin ahlâksızlığından, zulüm ve zulmetinden sıkılıyordu.

Ona âdeta yalnızlık sevdirilmişti. Öyle ki, her şeyinden vazgeçebelir, fakat insanlardan uzak, kâinatla ve kendi tefekkür alemiyle baş başa kalmaktan asla vazgeçemezdi.

Bu sebeple, onun Mekke içinde pek durmadığı ve hep insanlardan uzak ıssız yerleri seçtiği, buralarda hususî tefekküre daldığı görülüyordu.

Ve bu yalnızlık sırasında, âdeta dağdan taştan, yerden gökten, kâinatın niçin yaratıldığını, insanların bu dünyaya niçin gönderildiklerini, gaye ve maksatlarının neler olduğunu soruyordu. Ne var ki, bu suallerine, ne Hira'nın kayaları, ne uçsuz bucaksız çöller, ne gündüz âleminin lâmbası güneş, ne gece âleminin kandili ay, ne pırıl pırıl parlayan yıldızlar ve ne de gelip geçen bulutların hiçbiri cevap veremiyordu. Ve o, bu suallerine cevap bulamayışın hayreti içinde gün ve gecelerini geçiriyordu.

Evet, Fahri Kâinat'ın mübarek ruhu, zahiren yalnızlık istiyordu; hakikatte ise, Kâinatın Yaratıcısı Cenâbı Hakk'a muhatab olmak arzusunu ruhunun derinliklerinde taşıyordu. Yalnızlık içinde sonsuz varlığa kavuşmak arzusuydu bu..
.
 
184 Buharî, Sahih, c. 1, s. 6; Müslim, Sahih, c. 1, s. 97; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 2, s. 153. Bu hâl, az veya çok, hemen hemen bütün peygamberlerin vahiy almadan az önceki hayatlarında görülmüştür. Hz. Musa, peygamberliğinden önce 40 gün kadar Tur Dağında, dünyadan uzak, oruç tutmakla vakit geçirmiştir. Yine Hz. İsa, sakin bir ormanda 40 gün kadar her şeyden uzak ibâdetle meşgul olmuştur.185

185 Seyyid Süleyman Nedvî, Asrı Saadet, Tere: Ali Genceli, c. 1, s. 4445.