> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > Yunus Suresi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Yunus Suresi  (Okunma Sayısı 3134 defa)
03 Kasım 2009, 15:53:48
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 03 Kasım 2009, 15:53:48 »



10-YUNUS SURESİ

 

 

Bu sûre'î celîle, Kur'an'ı Kerimin onuncu süresidir, sahih görülen kavle göre bütün âyetleri Mekke'i Mükerreme'de nazil olmuştur. (109) âyeti celîleden meydana gelmektedir. Bir rivayete göre de (40 41) âyeti kerimesi ve diğer bir rivayete göre de 94, 95 ve 96)'ıncı âyetleri Medine'i Münevvere'de inmiştir.

Bu mübarek süre de, birçok mühim meseleleri aydınlatmaktadır. Hz. Nuh'a, Hz. Musa'ya dâir de bilgi vermektedir. Fakat bu süre'i celîlenin birçok âyetleri Allah'ın "ahmetinin azabından daha fazla tecelli ettiğini bildirmektedir. Hz. Yûnus aleyhisselâm'ın kavmi hakkında da bu ilâhî rahmetin tecelli etmiş olduğunu bu süre'i celîlede zikredildiğinden bu münasebetle buna "Yûnus Süresi" adı verilmiştir. Nitekim Uz. Yünü s'a dair ileride verilecek bilgiler, bu hususu aydınlatacaktır.


 

 

 

 

1. Elif, Lâm, Ra. İşte onlar, hikmetli olan kitabın ayetleridir.

1.     Bu mübarek âyetler, ilâhî âyetlerin yüceliğini bildirmektedir. İnsanları müjdelemek ve Allah'ın azabından korkutmak için Yüce bir Peygamberin ilâhî vahye m az har olmasının şaşılacak bir şey olmadığını ihtar ve kâfirlerin bâtıl iddialarını gözler önüne sermektedir. Şöyle ki: (Elif, lâm, ra) Müteşabihatdan olan bir mübarek kelimedir. Bunun mânâsını Allah'ın ilmine havale ederiz. Buna dâir "Bakara süresr'inde bilgi verilmiştir. Maamafih Ibni Abbas Hazretlerinden rivayet edildiğine göre bunun mânâsı: "Ben Allah Teâlâ'yım, görürüm" demektir. Veya "Rab olan benim, benden başka Rab yoktur" meâlindedir. (İşte onlar) Bu süredeki veya bundan evvelki sürelerdeki muazzam âyetler (hikmetli olan kitabın ayetleridir.) Yani: Onlar, bütün hikmet dolu Kur'an'ın ayetleridir. Veya onlar dinî meselelere, Hz. Peygamber'in risaletindeki doğruluğuna hükmeden ve manevî yönden hikmetli olan ilâhî kitabın ayetleridir. Veya onlar, nice hikmetleri, hakikatları içeren lâvh-ı mahfuzda sabit olan ayetleridir. Artık bu mübarek kutsî, âyetleri kim inkâr edebilir?.

 

 

 

 

2.  İnsanları uyar ve imân edenleri müjdele ki, şüphesiz onlar için rabbleri katında yüksek bir doğruluk makamı vardır, diye onlardan bir erkeğe vahyetmiş olmamız insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, kâfirler, bu şüphe yok ki bir apaçık sihirbazdır, dediler.

2.  Vaktiyle Mekke ahalisi. Peygamber Efendimizin Peygamberliğini inkâr etmişler, Cenâb-ı Hak, başka birisini bulamadı mı ki. Ebü Tâlib'in yetimini insanlara Peygamber gönderdi, diye cahilce lâkırdılarda bulunmuşlardı. İşte onları red için buyruluyor ki: (İnsanları uyar) Onlara dünyevî ve uhrevî felâketleri bildirerek kendilerini uyanmaya davet et (ve imân edenleri) de maddî ve manevî nice mükâfatlara kavuşacaklarını kendilerine bilirerek (müjdele ki: Şüphesiz onlar için) o imân sahiplerine mahsus (rableri katında) âhiret âleminde, Cenâb-ı Hak'kın manevî katında (bir kademe sıdk vardır.) yani: Onlar için güzel amellerinden dolayı bir hayırlı son vardır veya yok olmayacak bir yüce makam vardır veyahut onların haklarında Rasülullah'ın şefaat edeceği bildirilmiştir (diye onlardan) o Mekke ehlinden (bir erkeğe) onların seçkin bir grubundan olan Kureyş kabilesine mensup Hz. Muhammed'e (vahyetmiş olmamız) onu Peygamberlik şerefine kavuşturmamız (insanlar için şaşılacak birşey mi oldu ki) o hayrete düşen kâfirler, o mübarek Peygamberin risaletini uzak görerek inkâra cür'et ettiler. O (kâfirler) Hz. Muhammed Aleyhisselâm hakkında (bu) Peygamberlik iddiasında bulunan (apaçık bir sihirbazdır dediler!.) onun gösterdiği mucizeleri, Kur'an âyetlerini birer sihir sandılar, onda tecelli eden mükemmellikler! görmekten mahrum kaldılar. Halbuki: Kur'an'ı Kerim'in bir sihir eseri değil, bir mucize kitap olduğu parlayıp durmaktadır. O sihir değil, ilâhî bir vahyin neticesidir. Onun bütün beyanları, hikmete, fazîlete, insanlık âdabına, sosyal ve siyasî hükümlere ve diğer hususlara aittir. Artık ona nasıl bir sihir denilebilir?. Onu tebliğ etmekle emrolunan zâta da nasıl sihirbaz vasfı verilebilir?

 

 

 

 

3.     Muhakkak ki. Rabbiniz o Allah Teâlâ'dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra arş üzerine istiva buyurdu. Her işi idare ediyor. Hiçbir şefaat edici yoktur. ancak onun izninden sonra. İşte sizin Rabbiniz Odur. Artık ona ibâdet ediniz, siz hiç. düşünmez misiniz?.

3.   Bu mübarek âyetler. Kâinatın Yaratıcısının varlık alanına getirdiği eşsiz yaratılıştaki eserlerini insanlığın dikkatlerine sunuyor, bütün mahlûkatı hakkında yalnız onun emir ve takdirinin cereyan etmekte olduğunu bildiriyor, ve ebediyet âleminde mü'minlerin mükâfata kavuracaklarını kâfirlerin de elem verici azaplara uğrayacaklarını haber veriyor. Allah'ın kudretiyle ne hârikaların meydana geleceğine işaret ederek ilâhî vahiyden dolayı hayrete düşmeye mahal bulunmadığını jöylece gösteriyor: (Muhakkak ki. Rabbiniz) Sizi yaratan, yaşatan, terbiye eden (o Allah Teâlâ'dır ki,) Yüce kudretiyle (gökleri ve yeri altı günde yarattı) yani: Dünya günlerinin altısına eşit bir zaman içinde meydana getirdi. Aslında Cenâb-ı Hak, dileseydi bunları bir anda da yaratabilirdi. Fakat bir takım hikmetlerden dolayı ve kısacası halka sağlam yapmayı ve yavaş davranmayı öğretmek için böyle altı günlük bir müddet içinde yaratmıştır ki, bunların herbiri o Yüce Yaratıcının varlığına, kudret ve yüceliğine birer delil makamında bulunmaktadır. (Sonra arş üzerine istiva buyurdu) Bütün bunların üstünde irâdesi ve kudreti hüküm sürüp durdu. O Hikmet Sahibi Yaratıcı (her işi) her dilediği şeyi (idare ediyor) bunların hakkında hikmetinin gereğine göre kudreti ve irâdesi hükümran oluyor. Göklerin ve yerin durumunu düzenliyor, bunlardan dilediğini meydana getiriyor, dilediğini de mahvediyor. Bütün kâinatın işlerinin idaresi o Yüce yaratıcıya ait bulunuyor, (hiçbir şefaat edici yoktur) Hiçbir kimse, başkası hakkında şefaate, onu kurtarmaya bizzat selâhiyetli değildir, (ancak onun) O Kâinatın Yaratıcısının (izninden) müsaadesinden (sonra) şefaat edebilir. Çünki bütün mahlûkat üzerinde müstakil olarak hâkimiyet, o Kâinatın Yaratıcısına aittir. Onun müsaadesi olmadıkça hiçbir kimse bir şeye kaadir ve selâhiyetli olamaz. Artık bir takım müşriklerin, putlarından şefaat urumaları nasıl doğru olabilir?. Bu âyeti celîle, o müşriklere karşı bir reddiye mahiyetindedir. Ancak Cenâb-ı Hak'kın salih kulları, Hak Teâlâ'nın müsaadesi şartiyle bazı günahkârlar hakkında şefaatte bulunabileceklerdir. Bu âyeti kerîme, buna da işaret buyurmaktadır. Çünki böyle bir şefaatin Allah'ın izni ile mümkün olacağını göstermektedir. (İşte sizin Rabbiniz o'dur) O ilahlık ve rablık sıfatiyle vasıflanmış, bütün Kâinatın Yaratıcısı bulunan o Yüce Mabuddur, (artık) Ey insanlar!. Hepiniz (ona) o Yüce yaratıcıya (ibâdet ediniz) onu birleyin ve teşbih edin, ona hiçbir kimseyi ortak koşmayın. (Siz hiç düşünmez misiniz?.) Ey gafil insanlar!. Gözlerinizin önündeki bu kadar yaratılış eserleri, Cenâb-ı Hak'kın varlığına, birliğine, kudret ve yüceliğine işaret edip dururken siz bu hususta hiç tefekküre dalmaz mısınız? Ondan başka Rablığa, mâbudluğa lâyık bir kimsenin bulunamayacağını anlayamaz mısınız ki, öyle bir takım putlara, insanlara tapınıp durmayasınız?. O Kerem Sahibi Yaratıcının Peygamberlerini, kitaplarını, ilâhî vahyini inkâra cür'et gösterip tasdik edesiniz.

§ Bu âyeti celîledeki istivadan maksat, lügat anlamı itibariyle olan bir istiva, bir istikrar yani, birşey üzerinde yerleşmek, bir seviyede bulunmak demek değildir. Çünki Cenâb-ı Hak böyle bir istivadan uzaktır. Bütün mevcudat daha yaratılmamış iken O Yüce Yaratıcı yine var idi. Onun mekâna ihtiyaçtan uzak olduğu binlerce delil ile sabittir. O halde bu istivadan maksat, Hak Teâlâ'nın bütün kâinata sahip, onların üstünde hükmedici olması ve hepsi hakkında ilâhî kudretinin cereyan etmesi demektir.

§ Arş: Lügatte, çardak, kubbe, taht gibi mânâları ifade eder. Şeriat dininde Arş: Göklerin üstündeki bir yüce âlemden ibarettir. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyeti kerimedeki arştan maksat, bütün göklerin üstünde bulunan büyük ve yüce bir âlemden ibarettir. Cenâb-ı Hak'kın arş üzerine istivasından, maksat ise, böyle muazzam bir âlem üzerinde de ilâhî hükmün cereyan ettiğini beyandan, ilâhî hakimiyetin yüceliğini tasvirden ibarettir. Artık bunun aşağısındaki âlemlerde de o ilâhî hükmün geçerli olacağı pek edebî bir şekilde anlatılmış bulunmaktadır. Veyahut bu arştan maksat, mutlaka ilâhî mülktür ki, bütün bu kâinat, Cenâb-ı Hak'kın kudret ve hâkimiyeti altında bulunduğu için bunların üzerine istivadan maksat, bütün bunların üzerinde ilâhî hakimiyetin cereyan ettiğini beyandan ibarettir. Yoksa Allah T e âlâ Hazretleri ezelî ve ebedî olduğundan sonradan olan herhangi bir makam üzerinde bulunmak ihtiyacından uzaktır. Buna inancımız tamdır.

 

 

 

 

4.    Dönüşünüz cümleten O'nadır. Bu, Allah Teâlâ'nın kesin olan vadidir. Şüphe yok ki, o mahlûkatı önce meydana getirir, sonra da geriye çevirir ki, imân etmiş ve Salih amellerde vardır.

bulunmuş olanları adaletle mükâfata kavuştursun. Kâfir olanlar için de küfretmekle oldukları şeyler sebebiyle kızgın sudan bir içki ve pek acıklı bir azap

4.     Ey insanlar!. Bir kere düşününüz; şüphe yok ki: (Dönüşünüz cümleten o'nadır) Hepiniz öleceksiniz, hepiniz mahşere sevkedileceksiniz, Cenâb-ı Hak'kın muhakemesine tâbi olacaksınızdır. (Bu) O Yüce Mâbud böyle dönüşünüz (Allah Teâlâ'nın kesin olan vâdîdir) bu bir hakikattir, bunda bir yalan düşünülmüş değildir, (şüphe yokki, o) Yüce Y...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Yunus Suresi
« Posted on: 28 Mart 2024, 20:54:16 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Yunus Suresi rüya tabiri,Yunus Suresi mekke canlı, Yunus Suresi kabe canlı yayın, Yunus Suresi Üç boyutlu kuran oku Yunus Suresi kuran ı kerim, Yunus Suresi peygamber kıssaları,Yunus Suresi ilitam ders soruları, Yunus Suresiönlisans arapça,
Logged
03 Kasım 2009, 15:56:54
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 03 Kasım 2009, 15:56:54 »




21.       İnsanlara kendilerini kaplayan bir sıkıntıdan sonra bir rahmet taddırdığımız zaman bizim ayetlerimiz hakkında onların derhal bir kötü hareketleri vardır. De ki: ALLAH Teâlâ'nın tuzağı daha çabuktur. Şüphe yok ki, bizim elçilerimiz, kurduğumuz tuzakların hepsini yazarlar.

21. Bu âyeti kerim e, mucizeler talebinde bulunan inkarcı bir kavmin ruh hallerini teşhir ediyor, işlediklerine nail olsalar da yine inkârdan, inattan vazgeçmiyeceklerini bildiriyor, onlara o hilekârca, inkarcı hareketlerinin cezalarına kavuşacaklarını ihtar buyuruyor. Şöyle ki: (insanlara) ALLAH'ın nimetini takdir etmeyen, inkarcı bir kavme (kendilerini kaplayan bir sıkıntıdan) bir şiddetden, bir belâdan, bir kıtlık ve pahalılıktan (sonra bir rahmet) bir sıhhat, bir genişlik (tatdırdığımız zaman) ona şükr edecekleri yerde bilâkis (bizim ayetlerimiz hakkında onların derhal bir kötü hareketleri vardır) o mukaddes âyetleri yalanlamaya, onlar ile alaya cür'et ederler. Nail oldukları nimetleri Cenab'ı Hak'tan bilmezler. Onları bir takım vehm edilen kuvvetlerin, putların kendilerine verdiğine kaani bulunurlar. Rivayete göre cahiliyet zamanında Mekke ahalisi yedi sene kıtlık ve pahalılığa uğramışlar, âdeta helak olacak bir hâle gelmişlerdi. Sonra Cenâb-ı Hak, merhamet buyurmuş, yurtlarına bol bol yağmurlar yağdırmış, bolluk, ucuzluk ihsan etmişti. O ahali ise bundan bir öğüt almamış, yine küfr ve inada dönüvermişlerdi. Resulüm!. Onlara (de ki: ALLAH Teâlâ'nın tuzağı daha çabuktur) yani: Hak T e âlâ Hazretlerinin azabı, cezası 'daha çabuk bir şekilde sizin üzerinize gelir, sizi dilediği dakikada mahvedebilir. (Şüphe yok ki, bizim Resullerimiz!.) koruyucu meleklerimiz, sizin bütün söylediklerinizi, yaptıklarınızı kaydeden o ruhanî memurlar, siz (ne tuzak yaparsanız hepsini yazarlar) hiçbir hareketiniz gizli kalmaz, lâyık olduğunuz akıbete kavuşursunuz. Artık ey inkarcılar!. Ey hakka dine karşı düşmanca vaziyet alanlar, ey bir takım tuzak ve hile ile insanlar doğru yoldan ayırmak isteyen sapıklar!. Pek korkunç sonunuzu düşünmeli değil misiniz?.

 

 

 

 

22. O, o -Yüce Yaratıcı- (lir ki, sizi karada ve denizde yürütür. Vaktaki gemilerde bulunursunuz, onlar da yolcular ile beraber lâtif bir rüzgâr ile akıp gider ve onunla ferahlanırlar, derken onlara şiddetli esen bir rüzgâr gelir, ve onlara her taraftan dalgalar hücuma başlar ve kendilerinin bununla tamamen kuşatılmış olduklarını zan eder. ALLAH Teâlâ'ya dinde Milaslı kimseler olarak duada bulunurlar "eğer bizi bundan kurtarır isen elbette biz şükredicilerden oluruz" derler.

22.      Bu mübarek âyetler, bir nice üzüntülerdeR sonra bir ilâhî merhamet eseri olarak nimetlere, selâmetlere nail olan bir takim insanların ne kadar inkarcı, kadir bilmezce hareketlerde bulunduklarına dair ac.il; bir misâl göstermektedir, öyle dünyaya tapınarak nefislerine zulm eden kimselerin nasıl bir sorumluluğa mâruz kalacaklarına işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey insanlar!. (O) Sizi yaratan, nimetlere nâll eden (o) Kerem Sahibi Yaratıcı (dir ki: Sizi karada ve denizde yürütür) sizi bir nice nakil vasıtalariyle her tarafa seyrisefere muvaffak kılar (vaktaki gemilerde bulunursunuz) deniz yoluyla bir yere gitmek istersiniz (onlar da) o gemiler de içlerindeki (yolcular ile beraber lâtif bir rüzgâr ile) mülayim bir hava ile (akıp gider) cereyanda bulunur, (ve) İçlerinde bulunan yolcular (onunla) o rüzgâr ile, o akıp giden gemiler ile »ferahlanırlar» bir neş'e içinde yollarına devam ederler. Derken (onlara) o gemilere veya o hoş, lâtif rüzgârların yerine (şiddetli esen bir rüzgâr gelir) o yolcuları rahatsız eder. (ve onlara) O gemilerde bulunanlara (her taraftan dalgalar hücuma başlar) kalpleri heyecan içinde kalır, (ve kendilerinin bununla tamamen kuşatılmış) Kurtuluş yolu kalmayıp tamamen helake mâruz kalmış (olduklarını zannederler) artık başka sığınacak bir makam bulunmadığını anlıyarak ancak (ALLAH Teâlâ'ya dinde Milaslılar olarak) ona başkasını ortak koşmaksızın (duada bulunurlar) ve derler ki: Yarabbü. (Eğer bizi bundan) Bu musibetten, bu boğulmak tehlikesinden (kurtarır isen elbette biz) sana imân ederek ibâdet ve itaatde bulunanlardan (şükr edicilerden oluruz) Evet... Evvelce nail olmuş oldukları nimetleri 'hiç düşünmeden küfür ve isyana devam edip duran bir nice kavimler, öyle hayatları büsbütün tehlikeye mâruz kalınca kendilerine hangi zatın yardımcı olabileceğini anlamaya başlar, ona karşı yalvarma ve yakarmada bulunurlar. Hayfaki onların bu halleri geçicidir, o tehlikeden kurtuldular mı yine evvelki kâfirce hallerine dönerler.

 

 

 

 

23.     Fakat onları kurtarınca onlar derhal yeryüzünde haksız yere taşkınlıklarda bulunurlar. Ey insanlar!. Şüphe yok ki; sizin taşkınlığınız kendi şahıslarınızın aleyhinedir. Dünya hayatı bir m et a'dır. Sonra dönüşünüz bizedir. Artık bizde size neler yapmış olduklarınızı elbette haber vereceğiz.

23.    (Fakat onları) O dalgalar arasında helak olup gideceklerini zannetmiş olan kimseleri Cenâb-ı Hak (kurtarınca) onları kurtuluşa: Selâmet sahiline kavuşturunca (onlar derhal yeryüzünde haksız yere taşkınlıklarda bulunurlar) yine bozgunculuğa çalışır, yine küfür ve isyan yolunda koşar dururlar, İşte onlar öyle inatçı dönek kimselerdir. Artık (Ey insanlar!.) Ey insanlık zümresi!. Bir kere düşününüz, (şüphe yok ki, sizin taşkınlığınız) zulmünüz, işlediğiniz gayri meşru hareketiniz (kendi şahıslarınızın aleyhinedir) onların sorumluluğu, kötü neticesi sizlere yönelecektir. Küfrünüzün, nankörlüğünüzün zararlarını siz çekeceksinizdir. (Dünya hayatı bir meta'dır) Geçici bir zaman içindir, çabucak yok olur, bundan dolayı haktan ayrılmak, zulme cür'et etmek nasıl uygun olabilir?. Şunu da düşününüz ki: (sonra da dönüşünüz bizedir) Kıyamet günü mahşere sevkolunacak, muhakemeye tâbi olarak lâyık olduğunuz cezalara kavuşacaksınızdır. (Artık) O ebediyet âleminde (biz de sizlere) bu dünyada iken (neler yapmış olduklarınızı elbette haber vereceğizdir) ne gibi isyanlarda, hakka tecâvüzlerde bulunmuş olduğunuzu size bildirerek onlardan dolayı sizi cezaya uğratacağızdır. Artık bu sonu düşünmeli değil misiniz?. Öyle fanî bir hayat, geçici bir menfaat için ebedî hayatınızı, selâmetinizi tehlikeye mâruz bırakmanız nasıl muvafık olabilir?.

 

 

 

24.    Şüphe yok ki, dünya hayatının durumu, bir su gibidir ki, onu biz gökten indirdik. Derken onunla insanların ve davarların yiyecekleri şeylerden olan yeryüzünün otları birbirine karışmış oldu. Vaktaki, yeryüzü ziynetini aldı ve bezendi ve onun ahalisi onun üzerine kaadir olduklarını sandılar, hemen ona emrimiz geceleyin veya gündüzün geliverdi, onu sanki bir gün evvel yokmuş gibi kökünden biçilmiş bir halde kıldık. İşte âyetleri düşünen bir kavme böyle genişçe beyan ederiz.

24.     Bu mübarek âyetler, parlak, faideli görülen dünya varlığını, büyüyüp çoğalan ve yeryüzünü süsleyen; az sonra da mahv-ı perişan olup giden, kendisinden istifâde edilemeyen bir yeşillik manzarasına benzetmektedir. Böyle geçici bir varlıktan ziyâde Cenâb-ı Hak'kın davet etmekte olduğu ebedî selâmet âlemine önem verilmesi lüzumuna şöylece işaret buyurmaktadır: (Şüphe yok ki, dünya hayatının durumu) beğenilen durumu, hızla yok olması ve insanlara yönelen nimetlerinin devamsız oluşu, insanların da ona aldanması bakımından benzeri (bir su gibidir ki, onu biz gökten indirdik) onu bulutlar vâsıtasiyle yeryüzüne yağdırdık (derken onunla) o su sebebiyle (insanların ve davarların) hayat sahibi nice mahlûkların (yiyecekleri şeylerden) sebzeler, meyveler, yeşillikler gibi muhtelif bitkilerden ibaret (olan yeryüzünün otları birbirine karışmış) büyüyüp gelişmiş (oldu) böyle fâideli bir manzara teşkil etti. (Vaktaki, yeryüzü) O bitkilerden böyle (ziynetini aldı ve bezendi) hoşa gider bir vaziyet almış bulundu (ve onun) o yeryüzünün (ahalisi mim üzerine kaadir) o mahsulâttan istifadeye muktedir (olduklarını sandılar) iyle bir zanna düştüler. (Hemen ona) O yeryüzüne (emrimiz) ziyade bir derecede sıcak veya soğuk vesaire gibi hususa ait bir ilâhî hükmümüz (geceleyin veya gündüzün geliverdi) hemen (onu) o ekinleri, mahsulâtı (sanki birgün evvel yok imiş gibi) yeryüzünde hiç vücude gelmemiş gibi (kökünden biçilmiş bir I al de kıldık) mahv ve yok eyledik. (İşte âyetleri) Yüce Peygamber vâsıtasiyle. Curan lisanı ile (düşünen bir kavme) öyle istifadeye kabiliyete sahip olan mümtaz air zümreye (böyle) ürünler hakkındaki temsil ve teşbih gibi bir şekilde (genişçe tevân ederiz) çünki bunlardan istifâde edebilirler, bu misallerden bir uyanış dersi alabilenler ancak tefekkür kabiliyetine sahip olan zatlardır. Özet olarak: Dünya halatı, dünya varlığı ne kadar parlak, fâideli görünse de bir takım büyüyüp gelişen bitkilerin, çiçeklerin, meyvelerin varlığı gibidir ki, az sonra sona erecektir. Artık akıllı olan kimseler, yalnız bunlar ile meşgul olup da ebedî saadeti temin edecek vazifelerini unutmak mıdırlar?. Elbette öyle bir hareket muvafık değildir. Asıl ebedî hayatın selâmet ve saadetini temine çalışmalıdır.

 

 

 

25. Ve ALLAH Teâlâ selâmet yurduna davet ediyor ve dilediğini doğru bir yola hidâyet buyurur.


25.      İşte dinimiz bize o ebedî saadet yolunu göstermektedir. (Ve ALLAH Teâlâ) Bizleri (selâmet yurduna) cennet âlemine, nice ebedî nimetlere sahip olan ve içinde bulunacak zatlar ile meleklerin birbirine selâm vererek rahmet okuyacakları bir yüce, ebedî ikametgâha (davet ediyor) öyle bir saadete kavuşmaya vesile olacak vazifeleri bize emir ve tavsiye buyuruyor. (Ve) O Hikmet Sahibi Yaratıcı (dilediğini) kullarından hidâyete kavuşma kabiliyetine sahip bulunan herhangi ferdi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

03 Kasım 2009, 16:05:42
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #2 : 03 Kasım 2009, 16:05:42 »





41.     Ve eğer seni yalanlarlarsa artık de ki: Benim amelim banadır, sizin ameliniz de sizedir. Siz benim işleyeceğimden berisiniz, ben de sizin işleyeceğiniz şeylerden beriyim.

41. (Ve) Resulüm!, (eğer seni yalanlarlarsa) Kendilerine gösterilen delillere rağmen yine inkârlarından ayrılmazlarsa (artık) onlara (de ki: Benim amelim banadır) benim ibâdet ve itaatimin sevabı mükâfatı bana aittir, (sizin amelleriniz de sizedir) siz de kendi küfür ve isyanınızın cezasına kavuşacaksınızdır. Ben sizden uzak bulunmaktayım. (Siz benim işleyeceğimden uzaksınız) Siz benim fiil ve hareketlerimle alâkadar olacak değilsinizdir. (ben de sizin işleyeceğiniz şeyleren uzağım) sizin inkarcı ve bozguncu şekildeki amellerinizden dolayı ben mes'ul olmayacağımdır. Evet... Rasûlü Ekrem'in vazifesi, ilâhî hükümleri tebliğ ve tavsiyedir. Bu vazifeyi ise tamamen yapmıştır. Hatta insanlık hakkında pek fazla şefkat ve merhametinden dolayıdır ki, ehli küfrü imâna davet hususunda en büyük fedakârlıklarda bulunmuştur. Artık Rasülü Ekrem hakkında bir sorumluluk düşünülemez.

 

 

 

42. Ve onların içinde senin sözlerini işitmek isteyenler de vardır. Fakat sağırlara mı işittireceksin?. Eğer akılları da kesmez kimseler bulunmuş ise.

42.   (Ve) Resulüm!, (onların) O müşriklerin (içinde senin sözlerini işitmek) okuduğun Kur'an'ı Kerim'i dinlemek (isteyenler de vardır) onlar Hz. Peygamber'in beyanlarını zahiri bir kulakla dinlerler, (fakat) Onlar aşırı düşmanlıklarından dolayı manen sağır kimselerdir, peygamberin tebliğlerini can kulağıyle dinleyip kabul etmek kabiliyetinden mahrumdurlar. Artık Habibim!. Sen tebliğlerini öyle (sağırlara mı İşittireceksin?.) bu mümkün mü? Özellikle onlar, bu sağırlıkları ile beraber (eğer akılları da kesmez kimseler bulunmuşlar ise) işte bu inkarcılar, o kabildendirler. Akıllı olan bir sağır, yine bazı şeyleri anlar, kabul edebilir. Fakat akılsız olunca artık bir hakikati işitip kabul etmeğe kaadir olamaz. Onlar o kötü inkarcı hareketlerinden dolayı bir ilâhî kahır olmak üzere güzelce anlamak özelliğinden mahrum kalmışlardır.

 

 

 

 

43. Ve onlardan sana bakanlar da vardır. Ya sen körlere göremez kimselerde olsalar doğru yolu gösterebilir misin?.

43. (Ve onlardan) O müşriklerden (sana bakanlar da vardır) senin Peygamberliğine, sözlerinin doğruluğuna ait delilleri görüp muayene ederler. Bununla beraber yine imândan, tasdikten kaçınırlar. Onlar manen kör kimselerdir. Kendi kötü hareketlerinin bir cezası olmak üzere hakikatları görmek kabiliyetinden mahrum bırakılmışlardır. Artık Resulüm!. Onları hidâyete nail etmeğe sen kadir olamazsın. Evet. (Ya sen körlere) Göremez kimselere öyle (göremez kimselerde olsalar da) kalp gözleri kör, kendileri basiretten mahrum bulunsalar da onlara (doğru yolu) tariki müstakîmi (gösterebilir misin?.) elbette gösteremezsin. Çünki onlar maddî ve manevî kabiliyetlerini yitirmişlerdir. Artık onları Cenab'ı Hak'tan başkası ıslah edemez, hidâyete kavuşturamaz.

"Bir göz ki, anın olmaya ibret nazarında"

"Ol düşmanıdır sahibinin baş üzerinde."

§ Malumdur ki: Cenab'ı Hak insanlara kuvve-i sâmia = işitme kuvveti ve kuvve-i bâsira = görme kuvveti vermiştir. Bunlar birer büyük ilâhî lütuftur. Bu iki kuvvetten hangisinin daha efdal, daha şerefli olduğunda ise ihtilâf vardır. Şöyle ki: Bazı zatlara göre işitme kuvveti efdaldir. Çünki: İnsanlar diğer hayvanlardan söz söylemek suretiyle ayrılırlar. Sözlerden ise işitme kuvveti vasıtasıyla istifâde olunur. Bir insan işitme gücü sayesinde gözü önünde söylenmeyen şeyleri de işitir. Kör olsa da ilm tahsilinde bulunabilir. Yüce Peygamberlerden bazılarına âmâlık ariz olmuştur, fakat sağırlık arız olmamıştır. Böyle bir arıza onların haklarında caiz değildir. Peygamberlik vazifesini yerine getirmeye mânidir.

Fakat diğer bazı zatlara göre de görme kuvveti daha efdaldir, daha şereflidir. Zira idrâk vasıtalarının en mükemmeli, görme gücüdür. İnsan göz vasıtasiyle en uzaklardaki kudret eserlerini, meselâ göklerdeki nüranî cisimleri müşahede edebilir. Sonra görmek kuvvetinin âleti, nurdan ibarettir, işitmek kuvvetinin âleti ise ancak havadır. Nur havadan şerefli olduğundan artık görme gücü de işitme gücünden üstündür. Bir de yaratılış bakımından gözlerde tecelli eden hikmeti ilâhî hârikaları kulaklardaki hârikalardan daha fazladır. Gözler sahiplerine daha fazla bir güzellik verir, körlük ise bu güzelliği azaltır, sağırlık ise sahibi için bir ayıp sayılmaz.      Hatta deniliyor ki: Hz. Musa, dünyada iken Cenâb-ı Hak'kın kelâmını işitmiş olduğu halde Allah'ın cemâlini görmek temennisinde bulunmuş iken bu şerefe nail olamamıştı. Bu da gösteriyor ki, görmek nimeti, işitmek, nimetinin üstündedir. "Essiracülmünir" de deniliyor ki: Zahir olan da budur.

 

 

 

 

44. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ insanlara hiç bir şey ile zulm etmez. Velâkin insanlar kendi nefislerine zulm ederler.

44.       Bu mübarek âyetler, Rasülü Ekrem'i yalanlayan müşriklerin başlarına gelen felâketlerin hâşâ bir ilâhî zulüm olmayıp yalnız kendi kötü hallerinin bir neticesi olduğunu bildimektedir. Ahiret hayatını inkâr edenlerin o ebedî âlemdeki fecî vaziyetlerini ve dünya hayatının ne kadar geçici, çabucak yok olucu olduğunu o zaman anlamış olacaklarını haber veriyor. Ve o inkarcıların korkutulmakta oldukları felâketlerin bir kısmına daha dünyadalarken de kavuşacaklarını şöylece ihtar buyuruyor: (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ) Bir mutlak âdildir, bütün mahlükatı hakkında lütuf ve ihsanı bolcadır. (insanlara hiç bir şey ile zulm etmez) Allah hakkında zulm düşünülemez. O bütün kâinatın yaratıcısıdır, sahibidir. Mülkünde dilediği şekilde tasarrufa kaadirdir. Bununla beraber onun bütün tasarrufları adalet ve ihsana dayanmaktadır. (Velâkin insanlar kendi nefislerine zulm ederler) Cenâb-ı Hak insanlara hikmet gereği bir kazanma kuvveti vermiştir. İnsanlar hayrı da, şerri de kazanabilirler. Fakat şerri kazanmalarına Cenâb-ı Hak razı değildir. Buna rağmen şerri işlerlerse, yani sahip oldukları kuvveklerini şer tarafına yöneltirlerse Hak Teâlâ da onların haklarında şerri yaratır, çünki ondan başkası yaratıcı yoktur. Bazı hadiseleri insanların arzularına, işlemelerine göre yaratmak ise bu imtihan âleminin muktezasıdır.

 

 

 

45.    O gün ki onları -mahşere- toplayacaktır. Sanki -dünyada-gündüzün bir saat kadar kalmış gibi olacaklardır. Birbirlerini tanıyacaklardır. Allah Teâlâ'ya çıkacaklarını yalan sayanlar, muhakkak ki hüsrana uğramışlardır. Ve doğru yola ermiş olmamışlardır.

45.    (Ve) Resulüm!. O nefislerine zulmeden inkarcılara hatırlat, (o gün ki, onları) Cenâb-ı Hak, yurtlarından, kabirlerinden çıkararak mahşere o hesap yerine (toplayacaktır) onlar (sanki) dünyada (gündüzün bir saat kadar kalmış gibi olacaklardır.) o mahşerin pek korkunç vaziyetine göre dünyadaki, kabirdeki kalmış oldukları müddet, kendilerince pek az bir müddet gibi görülecektir. Ve onlar (Birbirlerini tanıyacaklardır) yani: Onlar kabirlerinden kalkıp mahşere sevkedilecekleri zaman aralarında bir mvarefe, bir tanışma meydana gelecektir. Fakat sonra mahşerin korkunç vaziyeti tesiriyle aralarındaki bu tanışma yok olacak, herbiri kendi derdine düşecektir. Artık dünyada iken âhiret hayatına inanmamış olanlar (Allah Teâlâ'ya) onun manevî huzuruna, mahkeme'i kübrasına (çıkacaklarını yalan sayanlar) bu husustaki dinî haberleri yalanlayanlar (muhakkak ki, hüsrana uğramışlardır) geçici dünya karşılığında ebedî, yüce âhiret nimetlerini feda ederek en büyük zararlara mâruz kalmışlardır. (Ve doğru yola) kurtuluş yoluna (ermiş olmamışlardır) en büyük bir sapıklığa uğrayarak ebedî bir azaba kavuşmuşlardır.

 

 

 

 

46.   Onlara vâd ettiğimiz şeyin bazısını sana göstersek de veya -henüz göstermeden- senin ruhunu alsak da herhalde onların dönüşü bizedir. Sonra Allah Teâlâ onları ne yapacakları üzerine şahittir.

46.    Resulüm!. (Onlara) O müşriklere, o seni inkâr edenlere (vâd ettiğimiz şeyin) azap ve felâketin onlara kavuşacak olan (bazısını) bir gönül rahatlığı için (sana) daha hayatta iken (göstersek de veya) henüz dünyada iken sana göstermeden (senin ruhunu alsak da) onların o fecî hallerini elbetteki, âhirette göreceksindir. Çünkü (herhalde onların dönüşü bizedir) onlar kabirlerinden kaldırıldıktan sonra mahşere azap yurduna sevkedileceklerdir. Rasülü Ekrem de onların o felâketlere mâruz kaldıklarını tamamen görmüş, anlamış olacaktır, (sonra Allah Teâlâ onların) o inkarcıların dünyadalarken (ne yapacakları üzerine şahittir) onların bütün fiil ve hareketlerini görmektedir. Ona göre onları cezaya uğratacaktır. Ne büyük bir ilâhî tehdit!.

 

 

 

 

47.  Her ümmet için bir Peygamber vardır. Artık onlara Peygamberleri geldiği vakit aralarında adaletle hükmedilmiş olur ve onlar zulm olunmazlar.

47.  Bu mübarek âyetler. Son Peygamber Hazretlerinden evvel de her ümmet için bir Peygamber gönderilmiş; o vâsıta ile ilâhî adalet tecelli etmiş, Allah'ın delili tamam olmuş, o ümmetlere zulm edilmemiş olduğunu bildirmektedir. Hakkı kabul etmeyenlerin uğrayacakları azapların zamanını tâyin ise Peygamberlere ait olmayıp Allah'ın ilmine ait bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Ve her ümmetin mukadder olan bir hayat dönemi olup bu hayatın bir dakika bile öne geçmeyeceğini ve geri kalmayacağını ihtar eylemektedir. Şöyle ki: Resulüm!. Senden evvel gelip geçmiş (Her ümmet için) de (bir Peygamber vardır) onları All...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes