๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Peygamberimizin Hayatı => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 31 Mayıs 2011, 14:57:26



Konu Başlığı: Hz. Peygamber Ve Ümmetinin Tevrat Ve İncil'de Zikredilmesi
Gönderen: Hadice üzerinde 31 Mayıs 2011, 14:57:26
Hz. Peygamber Ve Ümmetinin Tevrat Ve İncil'de Zikredilmesi, Ehl-İ Kitap Alimlerinin Bunu İtiraf Etmeleri

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi (okuma yazma bilmeyen) peygamber'e uyanlar (var ya)..." [11] Onlar onun sıfatını (tarifini) bulurlar manasına gelmektedir.

"İşte o peygamber onlara iyiliği emreder." [12]                  

Buradaki "iyilikten" maksat, güzel ahlak ve akrabayı gözetip on­lardan ilgiyi kesmemektir.

"Onları kötülükten meneder." [13]

Bu ayetteki münkerden maksat da, şirktir. (Allah'a ortak koş­maktır.)

"Onlara temiz (ve güzel) şeyleri helal kılar." [14]

Bu ayetteki "teiniz şeyler"den maksat Arapların temiz ve iyi bul­dukları şeylerdir. Şöyle denilmiştir: Bunlar israil oğullarına haram olan yağlar, bahira, şaibe, vasile ve hamdır. [15]

"Pis (ve zararlı) şeyleri haram kılar." [16]

Buradaki "pis şeyler", Arapların pis buldukları şeyler ve helal gördükleri leş, kan ve domuz etidir.

"Ve üzerlerindeki ağırlıkları atar." [17]

Buradaki "ağırlıklar"dan maksat, İsrail oğullarının cumartesi gü­nünü haram kılmak, yağlar ve damar gibi ağırlıklardır.

"Üzerlerindeki zincirleri atar." [18]

Ebu İshak ez-Zeccac bu konuda şöyle demiştir: Zincirlerin zikre­dilmesi temsildir (misal getirmedir). Onların katilde (öldürmede) diyet kabul etmemeleri, cumartesi günü çalışmamaları ve ellerine geçen pa­rayı ödünç vermeleri gerekiyordu.

12) Ali îbn Ebi Talib "Hani Allah, peygamberlerden söz almıştı" [19] ayeti hakkında şöyle demiştir:

Yüce Allah Adem ve ondan sonra birisini peygamber olarak gön­dersin de, Muhammed hakkında ondan şu sözü almış olmasın. Eğer o peygamber sağken Muhammed gönderilirse, o Muhammed'e inanacak ve Ona yardım edecek, Allah o peygamberlere, kavimlerinden söz alma­larını da emretti.

13) Katade: "Hani Allah, peygamberlerden söz almıştı" [20] ayeti hakkında şöyle demiştir. Bu Allah Teala'nın peygamberlerden, birbirle­rini tasdik etmek üzere aldığı sözdür. Allah, peygamberlerinin kendile­rine tebliğ ettiklerinden dolayı Muhammed'e inanmak ve onu tasdik etmek üzere ehl-i kitap'tan da söz almıştır.

14) Ata ibn Yesar şöyle demiştir: Abdullah ibn Amr ibn el-As'la (r.a.) karşılaştım ve ona:

- Bana Rasulullah'm (s.a.v.) Tevrat'taki vasfını söyle dedim. O:

- Evet, vallahi Rasulullah Kur'an'daki bazı vasfıyle Tevrat'ta tavsif edilmiştir ki, bu kesinlikle olacaktır. Şöyleki: "Ey peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik." [21] Ümmiler içinde koruyucu olarak gönderdik. Sen, elbette benim kulum ve peygamberimsin. Sana ben mütevekkil adını verdim. Bu peygamber, kötü huylu, katı kalpli, çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. O kö­tülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine affederek ve bağışlayarak kar­şılık verir.

Allah (şirke) sapan (Arap) kavmini, bu peygamberin irşadıyle la i-lahe illallah diyerek tevhit kıblesine doğrultmadıkça onun ruhunu al­mayacaktır. Allah, kör gözleri, sağır kulakları, kapalı gönülleri bu kelimenin büyüleyici etkisiyle açacaktır. [22]

15) Abdullah ibn Selam; Rasulullah'ın vasfı Tevrat'ta vardır.

"Biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik." [23] Ümmi­ler içinde koruyucu olarak gönderdik. O, kötü huylu, katı kalpli, çarşı­larda bağırıp çağıran birisi değildir. O kötülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine affederek ve bağışlayarak karşılık verir. Ben sapan kavmi bu peygamber vasıtasıyla la ilahe illallah diyerek doğrultmadık­ça, sağır kulakları, kapalı gönülleri ve kör gözleri açmadıkça onun ru­hunu almam, demiştir.

16) îbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Kab'a sordum:

- Rasulullah'ı (s.a.v.) Tevrat'ta nasıl buluyorsun? Ka'bda şöyle ce­vap verdi:

- Onu, Muhammed Allah'ın Rasulü'dür şeklinde buluyoruz. Mekke doğumludur. Hicret yeri Tabe'dir. Şam'a hakim olacak. Ahlaksız değil­dir. Çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. Kötülüğe kötülükle karşı­lık vermez. Aksine affederek karşılık verir.

Ka'b şöyle de demiştir: Şunların yazılı olduğunu görüyoruz. Mu-hammed, Allah'ın elçisidir. O, kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda ba­ğırıp çağıran birisi, değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Aksine aiîederek ve bağışlayarak karşılık verir. Onun ümmeti çok hamdeden kimselerdir. Her yüksek yerde Allah'a tekbir getirirler ve her mevkide O'na hanıdederler. Bellerine izar denilen kıyafeti (peştemal v.s.) tutarlar. Kol ve bacaklarını yıkayarak abdest alırlar. Ezanlarının sesleri gok boşluğunda duyulur. Savaşta saf oldukları gibi namazda saf olurlar. E-zanlarımn sesleri, geceleyin, gök boşluğunda arı uğultusu gibi ses çıka­rır. Onun doğum yeri Mekke, hicret yeri de Tabe (Medine) dir.

17) Ka'b şöyle demiştir: İlk yansında şunlar vardır: Allah'ın elçisi olan Muhammed, benim seçkin kulumdur. O, kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez  fakat  affeder ve bağışlar.  Doğum  yeri  Mekke,  hicret  yeri Tabe'dir. Şam'a hakim olacaktır.

ikinci yarısında da şunlar vardır: Muhammed Allah'ın Rasulüdür. Onun Ümmeti çok hamdeden kimselerdir. İyi ve kötü günde Allah'a hamdederler. Her mevkide Allah'a hamdederler. Her yüksek yerde ona tekbir getirirler. Onlar güneşi gözetlerler. Vakti gelince, nerede olursa olsun, namaz kılarlar. Bellerine izar (peştemal, eteklik) bağlarlar, kol ve bacaklarını yıkayarak abdest alırlar, geceleyin gökteki sesleri an sesi gibidir, [24]

18) Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Musa, Tevrat inince okudu ve içinde bu ümmet hakkında zik­redilenleri gördü. Bunun üzerine o:

- Rabbim! Ben levhalarda, sonuncu olan ama öne geçen ve kendi­lerine şefaat edilen bir ümmet görüyorum. Onu benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, buyurdu. Musa:

- Rabbim! Levhalarda, dua eden ve duaları kabul edilen bir ümmet görüyorum. Onu benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, dedi. Musa:

- Rabbim! Ben levhalarda, kitapları  göğüslerinde olan    ve    onu açıktan okuyan bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, dedi. Musa:

- Rabbim! Levhalarda sadakayı karınlarına koyan (sadaka yiyen) ve sadakadan dolayı kendilerine sevap verilen bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, cevabını verdi. Musa:

- Rabbim! Levhalarda birisi bir kötülüğe niyet eder yapmazsa, ü-zerine günah yazılmayan, eğer o kötülüğü yaparsa üzerine bir kötülük yazılan bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, dedi. Musa:

- Rabbim! Levhalarda, kendilerine ilk ve son ilmin verildiği ve sa­pıklığın boynuzu Mesih Deccal'ı öldüren bir ümmeti görüyorum, o üm­meti benim ümmetim yap, dedi. Allah Teala:

- O, Ahmed'in ümmetidir, dedi. Musa:

- Rabbim! Beni Ahmed'in ümmetinden yap ki bana o sırada iki ö-zellik verilsin, dedi. Allah Teala:

-  Musa! Sana risaletlerimi vermekle ve seninle konuşmakla, seni diğer insanlara tercih ettim. Sana verdiklerimi al ve şükredenl erden ol, buyurdu. Bunun üzerine Musa:

- Rabbim! Tamam razı oldum, dedi." [25]

19) Şöyle rivayet edildi: Ka'bul-Ahbar, bir yahudi aliminin ağla­dığını gördü. Ona:

- Niçin ağlıyorsun? diye sordu. Yahudi alimi:

- Sen bazı söyler söyledin, dedi. Ka'b:

- Allah aşkına! Ağlamana sebep olan şeyleri sana haber verirsem bana inanacak mısın? Yahudi alimi:

-Evet dedi. Ka'b:

-  Allah aşkına! Sen indirilen Allah'ın kitabında, Musa'nın fa.s.) Tevrat'a bakıp Rabbim! Ben insanlar için çıkarılan ümmetlerin en ha­yırlısı olan bir ümmet görüyorum. Onlar iyiliği emredip kötülükten men ediyorlar. İlk kitaba da inanıyorlar; son kitaba da. Dalalet ehliyle (doğru yoldan sapanlarla) savaşıyorlar. Hatta tek gözlü Deccal ile bile savaşı­yorlar. Onları benim ümmetim yap dediğini, Allah Teala'mn da: O Ah­med'in ümmetidir, diye cevap verdiğini görüyor musun? dedi.

Yahudi alimi:

- Evet diye cevap verdi. Ka'b:

-  Söyle Allah'ın aşkına! Allah'ın indirilen kitabında, Musa'nın Tevrat'a bakıp: Rabbim! Ben çok hamdeden, güneşin seyrini takip eden, ve münakaşa halinde kendilerine hakem tayin eden, bir şeyler yapmak istediklerinde, înşaallah biz onu yaparız diyen bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap dediğim, Allah Teala'mn da: Onlar Ahmed'in ümmetidir dediğini görüyor musun? dedi. Yahudi alim;

- Evet diye cevap verdi. Ka'b:

- Allah aşkına söyle: Allah'ın indirilen kitabında Musa'nın Tevrat'a bakıp: Rabbim! aralarından birininbir yüksek yere çıkınca Allahü Ekber dediğini, bir vadiye inince Allah'a hamdettiğini, toprağın onlar için te­miz olduğunu, yeryüzünün neresinde olurlarsa olsun, onlara mescit ol­duğunu, cünüplükten temizlendiklerini, su   bulamadıkları  yerde toprakla temizlenmelerinin su ile temizlenme gibi olduğunu, abdest al­malarının eseri olarak alınları ve ayakları parlak bir ümmet görüyorum, onları benim ümmetim yap, deyince, Allah Teala'nın: Musa! Onlar Ah-med'in ümmetidir diye cevap verdiğini görüyor musun? dedi. Alim:

- Evet dedi. Ka'b:

- Allah aşkma söyle! Allah'ın indirilen  kitabında Musa'nın Tev­rat'a bakıp: Rabbim! Ben kendilerim seçtiğim alimlere mirasçı olan, bir kısmı kendine zulm eden, bir kısmı da orta yolda giden, bir kısmı da iyi işlerde öne geçen, merhamet edilen zayıf bir ümmet görüyorum. Onlar­dan hiç birine merhamet edilmediğini görmüyorum. Onları benim üm­metim yap dediğini, Yüce Allah'ın da: Onlar Ahmed'in ümmeti, Musa! dediğini görüyor musun? Alim:

- Evet diye cevap verdi. Ka'b:

-  Allah aşkına söyle! Allah'ın inen kitabında Musa'nın, Tevrat'a bakıp: Rabbim! Ben Tevrat'ta mushaflan göğüslerinde saflarında me­leklerin saf durdukları gibi, mescitlerinde arı uğultusu gibi ses çıkaran, hiç birinin cehenneme girmeyeceği, sadece ormanın ağaçsız olduğu gibi iyilikten uzak kimselerin cehenneme girdiği bir ümmeti görüyorum, bunları benim ümmetim yap deyince, Allah Teala'nın: Musa! Onlar, Ahmed'in ümmetidir, dediğini görüyor musun? Yahudi alimi:

- Evet, Musa Allah'ın Muhammed ve ümmetine verdiği iyiliğe şa-şırmca, keşke ben de Muhammed'in ashabından olsaydım, dedi.

Allah, O'na razı olacağı üç ayet vahyetti:

"Ey Musa! Ben risaletlerimle ve seninle konuşmamla, seni insan­ların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol. Onun için, nasihat ve herşeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini levhalarda yaz­dık." [26]

Allah Teala şöyle de buyurdu: "Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil davranan bir topluluk vardır." [27]

Bunun üzerine Musa tamamen razı oldu.

20) Yine Ka'b'tan rivayet edilmiştir.

Ka'b bir adamın: Rüyamda insanların hesap için toplandıklarını, peygamberler çağınhnca her peygamberle birlikte ümmetinin de geldiğini, her peygamberin iki nuru olduğunu, ona tabi olanlardan her biri­nin, onun vasıtasıyla yürüdüğü bir nura sahip olduğunu, Muhammed (s.a.v.) çağrılınca, baktı ki onun her bir kılında, başında ve yüzünde bir nur olduğunu, ona tabi olan herkesin de, onlar vasıtasıyla yürüdüğü iki nura sahip olduklarını gördüğünü söyleyen bir adam dinledi. Ka'b:

- O, bunun bir rüya olduğunu bilmiyor mu? Bunu sana kim anlattı, dedi. Adam:

- Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki, bu rü­yayı ben gördüm, dedi. Ka'b:

- Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun. Bunu rü­yanda sen mi gördün? dedi. Adam:

- Evet diye cevap verdi. Ka'b:

- Ka'b'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun veya Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun. Bu gördüklerin Muhammed'le ümmetinin, diğer peygamberlerle ümmetlerinin Allah'ın kitabındaki vasıflandır. Sanki onu Tevrat'tan okudu.

21) İbn Ebi Nemle şöyle demiştir: Benu Kureyza yahudileri, Resu-lullah'm adını kitaplarında okuyorlar, çocuklara vasfını, adını, hicret e-deceği yerin Medine olduğunu bildiriyorlardı. O ortaya çıkınca hased edip kabul etmediler. [28]

22) Ebu Said El-Hudrî şöyle rivayet eder: Ebu Malik Ibn Sinan'ın şöyle dediğini duydum: Bir gün aralarında konuşmak için Abdül Eşhel oğullarına geldim, o sırada biz savaşı kesmiştik. Yahudi Yuşa'nın şöyle dediğini duydum:

-Harem'den çıkacak, adına Ahmed denilen bir peygamberin gel­mesi yaklaştı.

Halife îbn Salebe El-Eşheli, onunla alay ederek:

- Sıfatı (özellikleri) nelerdir? dedi. Yuşa:

- Boyu ne uzun ne de kısa olan, gözlerinde kırmızılık olan, semle giyip, eşeğe binen bir adam. Burası da (Medine) onun hicret yeridir, dedi.

Ebu Said:

"O gün Yuşa'nın söylediklerinden dehşete kapılmış bir halde kav­mim Hudre oğullarına döndüm."

Bizden birisinin: Bunu sadece Yuşa mı söylüyor?! Yesrib'teki bütün yahudiler söylüyorlar, dediğini duydum.

Ebu Malik îbn Sinan: Kureyza oğullarına kadar gittim. Hepsi de bunu kabul edip aralarında peygamberin (s.a.v.) durumunu görüştüler.

Ez-Zubeyir ibn Bata şöyle demiştir: Sadece bir peygamberin çık­masından dolayı doğan kırmızı yıldız doğmuştur. Artık Ahmed'den baş­kası kalmadı. Burası onun hicret yeridir.

Ebu Said- Resulu1lah (s.a.v.) Medine'ye gelince, babam ona, bu haberi anlattı. Resuluilah (s.a.v.; bunun üzerine: "Ez-Zübeyir ve yahu-dilerin reisi olan akrabaları müslüman olsalardı,.bütün yah udiler müs-lüman olurlardı. Ancak onlar, ez-Zübeyir'e tabi olmuşlardır buyurdu.[29]

Muhammed İbn Mesleme şöyle demiştir: Abdül Eşhel oğulları a-rasında bir tek yahudi vardı, onun adı da Yuşa idi. Çocukken onun şöyle dediğini duydum. Size bu beytin yanından gönderilecek bir peygamberin gelmesi yaklaşmıştır. Sonra eliyle Beytullah'a işaret ederek: Kim ona yetişirse, onu tasdik etsin. Nihayet, Resuluilah (s.a.v.) gönderildi. Ve biz O (Yuşa) aramızda iken müslüman olduk. Yuşa hasedinden ve düşman­lığından müslüman olmadı.

23) Umara İbn Huzeyme Ibn Sabitten rivayet edilmiştir: Evs'le Hazrec kabileleri arasında Muhammed'i (s.a.v.) rahip Ebu Amir'den daha iyi tarif edeni yoktu. Onun yahudilerle tanışıklığı vardı. Onlara din konusunda sorular sorar, yahudüer de ona Resulullah'm (s.a.v.) özellik­lerini ve oranın (Medine'nin) onun hicret yurdu olduğunu söylerlerdi. Daha sonra o Teyma yahudilenne gitti. Onlar. Ebu Amir'e aynı bilgileri verdiler. Bundan sonra da Şama gitti. Hıristiyanlar a sordu, onlar da peygamberin özelliklerini ve onun hicret yerinin Yesrib (Medine) oldu­ğunu söylediler. Ebu Amir: Ben Haniflik dinindeyim diyerek döndü. Bir ibadetgah kurdu ve kendisi rahip oldu. Kendisinin İbrahim'in (a.s.) di­ninde olduğunu ve peygamberin gelmesini beklediğini iddia etti.

Resuluilah (s.a.v.) Mekke'de ortaya çıkınca, ona gitmeyip olduğu yerde kaldı. Peygamber (s.a.v.) Medine ye gelince, hased edip düşman oldu. İki yüzlülük yapmaya başladı. Peygamber'e (s.a.v.) gelip:

- Muhammed! Sen ne ile gönderildin? dedi. Peygamber (s.a.v.):

- "İbrahim'in dini Haniflik'le" diye cevap verdi. O:

- Ben de ondayım, dedi. Peygamber (s.a.v.):

- "Sen onda değilsin" dedi. O:

- Sen O'nu başkası ile karıştırıyorsun, dedi- Peygamber (s.a.v.):

- "Ben onu beyaz ve temiz olarak getirdim. Yahudi ve hınstiyan a-limlerinin sana daha önce benim Özelliklerim hakkında söyledikleri ne­rede ya?" dedi. O:

- Sen onların tarif ettikleri kimse değilsin, dedi. Resuluilah (s.a.v.): -Yalan söylüyorsun, dedi. O:

- Yalan söylemiyorum, dedi. Resuiullah fs.a.v.):

-  "Yalancı olanı Allah tek başına ve kovulmuş olarak öldürsün" dedi. Ebu Amir:

- Amin, öyle olsun, dedi. [30]

Daha sonra Mekke'ye dönüp Kureyş'Hlerin dinine uyup onlarla birlikte yaşadı. Daha önceki dinini böylece bırakmış oldu.

Başka bir rivayette şöyle denilmektedir: Taifliler müslüman olunca Şam'a sığındı. Orada kovulmuş olarak, tek başına ve garip bir şekilde Ölmüştür.

24) İbn Abbas şöyle rivayet etmiştir: Yahudiler, Resuiullah (s.a.v.) gönderilmeden Önce onunla Evs'le Hnzrec'e karşı yardım istiyorlardı. Allah Muhammedi Arap'lardan gondenace onu ve daha önceki söyle­diklerini inkar ettiler.

Muaz İbn Cebelle Bişr Îbnül-Bera onlara:

Ey Yahudi topluluğu! Allah'tan korkun ve müslüman olun. Biz müşrikken, Muhammed'le bize karşı yardım istiyordunuz. Onun gönde­rileceğim söylüyor ve onun özelliklerini anlatıyordunuz, dediler.

v Selam, İbn Mişkem: O, size söylediğimiz kişi değildir. O, bize bil­diğimiz birşey getirmemiştir.

Allah Teala onların sözleri hakkında şu ayeti indirmiştir: "Daha önce kafirlere karşı yardım isterlerken kendilerine Allah katından elle­rindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitap gelipte Tevrat'tan bilip Öğrendik­leri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkar ettiler. İşte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır." [31]

Yani onlar Muhammed'in gelmesiyle müşrik Araplara karşı yar­dım istiyorlardı. Yardım isteyenler de ehl-i kitab'dı. Yüce Allah Mu­hammedi gönderip, onun kendilerinden olmadığını görünce, onu inkar ettiler ve onu çekemediler.

25) Katâde: "Daha önce kafirlere karşı yardım istiyorlardı" [32] ayetini şöyle tefsir etmiştir:

Yahudiler, Muhammed'le kafir Araplara karşı yardım istiyorlardı. Onlar şöyle diyorlardı: Allah'ım! Tevrat'ta gördüğümüz peygamberi gönder de onlara eziyet edelim ve onları öldürelim.

O peygamber, başkasından gonderilince Arapları çekemedikleri için onu inkar ettiler.

26) El-Muğire ibn Şube: Mukavkıs'ın huzuruna girdiğinde, Mu-kavkıs'm kendisine: Muhammed, gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer o, kıbtilere ve rumlara gelseydi, ona tabi olurlardı, dediğini rivayet etmiş­tir.

El-Muğire şunu da anlattı: tskenderiyye'de kaldım. Bir kilise görür görmez oraya giriyor ve kıbti ve rum piskoposlarına, Muhammed'e dair buldukları özellikleri soruyordum. Kıbtilerin Ebu Yuhannes kilisesinin başı olan bir piskoposu vardı. Kıbtiler hastalarını ona getirirler, o da onlar için dua ederdi. O güne kadar beş vakit namazı kılmada ondan daha gayretli bir kimse görmemiştim. Ben;

- Söyle bana, gelecek bir peygamber kaldı mı? dedim. Şöyle cevap verdi:

- Evet, o gelecek peygamber peygamberlerin sonuncusudur. O-nunla İsa İbn Meryem arasında başka bir peygamber yoktur. O, İsa'nın bize uymamızı emrettiği peygamberdir. O, ümmi (okuma yazma bilme­yen) Arap peygamberdir. Adı Ahmed'dir. Boyu ne uzundur, ne de kısa, gözlerinde kırmızılık vardır. Ne beyazdır ne de esmerdir. Kılıcı omzun-dadır. Karşılaştığı kimseden çekinmeyip doğrudan doğruya kendisi sa­vaşa koşar. Yanında onun için canlarını feda eden arkadaşları vardır. Onlar onu çocuklarından ve babalarından daha çok severler. O, selem ağaçlı yerden çıkar, bir haremden başka bir hareme gelir. Çorak topraklı ve hurma ağaçları olan bir yere hicret eder. O, İbrahim'in (a.s.) dini ü-zeredir. El-Muğire ibn Şube:

- Onun özelliklerinden biraz daha anlat, dedi. O şöyle devam etti:

- Beline izar sarar, kol ve bacaklarını (abdest almak için) yıkar. Daha önceki peygamberlerde olmayan özellikleri vardır.   Daha önceki bir peygamber sadece kendi kavmine gönderiliyordu. O, bütün insanlara gönderilecek. Yeryüzü onun için mescit ve temiz kılınmıştır. Nerede na­maz vakti gelirse, orada teyemmüm edip namaz kılabilir. Halbuki ken­disinden Önceki peygamberler, bu hususta zora koşulmuştur.

El-Muğire gelip müslüman. oldu. Bütün bunları Rasulullah'a (s.a.v.) anlattı. Ashabının da onu dinlemesini istedi.

El-Muğire şöyle demiştir; iki veya üç gün onlara bunu anlatmıştım..[33]

27) Yine şöyle anlatıldı: Varaka ibn Nevfel'le Zeyd İbn Said, dini (hanifliği) aramağa çıktılar. Sonunda, Musul'da bir rahibe vardılar. Ra­hip, Zeyd'e:

- Sen nereden geldin? diye sordu. Zeyd:

- İbrahim'in (a.s.) evinden, cevabım verdi. Rahip:

- Peki ne arıyorsun? dedi. Zeyd:

- Dini, diye cevap verdi. Rahip:

- Dön, senin aradığın kendi yurdunda zuhur etmek üzeredir, dedi. Zeyd:

- Hakkı kabul ederim, ona ibadet eder, onun kulu kölesi olurum, diyerek geri döndü.

28) Halife ibn Abde El-Minkari şunu rivayet etmiştir: Muhammed ibn Adiyy'e;

- Baban sana Muhammed adını nasıl koydu? Muhammed şu cevabı verdi:

-  Bana sorduğunu babama sordumda şu cevabı verdi: Temim o-ğullarından dört kişi olarak yola çıktık. Dört kişiden birisi bendim. Di­ğerleri Sufyan ibn Mücaşir ibn Darim, Yezid ibn Amr ibn Rabia, Usame ibn Malik ibn Cundeb'ti... Biz, İbn Cefne El-Gassani'yi arıyorduk.

Şam'a gelince, içinde ağaç fidanları bulunan bir gölün yanında ko­nakladık. Gölün yakınında bir manastır, manastırda da iki rahip vardı. O bizimle ilgilenip:

- Bu dil, bu memleket halkının dili değil, dedi. Biz de:

- Evet, biz Muzar'danız. O da :

- îki Muzar'm hangisinden, dedi. Biz:

- Hındef ten dedik. Bunun üzerine o:

- Yakında sizin aranızdan bir peygamber gönderilecek, ona koşun, ondan nasibinizi alın ki doğruyu bulaşınız. Çünkü o, peygamberlerin sonuncusudur. Adı da Muhammed'dir, dedi.

îbn Cefne'nin yanından ayrılıp ailelerimizle bir olunca, hepimizin birer oğlu oldu ve adlarım Muhammed koyduk.

29) Seleme ibn Selame ibn Vakş anlatmıştır: Bizim Abduleşhel o-ğulları içinde yahudi bir komşumuz vardı.

Peygamber (s.a.v.) gönderilmeden az önce bir gün evinden çıkıp Abduleşhel oğullarının toplandıkları yere geldi.

.    Ben o gün, oradakilerin en genciydim. Ailemin avlusunda, üzerime bir bürde bürünmüş olarak yatıyordum.

O yahudi, ba'sı (öldükten sonra dirilmeyi), kıyameti, hesabı, miza­nı, cennet ve cehennemi anlattı.

Bunu, müşrik ve putları olan, öldükten sonra dirilmeye inanmayan bir topluluğa anlattı. Onlar:

-Kahrolasın be adam! Sen bunun olduğunu mu, insanların Öldük­ten sonra, orada cennet ve cehennemin bulunduğu ve istediklerinin karşılığının verileceği bir yurt olduğunu mu zannediyorsun? dediler. O yahudi:

- Evet, kendisine yemin edilene yemin ederim ki, ben inanıyorum. Oradaki cehennemde yakılacağım süre yerine, bu dünyada en büyük tandın ısıtıp beni de içine atıp sonra ağzını kapatıp sıvasalar, oradaki cehennem azabından kurtulmak için kabul ederdim, dedi. Onlar:

- Kahrolasıca! Peki, bu söylediklerinin delili nedir? dediler. Yahudi:

- Şu ülkeden çıkacak olan bir peygamber, dedi ve eliyle Mekke ve Yemen tarafına işaret etti. Onlar:

- Peki onu ne zaman göreceğiz? dediler.

Yahudi, bana baktı -ki ben oradakilerin yaşça en küçük olanıy­dım- ve:

- Şu çocuk sağ kalırsa onu görecektir, dedi.

Seleme şöyle der: Vallahi, uzun zaman geçmeden Allah, elçisi Mu-hammed'i gönderdi. O yahudi halâ aramızda yaşıyordu. Biz peygambere inandık. Ama yahudi çekememezliği ve düşmanlığı yüzünden inanmadı. Bunun üzerine biz ona:

- Yazıklar olsun sana! Bu peygamberin geleceğini bize anlatan sen değil miydin? dedik. O da:

- Evet, bendim ama bu o değildir, dedi. [34]

30) îbn Mesud şunu rivayet etti: Allah Teala bir adamı cennete sokmak üzere peygamberini gönderdi. Bu şöyle oldu: Peygamber (s.a.v.) kiliseye girdi. Bir de ne görsün, orada bir yahudi, diğerlerine Tevrat o-kumaktaydı. Peygamberlerin özelliklerine gelince okumayı kestiler. Ki­lisenin köşesinde hasta bir adam vardı. Peygamber (s.a.v.):

- Niye durdunuz? dedi. Hasta adam:

-  Çünkü onlar bir peygamberin özelliklerine geldiler ve okumayı kestiler. Nihayet hasta adam emekleye emekleye geldi. Tevrat'ı alıp o-kudu. Peygamberin (s.a.v.) tarifine gelince: Bunlar, senin ve ümmetinin özellikleridir. Ben Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın el­çisi olduğuna şehadet ediyorum, dedi. Daha sonra öldü. Peygamber .(s.a.v.) ashabına:

- "Kardeşinizi gömün" dedi. [35]

31) Ubeyy ibn Ka'b şöyle anlatmıştır: Tubba Medine'ye gelip Ka-nat'ta konakladığında yahudi alimlerini getirtip onlara: Yahudiliğin or­tadan kalkması ve Arapların dinine dönülmesi için bu şehri yıkacağım, dedi.

O sırada en bilgilileri olan yahudi Samuk, Tubba'a:

- Ey Kral! Burası, İsmail'in oğullarından, Mekke doğumlu ve Ah-med adındaki bir peygamberin hicret edeceği şehirdir. O, buraya hicret edecektir. Senin yaptığın bu öldürme ve yaralamalar onun ashabı ve düşmanları arasında da çok olan birşeydir, dedi. Tubba:

- Peki, iddia ettiklerine göre bir peygamber olduğu halde, o gün o-nunla kimler savaşacak? dedi. Samuk:

- Kendi kavmi, Onun üzerine yürüyecek ve burada savaşacaklar. Tubba:

- Onun kabri nerede olacak? dedi. Samuk:

-  Bu şehirde, diye cevap verdi. Tubba:

- Onunla savaşıldığında, kim yenilecek? dedi. Samuk:

- Bir defasında o, bir defasında da başkası yenilecek, senin bulun­duğun bu yerde o yenilecek. Ashabı onun için, hiçbir yerde onu Öİdüre-meyecekleri şekilde dövüşecekler. Sonuç onun lehine olacak. Daha sonra o üstün gelecek ve bu meseleyi onunla hiç kimse tartışamayacak, dedi. Tubba:

- Peki onun özellikleri nelerdir? Samuk:

-  O, ne kısa ne de uzun boyludur. Gözlerinde kırmızılık vardır. Deveye biner, semle denen elbiseyi giyer. Kılıcı omuzundadır. Davasının galip gelmesi için, ne kardeş, ne amca oğlu, ne de amca, karşısına çıkan hiç kimseye aldırmaz, dedi. Tubba:

- Bu şehre girmenin çai'esi yok. Burayı harab etmek benim elimde değil, dedi.

Tubba, Yemen'e gitmek üzere yola çıktı. Abdullah ibn Selam şöyle demiştir. Tubba Yesrib yahudilerinin anlattıkları şeylerden dolayı pey-gamber'i tasdik etmeden ölmemiştir. Tubba müslüman olarak Ölmüştür. [36]

32) Yahudilerin en iyi alimi olan ez-Zubeyr ibn Bata şöyle der: Babamın bana yasakladığı bir sifr (büyük kitap, Tevrat'ın bölümlerin­den biri) buldum. Onun içinde: Selem ağaçlı yerden çıkacak ve şöyle şöyle özellikleri olan peygamber Ahmed'den bahsediliyordu.

Ez-Zubeyr bunu daha peygamber gönderilmeden babasından sonra anlatmıştı.

O, peygamber'in (s.a.v.) Mekke'de ortaya çıktığını duyar duymaz, sifri yok etti.

Peygamber'in durumunu ve özelliklerini gizleyip: Öyle bir şey yok, dedi.

33)  îbn Abbas şunu rivayet etmiştir: Kureyza, Nadir, Fedek ve Hayber yahudileri Hz. Peygamber daha gönderilmeden O'nun özellikle­rini ve O'nun hicret yurdunun Medine olduğunu biliyorlardı.

Rasulullah (s.a.v.) doğunca yahudi bilginleri: Bu gece Ahmed doğ­du. Çünkü onun yıldızı doğdu. O, peygamber olunca, Ahmed, peygamber oldu. Çünkü yıldız doğmuştur, dediler.

Onlar, bunu biliyorlar, ikrar ediyorlar ve onun tarifini yapıyorlar­dı. Ancak ona haset edip düşman oldular!

34) Hz. Aişe (r.a.) şöyle anlattı: Mekke'de, Mina'da, ticaretle uğra­şan bir yahudi oturuyordu. Rasulullah'm doğduğu gece, Kureyş'in top­lantı yerlerinden birinde şöyle dedi:

- Bu gece sizin aranızda doğan birisi var mı? Onlar:

- Bilmiyoruz, dediler. Yahudi:

- Ey Kureyş topluluğu! Bakın! Size söylediklerimi iyi belleyin. Bu gece bu ümmetin peygamberi Ahmed doğdu. İki omuzunun arasında, üstünde kıllar bulunan bir beni vardır.

Topluluk, onun konuşmasına şaşırmış bir halde toplandıkları yer­den ayrıldılar. Evlerine varınca bunu ailelerine anlattılar. Bazılarına şöyle denildi: Bu gece Abdullah ibn Abdümuttalib'in bir oğlu oldu ve a-dım Muhammed koydu.

Yahudinin evine gelip:

- Bizim aramızda bir çocuk doğduğunu öğrendik, dediler. O:

- Benim verdiğim haberden sonra mı yoksa önce mi? dedi. Onlar:

- Haberden önce. Adı da Ahmed, dediler. Yahudi:

- Bizi ona götürün, dedi.

Birlikte çıkıp Amine'nin yanma geldiler. Amine onu yanlarına gö­türdü. Sırtındaki beni görünce, yahudi bayıldı. Daha sonra ayıldı. Onlar:

- Neyin var? Kahrolasıca, dediler. Yahudi:

-israil oğullarından peygamberlik gitti, kitap ellerinden çıktı. Onun, yahudileri öldüreceği ve alimlerini yok edeceği yazılı, peygam­berliği Araplar elde ettiler. Kureyş topluluğu buna mı sevindiniz? Val­lahi onlar haberi doğudan batıya gidecek şekilde sizi yenecekler, dedi.

35)  Ebu Hureyre (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v.) Beytulmedaris'e gelip:

- "Benim yanıma gelin ki size öğreteyim" dedi. Onlar:

- Abdullah ibn Surya (gelsin) dediler. Rasulullah (s.a.v.) onunla başbaşa kalınca,

- O'nun dini, Allah'ın onlara lütfettiği şey, onlara yedirdiği kudret helvası ve bıldırcınla onları gölgeleyen bulut aşkına söyle bakalım. Sen benim Allah'ın elçisi olduğumu biliyor musun? dedi. O (Abdullah):

-  Evet, benim bildiklerimi onlar da biliyorlar. Senin özelliklerin, Tevrat'ta açıktır. Fakat onlar seni çekemediler. Peygamber (s.a.v.):

- "Peki, seni ne engelliyor?" diye sordu. Abdullah:

-  "Ben kavmime aykırı hareket etmek istemiyorum. Belki onlar sana tabi olup müslüman olurlar" dedi ve kendisi müslüman oldu. [37]

36) Ömer ibnu'l-Hattab (r.a.) şunu anlattı: Ben, Tevrat'ı okurlar­ken yahudilerin yanına gelirdim. Tevrat'la Kur'an'm birbirine uygun olmasına şaşırırdım. Onlar:

- Ömer! Bize senden başka hiç kimse sevimli değildir. Çünkü sen bizim yanımıza geliyorsun, dediler. Ben de şöyle dedim:

- Ben sadece Allah'ın kitabının birbirini tasdik etmesine şaşırdığım için geliyorum.

Ben, bir gün onların yamndayken Rasulullah (s.a.v.) çıka geldi. Onlar şöyle dediler:

- Bu senin arkadaşındır. Ben de şöyle dedim:

- Allah ve size indirdiği kitap aşkına söyleyin! Siz onun Allah'ın elçisi olduğunu biliyor musunuz? Onların büyüğü:

- Allah aşkına, ona söyleyin, dedi. Onlar:

- Sen büyüğümüzsün. Ona sen söyle, dediler. O:

- Biz onun Allah'ın elçisi olduğunu biliyoruz, dedi. Ben:

- Eğer onun Allah'ın elçisi olduğunu biliyor, ve ona uymuyorsanız, sizin haliniz ne kadar perişan! Onlar:              

-  Bizim melekler arasında bir düşmanımız bir de dostumuz var. Düşmanımız, ahlaksızlık ve düşmanlık meleği olan Cebrail'dir. Dostu­muz da merhamet ve yumuşaklık meleği Mikail'dir, dediler. Ben:

-  Cebrail'in, Mikail'in dostuna, düşman olması, Mikail'in de Ceb­rail'in düşmanına dost olmasının helal olmadığına şehadet ederim, de­dim.

Daha sonra kalktım. Beni Rasulullah (s.a.v.) karşıladı ve:

- "Bana biraz önce nazil olan ayetleri okuyayım" dedi ve şu ayetleri okudu: [38] "De ki: Cebrail'e kim düşmansa şunu iyi bilsin ki, Alllah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir." [39] Ben:

- Seni hak olanla gönderen Allah'a yemin ederim ki, sana sadece, yahudilerin dediklerini haber vermeye gelmiştim. Ama Latîf ve Habîr olan Allah beni geçti, dedim.

Ömer şöyle dedi: Allah'ın dini konusunda beni taştan daha sert bulursun.

37) Ebu Sufyan ibn Harb anlatmıştır: Umeyye ibn Ebi's-Salt'la birlikte ticaret yapmak için Şam'a gittim. Nerede konaklasak, o eşyaları arasından bir kitap çıkarıp bize onu okuyordu.

Yine hıristiyan köylerinden birine inmiştik. Köy halkı onu görünce, tanıyıp hediyeler verdiler. Onlarla birlikte kiliselerine gitti. Sonra gü­nün ortasında dönüp geldi. Kendi elbiselerini çıkardı. İki siyah elbise getirdi ve onları giydi. Daha sonra:

- Ebu Sufyan! Aklına geleni sormak üzere kitaplardaki   bütün i-limleri belleyen bir hıristiyan alimine gitmek ister misin? dedi. Ben:

- Hayır, diye cevap verdim.

Umeyye tek başına gitti ve gece yarısına doğru geri döndü. Elbise­lerini çıkarıp yatağına yattı. Yarı uykulu yan uykusuz sabahı etti. Gamlı ve üzgündü. Ne o bizimle konuşuyor ne de biz onunla konuşabiliyorduk. O, üzgün bir haldeyken iki gece yürüdük. Ona:

- Arkadaşının yanından hiç böyle dönmemiştin, dedim. Umeyye:

- Bendeki değişiklikten dolayı, dedi. Ben:    

-  Sende değişiklik mi var? dedim. O:

- Evet, vallahi, ben mutlaka öleceğim ve hesaba çekileceğim/dedi. Ben:

- Sen bana güveniyor musun? dedim.

- Hangi konuda? dedi. Ben:

- Diriltilineyeceğin ve hesaba çekilmeyeceğin konusunda, dedim. O, gülüp:

- Hayır, vallahi, biz öldükten sonra mutlaka diriltileceğiz ve hesaba çekileceğiz. Bazıları cennete girecek, bazıları da cehenneme, dedi. Ben:

- Arkadaşın senin hangisine gireceğini söyledi, dedim. O:

- Arkadaşımın bu konuda, ne benim, ne de kendisi hakkında hiçbir bilgisi yok, dedi.

Geceyi böyle geçirdik. O, bize hayret ediyor, biz de onunla alay e-diyorduk. Nihayet, Dimeşk (Şam) havalisine geldik. Mallarımızı sattık­tan sonra iki ay orada kaldık.

Tekrar yola koyulduk. Hıristiyan köylerinden birinde mola verdik. Onu görünce yine yanma geldiler, hediye verdiler. O da onlarla birlikte kiliselerine gitti. Gece yarısı bizim yanımıza geldi. Siyah elbiselerini giydi. *Tekrar gitti. O günde gece yarısına doğru geldi. Elbiselerini çı­kardı ve kendini yatağa attı. Yarı uykulu yarı uykusuz sabahı etti. Yine kederli ye üzgündü. Ne o bizimle konuşuyor, ne de biz onunla konuşu­yorduk.

Yola çıktık. Birkaç gece yürüdük. Bir ara:

- Sahr! Bana Utbe ibn Rabia'dan bahset. O, haram olan şeylerden ve haksız davranışlardan sakınıyor mu? dedi. Ben:

- Evet, vallahi, dedim. O:

- Akrabayı koruyup gözetiyor mu? Onlara ilgi gösterilmesini em­rediyor mu? dedi. Ben:

- Evet, dedim. O:

- Anne ve baba tarafından soylu ve sülale içinde şerefli birisi midir? dedi. Ben:

- Evet, dedim. O:

- Kureyş'i ondan daha şerefli mi biliyorsun? dedi. Ben:

- Hayır vallahi, dedim. O:

- O, muhtaç mıdır? dedi. Ben:

- Hayır, çok zengindir, dedim. O:

- Yaşı nerelerdedir? dedi.

- O, yetmişine yaklaşmıştır, dedim.

- Yaş ve şeref onu gururlandırdı mı? dedi.

- Hayır vallahi, aksine onu daha da iyileştirdi, dedim.

- Tamam işte, o bende gördüğün değişiklik sebebi de, o alime gidip beklenen bu adamı sormamdır, dedi.

Yine O: Arapların haccettiği Beyt'in (Kabe'nin) adamlarından bi­risidir, dedi. Ben de:

- Bizim Arapların haccettiği bir Beyt'imiz var, dedim. O:

-  Sizin Kureyşli kardeşleriniz ve komşularınızdandır. Başıma, daha önce benzeriyle karşılaşmadığım birşey geldi. Dünya ve ahireti kazanma imkanı elimden gitti. Ben kendimin o kimse olacağını zanne­diyordum, dedi. Ben:

- Onu bana tarif etsene, dedim. O:

- Orta yaşa geldiğinde genç görünen bir adamdır. İlk başta o, ha­ramlardan ve haksız davranışlardan- korunan birisidir. Akrabayı gözetir ve gözetilmesini ister. Muhtaçtır. Anne ve baba tarafından soylu bir aileye mensuptur. Sülale içinde şerefli birisidir. Askerlerinin çoğu melek-lerindendir, dedi. Ben:

- Peki, bunun delili nedir? dedim. O:

- Şam Meryem oğlu isa'nın göğe çekilmesinden beri herbirinde bir felaket meydana gelen seksen sarsıntı geçirdi. Beraberinde bir felaket daha getirecek genel bir sarsıntı kaldı. Bunun arkasından o gelecek, dedi. Ben:

- Bu asılsız. Allah bir elçi gönderirse, onu ancak eşraftan bir yaşlı­ya verir, dedim. Umeyye:

- Kendisiyle yemin edilene yemin olsun ki, o öyledir, dedi.

Yola çıktık, Mekke'ye iki gecelik mesafe kalınca, arkamızdan bize bir binitli yetişti ve hemen şöyle konuştu: Sizden sonra Şam halkı yerin dibine geçiren bir sarsıntı geçirdi ve onların başına büyük felaketler geldi. Umeyye:

- Ebu Sufyan! Ne dersin? dedi. Ben:

- Vallahi, arkadaşının sadece doğru olduğunu düşünüyorum, de­dim.

Mekke'ye vardık. Tekrar yolculuğa çıktım. Ticaret için Habeşis­tan'a gittim. Orada beş ay kaldım. Mekke'ye döndüm. Hind, çocuklarıyla oynaşırken, en geride Muhammed olmak üzere halk, halimi hatırımı sormak için bana geldi. Muhammed, bana selam verdi, hoş geldin dedi. Yolculuğum ve dönüşüm hakkında bazı sorular sorduktan sonra ayrıl­dı.

Ben de şöyle dedim: Vallahi bu genç tuhaf! Bana bende mallan bulunan Kureyşlilerden gelipde onları ve ne olduklarını sormayan hiç kimse yok. Vallahi, bende onun da malı var. O, Kureyşlilerin mala en muhtaç olmayanı da değil ama o konuda hiçbir şey sormadı.

Hind:

- Onunla ilgili meseleyi duymadın mı? dedi. Ben korkarak:

- Nedir onunla ilgili mesele? dedim. Hind:

- Allah'ın elçisi olduğunu iddia ediyor, dedi. Hıristiyanların sözünü hatırladım ve sustum.

Daha sonra Taife gittim. Umeyye'nin evinde kaldım ve:      

- Hıristiyanların sözünü hatırlıyor musun? dedim. Umeyye:

- Evet, dedi. Ben:

- Oldu, dedim. Umeyye:

- Peki, kim? dedi. Ben:

- Abdullah'ın oğlu Muhammed, dedim. Yüzünden ter boşandı ve:

- Ben sağken, ortaya çıkarsa, ona yardım etme konusunda, Allah'a mazeret göstereceğim, yani ona yardım etmeyeceğim, dedi.

Yemen'den döndüm. Yine Umeyye'ye uğrayıp ona:

- O zatın durumunu öğrenmiş sindir. Ona nasıl davrandın? dedim. O şu cevabı verdi:

- Vallahi Sakif ten olmayan bir peygambere asla inanmam! [40]

38) Asım ibn Umer ibn Katade, kavminden bazı kişilerin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Allah'ın rahmeti ve hidayetiyle birlikte bizi is­lam'a sevkeden şeyler arasında bir yahudiden duyduklarımız vardır:

Biz, müşrik ve puta tapan kimselerdik. Ehl-i kitap bizde olmayan bir ilme sahipti. Bizimle onlar arasında devamlı bir çekişme vardı. On­lara, hoşlanmadıkları bazı sözleri söylediğimizde bize: Şimdi, gönderile­cek bir peygamberin zamanı yaklaştı. Biz ona uyarız. Ad'la irem'in öldürüldüğü gibi onunla bir olur, sizi öldürürüz, derlerdi.

Biz bunu onlardan çok duyardık. Allah, elçisini gönderip o bizi Al­lah'a, davet edince, ona icabet ettik. Onların da bize sözünü ettikleri şeyleri öğrendik. Bunu hemen onlara söyledik. Biz ona inandık, onlar i-nanmadılar.

Bizim ve onların hakkında şu ayetler indi: "Daha önce kafirlere karşı yardım isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitap gelip de Tevrat'tan bilip öğren­dikleri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkar ettiler, işte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır." [41]

39) Asım şöyle anlattı: Kureyza kabilesinden bir ihtiyar bana:

- Kureyza kabilesinin kardeşleri Hedel oğullarından olan Saye oğlu Salebe ile Esid ve Ubeyd oğlu Esed'in neden muslüman olduklarını bi­liyor musun? Onlar cahiliye devrinde Kureyza oğullarıyla birlikteydiler. Ama İslam'da, onların ileri gelenleri oldular.

Ben ihtiyara:                                                            

- Bilmiyorum, dedim. İhtiyar:

-  İslam'dan önce Suriye yahudilerinden ibn Heyyeban adında bir adam buraya gelip aramıza yerleşti. Beş vakit namazı kılmayanlar arasında ondan daha iyisini görmemiştik. Yağmur yağmadığı zaman bi­zim için yağmur duasına çıkar.  Bizde suya kavuşurduk.  O,  ölüm yatağına düşünce: Ey yahudi topluluğu! Benim açlık ve yoksulluk ülke­sine gelişimin sebebini biliyor musunuz? dedi. Biz de:

- Sen daha iyi bilirsin, dedik. Bunun üzerine o:

- Ortaya çıkması yakın olan bir peygamberin gelmesini beklemek üzere bu şehre geldim. Bu şehir (Medine) Onun hicret edeceği yurt ola­caktır. Onun daha evvel gönderilmesini, benim de kendisine uymamı isterdim. Onun geleceği yaklaştı. Ey yahudi topluluğu! Sakın sizden önce ona başka kimseler inanmış olmasınlar. O kendisine karşı gelecek olanların kanlarını akıtmağa, çocuk ve kadınlarını esir almağa gönderi­lecektir. Bu, sizin ona inanmanıza engel olmasın, dedi.

Allah peygamberini gönderip Kureyza kabilesini kuşattığı zaman bu üç genç o sırada genç delikanlılardı. Kabilelerinin halkına şöyle de­diler:

- Ey Kureyza oğulları! Vallahi, o (peygamber) İbn Heyyeban'ın size tav., r% ettiği kimsedir. Kureyzalılar:

- i-Iayır, bu onun söylediği peygamber değildir, dediler. O üç genç:

- Vallahi, o peygamberin ta kendisidir, deyip aşağı indiler. Müslü­man olup canlarım mallarını ve ırzlarını kurtardılar. [42]

40) Selman-ı Farisi'den rivayet edilmiştir: Selman din aramak için rahiplerin yanında bulunmuştu. Bu rahiplerden birisi ona şöyle demiş­tir: Yavrum! Vallahi, şu zamanda, insanlar arasında hareketleri bizim hareketlerimize benzeyen birini bilmiyorum ki onun yanına gitmeni tavsiye edeyim. Ancak Hz. İbrahim'in dini ile gönderilip Arap toprakla­rında ortaya çıkacak bir peygamberin zamanı yaklaşmıştır. Onun hicret edeceği yer hurma bahçeleri bulunan iki kara dağ (Harre) arasında bir yerdir. Onun gizli olmayan alametleri vardır: Verilen hediyeden yer, sadaka olandan yemez, iki omuzu arasında peygamberlik mührü vardır.[43]

41) Talha ibn Ubeydillah anlatmıştır: Busra pazarına gitmiştim. Orada, manastırına çekilmiş bir rahip:

- Gelenlere sorun, aralarında Harem halkından birisi var mı? di­yordu. Talha:

- Evet, ben harem halkmdamm, dedim. Rahip bana:

- Ahmed Mekke'de halâ ortaya çıkmadı mı? dedi. Ben:

- A ımed kimdir? dedim. Rahip:

-  Abdulmuttalib'in torunudur. Bu, onun çıkacağı aydır. O, pey­gamberlerin sonuncusudur. Onun çıkacağı yer Harem'dir. Hicret edeceği yer de hurma bahçeli, harreli (siyah dağlı) ve çorak topraklı yerdir, dedi.

Talha: Rahib'in söylediği beni etkilemişti. Yola çıktım ve Mekke'ye geldim.

- Yeni bir olay var mı? diye sordum. Bana:

- Evet, el-Emin Muhamnıed ibn Abdillah peygamber olduğunu ileri sürdü. Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir) de ona uydu, dediler.

Ebu Bekr'e gelip ona duyduklarımı anlattım: Bu adama uydun mu? dedim.

Ebu Bekr: Evet, git sen de ona uy. Çünkü o, hakka davet ediyor, dedi ve onun yanına gitti.

Talha şöyle der: Rasulullah'a (s.a.v.) geldim. Rahib'in verdiği ha­beri ve bana söylediklerini ona anlattım.

42) Cubeyr ibn Mut'im şunu anlatmıştır: Allah Teala peygamberim (s.a.v.) gönderip o Mekke'de peygamberliğini ilan edince ben Şam'a git­tim. Busra'da iken bir grup hıristiyan bana gelip:

- Sen harem halkından mısın? dediler. Ben:

- Evet diye cevap verdim. Onlar:

- Aranızda, peygamber olduğunu ileri süren kimseyi tanıyor mu­sun? dediler. Ben:

- Evet deyince, elimden tutup beni içinde heykel ve resimlerin bu­lunduğu bir manastıra götürdüler. Bana:

- Bak! Size gönderilen o peygamberin resmini görüyor musun? de­diler. Ben baktım onun resmini göremedim. Ben:

- Onun resmini göremiyorum, dedim.

Beni ondan daha büyük bir manastıra götürdüler. Bu manastırda, öbüründekinden daha çok heykel ve resim vardı. Bana:

- Bak! Onun resmini görebiliyor musun? dediler. Baktım. Ben Ra-sulullah'ın (s.a.v.) özellikleri ve resminin karşısındayım. Yine baktım, Hz. peygamber'den sonra onun yerine geçecek olan Ebu Bekr'in özellik­leri ve resmi karşısındayım. Bana: Onun Özelliklerini görüyor musun? dediler. Ben:

- Evet, deyip kendi kendime, söylediklerini öğreninceye kadar on­lara söylemeyeyim diye düşündüm. Onlar:

- Bu o mudur? dediler. Ben:

- Evet dedim. Rasulullah'm özelliklerini gösterdiler. Ben: Tamam, ta kendisi olduğuna şehadet ederim, dedim. Onlar:

- Ondan sonra yerine geçecek olan şu şahsı tanıyor musun? dediler. Ben:

- Evet, dedim. Onlar:

- Bunun, sizin arkadaşınız olduğuna, şunun da ondan sonraki ha­life olduğuna şehadet ediyoruz, dediler. [44]

43) Cubeyr ibn Mut'im anlatmıştır: Kureyş'in Rasulullah'a eziyet etmesinden hoşlanmıyordum. Onların, onu öldüreceklerini sezince, ma­nastırlardan birine girdim. Manastırdakiler başkanlarına gidip durumu haber verdiler. O:

- Üç gün ona, gereken şeyleri yerine getirin, dedi. Üç gün geçince, bana bir resim getirdiler. Ben:

- Bu resim kadar benzeyen hiçbir şey görmedim, dedim. O:

- Onu öldürmelerinden mi korkuyorsun, dedi. Ben:

- Zannederim, onun işini bitirmişlerdir, dedim. O:

- Vallahi, onu öldüremezler o, kendisini Öldürmek isteyenleri öl­dürecek, dedi. O, bir peygamberdir. Allah Teala onu destekleyecektir, dedi.

44) Safıyye bint Huyey anlatmıştır: Allah'ın Rasulü Medine'ye ge­lip Küba'da kaldığında, babam Huyey ibn Ahtab'la amcam Ebu Yasir ibn Ahtab sabahleyin gün ağarmadan onun yanma gittiler.

Onlar güneş batmcaya kadar dönmediler, güneş battıktan sonra, yorgun ve bitkin bir halde yavaş yavaş yürüyerek geldiler. Onları ne­şeyle karşıladım ama onlar üzüntülerinden dönüp bana bakmadılar. Amcam Ebu Yasir'in babama şöyle dediğini duydum:

- Gerçekten bu o mu? Babam:

- Evet, vallahi o, dedi. Amcam:

- O olduğundan emin misin? Onu tanıyor musun? dedi. Babam:

- Evet, dedi. Amcam:

- Onun hakkında ne düşünüyorsun? dedi. Babam:

- Ona düşmanlık yapmayı düşünüyorum. Vallahi, asla böyle kala­mam, dedi. [45]

45) Muhayrik birçok hurma bahçesine sahip bir alimdi. Rasulul-lah'm özelliklerini biliyordu. Kendi dininin tesiri altında kalarak Uhud savaşma kadar bunları açıklayamamıştı. Uhud savaşının yapıldığı gün cumartesiydi. Muhayrik:

- "Ey yahudi topluluğu, vallahi siz, Muhammed'e yardım etmenin üzerinize düşen bir hak olarak gerektiğini pekala bilirsiniz" dedi. Ya­hudiler:

- "Bugün cumartesidir" dediler. Muhayrik:

- "Sizin için cumartesi diye birşey yoktur" dedi.

Daha sonra Muhayrik silahını alıp yola düştü. Uhud'da peygamber'e (s.a.v.) geldi. O gün cumartesiydi. Kavminden, onun peşine düşen birisine: "Eğer bugün öldürülürsem, malım Muhammed'indir. O, ma­lımda Allah'ın, kendisine gösterdiği şekilde dilediğini yapar" diyerek vasiyette bulundu.

Şehid düşünceye kadar çarpıştı. Benim duyduğuma göre: Rasulul-lah (s.a.v.) şöyle diyordu.

- "Muhayrik, yahudilerin en hayırlısıdır."

Rasulüllah (s.a.v.) Muhayrik'in mallarını aldı. Rasulullah'm va­kıfları umumiyetle, Muhayrik'in mallarmdandz. [46]

46) İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir: Aralarında ei-Velid ibnu'l-Muğire, el-As ibn Vail, Ebu Cehil, Halefin oğulları Umeyye ve Ubeyy, el-Esved ibn el-Muttalib ve başkaları olmak üzere Kureyşliler toplandı­lar. İçlerinden beş kişiyi, Rasulullah'ı, Özelliklerini ve peygamberliğini yahudilere sormaları için Medine'ye gönderdiler. Gönderilenlerin ara­sında Ukbe İbn Ebi Muayt'la en Nadr ibn el-Haris de vardı. Onlar şöyle dediler:

- "O, peygamber olduğunu iddia ediyor. Adı Muhammed'dir. Yetim ve fakirdir. Biz, onun Museylemetu'l-Kezzab'tan Öğrendiğini zannediyo­ruz." Yahudiler:

-  "Biz, Tevrat'ta, onun vasıflarını ve iki omuzunun arasında pey­gamberlik mührü olduğunu okuyoruz" dediler.

Yahudiler şunu da ilave'ettiler:

"Eğer o, tarif ettiğiniz gibiyse, gönderilmiş bir peygamberdir. Da­vası haktır. Ona uyun, fakat ona üç soru sorun. Eğer peygamberse iki soruya cevap verir. Üçüncüsüne cevap veremez. Biz bu üç soruyu Mü-seylenıe'ye sorduk. Bunların ne olduğunu bilemedi. Halbuki siz O'nun Museyleme'den öğrendiğini ileri sürdünüz."

Elçiler, yahudilerin verdikleri haberleri Kureyş'e ilettiler. Bunun üzerine Kureyşliler Rasulullah'a gelip:

-  "Muhammed! Bize şu üç sorunun cevabını ver: Zulkarneyn, ruh ve ashab-ı kehf (mağarada uzun yıllar kalanlar)." Muhammed:

- "Bunları size yarın anlatayım" dedi. Fakat "înşaallah" demedi.

"înşaallah" demediği için Cebrail ona on beş gün gelmedi. Bu du­rum Rasulullah'ın zoruna gitti. Cebrail gelince Rasulüllah:

- "Bana gelmekte geciktin" dedi. Cebrail:

-  "înşaallah demediğin için" dedi ve şu ayeti indirdi. "înşaallah demedikçe, hiçbir şey için, bunu yarın yapacağım, deme." [47]

Daha sonra ona; Zulkarneyn ve ashab-ı kehf le ilgili haberleri an­lattı. Ruh hakkında da:

- "Ruh, Rabbimin emrindendir. Benim onun hakkında bilgim yok" dedi. [48]

Bunun üzerine Kureyşiuer:

-  "Birbirleriyle yardımlaşan iki büyücü" dediler. Bu sözleriyle Tevrat ve Kur'an'ı kastediyorlardı.

47) Anır ibn Abese'den rivayet edilmiştir.

"Ben cahiliyede kavmimin ilahlarından yüz çevirdim. İlahların, a-sılsız, boş şeyler oldukları, kavmiminde zararı ve faydası olmayan taş­lara taptıkları görüşündeydim. Ehl-i kitaptan birisiyle karşılaştım. Ona en iyi dinin hangisi olduğunu sordum. Bana şu cevabı verdi:

"Mekke'den bir adam çıkacak, Kavminin ilahlarından uzak dura­cak ve en iyi dini getirecek. Eğer onu duyarsan, ona tabi ol."

Mekke'ye gidip orada birşey olup olmadığını sormaktan başka bir-şey yapmıyordum. Onlar da:

- "Hayır, olmadı" diyorlardı.

Ailemin yanma dönünce hayvanlarıyla gidip gelenlerle karşılaşı­yordum. Onlara da soruyor ve "hayır" cevabını alıyordum. Bir gün otu­rurken bana, hayvamyla gelen birisi uğradı:

- "Nereden geliyorsun? dedim.

- "Mekke'den" cevabım verdi.

- "Orada yeni bir olay oldu mu?" dedim.

- "Evet, bir adam kavminin ilahlarına karşı çıkıp başkasına davet etti" dedi.

- "İşte bu, istediğim adam" dedim.

Bineğime binip geldim ve müslüman oldum. [49]          

48) îbn Abbas anlatmaktadır: Necran piskoposlarından sekizi Ra-sulullah'a (s.a.v.) geldi. Aralarında es-Seyyid'le el-Akıp da vardı. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: "Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda tartışanlara "geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralım, sonra dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lanet diyelim" de." [50]

Necranlılar:

"Bize üç gün mühlet ver" deyip Kureyza, Nadir ve Kaynuka oğul­larına gittiler. Onlara danıştılar. Danıştıkları kimseler onunla anlaş­malarını mulaane (iki kişinin birbirine lanet etmesi), etmemelerini tavsiye ettiler. O, bizim Tevrat ve încil'de bulduğumuz kişidir, dediler,.

Bunun üzerine Necranlılar peygamberle Safer ayında bin kat, Re­cep ayında da bin kat elbise ve her elbiseyle birlikte kırk dirhem cizye vermek üzere anlaştılar.                 ,

49) İkrime rivayet etmiştir: Ehl-i kitabtan bazıları Muhammed'e daha gönderilmeden önce iman etmişlerdi. Gönderilince de ona inan­madılar. Bunun delili şu ayettir: "Nice yüzlerin ağardığı, nice yüz­lerin karardığı günü (düşün). İmdit yüzleri kararanlara, 'İnan­manızdan sonra kafir mi oldunuz? Öyleyse inkar etmiş olmanız yüzünden tadın azabı" denilir." [51]

50) Useyme'nin mevlası (azatlı kölesi) Sehl bir hıristiyandı ve ba­basıyla amcasının himayesinde yaşayan bir yetimdi. O, İncil okurdu.

Şöyle anlatmaktadır: "Amcama ait bir kitabı aldım ve onu okudum. Bir yaprak okuyup geçtim ama onun kalınlığını yadırgadım. Baktım ki iki ıprnk birbirine yapışmış. Onları birbirinden ayırdım. O bitişik olan yaprağın içinde Muhammed'in özelliklerini buldum. Şöyle yazıyordu; Onun boyu ne kısadır, ne de uzun, rengi beyazdır. İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardır. İhtibayı çok yapar. [52] Sadaka kabul etmez. Eşek ve deveye biner. Koyun sağar. Yamalı elbise giyer. O, İsmail'in so-yundandır. Adı 4-hmed'dir."

Amcam geldi. Kağıt yaprağını gördü. Beni dövdü ve:

- "Niye bu yaprağı açtın" dedi. Ben:

- "Onda peygamber Ahmed'in özellikleri var" dedim. Amcam:

- "O, henüz gelmedi" dedi.

51) İyi ve seçkin insanlardan olan Ömer ibn Hafs anlatmıştır: Babam veya dedem islam'dan önce, bir süre miras yoluyla elde ettikleri bir kağıt yaprağa sahiptiler. Onda şunlar yazılıydı: Allah'ın adıyla. Onun sözü haktır. Zalimlerin sözü, zararlıdır. Bu söz, ahir zamanda gelecek bir millet hakkındadır. Bellerine izar (peştemal) tutarlar. Kol ve bacaklarını yıkarlar (abdest alırlar). Düşmanlarının peşinden giderlerken denize dalarlar. Onlarda namaz vardır. Eğer o namaz Nuh'un milletinde ol­saydı, onlar tufan yüzündan helak olmazlardı veya Semud'da olsaydı, sayha (nara, çığlık) yüzünden onlar yok olmazlardı.

Bana, onların bunu Rasulullah'a (s.a.v.) getirdiklerini ve ona o-kuduklarını, bununla ilgili haberleri ona anlattıklarını, Rasulullah'm da onlara, bunun çoğaltılmasını emrettiğini haber verdiler.

52) İbn Abbas anlatmıştır: Allah Teala Hz. İsa'ya şöyle vahyetti: Muhammed'i tasdik et. Ümmetinden O'na yetişenlere, O'na inanmala­rını emret. Muhammed olmasaydı, Adem'i yaratmazdım. Muhammed olmasaydı, cennet ve cehennemi yaratmazdım, Arş'ı yarattım, sallandı. Üzerine "La İlahe İllallah, Muhammedan Rasulullah" yazdım, durdu.

53) Vehb ibn Munebbih anlattı: Allah Teala Şa'ya'ya şöyle vahyetti: Ben, kendisiyle sağır kulakları, kapalı kalpleri açacağım, sekineti (kalp huzuru, temkin) elbisesi, doğruluğu parolası, takvayı vicdanı, hikmeti aklı, doğruluk ve vefakarlığı tabiatı, affetmeyi ve iyiliği huyu, adaleti haz ve davranışı, hakkı yürüdüğü yolu,  hidayeti imanı, islam'ı milleti (dini), Ahmed'i adı yapacağım, dalaletten sonra kendisiyle hidayet ve­receğim, cehaletten sonra kendisiyle öğreteceğim, azlıktan sonra kendi­siyle çoğaltacağım. (Fakirlikten sonra kendisiyle zenginleştireceğim), ayrılıktan sonra kendisiyle toplayacağım, farklı gönül ve arzularla de­ğişik milletleri birleştireceğim, onun ümmetini en hayırlı ümmet yapa­cağım   -ki onlar güneşin seyrini takip ederler, ne mutlu o kalplere-ümmî (okuma yazma bilmeyen) bir peygamber göndereceğim. [53]

54) Eş'iya İlya'ya şöyle dedi: Beytulmakdis'te bir köydür. Adı "Uraşilîm"dir: Uraşilîm'e müjdele. Şimdi sana eşeğe binen geliyor (yani İsa geliyor). Ondan sonra sana deveye binen gelecek (yani Muhammed ge­lecek).

55) Rivayet edildi ki, Şam halkından hıristiyan birisi Mekke'ye geldi. Kocaları işe gittikten sonra eğlence düzenlemek için toplanan ka­dınlara uğradı. Onlara şu konuşmayı yaptı:

"Ey Kureyş kadınları! Sizin aranızda Ahmed adında bir peygamber


[12] A'raf Suresi, 157.

[13] A'raf Suresi, 157.

[14] A'raf Suresi, 157.

[15] islam öncesi arapların batıl inanç ve adetlerinden biri de bazı sebep ve bahane­lerle birtakım hayvanları putlara kurban etmeleri, onları putlar adına serbest bırakmalarıydı. Bu cümleden olarak beş kere doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan deveye "bahira" denir, kulağı çentilir, sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı. Put namına serbest bırakılan ve sütünden yalnızca misafirlerin faydalandığı develere "şaibe" denirdi. Bîri erkek diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya deveye "vasile" erkek yavruyu puta kurban ederlerdi. On nesli döl-leyen erkek deveye "ham" denir, o da serbest bırakılırdı. (Mütercimin notu).

[16] A'raf Suresi, 157.

[17] A'raf Suresi, 157.

[18] A'raf Suresi, 157.

[19] Al-i İmran Suresi, 81.

[20] Al-i İmran Suresi, 81.

[21] Ahzab Suresi, 45.

[22] Buharı bu hadisi Sahihinde 48. surenin tefsiri, kitabu'l-buyu, 50. babta rivayet etmiştir. Yine İmam Ahmed, Musned, 11/174, 448; VI/236, 246 da rivayet etmiştir. Tırmizİ de 'bu hadisin bir kısmı nı, Sünen, kitabu'l-birr, 69. babta rivayet etmiştir. Darımi, Sünen, mukad­dime 2. babta, Bey haki, Delailu'n-Nubuvve, I/375 de rivayet etmiştir.

[23] Feth Suresi, 8.

[24] Bu haber, İbn Sa'd'in Tabakat'ında birçok tarikten nakledilmiştir. 1/360; Beyhakî, Delaiiu'n-Nubuvve, 1/376

[25] Bu hadisi Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübuvve'de rivayet edip şöyle dedi: "Bu hadis, Süheyl'in garib hadislerinden biridir. Bu vecihten hariç, hadisi merfru olarak rivayet eden hiç kimseyi bilmiyorum. Er-Rubi İbnu'n-Nu'man bu hadisi ve Süheyl'in diğer hadislerini rivayet eden tek kişidir. O, zayıftır."

Bu hadisi Suyuti de Ed-Dürru'l-Mensur'da rivayet etmiştir.

[26] A'raf Suresi, 144-145

[27] A'raf Suresi, 159

[28] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübuvve, 1/18, no: 40

[29] Ebu Nuaym, Delailü'n-Nübuvve, 1/18; İbn Kesir, el- Bidaye ve'n-Nihaye, U/297

[30] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübuvve, 1/18

[31] Bakara Suresi, 89.

[32] Bakara Suresi, 89.

[33] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 1/20. Orada daha uzundur.

[34] Ahmed İbn Hanbel, Musned, İÜ/468; İbn Hişam, es-Sire, 1/231; Beyhak', Delai-u n Nubuvve, H/78; Salihi, Sıretu'ş-Şamiyye, 1/135, Buhari'ninTarih'te, Hakim'inMustedrek'te nvayet ettiğini belirtmiştir,

[35] Ahmed İbn Hanbel, Musned, 1/416; Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve, VII/273; İbn A-sakir, Tarih, I/342; İbn Kesir, el-Bıdayeve'n-Nıhaye, VI/20; Heysemî, Mecrnau'z-Zevaid Vlll/ 231.

[36] Maverdİ, A'lamu'n-Nubuvve.

[37] ibn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/1; ibn Asakir, Tarih, I/352; Suyutî, Durru'l-Mensur, 111/133.

[38] Tefsiru't-Taberi, I/334.

[39] Bakara Suresi, 97.

[40] Beyhakî, DelailıTn-Nubuvve, 11/116; el-iktifa, I/244; Sebilu'r-Reşad, 1/135, 136.

[41] Bakara Suresi, 89. Bu haber, İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, 1/211 de geçmek­tedir.

[42] İbn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, 1/214.

[43] İbn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, 1/214,222. Haber daha uzun olarak rivayet edilmiştir.

[44] Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, 18; Buhari, Tarıhu'l-Kebır, 1/179; Beyhakî, Dela-ilu'n-Nubuvve, I/384.

[45] Ebu Nuayrn, Delaılu'n-Nubuvve, 39; Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve, 11/533, ibn Hi-şam, Siretu'n-Nebevıyye, H/140, 141.

[46] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/183; Tarihu ibn Asakir, IH/245; X/87; İbn Kesir, el-Bidayeve'n-Nihaye, IH/237; İV/36; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve 1/11.

[47] Kehf Suresi, 23, 24.

[48] Buharı, Sahih, kitabu'l-i'tisam, babu mayukrehumin kesrati's-sual, hadis no: 7297; Müslim, Sahih, kitabu sıfati'l-munafikin, babu r.uali'l-yehudi'n-nebiyye anir-ruhi, hadis: 32; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/270, 271; İbn Hışam, SıretuYı-Nebeviyye, 1/321, 323.

[49] Daha uzun olarak Ebu Nuaym, Delaıİu'n-Nubuvve, s. 211, 212; Amr ibn Abe-se'nin müslüman oluşunu Ebu Umame'den birçok kışı rivayet etmiştir. Müslim, Şeddad ibn Ammar'la, Yahya İbn Ebi Kesir'in hadisinden Ebu Umame'den rivayet etmiştir. Bkz: Müslim, Sahih, kitabu salati'l-musafirin ve kısarına, babı islamı Amr İbn Abese, hadis no:   294; Bey­hakî, Delailu'n-Nubuvve, 11/168, 169.

[50] Al-i Imran Suresi, 61.

[51] Al-İ İmran Suresi, 106.

[52] İhtiba: Elbiseye sarınıp bürünmek, tülbent ve kemer gibi şeylerle sırtı ve dizleri sarıp toplamak suretiyle oturmaktır. Bu, ellerini dizlerinin üzerine bağlamak suretiyle de olur. (Mü­tercimin notu).

[53] Ebu Nuaym, Delaılü’n-Nubuvve

[54] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 21-46.


 


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Peygamber Ve Ümmetinin Tevrat Ve İncil'de Zikredilmesi
Gönderen: Kaan Han üzerinde 09 Şubat 2015, 23:21:25
Allah razi olsun paylasim icin


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Peygamber Ve Ümmetinin Tevrat Ve İncil'de Zikredilmesi
Gönderen: Ceren üzerinde 10 Şubat 2015, 00:14:20
Esselamu aleykum.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Peygamber efendimiz,ümmeti,alametlerin hepsi diğer büyük ve hak kitaplar da söylenmiştir...


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Peygamber Ve Ümmetinin Tevrat Ve İncil'de Zikredilmesi
Gönderen: Kaan Han üzerinde 15 Nisan 2015, 23:27:00
Ikinci kez okumak nasib oldu Allah razi olsun