> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > Nisa Suresi
Sayfa: 1 [2] 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nisa Suresi  (Okunma Sayısı 7291 defa)
31 Ekim 2009, 20:17:02
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #5 : 31 Ekim 2009, 20:17:02 »






101. Ve yeryüzünde sefer ettiğiniz zaman kâfir olanların size kö-tülük edeceklerinden korkarsanız namazdan kısaltmanız sizin için bir yün ah değildir. Şüphe yok ki, kâfirler sizin için apaçık bir düşman bulunmaktadırlar.

101.  Ey müslümanlar!. (Ve yeryüzünde sefer ettiğiniz) yurdunuzdan ayrılıp sefer sayılacak başka bir yere gittiğiniz (zaman) sizin için bir dinî müsaade vardır. Şöyle ki: (kâfir olanların size kötülük edeceklerinden) üzerinize saldırıda bulunacaklarından (korkarsanız) muhtemel bir endişeden dolayı (namazdan) dörder rekat 11 olanları (kısaltmanız) onları ikişer rekât olarak kılmanız (sizin için bir günah değildir.) bundan dolayı mesul olmazsınız, bu hakkınızda ilâhî bir merhamettir. Ey müminler!, (şüphe yok ki, kâfirler sizin için) tabiatları, yaratılışları ve eğitimleri bakımından (apaçık) düşmanlıkları ortada (bir düşman bulunmaktadırlar) binaenaleyh onlara karşı herhalde ihtiyatlı, uyanık bulunmalıdır.

Bu âyeti kerimede kısaltılmasına müsaade edilen namaza "selâti havf = korku namazı" denilmiştir. Muayyen bir miktar yolculuktan dolayı öğle, ikindi, yatsı namazlarını ikişer rekât kılmanın meşruiyeti de sünneti nebeviye ile, icma'ı ümmet ile sabittir. Sahihi Buhârî ve Müslimde Hz. Âişe radiallahü anha validemizden rivayet olunduğuna göre öğle, ikindi ve yatsı namazları başlangıçta ikişer rekât olarak farz kılınmıştı. Sonra bu farziyet sefer halinde aynen bırakılmış, ikâmet halinde ise bunlar dörder rekata çıkarılmıştır.

§ Sefer = misaferet, lügatte herhangi bir mesafeye gitmektir. Zıddı, ikamettir. Şer'an sefer, muayyen bir mesafeye gitmektir ki, bu mutedil bir yürüyüş ile üç günlük, yani: On sekiz saatlik bir mesafeden ibarettir. Mutedil yürüyüş, yaya yürüyüşüdür ve kafile arasındaki deve yürüyüşüdür. Denizlerde de yelken gemileri ile havanın itidali muteberdir. Bu kadar mesafeye süratle hareket eden bir nakil vasıtası ile bir günde veya birkaç saat içinde gidilse de o yine sefer mesafesi olmaktan çıkmaz. Yolculuk zahmetsiz olmadığı için yolcular hakkında böyle bir müsaade verilmiştir. Böyle bir yolcu, dört rekat 11 farz namazları ikişer rekât olarak kılar. Bu, hanefî mezhebince bir vecibedir. Bıına"kasri s el ât" denir. Fakat İmam Safi iye göre misafir serbesttir, dilerse bu farzları yine dörder rekât olarak kılabilir.

 

 

 

 

 

102.      Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldıracağın zaman on-lardan bir grup seninle beraber namaza dursun, silahlarını da alıversinler. Bunlar secde edince arka tarafınızda bulunsunlar, ve namazı kılmamış olan diğer bir zümre de gelsin seninle beraber namazı kılsın ve ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını da alıversinler. Kâfir olan kimseler arzu ederler ki, siz silâhlarınızdan ve eşyanızdan gafil bıılıınasınız da sizin üzerinize bir baskın ile baskında bıılıınııversinler. Ve eğer size yağmurdan bir eziyet var ise veya siz hasta bulunmuş iseniz silâhlarınızı bırakmanızdan dolayı üzerinize bir günah yoktur. Ve ihtiyat tedbirinizi alınız, şüphe yok ki Allah Teâlâ kâfirler için küçültücü olan bir azab hazırlamıştır.

102. Bu âyeti kerime, düşmanla karşı karşıya bulunan İslâm mücahitlerinin farz namazlarını ne şekilde kılabileceklerini ve düşmanlara karşı herhalde ihtiyatlı bulunmanın lüzumunu göstermektedir. Şöyle ki: Habibim!, (sen) mücahid erlerin (içlerinde olup da) düşmandan çekinmekte bulunduğunuz halde (onlara) o mücahitlere (namaz kıldıracağın zaman onlardan) bir grup beklesin diğer (bir grup seninle beraber namaza dursun) ve bu grup (silahlarını da alıversinler) ihtiyaten yanlarında bulundursunlar, (bunlar secde edince) böyle seninle bir rekâtı tamamlayınca (arka tarafınızda bulunsunlar) bunlar düşmana karşı dıırııversinler (ve namazı kılmamış) düşmana karşı durmakta bulunmuş (olan diğer bir grup da gelsin, seninle beraber) kalan (namazı kılsın ve) bu grup (ihtiat tedbirlerini ve silahlarını da alıversinler) çünkü bu halde İslâm erlerinin ibadetle meşgul olduğuna düşmanların bakışları daha fazla dönmüş olabilir, (kâfir olanlar arzu ederler ki) Temennide bulunurlar ki, (siz) ey müslüman erleri, namaz ile meşgul olduğunuz zaman (silâhlarınızdan ve eşyanızdan gafil bıılıınasınız da sizin üzerinize) ansızın (bir baskın ile baskında bıılıınııversinler) sizin hayatınıza kasdetsinler,       sizin mallarınızı, silâhlarınızı elde ediversinler. Bununla beraber Cenâb-ı Hak, müslümanlar hakkında merhametlidir, kerem sahibidir, onlara her hususta genişlik ve kolaylık göstermektedir, (ve) kısaca (eğer size yağmurdan bir eziyet var ise) silâhlarınızın ıslanmasından, ağırlaşmasından korkuyorsanız (veya siz hasta bulunmuş iseniz) silâhlarınızı yüklenmeniz hastalığınızın artmasına sebep olabilecek ise (silâhlarınızı) yanınıza almayıp da münasib bir yerde (bırakmanızdan dolayı üzerinize bir günah yoktur) bundan dolayı mesul olmazsınız, (ve) bununla birlikte siz yine mümkün olan (ihtiyat tedbirinizi alınız) tâ ki, düşmanlarınız üzerinize anî bir hücumda bulunacak olmasınlar. Fakat onların herhalde hücum edebileceklerini, galip gelecekleri vehmine de düşmeyiniz. (Şüphe yok ki Allah Teâlâ kâfirler için t öldürülmeleri, esir alınmaları, mallarının yağmaya uğraması gibi (küçültücü) zillete düşürücü (bir azab) bir ezilmişlik, bir mağlûbiyet (hazırlamıştır) onlar herhalde lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır. Elverir ki, müslümanlar, dinlerinin yüce emirleri çerçevesinde yaşasınlar. Nitekim saadet döneminde İslâm kuvvetleri az bir zaman içinde düşmanlarını mağlûbiyetlere uğratmış, onların yurtlarını ellerinden almış onları zelil bir durumda bırakmışlardır.

Rivayete göre Rasûlü Ekrem Efendimiz, Benî muharip ve Benî Anmar kabilelerine karşı savaşa çıkmıştı, bunlardan kimseyi göremediler. İslâm erleri silahlarını bırakıverdi I er. Peygamber Efendimiz, tuvalet ihtiyacı için bir derenin öbür tarafına geçmişti, o esnada şiddetli yağmurlar yağdı, seller vücııde geldi. Hz. Peygamber, bir ağaç altında dıımp sellerin kesilmesini bekliyordu. Beni mııharibden "Gavres" adındaki bir şahıs cıkagelmiş, elindeki kılına göstererek: Ya Mııhammed -Aleyhisselâm- seni şimdi bundan          kim kurtaracak, demiş. Yüce Peygamber: Allah Teâlâ kurtarır, demiş ve Ey Allah'ım!. Gavres bin Haris hakkında dilediğin ile benim için yeterli ol, diye duada

bulunmuş. Bunun üzerine Gavres titremeye tutularak elinden kılıcı düşmüştü. Rasûlü Ekrem Hazretleri kılıcı mübarek eline almış, ey Gavres şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?. Diye buyurmuş, Gavres de: Hic kimse kurtaramaz, demişti. Rasûlü Ekrem Hazretleri: Ey Gavres müslüman ol, kılıcını sana vereyim, diye buyurmuş, Gavres de: "Ben müslüman olmam, fakat sana da kas d et m em ve senin aleyhinde bir kimseye de yardımda bulunmam demekle Hz. Peygamber kılıcı Gavres e iade buyurmuştu. Gavres de "elbette sen benden hayırlısın" demiş ve gidip bu hadiseyi kavmine anlatmış, onlardan bir kısmı bu olağanüstü hâdiseden dolayı İslâmiyet'i kabul eylemiştir. Rasûlü Ekrem de eshabı kiramının yanına dönerek bu hadiseyi onlara haber vermiştir, İşte bu âyeti kerime, bu hâdise üzerine nazil olmuş, düşmanlara karşı daima ihtiyatlı bulunmayı ihtar buyurmuştur.

§ S el ât ı havftan maksat: Düşmana veya sel veya yangın veya büyük bir canavar gibi bir tehlike karşısında bulunan bir İslâm cemâatinin kendilerini idare eden yöneticinin ve başka muhterem bir imamın arkasında farz bir namazı nöbetle kılmalarıdır. Şöyle ki: Bu cemaattan bir grup o tehlike karşısında durur, bir grup da o imama uyar, arkasında iki rekat 11 bir namazın bir rekatını, üc rekat 11 bir namazın da iki rekatını ve seferî hükmünde değilseler dört rekat 11 bir namazın da yine iki rekatını İmam ile beraber kılar, birinci oturuşta teşehhütten sonra o grup, meselâ düşman cebhesine gider, diğer grup gelerek imama uyar onunla beraber kalan namazı kılar. Teşehhüdden sonra tekrar cepheye gider, İmam kendi başına selâm verir, namazdan çıkar, birinci grup döner gelir, namazını kıraat siz olarak tamamlar, selâm verir, cepheye gider, bu zümre lâhik hükmünde bulunduğundan kendisine Kur'an okumak lâzım gelmez. Sonra ikinci grup gelir, namazını Kur'an okuyarak tamamlayıp cepheye tekrar döner, bu grup ise mesbuk hükmünde bulunduğundan kendisine Kur'an okumak lâzım gelir.

Rasûlü Ekrem Hazretleri Zatürrika, Batni Nahle, Asfan, Zikarede vak'alarında bu korku namazını kıldırmıştır. Sonra ashabı kiram da mecusiler ile yaptıkları savaşlarda bu namazı kıldırmışlardır.

Korku namazı. İmamı Azam ile İmam Mııhammed'e göre bugün caizdir. Eğer İslâm erleri bir muhterem zatın arkasında namaz kılmayı arzu ederlerse bu suretle namaz kılabilirler. Fakat İmam Yusuf'a göre bu cevaz, saadet zamanına mahsus bulunmuştur. Bununla beraber korku namazı hususunda daha başka müsaadelerde vardır. Şöyle ki: Pek korkunç bir savaş ve saire halinde İslâm erlerinin korkuları artarsa ve binmiş oldukları hayvanlardan yere inmelerinden âciz bulunurlarsa her er binmiş olduğu hayvan üzerinde imkânı olduğu tarafa doğru ima ile namazını kılar, bu da mümkün değilse namazlarını ertelerler. Nitekim Hendek savaşında birkaç vakit namaz kazaya bırakılmıştı.

 

 

 

103. İmdi namazı kılıp bitirdiğiniz zaman ayakta iken ve otururken ve yanlarınız üzerinde iken Allah Teâlâ'yı zikrediniz. Vaktaki emniyet haline gelirsiniz artık namazı tamamiyle eda ediniz. Şüphe yok ki, namaz, müminlerin üzerine muayyen vakitlerde bir farize olmuştur.


103. Bu âyeti kerime, korku namazını müteakip yapılacak zikir ve fikrin vaziyetini ve korkunun gitmesini müteakip namazların bütün erkân ve şartları dairesinde edâ edilmesini bildirmektedir. Şöyle ki: (İmdi) Ey İslâm mücahitler!!, (namazı) korku namazını anlatıldığı şekil üzere (kılıp bitirdiğiniz) o namazdan ayrıldığ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nisa Suresi
« Posted on: 29 Mart 2024, 08:46:57 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nisa Suresi rüya tabiri,Nisa Suresi mekke canlı, Nisa Suresi kabe canlı yayın, Nisa Suresi Üç boyutlu kuran oku Nisa Suresi kuran ı kerim, Nisa Suresi peygamber kıssaları,Nisa Suresi ilitam ders soruları, Nisa Suresiönlisans arapça,
Logged
31 Ekim 2009, 20:23:21
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #6 : 31 Ekim 2009, 20:23:21 »





121.  İşte onların varacakları yer cehennemdir. Ve ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulantıya t aklardır.

121.     (İşte onların) O şeytan ile onun dostlarının, ona tâbi olanların (varacakları yer cehennemdir) orada yanıp duracaklardır, (ve ondan) o cehennemden (kaçıp sığınacak) iltica eyleyecek (bir yer de bulamayacaklardır, şeytana tâbi olup küfr içinde ölecekler) her halde o cehenneme sevkedileceklerdir. Orada ebedî olarak yanıp yakılacaklardır. İmanlarını muhafaza etmiş olan günahkâr kullar da herhalde cehenneme geçici olarak atılmayı hak etmiş kimselerdir, meğer ki Allah'ın mağfireti imdatlarına yetişsin. Binaenaleyh daha dünyada iken uyanmalı, şeytanın aldatmalarına kapılmamalı, insanlık icabı bir günah işlenilmiş ise hemen tövbe ve istiğfar edilmelidir ki, geleceğin selâmetinden emniyet meydana gelmiş olsun.

 

 

 

 

 

122.      Ve o kimseler ki imân ettiler, ve iyi iyi işler yaptılar. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere orada ebedî olarak kalıp d ur-m ak üzere elbette girdireceğiz. Allah Teâlâ (bunu) hak bir söz ola-rak vâdetti. Allah Teâlâ'dan daha gerçek sözlü kim vardır?.

122. Bu mübarek âyetler, imân ve salih âmâl sahiplerinin nail olacakları, uhrevî mükâfatları müjdelemektedir. Ahirette sevaba kavuşmanın ise hiçbir milletin yalnız hayal ve düşüncesine tâbi olmayıp herkesin yaptığı fenalıktan dolayı cezaya uğrayacağını şöylece ihtar buyurmaktadır. Dinden mahrum olanlar, ebedî ziyana uğrayacaklardır. (Ve o kimseler ki, imân ettiler) İslâm dinini kalben tasdik ve lisânen ikrar eylediler (ve iyi iyi İşler yaptılar) üzerlerine düşen ibadetleri, vazifeleri ifa ettiler, işte onlar ebedî nimetlere nail olacaklardır. Şöyle ki: (onların altlarından ırmaklar akar cennetlere orada) o cennetlerde (ebedî olarak kalıp durmak üzere elbette girdireceğiz) orada sonsuza kadar kalıp mükâfata nail olacaklardır. (Hak Teâlâ (bunu) hak bir söz olarak vâdetti) onları öyle cennetlere girdireceğini Cenâb-ı Hak vadetmiştir. Bu vaad gerçeğin kendisidir, mutlaka gerçekleşecektir, (ve Allah Teâlâ'dan daha gerçek sözlü) vadinde sadık (kim vardır) artık nasıl olur da bir insan bu ilâhî vaade kavuşmak için imanda, güzel amellerde bulunmaz da şeytanların kuruntularına, vesveselerine kapılır, hakiki istikbâlini mahveder gider.

 

 

 

 

123. Sizin kuruntularınızla değildir, ehli kitabın kuruntuları ile de değildir. Her kim bir kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ve kendisi için Allah T e âlâ'd an başka ne bir yar ve ne de bir yardımcı bulamaz.

123.   Ey müslümanlar!. Cenâb-ı Hak'kın vaad buyurduğu sevaplar, mükâfatlar öyle (sizin kuruntularınızla değildir) bunlar öyle kuru arzulara ve düşüncelere göre meydana gelecek değildir ve (ehli kitabın kuruntuları ile de değildir) biz ehli kitabız diye öyle mükâfatları hak etme hayallerinde bulunmalariyle değildir. Bilakis hakiki bir imân iledir ve salih ameller iledir. Binaenaleyh, (her kim bir kötülük yaparsa onunla) ya dünyada veya âhirette (cezalandırılır) bazı kimseler, yaptıkları fenalıkların cezasını daha dünyada iken görür, bazı kimseler de âhirette göreceklerdir. Ekseri mü'minler kusurlarının cezalarını dünyada görürler, uhrevî cezadan kurtulmuş olurlar. Ehli küfrün bir çoğu da bir kısım cezalarını dünyada görmeseler de onların hepsi de cehenneme aday olduklarından bütün cezalarını âhirette göreceklerdir. (Ve) hiç bir kimse (Kendisi için Allah Teâlâ'dan başka ne bir yar) hakiki bir dost, onu affa kadir bir yetkili (ve ne de bir yardımcı bulamaz.) kimse onu koruyamaz, onu cezadan kurtaramaz. O halde daha dünyada iken hayatı tanzim etmeli, kulluk vazifelerini yerine getirmeli, Cenab'ı Hak'kın korumasına, af ve mağfiretine sığınmalıdır.

§ Rivayete göre ehli kitap denilen Yahudiler ile Hıristiyanlar, müslümanlara karşı iftihar ederek: Bizim Peygamberimiz, sizin peygamberinizden öncedir, bizim kitabımız da sizin kitabınızdan önce gelmiştir. Binaenaleyh biz Allah Teâlâ'ya sizden daha Iâyikiz demişler, müslümanlar da: Bizim Peygamberimiz son peygamberdir ve bizim kitabımız sizin kitabınızı tasdik ediyor, ve biz sizin kitabınıza imân etmiş olduğumuz halde siz bizim kitabımıza imân etmiyorsunuz, o halde daha lâyık olanlar bizleriz, demişler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuş, Cenâb-ı Hak'kın sevap ve mükâfat hakkındaki vadi öyle insanların kuruntularına göre değildir, yalnız kuruntu ile ona hak kazanmak meydana gelmez, ancak imân ile salih amellerle meydana gelir diye bu hakikati ihtar buyurmuştur.

 

 

 

 

124.  Ve erkekten ve kadından herhangi bir kimse, mü'min olduğu halde iyi işlerden birşey işlerse işte onlar cennete gireceklerdir ve bir çekirdeğin arkasındaki bir çukurcuk kadar bile zulme uğramayacaklardır.

124. (Ve erkekten ve katından herhangi bir kimse) herhangi bir kavim (mü'min olduğu halde iyi işlerden birşey işlerse) onun mükâfatını görecektir. Fakat yapılacak güzel amellerin Allah katında makbul olması için evvelâ imân lâzımdır. Mü'min olmayanların amelleri Allah katında makbul, kendilerini cehennem azabından kurtarmaya vesile olamayacaktır. İmândan başka salih ameller de lâzımdır. Bununla beraber her mü'min sâlih amellerin tümüyle mükellef değildir. Meselâ: Fakir olan bir mü'min zekât ile mükellef değildir. Yine bir mü'min nafile, mendup olan amellerin hepsini yapabilecek bir durumda bulunamaz. Binaenaleyh herhangi bir mü'min mükellef ve gücünün yettiği herhangi bir salih ameli ifa ederse (işte onlar) öyle güzel amellerde bulunanlar (cennete gireceklerdir) bir imân sahibi günahından dolayı affa mazhar olmayıp cehenneme girse de bu geçicidir, yine oradan çıkarak cennete girecektir. Bunların cezaları geçici olduğu için cennete girmeden evvel görülecektir, cennet hayatı ise sonsuz olduğundan bir kesintiye uğramayacaktır. Artık hiçbir mü'min cennete girdikten sonra oradan çıkarılmayacaktır, (ve bir çekirdek arkasındaki bir çukurcuk kadar) yani: Amellerinin sevabından en az, en cüz'î bir miktar bile eksiltilmek suretiyle (zulme uğramayacaklardır) lâyık oldukları sevaplara      tamamen kavuşacaklardır. Nitekim günahkâr olanların cezaları da lâyık oldukları miktarlardan en az bir derecede bile artırılmayacaktır. Çünki Hak Teâlâ Hazretleri mutlak adalet sahibidir. Merhametlilerin en merhametliyidir

 

 

 

 

125. Ve din itibariyle daha güzel kimdir, o kimseden ki, muhsin olduğu halde yüzünü Allah Teâlâ'ya teslim et m i;, ve hânif olarak İbrahim'in milletine tâbi olmuştur. Allah Teâlâ da İbrahim'i bir dost edinmiştir.

125.       Bu mübarek âyetler, en mükemmel şekilde dindar olan zatların özelliklerine işaret etmekte ve Cenâb-ı Hak'kın bütün kâinata sahip ve her şeyi ilmi ve kudreti ile kuşatmış olduğunu bildirmektedir. Şöyle ki: (Ve din itibariyle daha güzel kimdir?.) Yani Daha güzeli yoktur (o kimseden ki muhsin olduğu) yani mü'min olup iyilikleri ifa, kötülükleri terkettiği ve Cenâb-ı Hak'ka, yüce huzurunda bulunuyormuş gibi halisane ibadette bulunduğu (halde yüzünü Allah Teâlâ'ya teslim etmiş) tam bir ihlâs ile hakka yönelerek kulluk arzetmiş (ve hânif olarak) yani: Diğer dinlerden beri olup hak dine girmiş bulunarak (İbrahim'in milletine) İslâm dinine muvafık olan İbrahim'in dinine (tâbi olmuştur) Allah'ın birliğini tasdik edip bâtıl inançlardan uzak bulunmuştur. (Allah Teâlâ da İbrahim'i) saf, samimi bir sevgili bir Yüce Peygamber (bir dost edinmiştir) onu böyle bir şeref ve seçkinliğe nail kılmış onun kadrini bir takım ikramlar ile yükseltmiştir.

§ Halil lâfzı, hu 11 et kelimesinden bir vasıftır. Hu 11 et ise: Pek samimî bir dostluk demektir, kalbi işgal eden bir muhabbet ve sevgiden ibarettir, sevgiliden başkasından kalbin tahliye edilmesidir. Samimi bir muhabbet ve ihlâsa, bir zat ile sırdaş, karşılıklı bir muhabbete sahip olmak da bir hullettir, ilâhî sırların bir kalbi kuşatması da bir hullettir. İşte Hz. İbrahim de Allah'ın muhabbetine nail, muhterem bir Peygamber olduğundan kadrini yüceltmek için kendisine Halilullah denilmiştir. Yoksa onun Halilullah olması, Cenab'ı Hak'kın ona bir ihtiyacından veya onun bütün ilâhî sırlara vakıf olmasından dolayı değildir. Binaenaleyh onun bu unvana, bu şerefe kavuşması onun kulluk mertebesinin üstünde olmasını gerektirmez. Keşşafı ıstılahatilfünunda anlatılmış olduğu üzere Peygamber Efendimize de Halilullah unvanı verilmiş olduğunu bir hadisi şerif bildirmektedir. Ve aynı zamanda Peygamber Efendimiz Habibullah unvanına da sahiptir ve peygamberlerin ve mürsellerin sonuncusu olup, peygamberliği bütün insanlığa ait bulunmuştur. Binaenaleyh Rasûlü Ekrem Efendimiz bütün peygamberler ve mürseller hazretlerinin üstünde bir rütbeye sahiptir. Şu da malumdur ki İbrahim Aleyhisselâm'ın pek muhterem bir zat olduğunu ehli kitap da Arap müşriklerin! de tasdik etmekte ve onunla iftihar eylemektedirler. Özellikle araplar, Hz. İbrahim'in neslinden olmakla da ayrıca övünmektedirler. O halde Hz. İbrahim ile aynı din ve milliyete sahip ve bütün Peygamberleri ve özellikle Hz. İbrahim'in kıymetini, yüceliğini tasdik eden İslâm dininden daha güzel inanca sahip kim olabilir?. Binaenaleyh Hz. İbrahim'i tasdik edip yücelten milletler, İslâm milletini de takdir ve İslâmiyet'in hak olduğunu itiraf etmeli değil midir?, İşte bu âyeti kerime, bu hususa da, işareti içermektedir.

 

 

 

 

 

126.  Göklerde ne varsa, yeryüzünde de ne varsa hepsi de Allah Teâlâ'nındır. Ve Allah Teâlâ her şeyi kuşatmış bulunmaktadır.

126. (Göklerde ne varsa ve yeryüzünde ne varsa) ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ekim 2009, 20:28:21
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #7 : 31 Ekim 2009, 20:28:21 »





141.  Onlar ki, sizi gözeli verirler, eğer sizin için Allah Teâlâ'dan bir zafer olursa biz de sizinle beraber değilmiydik derler. Ve eğer kâfirler için bir pay olursa biz size galip gelmez miydik ve size mü'minlerin saldırısını engeller olmadık mı derler. Artık Allah Teâlâ kıyamet gününde aranızda hükmedecektir. Ve elbette Allah Teâlâ kâfirler için mü'minler aleyhine bir yol vermeyecektir.

141. Bu âyeti kerime de münafıkların şahsî menfaatleri için ne kadar dönek olduklarını ve hakiki mü'minlerin kâfirlere karşı Allah'ın korumasında bulunduklarını şöylece bildirmektedir. (Onlar ki) o münafıklar ki, ey müslümanlar!, (sizi gözetiverirler) sizin işlerinize, zafere nail olup olmayacağınızı beklemede bulunurlar, (eğer size Allah Teâlâ'dan bir zafer olursa) bir fetih ve ganimet yüz gösterirse (biz de sizinle) dinde, cihadda (beraber değil miydik?.) biz size yardımcı bulunmuyor mu idik. Artık bize de ganimetten hisse vermez misiniz?, (derler) kendilerini müslüman gösterirler, (ve eğer kâfirler için) savaştan (bir nasib olursa) bir kazanç elde edebilirler  ise bu takdirde münafıklar, o kâfirlere hitaben (biz size galip gelmez miydik) biz sizin aleyhinize savaşa katılsa idik sizi mağlûp, öldürülmüş bir hâle getiremez mi idik, halbuki, öyle aleyhinize harekette bulunmadık (ve size mü'minlerin saldırısını) musallat olmasını bir takım hilelere, aldatıcı sözlere tevessül ederek (engelleme) ile sizi himaye (eder olmadık mı?, derler) o kâfirlere karşı böyle taraftar olduklarını söyler, minnette bulunurlar, onların elde edebildikleri şeylerden kendilerine de hisse ayırmalarını isterler. (Artık Allah Teâlâ kâfirler için mü'minler aleyhine bir yol vermeyecektir) herhalde İslâmiyet ufuklara yayılacaktır. Herhalde İslâmiyet'in hak oluşu, yüceliği, binlerce deliller ile diğer dinler üzerine galip gelecektir. Bir hikmet ve imtihan yoluyla müslümanlar bazen dünyada mağlûb olsalar da bu geçicidir, kökünden yok etme şeklinde değildir, İşin sonu veya uhrevî hayat itibariyle galibiyet, selâmet ve saadet müslümanlara mahsustur. Hakiki dinden mahrum olanlar ise işin sonunda mağlûbiyete düşecek cehennemde ebediyen azap görüp duracaklardır.

 

 

 

 

 

142. Şüphesiz münafıklar Allah Teâlâ'ya karşı hilede bulunmak is-terler. Halbuki olan tuzağa düşüren o'dur. Ve namaza kalktıkları zaman tenbelcesine kalkarlar, insanlara gösterişle bulunurlar ve Allah Teâlâ'yı pek az anarlar.

142.       Bu mübarek âyetlerde münafıkların pek cahilce, mütereddidce hallerini ve bedî mahrumiyete mâruz bulunacaklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (Şüphesiz münafıklar) Kendi bâtıl zanlarına göre (Allah Teâlâ'ya karşı hilede) aldatmak hareketinde (bulunmak isterler) asıl gizledikleri kanaatlerinin zıddını göstererek kendilerinden kâfirler hakkında icap eden öldürme ve kovma gibi dünyevî hükümleri uzaklaştırmak kasdında bulunurlar. Hâşâ Allah Teâlâyı onun Peygamberini aldatacaklarını zannederler, (halbuki onları) O münafıkları asıl (hüd'aya düşüren) onları o hüd'aları yüzünden cezaya uğratacak olan (o'dur) O Yüce Yaratıcıdır. Onların o münafıkça hallerini Peygamberine haber veren, onları âleme rezil eden, onları âhirette ebediyen cezalandıracak olan o bilen ve hikmet sahibi olan mabuddur. Onların öyle dünyada geçici olarak canları korunmuş, malları korunmuş olarak bırakılmaları haklarında asıl bir tuzaktır ki, bu yüzden âhirette pek elim bir azaba uğrayacaklardır, onlar ise bundan habersiz bulunmaktadırlar, (ve) O münafıklar, mü'minler ile beraber namaza kalkdıkları zaman tenbelcesine) ağırlanarak, zoraki bir his ile (kalkarlar) ve onlar bu namazlarıyle (insanlara gösterişte bulunurlar) tâki kendilerini mü'min sansınlar, (ve Allah Teâlâ'yı pek az anarlar) pek az namaz kılarlar insanların olmadığı yerde namazda, niyazda bulunmazlar. İşleri güçleri hep gösterişten ibarettir.

 

 

 

 

 

143.  Onun arasında bocalayıp duruyorlar. Ne onlara nede bun-lara mensup, ve her kimi ki, Allah Teâlâ sapıtırsa artık ona elbette bir yol bulamazsın.

143.    O münafıklar (onun) o imân ile küfrün veya mü'minler ile kâfirlerin (arasında bocalamaktadırlar) şeytan onları şaşkın bir hâle düşürmüştür, (ne onlara) mü'minlere (ne de bunlara) kâfirlere (mensub) değildirler. Öyle ikisi arasında bocalar, şaşkın bir halde bulunmaktadırlar, (ve her kimi ki) hidâyete, Allah'ın muvaffakiyetine kabiliyetsizliğinden dolayı (Allah Teâlâ sapıtırsa) dalâlete düşürürse (artık ona elbette bir yol) kendisini hidâyete erdirecek bir yol (bulamazsın.) Evet... Kendi fıtretini kötüye kullanıp da sırf dünya varlığı için münafıklık yapan, bu sebeble hak ve sevaptan, hidayetten, İslâm nurundan mahrum kalan bir şahıs için bir yardım eden bulunamaz. Artık böyle bir elem verici sonu düşünmeli!.

 

 

 

 

 

144.  Ey imân etmiş olanlar!. Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyiniz. İster misiniz ki, Allah için aleyhinize bir apaçık hüc-cet edinçsiniz.

144.       Bu mübarek âyetler, müslümanları ikaz etmektedir, kendi kutsî dinlerine düşman olup bu yüzden ebedî olarak azap görecek olan kâfirleri münafıkları dost tutmamalarını kendilerine ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey imân etmiş olanlar) Ey İslâmiyeti kabul etmiş, Allah'ın dinine samimî şekilde intisab şerefine nail olmuş bulunanlar!, (mü'minleri) din kardeşlerini (bırakıp da) onlar ile muhabbet, sevgi, ve dayanışmada bulunmayı? da münafıklar gibi (kâfirleri dostlar edinmeyiniz) onlar sizin asıl düsmanlarınızdır. Onlara yönelmek münafıklara mahsus bir rezilliktir. Artık onları tutup da din kardeşleriniz nasıl bırakabilirsiniz?, (ister misiniz ki) böyle kâfirlere dost olmak yüzünden (Allah T e âlâ için aleyhinize bir apaçık delil edinçsiniz?.) sizin de münafık kimseler olduğunuza dâir bir buhran, bir açık delil meydana gelmesini arzu eylermisiniz? Böyle bir alçaklığa nasıl cür'et edebilirsiniz. O halde ye mü'minleri. Siz, münafıklar gibi harekette bulunmayınız.

145. Şüphe yok ki; münafıklar ateşin en aşağı tabakasın dadı rl ar. Ve elbette onlar için bir yardımcı da bulamazsın.

145.       (Şüphe yok ki, münafıklar ateşin) Cehennemin (en aşağı) en derin bulunan (tabakasındadırlar) çünki münafıklar, kâfirlerin en kötüsü oldukları için böyle bir azaba lâyıktırlar. Onlar müslümanlar ile alay ederler, müslümanların aleyhinde tuzaklar, hileler meydana getirirler, fırsat buldukça İslâm düşmanlarına katılarak müslümanların hayatına suikasitte bulunurlar, (ve elbette onlar için) o münafıklar hakkında (bir yardımcı da bulamazsın) ki, Allah'ın azabına mâni olarak, onları cehennemden çıkarmaya yardım ediversin. Binaenaleyh öyle münafıkça hareketlerden son derece sakınmalıdır.

 

 

 

 

 

146.     Ancak o kimseler ki tövbe ettiler, ve hallerini İslahta bulun-dular ve Allah Teâlâ'ya iltica ediverdiler, ve dinlerini Allah Teâlâ için halisane kıldılar onlar müstesna. İste onlar mü'minler ile be-raberdirler. Mü'minlere ise Allah Teâlâ elbette pek büyük mükâfat verecektir.

146.   Bu mübarek âyetler de, gerçekten tövbe ve istiğfar eden, Cenab'ı Hakka sığınan, samimi olarak dindar olmaya başlayan kimselerin de diğer mü'minler gibi uhrevî mükâfata nail, Allah'ın azabından emin olacaklarını söyle müjdelemektedir. (Ancak o kimseler ki) Nifaktan dönüp (tövbe ettiler ve) nifak zamanında iken bozmuş oldukları (hallerini ıslâhta bulundular ve Allah Teâlâ'ya iltica) edip onun rızasını taleb ve İslâm dinine tutunup iltica (ediverdiler ve dinlerini) gösterişten beri (Allah için halisane kıldılar) ibadet ve itaatlariyle ancak Allah rızasını istediler, iste (onlar) öyle hallerini, hayatlarını ıslah ve tanzim eden, tövbe ve istiğfar eden kimseler (müstesna) artık onlar münafıklıktan kurtulmuştur. Artık (onlar) cennette (mü'minler ile beraberdirler) onlar da diğer mü'minler gibi mükâfata nail olacaklardır, (mü'minlere ise Allah Teâlâ elbette pek büyük mükâfat verecektir) onlar da bu mükâfata iştirak edeceklerdir. Günahından tövbe eden kimse o günahı hiç islememiş kimse gibidir.

 

 

 

 

 

147.  Eğer şükreder ve imân etmiş olursanız. Allah size ne diye azap etsin? Allah sükredenlerin mükafatlarını verir, yaptıklarını bilir.

147. Ey Allah Teâlâ'nın kulları!. (Eğer) nail olduğunuz nimetelre (şükreder) ve Allah Teâlâ'ya gerektiği gibi (imân etmiş olursanız) artık Cenâb-ı Hak size azap eder mi?. Hak Teâlâ, kendinden hiçbirseye muhtaç değildir. Menfaatleri sağlamak ve zararları defetmek ihtiyacından uzaktır. Kullarını bir takım mükâfat ve cezaya tâbi tutmuş olması, bir hikmet ve menfaate dayanmaktadır, onları güzel amelleri ifaya, çirkin hareketlerden sakınmaya sevk içindir, âlemin nizamını düzenli bir halde devam ettirmek içindir. Binaenaleyh Ey Allah Teâlâ'nın kulları!. Siz güzel amelleri yapıp çirkin şeylerden sakınınca o Yüce Yaratıcı sizlere azap etmez!.. (Allah size ne diye azap etsin) siz öyle durumunu ıslah etmiş kimseler olduktan sonra size azap etmek o Yüce Yaratıcının şefkat ve keremine lâyık olmaz. (Halbuki, Allah Teâlâ sâkirdir),  kullarının güzel amelleri az da olsa yine onlara kat kat sevap verir ve (bilendir) bütün olayları tam manâsıyla bilir, bu cümleden olmak üzere sizin imanınızı da bilir, ondan dolayı size mükâfat verir ve sizi mükâfat sız bırakması asla düşünülemez.

 

 

 

148. Allah Teâlâ (irkin lâkırdının açıklanmasını sevmez, zulmedilmiş olan başka. Ve Allah ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ekim 2009, 20:34:07
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #8 : 31 Ekim 2009, 20:34:07 »





161.    Ve faizi, ondan nehy edilmiş oldukları halde, alıvermeleri se-bebiyle ve insanların mallarını, haksız yere yemeleri sebebiyle. Ve onlardan kâfir olanlara elim bir azab hazırladık.

161. (Ve ribayı) faizi ve diğer faiz muamelelerini (ondan yasaklanmış oldukları halde alıvermeleri sebebiyle) o mahrumiyete düşmüşlerdir (ve insanların mallarını haksız yere) meselâ: Rüşvet yoluyla gerçeğe aykırı şahitlik yoliyle ve diğer haram olan yollardan biriyle alıp (yemeleri sebebiyle) onlara bir ceza olarak evvelce helâl olan bir takım temiz şeyleri haram klıdık, (ve onlardan kâfir olanlara) küfürlerinde İsrar edip tövbe ve istiğfar etmeyenlere (acıklı bir azab hazırladık) dünyada temiz şeylerin helâl olmasından mahrum kaldıkları gibi âhirette de cehennem azabına mâruz kalacaklardır. Artık devam eden bir küfür ve sapıklığın neticesi bundan başka değildir.

 

 

 

 

 

162. Fakat onlardan ilimde mütehassıs olanlar ve mü'min olanlar sana indirilmiş, olana ve senden evvel indirilmiş olana inanırlar, ve namazı dosdoğru kılanlar ve zekâtı verenler, ve Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân edenler, var ya işte onlara elbette büyük bir mükâfat vereceğizdir.

162.     Bu âyeti kerime doğru ve kesin bir ilme sahip olan, bütün dinî esasları imân edip dinî vazifelerini ifa eden bütün mü'minlerin pek büyük, müstesna bir mükâfata nail olacaklarını müjdeliyor. Şöyle ki: (Fakat onlardan) ehli kitaptan Abdullah Ibni Selâm ve arkadaşları gibi (ilimde mütehassıs olanlar) din ilminde yetki, yetenek sahibi bulunanlar (ve) mutlak olarak, muhacirini kiram ve ensarı kiram gibi (mü'min olanlar) Habibim!, (sana indirilmiş olana) Kur'an-ı Kerim'e (ve senden evvel) diğer Peygamberlere (indirilmiş olana) Tevrat, İncil gibi semavî kitaplardan herbirine (inanırlar) bunların birer ilâhî kitap olduğunu tasdik ederler, (ve) özellikle en mühim bir dinî vazife olan (namazlarını dosdoğru) bütüm erkân ve şartlarına riâyet etmek suretiyle (kılanlar ve) mükellef oldukları (zekâtı verenler ve Allah Teâlâ'ya) onun varlığına, birliğine, yaratıcılık ve i I âh lığına (ve âhiret gününe) bir yevmi kıyametin zuhura geleceğine ve onun bir ebedî mükâfat ve ceza âlemi olduğuna (inananlar) var ya (işte) onlar yukarıda azaba uğrayacakları bildirilen ehli inkârdan müstesnadırlar, (onlara elbette büyük bir mükâfat vereceğizdir.) Onlar o güzel itikatlarının, amellerinin mükafatlarını fazlasıyla göreceklerdir. Onlar cennetlere nail. Allah'ın cemâlini görme saadetine kavuşacaklardır. Ne muazzam, ebedî bir mükâfat...

 

 

 

 

 

163.   Muhakkak biz sana vahy ettik, Nuh'a ve ondan sonraki Peygamberlere vahy ettiğimiz gibi ve İbrahim'e, İsmail'e, Ishak'a, Yakub'a, Es bat'a, İsa'ya, Eyüb'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahy eylediğimiz gibi ve Davud'a Zebur'u verdiğimiz gibi.

163. Bu mübarek âyetler, son peygamber efendimizin insanlığa peygamber gönderilmesi ve ona Kur'an'ı Kerim'in inmesi, diğer peygamberlerin gönderilmeleri ve kendilerine ilâhî vahyin gelmesi gibi olduğundan drtık onun peygamberliğini inkâra ve kendisine bir kitabın birden inmesini istemeye mahal bulunmadığını ihtar mahiyetinde bulunmuştur. Şöyle ki: Resulüm Ya Muhammedi. Aleyhisselâm (muhakkak biz sana vahy ettik) İslâm'ın hükümlerini Cibrili Emin vasıtasıyle tebliğ eyledik, insanlığın ikinci babası sayılan (Nuh'a ve ondan sonraki Peygambere vahy ettiğimiz gibi) bu vahy hususunda seninle senden evvelki Peygamberlerin durumu, vaziyeti eşittir. Bu cümleden olarak (İbrahim'e, İsmail'e, Ishak'a, Yakub'a, Esbat'a) Hz. Yakub'un Hz. Yusuf gibi evlât ve torunlarına (İsa'ya, Eyüb'e, Yunus'a, Harun'a, ve Süleyman'a vahy eylediğimiz gibi) artık ehli kitap, bunlardan ne için habersiz bulunuyorlar, ne için senin başka türlü vahye mazhar olmanı istiyorlar?. Onların başka türlü vahy, başka türlü kitab inmesini istemeye ne selâhiyetleri vardır?, (ve Davud'a Zebur'u verdiğimiz gibi) sana da o şekilde Kur'an'ı Kerim'i âyet âyet, süre süre indirdik, artık Kur'an'in başka türlü verilmesini, birden inmesini neden istiyorlar. Cenab'ı Hak, ilâhî kitabını dilediği şekilde indirir. Buna kimse karışamaz.

§ Zebur; yüz elli sureden meydana gelen övgü ve saygı, va'z ve nasihati kapsayan ilâhî bir kitaptır.

§ Vahy; Lügatte kelâm, göndermek, işaret, ilham, bir şeyi gizlice bildirmek mânâlarında kullanılmıştır. Böyle hafiyyen bir şeyi bildirmeğe "iyha" denir. Şeriat dilinde vahy, Cenâb-ı Hak'kın dilediği şeyleri Peygamberlerine birer yol ile bildirmesi ve anlatması ve öğretmesi demektir. Vahy'in şöyle muhtelif yolları, mertebeleri vardır.

(1)  Doğru rüya yoludur ki, ilâhî vahy, peygamberin gönderilişinin başlangıcında çoğunlukla doğru rüya ile zuhur eder. Tâki alışıklık meydana gelsin.

(2)  İlham yoludur ki, Cenab'ı Hak dilediği şeyleri Yüce peygamberlerin kalblerine uyanık bir halde iken vasıtasız olarak ilka ve ilham buyurur.

(3)  Hitap yoludur ki, Hak Teâlâ Hazretleri dilediği Peygamberine dilediği hükümleri melek vasıtasıyle olmaksızın ilham eder ve anlatır. Hz. Musa'ya Tevrat levhaları bu şekilde nazil olmuştur. Ve o Yüce Peygamber'e Tur dağında ilâhî emirlerini vasıtasız olarak bir hitab şeklinde tebliğ buyurmuştur.

(4)    Melek göndermek yoludur ki. Yüce Allah dilediği peygamberine dilediği şeyleri melek vasıtasıyla tebliğ ve ilham buyurur. Cibril Emin'in vakit vakit gelip Kur'an âyetlerini Rasûlü Ekrem Efendimize tebliğ buyurmuş olduğu gibi.

İnsanlara gizlice telkin edilen yakışıksız sözlere, bozguncu, şeytanî vesveselere de lügat mânâsı itibariyle "vahy" denilmiştir.

§ İlham tabiri de lügatte: Haber vermek, anlatmak feyiz yoluyla kalbe düşen malûmat demektir. Vahy tabiri, ilhamdan daha kapsamlıdır. Çünkü vahy, ilham yoluyla olduğu gibi, diğer yollar ile de olabilir. Maamafih bir diğer bakımdan da ilham, vahiden daha kapsamlıdır. Zira evliyaullahın kalblerine doğan bazı ilâhî sırlar ilâhî ilimlerde bir nevi ilham eseridir. Fakat bu, vahy sayılmaz.

Her vahy ise bir Rabbani ilham, bir ilâhî tebliğdir. Bir de ilham, bazı zatların kendi şahıslarına ait bir tecelli eseri olabilir. Vahy ise umuma yönelik hükümleri kapsayan ve Yüce Peygamberlere mahsus bir imtiyaz sayılır.

 

 

 

 

 

164. Ve evvelce kıssalarını sana bildirdiğimiz Peygamberleri ve kıssalarını sana bildirmediğimiz Peygamberleri gönderdik. Ve Allah Teâlâ Musa ile hitap yoluyla konuşmuştur.

164.    (Ve) Ey Habibim!. Bu âyetlerin inmesinden evvel veya bugünkü günden önce (kıssalarını sana bildirdiğimiz) kendilerine dâir sana malûmat verdiğimiz (Peygamberleri) gönderdik, kavimleri dine davete memur ettik (ve kıssalarını sana) şimdiye kadar (bildirmediğimiz) kimler olduğuna dâir sana malûmat vermediğimiz bir nice (Peygamberleri) de (gönderdik) insanlığı ilâhî dinden haberdar etmeğe memur kıldık. O halde Ey Son Peygamber! Senin risâlet ve peygamberliğin neden çok görülsün, neden tasdik edilmesin ki, senin peygamberlik ve risâletin sair Peygamberlerin nübüvvet ve risaleti gibi mucizelerle sabittir, temliğine memur olduğun hükümlerin yüceliği de buna şahittir, (ve Allah Teâlâ Musa ile) en yüksek bir vahy mertebesi olmak üzere (hitap yoluyla) meleklerin vasıtasıyla olmaksızın (konuşmuştur) ilâhî hükümlerini Tevrat kitabını o Yüce Peygamberine bu şekilde birden vahy ve tebliğ buyurmuştur. Artık Rasûlü Ekrem'in vahye mazhar oluşu, ona da Kur'an'ın hikmet gereği âyet âyet, sûre sûre inişi neden uzak görülsün. Evet... Son Peygamber Hazretleri de mîrac gecesinde vasıtasız ilâhî vahye. Rabbani hitaba nail bulunmuştur. Ve ona Kur'an'ı Kerim'in öyle farklı zamanlarda inişi ise bir hikmeti ilâhîye icabıdır, bir ilâhi lütuf gereğidir. Çünki bütün Islâmî hükümler İslâm'ın başlangıcında birden tebliğ edilecek olsa idi, mükellefler için pek ağır görülebilirdi, fakat öyle azar azar inmesi ile mükelleflere kolaylıklar gösterilmiş, yavaş yavaş alışıklık meydana gelmiş, o'da bu müslümanlar hakkında bir ilâhî rahmet eseri bulunmuştur.

§ Peygamberlerin sayısını Cenab'ı Hak bilir. Bir hadisi şerife göre Nebilerin (Peygamberlerin) sayısı yüz yirmi dört bindir. Bunların üçyüz otuzu Resûllük vasfına da sahiptir. Diğer bir rivayete göre de Nebilerin adedi ikiyüz yirmi dört bindir. Kur'an'ı mübinde yirmibeş Yüce Peygamberin mübarek isimleri açıkça bildirilmiştir.

 

 

 

 

 

 

165.     Müjdeleyici ve korkutucu oldukları halde Peygamberler -gön-derdik ki- o peygamberlerden sonra insanlar için Cenab'ı Hak'ka karşı bir mazeret bulunmasın. Ve Allah Teâlâ güçlüdür, hikmet sahibidir.

165.       Bu mübarek âyetler. Peygamberlerin ne gibi vazifelerle ve ne gibi bir hikmete binaen gönderilmiş olduklarını bildiriyor. Ve Son Peygamber Hazretlerinin peygamberlik ve risaletine ilâhî bir kitap Kur'an'ı Kerim ile Cenâb-ı Hak'kın ve meleklerin şahadette bulunduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İnsanları hak dine davet edip imân edenleri sevap ile (müjdeleyici ve) kâfir olanları da azap ile (korkutucu oldukları halde) insanlık âlemine (Peygamberler -gönderdik- ki o Peygamberlerden sonra) onlar hak dini tebliğ için insanlar arasına geldikleri sebebiyle artık (insanlar için) biz hak dinin neden ibaret olduğunu, üzerimize ne gibi dinî vazifelerin düştüğünü bilmiyorduk diyerek (Cenâb-ı Hak'ka karşı bir mazeret) bir hüccet, nefis müdafaası için bir delil, bir bahane (bulunmasın) binaenaleyh Peygamberler gönderilmiştir, onlar şer'î hükümleri ümmetlerine tebliğ etmişlerdir. Artık hak'ki kabul etmeyen hiçbir millet,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Mart 2016, 23:05:55
Nursima 7

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 674



« Yanıtla #9 : 31 Mart 2016, 23:05:55 »

Selamun aleyküm ve rahmatululahi ve berakatuh.Nisa Suresi Kur'an-ı Kerim'in dördüncü suresidir ve 176 ayetten oluşur.Ayrıca ''Nisa'' kelimesi kadınlar anlamına gelir.Rabbim bizlere iyi Kur'an-ı Kerim okumayı,hatim indirmeyi nasip etsin inşAllah.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: 1 [2] 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes