๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Peygamberimizin Hayatı => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 14 Mayıs 2011, 15:06:21



Konu Başlığı: Rasulullahın Kaysere Yazdığı Mektup
Gönderen: Hadice üzerinde 14 Mayıs 2011, 15:06:21
Rasulullahın Kaysere Elçi Göndermesi Ve Ona Yazdığı Mektup
 

Rasulullahın Kaysere Elçi Göndermesi Ve Ona Yazdığı Mektup
 

Şöyle anlattılar:

Kayser bir gün sabahleyin üzgündü. Devlet adamları ona:

-Bu üzüntünün sebebi nedir? dediler. Kayser;

-Bu gece, Hitan melikini (sünnetliler hükümdarını) ortaya çıkmış gördüm, dedi. Onlar:

-Biz sadece, yahudilerin sünnet olduğunu biliyoruz. Onlar da senin hakimiyetinin altındalar. Onları öldür, dediler.

Onlar bu görüşteyken, Busra'nın sahibinin elçisi onlara Araplar­dan birisini getirdi. Elçi ona:

-Ey Kral! Araplardan olan bu adam, ülkesinde ortaya çıkan garip bir olaydan bahsediyor, dedi.

Herakliyüs tercümanına:

-Ülkesindeki bu olayın ne olduğunu ona sor, dedi. O da şöyle dedi:

-Aramızdan, peygamber olduğunu söyleyen birisi çıktı. Bazı kim­seler ona uydular. Bazıları da ona kavşı çıktılar. Aralarında bazı savaş­lar oldu. Ben onların yanından bu haldelerken ayrıldım. Herakliyüs:

-Onu soyun, dedi. Soyduklarında; onun sünnetli olduğunu gördü­ler. Herakliyüs:

-Bu benim gördüğümün zamanıdır. Elbisesini verin, dedi ve gitti. Sonra, emniyet emirini çağırdı ve ona:

-Benim için, Şam'ı iyice araştır. Peygamber olduğunu iddia eden bu adamın kavminden birisini bana getir, dedi.

Ebu Sufyan şöyle anlatmıştır: Ticaret için gitmiştim. Onun emni­yet emiri bizi yakalayıp:

-Siz o adamın kavminden misiniz? dedi. Biz de:

-Evet, dedik. Bizi çağırdı.

1400) Abdullah îbn Abbas şunu anlattı:

Rasulullah (s.a.v.) islam'a davet etmek üzere Kayser'e mektup yazdı: Mektubunu Dıhyetü'l-Kelbi ile gönderdi. Ona, Kayser'e vermesi için mektubu Busra'nın büyüğüne sunmasını emretti.

Allah, iranlıların askerlerim bozguna uğratınca, Hıms'tan îlya'ya (Kudüs'e) kadar Kayser için minderler seriliyordu.

îbn Abbas şöyle anlatır:

Kayser'e Rasulullah'm mektubu gelip onu okuyunca:

-Bana bunun kavminden birini bulunda ona Allah'ın Rasulünü (s.a.v.) sorayım dedi.

Efu Sufyan Ibn Harb, îbn Abbas'a şunu anlattı: Kendisi bazı Ku-reyşlilerle ticaret için Şam'a gelmişti. Bu, Rasulullah'la Kureyşli kafir­lerin barış halinde oldukları sırada olmuştu.

Ebu Sufyan anlatmaya devam etmektedir:

Kayser'in elçisi bana geldi. Beni ve arkadaşlarımı götürüp onun huzuruna çıkardı. Kayser başında tacıyla tahtında oturuyor, etrafında da Rum (Bizans) büyükleri vardı. Tercümanına:

-Onlara bu adama, soyca en yakın olanınız hanginizdir? diye sor, dedi.

-Benim dedim,

-Ona yakınlığının derecesi nedir? dedi.

-Amcamın oğludur, dedim.

Gerçekten de, kafile içinde, o sırada Abdulnıenaf oğullarından, benden başka bir kimse bulunmuyordu. Kayser:

-Onu benim yanıma getirin dedi. Arkadaşlanmmda yaklaştırıl-masını emretti. Arkadaşlarımı benim arkama oturttular. Sonra tercü­manına:

-Arkadaşlarına söyle, ben o adam hakkında buna birşeyler sora­cağım. Eğer bana yalan söylerse onu yalanlasınlar, dedi.

Vallahi, onun hakkında bana sorulacak şeyler hakkında uydura­cağım yalanımı, arkadaşlarımın orada burada anlatıp durmalarından utanmasaydım, kesinlikle yalan söylerdim. Fakat benim yalan söyledi­ğimi anlatacaklarından utandığım için ona doğrusunu söyledim. Daha sonra Herakliyüs, tercümanına:

-Söyle ona: O kişinin aranızdaki nesebi nasıldır, dedi. Ben: -O, aramızda soylu birisidir, dedim.

-Sizden, bu Peygamberlik sözünü, ondan önce söyleyen birisi var mıydı? diye sordu.

-Hayır, dedim.

-Peygamberlik hakkındaki sözünü söylemeden önce onu, hiç ya­lanla suçladığınız, kötülediğiniz olmuş muydu? diye sordu.

-Hayır, dedim.

-Onun ataları arasında hükümdar olan birisi var mıydı? dedi.

:Hayır, dedim.

-Ona halkın eşrafı mı tabi oldu, yoksa zayıflarını? dedi.

-Halkın zayıfları, dedim.

-Ona tabi olanlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı? dedi. -Artıyorlar, dedim.

-Onun dinine girdikten sonra beğenmeyerek, kızarak dininden dö­nen oldu mu? dedi.

-Hayır, dedim.

-Sözünde durmadığı olur mu? dedi.

-Hayır. Ancak biz şimdi onunla bir müddet için çarpışmayı bıra­karak anlaşma yapmış bulunuyoruz. Sözünü bozacağından korkuyoruz, dedim.

Verdiğim cevaplara bu sözden başka bir şey katmak imkânını bu­lamadım. Çünkü yalanımı anlatıp yaymalarından korkuyordum.

-Siz onunla, o da sizinle çarpıştı mı? diye sordu. Ben de: -Evet, dedim.

-Sizin onunla, onun sîzinle yaptığı harp nasıl sonuçlandı? diye sordu.

-Galibiyet sıra ve nöbetleşe oldu. Bir defa o, bizi yendi. Bir defa da biz onu yendik, dedim. Herakliyüs:

-O, Size neleri emrediyor? dedi.

-Bize tek olan Allah'a ibadet etmemizi ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamızı emrediyor. Bizi, atalarımızın taptığı şeylerden de menediyor. Bize namaz kılmayı, doğru olmayı, haramlardan sakınmayı, akraba ile ilgilenmeyi, verilen sözde durmayı ve emaneti sahiplerine vermeyi em­rediyor, dedim. Herakliyüs tercümanına:

- Ona de ki: Sana, onun, aranızda soyunun nasıl olduğunu sordum. Sen onun, aranızda en soylu olduğunu söyledin. Zaten Peygamberler, böyle kavimlerin en soyluları arasından seçilip gönderilirler.

Ben sana; bu peygamberlik sözünü ondan önce içinizde söyleyen birisi var mıydı? diye sordum. Sen; hayır dedin. Eğer, ondan önce, bu sözü söylemiş birisi olsaydı, bu da belki, kendisinden önce söylenmiş bir söze uymak isteyen birisidir derdim diye söylenebilirdim.

Ben sana; bu peygamberlik sözünü etmeden önce, onu hiç yalanla suçlamış mıydınız? diye sordum. Sen; hayır, dedin. Anladım ki, insan­lara karşı yalan söylemeyen kişi, Allah'a karşı da yalan söylemez.

. Sana: Onun ataları arasında bir hükümdar var mıydı ? diye sordum. Sen hayır, dedin. Eğer sen, ataları arasında bir hükümdar vardı, desey-din. Ben de: Atalarının saltanatını elde etmeğe çalışan birisi derdim.

Sana: Ona tabi olanlar halkın eşrafı mıdır yoksa zayıfları mıdır? diye sordum. Sen de: Zayıfların ona tabi olduğunu söyledin. Zaten, pey­gamberlerin tabileri de onlardır.

Ben sana: Onlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mi? diye sordum. Sen de, arttıklarım söyledin. Zaten, iman işide, tamamlanıncaya kadar hep böyle gider.

Sana: Onun dinine girdikten sonra beğenmeyerek, kızarak dinin­den dönen oldu mu? diye sordum. Sen de: Hayır, dedin. Zaten [îman da] böyle olur. îmanın neşesi, kalbe karışıp kökleşince, hiç kimse, onu be-ğenmemezlik etmez.

Ben sana: O, sözünü bozar mı? diye sordum. Sen de: Hayır dedin. Zaten peygamberler böyledir. Onlar sözlerini bozmazlar.

Ben sana: Onunla, hiç çarpıştınız ını? O da sizinle çarpıştı mı? diye sordum. Sen de: Bunu yaptığınızı, aranızdaki harbin sonucunun sıra ile olduğuna, bir defasında, onun sizi yendiğini, diğerinde de sizin onu yendiğinizi söyledin. Zaten, peygamberler böyledir. Çeşitli imtihanlara tabi tutulurlar. Sonunda güzel akibet ve sonuç, onların olur.

Ben sana: O, size neleri emrediyor? diye sordum. Sen de, onun, tek olan Allah'a ibadet etmeyi ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamayı emretti­ğini, atalarınızın taptığı şeylerden sizi menettiğini, yine size doğruluğu, sözünde durmayı ve emaneti yerine vermeyi emrettiğini söyledin. Bun­lar, bir peygamberin sıfat ve özelliğidir. Zaten ben onun çıkacağını bili­yordum. Fakat sizden olacağım zannetmiyordum.

Eğer onun hakkında bu söylediklerin doğruysa, yakında, şu ayak* larımın bastığı yere hakim olacaktır. Vallahi, onun yanma varabileceği­mi bilsem kendisine kavuşmak için her zahmete katlanırdım. Yanında olsam ayaklarım yıkardım, dedi.

Sonra Rasulullah'm (s.a.v.) mektubunu getirtip okutturdu. Mek­tupta şöyle yazılıydı:

" Bismillahi rrahm anirrahim.

Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den, Rumların büyüğü Herakli-yüs'e,

Selam hidayete (doğru yola) uyanlara olsun. Bundan sonra derim ki; Ben seni. İslam'a göre müslümanlığa davet ediyorum. Müslüman ol, selamette ol. Allah, sana ecrini ilci kat versin. Eğer bu davetimi kabul etmezsen, çifçilerin günahı senin boynuna olsun. "Ey Ehl-i Kitabî Ge­liniz, aramızda ve aranızda eşit olan bir kelimede birleşelim de, Allah'tan başkasına tapmayalım! O'na, hiçbir şeyi ortak koşma­yalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rab tanımayahm. Buna rağmen, onlar bu davetten yüz çevirirlerse, siz şahit olun ki, bizler müslumanlarız, deyin."[2]

Harakliyüs mektubu okutturduktan sonra, etrafındaki Rum bü­yüklerinden gelen sesler yükseldi. Bağırıp çağırmalar arttı. Ben onların ne dediklerini bilmiyordum. Herakliyüs bizim dışarıya çıkarıl-mamızı emretti ve çıkarıldık.

Arkadaşlarımla birlikte dışarı çıkınca onlara: îbn Ebi Kebşe'nin[3] işi iyice büyüdü. Beni'l-Asfar'm (Rumların) hükümdarı bile ondan korkuyor, dedim.

Vallahi, istemediğim halde, Allah, kalbime İslam'ı sokuncaya ka­dar, devamlı onun davasının zafer ve başarıyla sonuçlanacağına kesin olarak inandım.

1401) Bize ez-Zubri'den rivayet edildi. Hristiyanlardan bir usku­run bana anlattığına göre, Rasulullah'm mektubu gelince, Herakliyüs onu koynuna koydu. Sonra Roma'daki bir adama mektup yazdı. O, ib­ranca yazılanları okur/ona haber verirdi.

Romadaki' adamı Herakliyüs'e O (Rasulullah) beklediğimiz Pey­gamber1 dir, bunda şüphe yok, ona tabi ol ve onu tasdik et, diye yazdı.

Herakliyüs, Rumların komutanlarına kral köşkünde toplanmala­rını emretti. Onlar toplandılar. Köşkün kapıları kapatıldı. Komutanla­rın kendisine bir kötülük yapmasından korktuğu için köşkün üs katındaki bir odaya çıktı ve: Ey Rum topluluğu! Bana, dinine davet et­mek üzere o zatın mektubu geldi. Vallahi o, beklediğimiz ve kitapları­mızda bulduğumuz Peygamberin ta kendisidir. Gelin, ona tabi olalım. Dünya ve ahirette rahat olalım. Hep bir ağızdan homurdanarak köşkün kapılarına doğru koştular. Kapıların kapalı olduğunu gördüler. Herak­liyüs: Onları geri çevirin, dedi. Şöyle konuştu: Ey Rum topluluğu! Sizin dininize ne derece bağlı olduğunuzu görmek için böyle söyledim ve sizi memnun kalacağım durumda gördüm.

Onun önünde eğildiler ve çekip gittiler.[4]

1402) Dıhye îbn Halife şöyle anlattı:

Peygamber (s.a.v.), bir mektupla beni Dimeşk'taki Rum Krallığına-gönderdi. Rasulullah'm mektubunu ona verdim. Mektubun mührünü öptü ve onu üzerinde oturduğu şeyin altına koydu. Sonra komutanları­nın ve kavminin toplanmasını istedi. Onlar toplandılar. Onun için dö­şenmiş minderlerin üzerine çıktı. Farslar ve Rumlar böyle yaparlardı. Onların kürsilerî yoktu.

Daha sonra adamlarına şu konuşmayı yaptı:

Bu, Mesih İsa'nın bize, İbrahim'in oğlu ismail'in soyundan gelece­ğini müjdelediği peygamberdir.

Dinleyenler homurdandılar. Eliyle, susun diye işaret etti. Sonra: Ben sadece, hristiyanlığa olan ilginizin nasıl olduğunu denemek iste­miştim, dedi.

Ertesi gün bana, gizlice bir haber gönderdi. îçinde üçyüz onüç res­min bulunduğu büyük bir eve aldı. Bir de ne göreyim. Onlar peygam­berlerin resimleriydi. Şöyle dedi

-Bak, senin adamının bunlardan hangisidir?

Sanki peygambere bakarcasma, Rasulullah'm resmini gördüm.

-Bu, dedim.

-Doğru söyledin, dedi.

-Şu sağındaki kimin resmi? dedi.

-Ebu Bekir denilen, onun kavminden birisi, dedim.

-Şu solundaki kim ya? dedi.

-Ömer İbnu'l-Hattab denilen yine onun kavminden birisi diye ce­vap verdim.

-Biz Kitapta Allah'ın dini, onun bu iki arkadaşıyla tamamlayaca­ğını görüyoruz dedi.

Peygamber'e geldiğimde, ona bu hadiseyi anlattım. Rasulullah (s.a.v.) da:

- "Doğru söylemiş. Allah bu dini, Ebu Bekir ve Ömer'le tamamla­yacak ve üstün getirecek" dedi.[5]

1403) İbn İshak, bazı alimlerden nakletti: Herakliyüs Dihye'ye:

-Vallahi, iyi biliyorum ki, senin adamın gönderilmiş bir peygam­berdir ve bizim beklediğimiz kişidir. Fakat ben, Rumlardan bana bir kötülük gelmesinden korkuyorum. Bu durum olmasaydı, mutlaka ona tabi olurdum, dedi.

1404)  İbn Ishak, Halid İbn Sinan'a, Rum büyüklerinden birinin şunu anlattığını nakletti:

Herakliyüs, Şam'dan Kostantiniyye'ye gitmek istediğinde ve Ra­sulullah'ın durumu ona ulaştığında, Rumları toplayıp:

-Ben size bir meseleyi arzedeceğim dikkat edin, dedi. -Nedir o? dediler.

-Vallahi biliyorsunuz, bu adam gönderilmiş bir peygamberdir. Onu kitaplarımızda buluyoruz ve özellikleriyle tanıyoruz gelin ona tabii ola­lım, dedi. Onlar da:

-Ama o zaman, Arapların tahakkümü altında oluruz, dediler.

-Öyleyse her sene ona, cizye vereyim de bana karşı şiddetini kıra­yım ve onunla savaştan kurtulayım dedi.

-Biz Araplara ancak zillet ve fakirliği veririz. Hayır vallahi, dediler.

-Ona, Suriye toprağım -ki orası, Filistin,Ürdün, Dimeşk, Hıms ve Bizans'a giden yolun gerisindeki yerler- vereyim, dedi.

-Hayır, vermeyiz dediler.

-Vallahi, siz şehrinizde güçlü olursanız mutlaka üstün geldiğinizi göreceksiniz.

Sonra, bir katırın üzerine oturup yola koyuldu. Tepeden yola bak­tığında Şam topraklarını gördü ve: Ey Suriye topraklan sana veda se-lamıyla selâm olsun, dedi.

Musannif (yazar) Rasulullah'tan (s.av.) sonra Ebu Bekr, Kayser'e elçi göndermiştir, der,

1405) Musa îbn Ukbe şunu anlattı:

Hişam İbnu'1-As, Nuaym îbn Abdillah ve adım verdiği başka bir adam, Ebu Bekr'in zamanında Rum hükümdarına gönderildiler.

Bunlardan birisi şöyle anlattı: Musa îbn Ukbe şunu anlattı:

Guta'daki Cebele Îbnu'l-Eyhem'in huzuruna girdik. Onun üzerinde siyah elbiseler vardı ve etrafındaki her şeyde siyahtı. O:

-Bunları adakta bulunduğum için giydim. Sizi, Şam'ın tamamın­dan çıkarmcaya kadar bunları çıkarmayacağım, dedi. Biz de:

-Bizi bu oturduğun yerden uzaklaştırmak için hiç acele etme. Val­lahi, biz onu senden ve en büyük hükümdardan mutlaka alacağız, in­şallah. Bunu bize peygamberimiz (s.a.v.) haber verdi.

-Öyleyse siz sümerasmız, dedi. Biz:

-Sümera mı? dedik.

-Siz, onlar değilsiniz, dedi.

-Peki, onlar kim? dedik.

-Gündüz oruç tutup gece namaz kılan kimseler, dedi. Biz:    '

-Vallahi, biz onlarız, dedik.

-Sizin namazınız nasıldır? dedi.

Ona namazımızı tarif ettik. Vallahi, onu bir siyahlık bürüdü. Sanki yüzü, siyah bir tuğla parçası gibi oldu.

-Kalkın, dedi ve bize hükümdarın yanına gitmemizi emretti. Git­tik. Elçi bizi, şehrin kapısında karşıladı ve:

-isterseniz [size] katır [getireyim] isterseniz at getireyim, dedi. Biz: -Hayır, biz onun huzuruna sadece olduğumuz gibi gireceğiz, dedik.

[Ona; onlar emrini yerine getirmiyorlar diye haber gönderdi]. O da: Onları serbest bırak diye haber gönderdi.

Biz, sarıklı ve kılıçlarımız takılı olarak hayvanlarımızın üzerinde içeriye girdik. Kralın kapısına vardığımızda, onun yüksek bir köşkte o-turduğunu gördük. Bize baktı. Başlarımızı kaldırdık ve: La ilahe illallah, dedik.

-Allah biliyor, köşk tamamen sallandı. Biz rüzgarın düşürdüğü hurma salkımları gibi olduk (dağıldık).

Bize şu haberi gönderdi; Dininizi kapımda açıklamayın.

Girin diye haber gönderdi. îçeri girdik. Gördük ki, tavana asılı bir yatağın üzerindeydi. Yine üzerinde kırmızı bir kıyafet vardı. Yanındaki her şeyin de kırmızı olduğunu gördük. Rum komutanlar da yanındaydı. Bizimle elçi vasıtasıyla konuşmak istiyordu. Biz:

-Hayır, vallahi, biz onunla elçi vasıtasıyla konuşmayız. Biz ancak hükümdara gönderildik. Bizimle konuşmak istiyorsan, seninle konuş­mamıza izin ver.

Biz yanma girince, güldü. Yanında, Arapçayı güzel konuşan birisi vardı. Biz La îlahe illallah, dedik. Allah bilir, tavan sallandı. O ve a-damları başını kaldırdı.

-Sizin, o sözünüz ne büyük? dedi.

-O, kelime-i tevhiddir, dedik.

-Sizin herşeyden önce söylediğiniz söz müdür o? dedi,

-Evet, dedik.                                                       

-Onu, düşmanınızın memleketinde söylediğinizde, tavanları titre­yip sallanıyor, dedi.

-Hayır, dedik.

-Siz onu, kendi memleketinizde söylediğinizde, tavanlar titreyip sallanmıyor mu? dedi.

-Hayır, biz böyle olduğunu görmedik. Sadece senin yanında gördük.

-Doğruluk ne güzel şey! Siz şehirleri fethettiğinizde ne dersiniz? dedi,

-La ilahe illallahu vallahu ekber, deriz, dedik.

-Siz La ilahe illallah, dediğinizde onun ortağı yok demek istiyor­sunuz, öyle değil mi? "Allahu Ekber" dediğinizde, ondan daha büyük birşey yok demek istiyorsunuz, öyle değil mi? dedi. Biz:

-Evet, dedik.

-Bana Peygamberinizin selâmını vermenize engel olan nedir? diye sordu. Biz:

-Bizim Peygamberimizin selamı sana helal değildir. Senin selamın bize helal değil ki, sana o selamı verelim, dedik.

-Sizin selamınız nedir ya! dedi.

-Cennet halkının selamıdır, dedik.

-Peygamberinizi o selamla mı selamlıyordunuz? dedi. Biz:

-Evet, dedik.

-Size kimler mirasçı olur? dedi.

-En yakın akrabalar, dedik.

Hükümdarlarınız da mı öyledir? dedi.

-Evet, dedik.

Bize birçok yiyecek verilmesini ve güzel bir konaklama yeri temin edilmesini emretti. Üç gün kaldık. Sonra, bir gece bize haber gönderdi. Yanında hiç kimse yokken huzuruna girdik. Bizden daha önceki söyle­diklerimizi tekrar etmemizi istedi. Ona tekrar ettik. Yanında, büyük, altın işlemeli, dört köşe, sandık gibi birşey vardı. Onun içinde de küçük gözler vardı. Gözlerden birini açtı. Oradan içinde beyaz bir resim bulu­nan siyah renkli ipek bir bez parçası çıkardı. Çok uzun ve insanların en sık saçlısı olan bir adam gördük.

-Bunu tanıyor musunuz? dedi. -Hayır, diye cevap verdik. -Bu, Adem'dir, dedi.

Sonra onu tekrar yerine koydu. Başka bir gözü açtı. Ondan da si­yah bir ipek çıkardı. Onun içinde de beyaz bir resim vardı. Baktık ki, resimde; büyük ba,şh, kıptüerinki gibi, saçları kıvırık, insanların en bü­yük butlusu ve gözleri kırmızı bir adam gördük.

-Bunu tanıyor musunuz? dedi. (-Hayır, dedik. -Bu, Nuh'tur, dedi.)

Sonra onu da yerine koydu. Başka bir gözü açtı. Ondan da içinde beyaz bir resim bulunan siyah bir ipek çıkardı. Biz:               

-Peygamber Muhammed (s.a.v.) dedik.

-Vallahi, bu, Allah'ın Rasulu Muhammed'dir, dedi. Allah bilir o a-yağa kalktı, oturdu (sonra): "Allah aşkına, bu sizin peygamberiniz mi?" dedi.

Allah için o, bizim Peygamberimizdir. Sanki sağken ona bakıyor gibiyiz, dedik.

-Gerçi, bu gözlerin sonundaydı, ama ben sizin tavrınızı görmek için onu hemen gösterdim dedi.

Sonra onu tekrar yerine koydu. Bir göz daha açtı. Ondan, içinde beyaz bir resim bulunan siyah bir bez çıkardı. Bu defa da, kısık dudaklı, çökük gözlü, dişlerini sıkmış, sakalı sık ve asık suratlı birisini gördük.

-Bunu tanıyor musunuz? dedi. -Hayır, dedik.

-Bu, Musa'dır. Yanında, ona benzeyen bir adam vardı. Ancak onun gözlerinde bir tür şaşılık vardı ve başına da yağ sürmüşdü.

-Bu Harun'dur, dedi.

Sonra onu kaldırdı. Başka bir gözü açtı. Ondan siyah bir bez çı­kardı. Kırmızı veya beyaz bir resim gördük. Resimde orta boylu, yaşlı bir kadına benzeyen birisiyle karşılaştık,

-Bunu tanıyor musunuz? dedi.

-Hayır, dedik.

- Bu Davud'dur, dedi.

Daha sonra onu yerine koydu. Siyah bir ipek çıkardı. Onda beyaz bir resim vardı. Bunun, ata binmiş bacakları uzun [sırtı kısa], her şeyi kanat (gibi) olan ve etrafında rüzgar bulunan bir adam resmi olduğunu gördük.

-Bunu tanıyor musunuz? dedi.

-Hayır, dedik.

-Bu, Süleyman'dır, dedi.

Sonra başka bir göz açtı. Yine içinde beyaz bir resim bulunan siyah bir ipek çıkardı. Resimde rengi daha çok sarı olan, geniş, parlak alımlı ve güzel sakallı bir genç vardı.

-Bunu tanıyor musunuz? dedi. Biz:

-Hayır, dedik.                                                       

-Bu, İsa îbn Meryem'dir, dedi.

Sonra onu yerine koydu ve başka bir sandık getirdi ve ondan yine resim çıkardı. Biz:

-Bu, bizim tanıyıp gördüğümüz Peygamberimizin resmidir. Bu gördüğümüz resimlerin bizzat onların resimleri olduğunu nasıl Öğrene­ceğiz? dedik. Kayser:

-Adem, Rabb'inden, kendisine, soyundan gelecek Peygamberlerin resimlerini göstermesini istedi. Allah, Adem'e onların resimlerini, ipek bezler içinde cennetten çıkardı. Zulkarneyn, onları Adem'in mağrib-i şems'teki mahzeninde buldu. Danyal da bu resimleri aynen çizdi.

Vallahi, gönlüm mülkümden (saltanatımdan) çıkıp gitmeye razı olsavdı, köle olmaya aldırmazdım. Fakat belki gönlüm buna razı olabilir.[6]

Bize hediyeler verdi ve yanından ayrıldık.

1405) Hişam Îbnu'1-As şöyle anlattı:

Ebu Bekr Es-Sıddık benimle, Kureyşten başka birisini Bizans hü­kümdarı Herakîiyüs'ü İslam'a davet etmeye gönderdi. Biz gidip Guta1 da Cebele Îbnu'l-Eyhem'in konuğu olduk. Hadisi anlattı ve o hadiste Lut'un, îshak'ın, Yakub'un, İsmail'in ve Yusuf un özellüderini anlattı.

Ebu Bekr'in yanma gelince, onları ona anlattık. Ebu Bekr ağladı ve:

"Zavallı! Allah onun hayra ermesini isteseydi mutlaka dilediğini yapardı."

Zaten Rasulüllah (s.a.v.) onların da yahudilerin de, Muhammed'in de özelliklerini bulduklarını (kitablarmda yazılı olarak bulduklarını) bize haber vermişti. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Onlar onu yanla­rındaki Tevrat ve İncil de yazıh olarak bulurlar."[7]


[2] Al-i İmran, 64.

[3] Kureyş müşrikleri Resulullah'a "İbn Ebi Kebşe" lâkabını takmışlardı. Burada Peygamberimiz (s.a.v.) kastedilmektedir. (Mütercimin notu).

[4] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve.

[5] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve.

[6] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, 22; Suyutî, Hasaİsu'l-Kubra.

[7] Araf Suresi, 157.