> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > Maide Suresi
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Maide Suresi  (Okunma Sayısı 2480 defa)
02 Kasım 2009, 00:42:36
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 02 Kasım 2009, 00:42:36 »



5-MAİDE SURESİ

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

 
1. Ey imân edenler!. Sağlam akitleri yerine getiriniz. Sizin için behîme denilen hayvanat helâl kılınmıştır. Ancak size haram ol-dukları bildirilecek olanlar müstesna ve siz ihrama girmiş bir halde iken avlamayı helâl görmemek şartiyle. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ dilediği ile hükmeder.

1. Bu âyeti kerime, anılaşmalara riâyet edilmesini ve haram olduğu beyan olunan hayvanlardan başkasının helâl bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey imân edenler!) Cenab'ı Hak'kın size uymanızı gerekli kılmış olduğu hükümlere ait ve kendi aranızda meşru şekilde yaptığınız, üstlendiğiniz emanetlere, muamelelere dâir (sağlam âbidleri yerine getiriniz) bunlara riâyette n ayrılmayınız. (Sizin için en'âm kabilinden olan behime helâl kılınmıştır) onları yiyebilirsiniz.

§ Behime: Dört ayaklı bulunup karalarda ve denizlerde yasayan herhangi akılsız bir hayvandır. Çoğulu: Behaimdir. En'âm ise koyunlardan, keçilerden, develer ile sığırlardan ibarettir. İste bunların birer behime olan dişileri de erkekleri de yiyilebilir. En'âm süresine müracaat ediniz. (Ancak size haram oldukları bildirilecek olanlar müstesna) Onların etlerinden yiyemezsiniz, size haramdır, (ve) bir de (siz) hac için (ihrama girmiş bir halde iken) karada (avlamayı) avcılık yapmayı ve harem bölgesinden avlanacak bir hayvanın etinden yemeyi (helâl görmemek şartiyle) başkaları da size helâldir. Elverir ki başkasının hukukuna tecavüz edilmesin. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ dilediği İle hükmeder) Dilediği şjeylerin helâl olduğuna ve diğer dilediği şeylerin haram bulunduğuna mutlak olarak hükmedebilir. O kâinatın yaratıcısının hiçbir hükmüne, hiçbir kimsenin itiraza selahiyeti yoktur. Özellikle onun hükümleri nice hikmetleri gerektirir. Kulların vazifeleri ise o hükümleri teşekkür ile kabul edip ona göre hareketlerini tanzim etmektir.

§      Bu maide sûresi, Hz. Peygamber'in hicretinden sonra Medine'i Münevvere'de nazil olmuştur. Yüzyirmi âyeti kapsamaktadır   âyet

kerimesi veda haccında cumaya tesadüf eden arife günü ikindiden sonra nazil olmuştur ve Müslümanlar hakkında ilâhî lutüfların tecellisini, İslâmiyet in dinlerin en mükemmeli olup Allah'ın korumasında bulunduğunu ehli imâna müjde eylemektedir. Bu mübarek sûre, İslâm dinine ait ilâhî hükümlerin İslâm âlemine tamamen tebliğ edildiğini bildirmektedir. Müslümanlara helâl olup olmayan şeyleri tâyin ederek onların hattı hareketlerini aydınlatmaktadır. Ehli kitap ile münafıklara dâir de uyanık olmalarını gerektiren beyanları kapsamaktadır. İçtimaî, iktisadî muamelelere ve maddî manevî emanetlere dâir şer'î meseleleri içermektedir. Bu sebeple bu sûre'i celile, bütün ehli imân için bir manevî, kutsî ilâhî sofradır. Bütün müslümanlar için bir ruhanî ziyafethanede ortaya konmuş olan nimetleri içine alır. Hz. İsa'nın nail bulunmuş olduğu bir semavî sofrayı da Allah'ın lütfuna bir örnek olarak göstermektedir.

 

 

 

 

 

2. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'nın dinî hükümlerini ve haram olan aya ve hareme gönderilen kurbana ve gerdanlıklı kurban hayvanlarına ve Rablerinden lütuf ve rıza talebinde bulunarak beyti hareme gelmek kasdında bulunanlara tecavüzü helâl saymayınız. İhramdan çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz. Sizi mescidi haramdan engellemiş olduklarından dolayı bir kavime olan öfkelenmeniz sizi sakın tecavüze sevketmesin. Ve birr ve takva üzere yardımlasınız ve günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayınız. Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz, şüphe yok ki, Allah Teâlâ'nın azabı pek şiddetlidir.

2. Bu âyeti kerime, mukaddesata hörmeti, hukuka riâyeti, intikam duygularından kaçınarak hak yolunda yardımlama ve destekleşmede bulunulmasını gayrı meşru yardımlaşmalardan, yakınlaşmalardan da sakınılmasını emretmektedir. Şöyle ki: (Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'nın) şeairullah denilen haccın vakitlerine, merasimine dâir veyahut bütün dinî farizelere dâir olan (dinî hükümlerine) riâyet ediniz, bunlara muhalefeti helâl görmeyiniz (ve haram olan aya) yâni hac ayına veyahut haram aylar denilen zilkade, zilhicce, muharrem ve receb aylarına da hörmet ediniz, bunlarda kesin olarak gerekmedikçe savaşta bulunmayınız, (ve) hedy'e (hareme gönderilen kurbana ve) bir kurban alâmeti olmak üzere boyunlarına bir şey bağlanılmış, böylece (gerdanlıklı) bulunmuş olan (kurban hayvanlarına) dokunmayınız. Onlara saldırıda bulunmayınız, (ve rablarından) Yüce Mâbudlarından (fazi) sevab veya ticaret yoluyla rızk (ve rıdvan) Hak Teâlâ'nın rızâsı (talebinde bulunarak) ziyaret için (beyti hareme gelmek kasdinde bulunanlara tecavüzü helâl saymayınız) onların gelip Beytullah'ı tam bir emniyet ile ziyaret etmelerine mâni olmayınız. Bu ziyaretçilerden maksat bazı zevata göre müslümanlardır. Bu bakımdan bu âyeti kerime muhkemdir, bu maide sûresinde neshedilmiş bir âyet yoktur. Bu sûre'i celilede onsekiz farize vardır ki, hepsi de olduğu gibi dinî bir vazifedir. Diğer bir görüşe göre bu nazmı şerif müslümanları içine aldığı gibi gayri müslimleri de içine alır. İslâm'ın başlangıcında onların da Beytullah'ı ziyaretlerine mâni olunmamakta idi. Daha sonra onların Mescidi Haram'a yaklaşmaları yasaklanmıştır. Bu itibarla bu âyeti kerime kayıtlıdır, bunun hükmü kısmen gayri müslimler hakkında neshedilmiştir. Ey müslümanlar!. (ihramdan çıktığınız zaman artık) avlanınız. Yani: (avlanabilirsiniz) sizin için bunda bir günah yoktur. Bu mubah kılmak olan bir emirdir, (sizi) Hudeybiye senesi (mescidi haramdan) onu ziyaretten, tavafta bulunmaktan (engellemiş olduklarından dolayı bir kavme olan öfkelenmeniz) şiddetli gazabınız (sizi) o kavme karşı (sakın) öldürme vesaire suretiyle (tecavüze sevketmesin) sizi gönül rahatlaması için intikama sürüklemesin, (ve) sizler ey müslümanlar!, (bir) yani: Allah'ın rızâsına muvafık hayırlı amel (ve tekva üzere) haram olan şeylerden sakınmak suretiyle (yardımlasınız) birbirinize yardımda bulununuz, (ve günah ve düşmanlık üzere) intikam maksadıyle ve Allah'ın hududuna tecâvüz suretiyle (yardımlaşmayanız)      öyle gayrimeşru şekillerde teşriki mesâide bulunmayınız, (ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun azabından sakınınız, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ'nın azabı) onun kutsal hükümlerine muhalefet edenler hakkında (pek şiddetlidir.» artık haksız yere başkalarının hayatına, servetine, harekât ve sekenatına suikasidde bulunmayınız. Sonra kendinizi Allah'ın azabından kurtaramazsınız.

 

 

 

 

 

3. Sizlere ölü, kan, domuz eti, Allah Teâlâ'dan başkasının adına boğazlanan hayvan, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, susulmuş, veya canavar yemiş, daha ölmeden boğazladığınız müstesna, ve dikili taşlar üzerine boğazlanan hayvanlar ve zarlar ile kısmet istemeniz haram kılınmıştır. Bunlar birer fısıktır. Bugün kâfirler sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Artık onlardan korkmayınız, benden korkunuz, bugün sizin için dininizi ikmâl ettim, ve sizin üzerinize nîmetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmiyet'e razı oldum. İmdi her kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa günaha meyilli olmaksızın -o yasak etlerden hayatını kurtaracak miktar yiyebilir şüphe yok ki, Allah Teâlâ çok bağışlayandır, pek esirgeyendir.

3.         Bu âyeti kerime haram olan on şeyi bildiriyor, İslâm dininin Allah'ın rızâsına uygun, en mükemmel bir din olduğunu müjdeliyor. Çaresiz olan müslümanlar

hakkındaki şer'î müsâadeyi beyan buyuruyor. Şöyle ki: Ey İslâm milleti! (Sizlere ölü) yani: kesilmeksizin ruhu kendisinden ayrılmış, İaşe adını almış olan hayvan haramdır, bunun etinden yiyemezsiniz, (kanı) hayat sahibi bir mahlûktan akan kan da haramdır, (domuz eti) de haramdır. Domuz hayvanların en harisi, en kıskanmayanıdır. Yasaklara en ziyade düşkünüdür, kendi dişi arkadaşı üzerine diğer erkek domuzların saldırdıklarını gördüğü halde hiç aldırmaz. Gıdanın ise ahlâk ve evsaf üzerinde pek ziyade tesiri vardır. Bunun içindir ki, domuz eti haram bulunmuştur. (Allah Teâlâ'dan başkasının namına boğazlanan hayvan) meselâ: Bismillah denilmeyip de bismillah denilerek kesilen veya Cenâb-ı Hak'kın rızası için değil de hangi bir şahsın şerefi adına besmelesiz kesilmiş hayvanın eti de haramdır, (boğulmuş) gerek bir insan tarafından ve gerek başka bir mahlûk tarafından boğazı sıkılarak öldürülmüş hayvan da haramdır, (vurulmuş) meselâ: Üzerine tesadüfen isabet eden bir kurşunla veya kendisine birşeyin çarpmasıyla ölmüş hayvan eti de haramdır, (yuvarlanmış) meselâ yüksek bir yerden düşerek veya kuyu içine atılarak ölmüş bir hayvanın eti de haramdır. Fakat havada bulunan bir kuş, kendisine avlamak maksadıyle atılan bir kurşunla ölüpte yere düşecek olsa bunun eti helâldir. Çünkü bu halde onun yere düşmesi zaruridir, (susulmuş) yani: Başka bir hayvanın boynuzu ile vurulup öldürülmüş bir hayvan da haramdır, (veya canavar yemiş) yani bir canavar tarafından öldürülerek kısmen eti yenilmiş olan hayvan da haramdır, kalan eti yiyilemez, (daha ölmeden boğazladığınız) hayvanlar (müstesna) dır. Böyle kazaya uğrayan hayvanlardan hangi birisi daha ölmeden usulü dairesinde boğazlanırsa onun esasen yasaklanmış olmayan etini yemek helâldir, (ve dikili taşlar üzerine boğazlanan hayvanlar) da haramdır. Câhiliyet zamanında Kâbe'i Muazzama'nın etrafına konulmuş taşlar vardı, bu taşlara taparcasına riâyet eder bunlara saygı için kurban keserlerdi. İşte böyle putlar adına kesilen hayvanların etleri de haramdır, yiyilemez, (ve zarlar ile kısmet istemeniz) de (haranı kılınmıştır) câhiliyet zamanında mühim bir işte bulunup bulunmamak için "ezlam" denilen oklar ile kur'a çekerlerdi. Şöyle ki: Bunlar üç ok idi, birinin üz...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Maide Suresi
« Posted on: 26 Nisan 2024, 12:18:20 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Maide Suresi rüya tabiri,Maide Suresi mekke canlı, Maide Suresi kabe canlı yayın, Maide Suresi Üç boyutlu kuran oku Maide Suresi kuran ı kerim, Maide Suresi peygamber kıssaları,Maide Suresi ilitam ders soruları, Maide Suresiönlisans arapça,
Logged
02 Kasım 2009, 00:48:18
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 02 Kasım 2009, 00:48:18 »





21. Ey kavmim!. Allah Teâlâ'nın sizin için yaratmış olduğu mukad-des yere giriniz. Ve artlarınız üzerine geri dönmeyiniz. Sonra zi-yana uğramışlar olduğunuz halde geri dönmüş olursunuz.

21. Evet... Hz. Musa onlara hitaben dedi ki: (Ey kavmim!.. Allah Teâlâ'nın sizin için) imân ve itaatte bulunmanız şartiyle levhimahfuzda (yazmış takdir buyurmuş olduğu mukaddes yere giriniz) orasını işgal etmiş olan kâfirler ile savaşta bulunarak onları oradan uzaklaştırınız. Beytülmukaddes, denilen kıt'a, vaktiyle Peygamberlerin karargâhı: Mü'minlerin meskeni olduğu için böyle mukaddes adını almıştır. Bazı zatlara göre bu mukaddes yerden maksat, tur dağı tarafıdır veya Şam ülkesidir, veyahut Dımışk ile Filistin'den ve Ürdün un bazı parçalarından ibarettir, (ve) Ey İsrail oğulları (artlarınız üzerine geri dönmeyiniz) oradaki zorbalardan korkarak savaştan kaçmayınız, isyan sebebiyle, Cenâb-ı Hak'kın vaadine güvensizlik sebebiyle dininizden dönmeyiniz, (sonra) dünyada da, âhirette de (ziyana uğramışlar     olduğunuz halde geri dönmüş olursunuz) sizin için yazılmış olan mukaddes yere girmekten de mahrum kalır, zillete düşer, büyük bir felâkete uğramış bulunursunuz. Nitekim de öyle oldu. Bütün bunlar Allah'ın emrine muhalefetin elem verici bir neticesidir.

 

 

 

 

22. Dediler ki, ya Musa!. Muhakkak orada zorbalar olan bir kavim vardır. Ve onlar oradan çıkmadıkça biz oraya elbette girmiyeceğizdir. Fakat onlar oradan çıkarlarsa bizler oraya muhakkak giricileriz.

22.   Bu mübarek âyetler, İsrail oğullarının zafer kazanacakları vadedilmiş olduğu halde savaştan kaçındıklarını, büyüklerinin emirlerine, tavsiyelerine muhalefetten geri durmadıklarını şöylece bildirmektedir. Benî İsrail, Hz. Musa'nın emir ve yasaklarına karcı muhalefet ederek (dediler ki. Ya Musa!. Muhakkak orada) o mukaddes yerde (zorbalar) güç ve kuvvet sahibi, yenilmeleri imkânsız, mütegallib, zorba kimseler (vardır) bunlar Ad kavminin kalıntısı olan Amalikadan ibaret bulunuyorlar biz onlar ile savaşta bulunanlayız (ve onlar oradan) kendi kendilerine (çıkmadıkça biz oraya elbette girmeyeceğizdir) bizim kuvvetimiz buna yeterli değildir. (Fakat onlar oradan) bizim alâkamız olmaksızın hangi bir sebeble (çıkarlarsa) o zaman (bizler oraya muhakkak giricileriz) o zaman emre muhalefet etmeyiz. Onların çıkmalar! ise uzak bir ihtimaldir.

 

 

 

 

 

23.      Kendilerine Allah Teâlâ'nın ihsanda bulunmuş olduğu korkan-lardan iki er dedi ki: Onların üzerlerine kapıdan giriveriniz, siz ona girdiğiniz zaman şüphe yok ki, galiplersiniz. Artık siz mü'min kimseler iseniz Allah Teâlâ'ya tevekkül ediniz.

23.     Cihat için Beyti mukaddese doğru hareketten kaçınan İsrail oğullarına hitaben (Kendilerine Allah Teâlâ'nın) imân ile, ilâhî vâd ve güven ile, azim ve sebat ile (ihsanda bulunmuş olduğu korkanlardan) düşmanlardan değil, Allah Teâlâ'dan korkan zatlardan (iki er) Yûşâ bini Nun ile Kâlib bini Yufennâ'dan ibaret iki muhterem zat (dedi ki, onların üzerlerine kapıdan) şehirlerinin kapısından (giriveriniz) hemen baskında bulununuz, onların sahraya atılmalarına meydan vermeyiniz (siz ona girdiğiniz) o kapıdan hücum gösterdiğiniz (zaman şüphe yok ki, galiplersiniz) savaşa gerek kalmaksızın şehri fethe muvaffak olacaksınızdır. Çünki bu halde fetihlere nail olacağınız Allah tarafından vaad olunmuştur. Bununla beraber o şehir ahalisinin cisimleri büyük ise de kalbleri zayıftır. Sizinle çarpışmaya manevî güçleri müsait değildir. (Artık) Ey İsrail oğulları!, (siz mü'min kimseler iseniz) Eğer Allah Teâlâ'nın kudretine, zafer hakkındaki vaadine, Hz. Musa'nın peygamberliğine imanınız var ise düşmanların öyle kuvvet ve tecellisi için (Allah Teâlâ'ya tevekkül ediniz) ona itimatta bulununuz, cihatdan geri durmayınız.

§ İsrail oğulları, bu iki zatın bu nasihatlarını dinlememişler, hattâ rivayete göre bu iki zatı taşlar ile öldürmek bile istemişlerdir.

§ Bir yoruma göre de bu iki zat, İsrail oğullarının korkmakta oldukları Amâlika kavmine mensub bulunuyordu. Bu iki zat, imân şerefine nail olmuş ve İsrail oğullarını o müşrik olan kavimleri üzerine sevketmek istemişlerdi. Fakat İsrail oğulları, yine muhalefette ısrar edip duruyorlardı.

 

 

 

 

 

24.  Dediler ki: Ya Musa!.. Biz elbette oraya ebediyen girmeyeceğiz, onlar orada devam ettikçe artık sen Rabbinle git savaşta bulunun, bizler ise burada oturucularız.


24. Bu mübarek âyetler, İsrail oğullarının Hz. Musa'ya muhalefette devamını ve bu yüzden yine Tih sahrasında kırk sene mahkûm bir halde kaldıklarını şöylece bildirmektedir. İsrail oğulları (Dediler ki: Ya Musa!. Biz elbette oraya) o zorbaların bulundukları mukaddes yere (ebediyen girmeyeceğiz) oraya gidip feth etmeğe kudretimiz yeterli değildir, (onlar) o Amâlika kavmi (orada) o Mukaddes yerde (devam ettikçe) onlar kuvvet ve güç sahibi kimselerdir, biz onlar ile nasıl savaşta bulunabiliriz, (artık sen Rabbinle git) o kavim ile (savaşta bulunun) biz onlar ile çarpışmaya muktedir değiliz (bizler ise burada) bu Tih çölünde (oturucularız) buradan başka yere hareket etmeyiz, İsrail oğulları bir nevi alay ve hakaret yoluyla böyle edepsizce bir teklif e cür'et etmişlerdi.

 

 

 

 

25. Dedi ki: Yarabbü. Şüphe yok ki, ben kendi nefsini ile kardeşimden başkasına sahip olamam, artık bizim aramızla o fasıklar olan kavmin arasını ayır.

25.  Hz. Musa, kavminin bu cahilce, inatçı sözlerini işitince tam bir üzüntü ve gönül yufkalığı ile dua etmeye başlayarak (Dedi ki: Yarabbü. Şüphe yok ki, ben kendi nefsim ile kardeşim) Harun'dan veya sana imân eden herhangi bir dindaşımdan (başkasına malik olamam) başkalarına söz geçiremem. (artık bizim aramızla o fasıklar olan kavmin) O Peygamberlerine karşı isyan edip duran İsrail oğullarının (arasını ayır) bizim hakkımızda lâik olduğumuz şey ile, onların haklarında da hak ettikleri şey ile hükmet. Veya bizi onlarla beraber olmaktan, arkadaş olmaktan kurtar.

 

 

 

 

 

26.  Buyurdu ki: Şüphesiz orası onların üzerine kırk yıl haram kılınmıştır. Orada şaşkın bir halde dolaşıp duracaklardır. Artık o fasıklar topluluğunun haline acıma.

26.         Cenab'ı Hak böyle dua ve yakarışta bulunan Hz. Musa'ya vahy ederek (Buyurdu ki,) Ya Musa!, (şüphesiz orası) o Beyti Mukaddes yurdu (onların) o isyankâr İsrail oğullarının (üzerine kırk yıl haram kılınmıştır) oraya bu müddet içinde girmeğe kadir olamıyacaklardır. Sonra orasını Hak Teâlâ onların evlât ve torunlarına savaşmadan nasip edecektir. Onlar ise (Orada) bulundukları Tih çölünde (şaşkın bir durumda dolaşıp duracaklardır) oradan çıkmaya muktedir olamıyacaklardır. Diğer bir yoruma göre: Onlara o mukaddes yere ebedî olarak haram olmuştur. Onlar o Tih çölünde kırk sene sersemcesine dolaşıp duracaklardır. (Artık) Ya Musa!, (o fasıklar topluluğunun haline acıma) Onlar faşıklıkları, muhalefetten yüzünden öyle elem verici bir akibeti hak etmişlerdir.

§ Gerçek şu ki Mukaddes yurda girmeyeceğiz diyenlerden hiçbiri oraya daha sonra girememiş, hepsi de Tih çölünde helak olmuşlardır. Sonra onların evlât ve torunları zorbalar ile savaşta bulunmuşlardır. Bir rivayete göre Hz. Musa ile Hz. Harun da Tih çölünde vefat etmişlerdir. Hz. Harun'un vefatı Hz. Musa'nın vefatından bir sene öncedir. Hz. Musa vefat edip kırk sene sona erince Cenab'ı Hak Yüşâ Aleyhisselâm'ı İsrail oğullarına Peygamber göndermiştir, İsrail oğulları onunla beraber Eriha tarafına giderek savaşlarda bulunmuşlar, altı ay kuşatmadan sonra Eriha'yı feth etmişler, zorbaları yenilgiye uğratmışlardır.

 

 

 

 

 

27.     Onlara Adem'in iki oğlunun haberini hakkıyla oku! O vakit ki, onlar iki kurban takdim etmişlerdi. Birisinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. Seni elbette öldüreceğim dedi, diğeri de Allah Teâlâ ancak takva sahibi olanlardan kabul eder deyiverdi.

27. Bu mübarek âyetler, yeryüzünde ilk meydana gelen bir öldürme olayını, Allah Teâlâ'nın hükmüne muhalefette bulunanlara bir uyanma vesilesi olmak üzere beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Yüce Peygamberime! (Onlara) kavmine, kendilerini hak dine davete memur olduğun kimselere (Adem'in iki oğlunun) Kabil ile Hâbil adındaki iki oğlunun (haberini) aralarında cereyan etmiş olan hadiseyi (hakkiyle oku) abartmaktan uzak, yalandan beri, dosdoğru olarak beyan et. (o vakit ki onlar) o iki kardeş, hangisinin iddiasının Allah katında kabul olduğunu anlamak için (iki kurban takdim etmişlerdi) biri Kabil'e, diğeri de Hâbil'e ait bulunuyordu. O kurban (birisinden) Hâbil'den (kabul edilmiş, diğerinden) Kabil'den (kabul edilmemişti) Kabil buna üzülmüş, kalbindeki kıskançlık duyguları canlanmış, kardeşinin kendi üzerine Allah katındaki üstünlüğünü anlamıştı. Artık bir ihtiras şevkiyle Hâbil'e hitaben (Seni) andolsun ki (elbette öldüreceğim dedi) kin ve düşmanlığını böylece açıklamaya cür'et etti. (diğeri de) Hâbil de Kabil'i ikaz için pek hikmetlice bir karşılıkta bulunarak (Allah Teâlâ ancak takva sahibi olanlardan) kurbanlarını diğer güzel amellerini (kabul eder deyiverdi) Hâbil, böyle demekle Kabil'e karşı âdeta "sen takvadan ayrıldın, Allah'ın hükmüne muhalif hareket etmek isteyerek sana nikâhı helâl olmayan bir kız kardeşinle evlenmek istedin, elbette senin kurbanın Allah katında makbul olmaz, artık neden öfkelenerek beni öldürmek istiyorsun?." demiş bulunuyordu.

 

 

 

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 00:54:32
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #2 : 02 Kasım 2009, 00:54:32 »




41.  Ey Resul!. Küfr içinde yarış edenler seni mahzun etmesin. O kimselerden ki, ağızlarıyla imân ettik dedikleri halde kalbleri imân etmemiştir. Ve Yahudi olan kimselerden ki, bunlar pek ziyâde yalan dinleyicilerdir. Ve sana gelmeyen diğer bir kavmi de ziyadesiyle dinleyicidirler. Kelimeleri yerlerine konulduktan sonra değiştirirler.  Derler ki: Eğer size bu verilirse alıveriniz ve eğer size bu verilmezse sakınınız. Ve Allah Teâlâ her kimin fitnesini isterse elbette sen onun için Allah Teâlâ tarafından birşeye sahip olamazsın. Onlar o kimselerdir ki Allah Teâlâ onların kalblerini temizlemek istemiştir. Onlar için dünyada zillet vardır ve onlar için âhiret de pek büyük bir azap vardır.

41. Bu âyeti kerime, bir takım İslâm düşmanlarının yalancılıktaki ve haki kat I arı değiştirme ve bozmaya çalışmaktaki rezilce hallerini bildirmektedir, onların ne gibi fitnelerine, azaplara mâruz kalacaklarını beyan ederek Rasülü Ekrem'e teselli vermektedir. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri Son Peygamber Efendimizin şeref ve meziyetini, kadrinin yüceliğini göstermek için kendisine (Ey Resul!) ey benim Peygamberim! diye hitab buyuruyor ve kendisine teselli vermek için de şöylece emir ediyor: (küfr içinde yarış edenler) birçok kâfirce hükümleri veren, hareketleri işleyip duranlar (seni mahzun etmesin) sen onların kendi haklarında felâket sebebi olan hallerinden dolayı üzülme, onlara meyilde bulunma. O küfre koşup duranlar (o kimselerden) dirler (ki,) onlar ciddî olmaksızın sâdece (ağızları ile imân ettik dedikleri halde kalbleri imân etmemiştir) onlar münafık taifedir, (ve) Yine o küfre koşup duranlar (Yahudi) tâifasından (olan kimselerden) dirler (ki,) bu iki taife (pek ziyâde yalan dinleyicücrdir) bunlar ilâhî dinin aleyhindeki uydurma lâkırdılara, bir takım bâtıl, uydurma kabilinden sözlere kıymet verir, onları dinler dururlar, (ve) kibirlerinden düşmanlıklarından dolayı (sana gelmeyen diğer bir kavmi) de onların gerçek dışı sözlerini (ziyadesiyle dinleyicidirler) öyle dinî hükümler aleyhindeki sözlere kulak verirler, ondan zevk alırlar (ve) bunlar (kelimeleri) Allah'ın kitaplarında âyetleri dinî hükümleri (yerlerine konulduktan sonra) Allah tarafından konulmuş ve belirlenmiş olduktan sonra lâfzen veya manen (değiştirirler) meşru olan birşeyi gayrimeşru ve bilâkis gayrimeşru olan birşeyi meşru gibi göstermek isterler ve kendilerine tâbi olanlara (derler ki, eğer size) Peygamber tarafından (bu) yani kendilerinin değiştirip tahrif ettikleri şey (verilirse alıveriniz) onun gereği ile amel ediniz, İşte hak olan odur (ve eğer size bu) değiştirilen şey, şer'î hüküm (verilmezse) başkası verilir, tebliğ edilirse (sakınınız) onu asla kabul etmeyiniz, İşte bunlar böyle hakikatları değiştirmeye çalışan sapık kimselerdir. (Ve Allah Teâlâ her kimin) Bu gibi kötü hareketlerinden, kötü tercihlerinden dolayı (fitnesini) sapıklığını, rezaletini (isterse elbette sen onun için Allah Teâlâ tarafından) o fitneyi defetmek için (birşeye) bir çareye (sahip) eli yetişir (olamazsın) takdiri ilâhîyi kimse değiştiremez, (onlar) O Allah'ın dinî hükümlerini tahrif e çalışan topluluklar (o kimselerdir ki. Allah Teâlâ onların kalblerini) dalâletten, küfr ve nifak pisliğinden (temizlemek istememiştir.) çünkü onlar o küfr ve nifakı kendi kötü tercihleriyle yapmış kimselerdir. Artık (onlar için dünyada zillet vardır) onların nifakı, küfrü ilâhî hükümleri tahrife cür'etleri anlaşılarak dünyada eliboş ve ziyanda kalacaklardır, (ve onlar için) bu dünyevî rezillikten başka (âhirette de pek büyük bir azap vardır) o da cehennemde ebedî olarak kalıp azap çekmelerinden ibarettir. Binaenaleyh böyle kendi tercihleriyle küfre koşup duranlar bu gibi cezalara kendileri sebebiyet vermiş bu cezaları hak etmişlerdir. Onlar için üzülmeye lüzum yoktur.

§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkında deniliyor ki: Yahudilerin eşrafından bir erkek ile bir kadın, muhsen, yani: Koca ve karı sahipleri bulunmuş oldukları halde zina rezaletini işlemişler, bunların hakkında Tevrat'a göre recim cezası lâzım geliyordu. Bu cezadan kurtulmak için Yüce Peygamber Efendimize müracaat etmeleri tavsiye olunmuş ve denilmiş ki: Gidin Muhammed -Aleyhisselâm- a müracaat ediniz. Eğer hafif bir ceza tâyin ederse kabul ediniz, recim cezasına lüzum görürse kabul etmeyiniz. Müracaat etmişler, Rasülü Ekrem de buyurmuş ki: Benim hükmüme razı olur musunuz?. Onlar da evet oluruz demişler. Bunun üzerine Cibrili Emin inerek recim âyetini getirmiştir. Binaenaleyh, Yüce Peygamberimiz onların hakkında recim lâzım geldiğini söylemiş, zaten Tevrat'a göre de recim lâzım geleceğini onların yüksek âlimlerinden "Ibni Surya" da itiraf eylemiştir. Fakat buna rağmen onlar bu recim hükmünü kabul etmemişler, bunun aksine bir hüküm uydurulmasını arzuda bulunmuşlardır.

İşte   bu  âyeti  kerime ve  bunu  müteakib  olan  âyetler,  dinî hükümlere  riâyetin  lüzumunu,  onları  değiştirme ve  bozmaya cür'etin  ne  kadar mesuliyeti  gerektirir bulunduğunu ihtar buyurmaktadır.

 

 

 

 

 

42. Onlar yalanı çokça dinleyicilerdir. Haram olanı da pek çok yiyicilerdir. Artık sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Ve eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir şey ile zarar veremezler ve eğer hü km edersen aralarında adaletle hükmet. Şüphe yok ki: Allah T e âlâ ad al et d e bulunanları sever.

42. Bu mübarek âyetler, Yahudi taifesinin kendi dinî hükümlerine riâyet etmediklerini ve müslümanlara müracaat ettikleri takdirde haklarında adaletle hükmedilmesi lüzumunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Onlar) O kendi kitapları olan Tevrat'ın hükmüne razı olmayanlar (yalanı) değiştirilmiş olan hükümleri, ilâhî din hakkındaki iftiraları (ziyadesiyle dinleyicilerdir) ona kıymet verirler (haram olanı da) süht denilen ve kanılması helâl bulunmayan rüşvet vesaire gibi şeyleri de (pek çok yiyîcîdirler) bunlardan istifâde etmeğe pek çok düşkündürler (artık) onlar kendi dinî hükümlerini bırakırlar da aralarında hükmetmek için (sana gelirlerse) sen serbestsin dilersen (aralarında) İslâm hükümlerine göre (hükmet veya) dilersen (onlardan yüz çevir) kendi aralarındaki dâvaları hakkında hüküm verme, (ve eğer onlardan yüz çevirirsen) Haklarında hüküm vermezsen (sana hiç bir; ey ile zarar veremezler) onlardan yüz çevirdiğin için sana düşmanlıkta bulunsalar da Allah T e âlâ seni korur. (Ve eğer hükmedersen aralarında adaletle hükmet) Allah Teâlâ'nın emrine göre hükümde bulun. Şüphe yok ki (Allah Teâlâ adaletle bulunanları sever) adil bir şekilde hüküm verenleri mükâfata nail buyurur.

§ Gayrı müslimler hakkında, müracaatları takdirinde, hüküm verilip verilmemesi hususunda İslâm hakimleri serbest midir, değil midir meselesinde ihtilâf vardır. Birçok fıkıh âlimine göre serbesttirler. Fakat Hanefî fıkıh âlimlerine göre serbest değildirler. Şer'î hükümlere göre hükmetmekle mükelleftirler. Çünki   O < jv

<&4_Ln    J jo'     _*_j   *^^j   frS j-\    = Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet... Maide 5/49) âyeti kerimesi, o serbestliği bildiren âyeti kerimeyi neshetmistir.

Yahut serbestlik veren âyeti kerime, zimmiler hakkında değil, anlaşmalı olan diğer gayrı müslimler hakkındadır ve neshedilmiş değildir. Zimmiler hakkında ise müracaat ettikleri takdirde İslâm hâkimlerinin Islâmî hükümlere göre hükmetmeleri vâcibtir. Hâkimiyeti Islâmîye bunu gerektirir. İmamı Şafiî'nin görüşü böyledir.

 

 

 

 

43. Ve seni nasıl hakem yapıyorlar?. Halbuki, onların yanlarında, içinde Allah'ın hükmü bulunan, Tevrat vardır. Sonra da bunun arkasından yüz çevirirler ve onlar mü'min kimseler değildirler.

43.        (Ve) Resulüm!, (seni) O gayrı müslimler (nasıl hakem yapıyorlar) ne şaşılacak bir hakem seçme hareketi, peygamberliğini kabul etmedikleri bir zâtı nasıl hakem tâyin etmek istiyorlar?, (halbuki onların yanlarında) Vaktiyle Hz. Musa vâsıtasıyle verilmiş olan ve (içinde Allah'ın) recim ve diğer konular hakkında (hükmü bulunan Tevrat vardır) ne için onun hükmüne razı olmuyorlar da ondan daha hafif bir hüküm araştırıyorlar?, (sonra da bunun arkasından) Yani: Hz. Peygamber'! hakem tâyin etmelerini müteakip (yüz çevirirler) onların kitabındakine de muvafık olan bir hükümden yüz çeviriverirler. (ve onlar) Haddizatında kendi kitaplarına da, Son Peygamber'e de imân etmiş (mü'min kimseler değildirler) işte bundan dolayıdır ki, işlerine gelen hükmü kabul etmek, işlerine gelmeyen hükümleri de değiştirmek ve bozmak cür'etinde bulunurlar. Recm hakkındaki hüküm de bu cümledendir.

 

 

 

 

 

 

44.      Muhakkak Tevrat'ı biz indirdik, onda bir hidâyet ve bir nur vardır. Müslim olan peygamberler onun ile Yahudilere hüküm ederlerdi. Din âlimleri, fakihler de Allah Teâlâ'nın kitabını muhafazaya memur olmaları sebebiyle onunla hükümde bulunurlardı. Ve onlar o kitap üzerine şahitler idiler. Artık insanlardan korkmayın, benden korkunuz ve benim âyetlerim ile az bir bedel satın almayınız ve her kim Allah Teâlâ'nın indirmiş olduğu ile hükmetmez ise işte onlar kâfirdirler.


44.      Bu âyeti kerime, vaktiyle Tevrat'taki ilâhî hükümler ile hükmedildiğini, buna muhalefet etmiş olanların ise imândan mahrum bulunduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (Muhakkak Tevrat'ı biz indirdik) O kitabı mukaddesi ben Yüce Mâbııd Musa Aleyhisselâm'a indirdim, o öyle ilâhî bir kitap bulunmuştur, (onda bir hidâyet ve bir nur vardır) O apaçık kitap, içine aldığı şer'î hükümler itibariyle insanları irşad ederek doğru yolu göstermekte bulunmuştu ve insanlarca meçhul, cehalet karanlığı ile örtülmüş olan meseleleri de açıp ortaya çıkararak aydınlatmakta idi. (Müslim olan peygamberler) Hz....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 00:59:48
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #3 : 02 Kasım 2009, 00:59:48 »




61.  Ve size geldikleri zaman "imân ettik" derler. Halbuki, onlar muhakkak inkarcı olarak girmişler ve muhakkak inkarcı olarak çıkmışlardır. Allah Teâlâ da onların gizlediklerini çok iyi bilendir.

61.   Bu mübarek âyetler, münafıkların hallerini, hareket tarzlarını göstermekte ve onların selâhiyetli olan İlim sahihleri, tarafından İrşat ve ikâz edilmediklerini bildirmektedir. Şöyle ki: Habibim!. O münkirler, İslâm hükümleri ile alay etmeye cür'et ederler (Ve) onlardan ve Yahudilerden bir zümre (size) senin huzuruna veya seninle beraber Müslümanların huzuruna (geldikleri zaman) gerçeğe aykırı olarak biz (imân ettik) İslâmiyeti kabul eyledik (derler. Halbuki, onlar) o münafık kimseler (muhakkak) kalben (inkarcı olarak) huzurunuza (girmişler ve muhakkak) yine (inkarcı olarak) huzurunuzdan (çıkmışlardır) senden işitmiş oldukları en fâideli beyanlardan asla istifâde etmemişlerdir, yine küfürlerinde devam edip durmuşlardır. (Allah Teâlâ da onların gizlediklerini) onların küfr ve nifakını (çok iyi bilir) binaenaleyh onlar içlerinde kilerini gizlemekle kendilerini Allah'ın azabının kâredici pençesinden kurtarmış o I amıyac aklardır. Ne şiddetli bir ilâhî tehdit!.

 

 

 

 

 

62. Ve onlardan bir çoklarını görürsün ki, günaha, düşmanlığa ve haram yemeğe koşarlar. Yaptıkları şey elbette ne kadar fena!.

62.     (Ve) Ey Yüce Resulüm!. Veya hitaba elverişli olan herhangi bir münevver müslüman!, (onlardan) O Yahudilerden ve münafıklardan (bir çoklarını) gözünle veya kalp gözüyle (görürsün ki) onlar (günaha) harama, yalan söylemeğe, müşrikçe lâkırdılara (düşmanlığa) zulüm ve tecavüze, (ve haram yemeye) başkalarının mallarına tecavüz etmeğe (koşarlar) bu gibi gayrimeşru hallere tam bir hızla girişirler. Onların böyle (yaptıktan şey ne kadar fena!.) onlar böyle verilmiş, ahlâk dışı şeyleri yapar dururlar, bunların mesuliyetini hiç düşünmezler.

 

 

 

 

 

63.  Din bilginleri, fakihleri onları günah sözlerinden ve haram yemelerinden engellemeli değil midirler?. İşledikleri şey elbette ne kadar kötü!.

63.   Böyle sorumluluğu gerektiren, haram şeyleri yapanları kendilerinin (Din bilginleri) Rabbâniyyun denilen âlimleri ve ehbar denilen (fakihleri) hukuk âlimleri (onları) o söyleyip durdukları (günah sözlerinden ve haram yemelerinden engelleme!! değilmidirler?.) elbette bunlar o sözlerin o haram yemelerin çirkinliği, manevî mesuliyetini bilirler. O halde ne için bu fenalıkları işleyenleri engelleyip onları irşada çalışmıyorlar?. İyiliği emir, kötülüğü yasaklamak en mühim bir ilmî vazifedir. Bunu ifâ etmemek elbette İlim adamına lâyık olmaz. Artık o din bilginlerinin, o fâkihlerin (İşledikleri şey) o kötülükleri önleme vazifesini terk (elbette ne kadar kötü) bir harekettir. Binaenaleyh din âlimlerine gerekir ki, insanları kötülüklerden alıkomaya gayret göstersinler. Bunu terk etmek, mânevi sorumluluğu gerektirir. Ya bu vazifenin ifasına mâni olmak daha ne kadar fazla mesuhyyeti gerektirir!.

İbni Abbas Radiallahutealâ anhuma demiştir ki: Bu âyeti kerime, Kur'ân'daki en şiddetli bir âyettir. Alimlerden Dahhâk da demiştir ki: Bence bu âyeti kerimeden daha korkunç bir âyet Kur'an'ı Kerim'de yoktur. Gerçekten de bu âyeti kerime ilmî, vazifesini bir engel bulunmadığı halde terkeden her İlim sahibi hakkında pek şiddetli bir tehdidi içerir bulunmaktadır.

 

 

 

 

 

 

64.  Ve Yahudi taifesi: 'Allah'ın eli bağlanmıştır" dediler. Bu dedikleriyle kendi elleri bağlandı ve lanet olundular. Hayır -Cenab'ı Hak'kın- iki eli de açıktır, dilediği gibi infakta bulunur. Ve and olsun ki, sana Rabbinden indirilmiş olan şey, onlardan bir çoğu için azgınlığı ve küfrü arttıracaktır ve biz onların arasına kıyamet gü-nüne kadar düşmanlık ve kin bıraktık. Her ne zaman savaş için bir ateş yakıverdilerse onu Allah Teâlâ söndürdü ve onlar yeryüzünde fesada koşarlar. Allah Teâlâ ise fesat çıkaranları sevmez.

64.   Bu mübarek âyet de Yahudi taifesinin kötü davranışlarını ve bu yüzden uğradıkları belâları, musibetleri beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve Yahudi taifesi) Bir nice günahları işlediler. Bu cümleden olarak (Allah'ın eli bağlanmıştır) yani: Hâşâ! Allah cimridir, tutucudur, cömert değildir, halka bol rızık vermez, ondan dolayıdır ki, bizleri ihtiyaç, içinde bırakıyor (derler) rivayete göre Cenâb-ı Hak, vaktiyle İsrail oğullarına birçok nimetler vermişti. Vaktaki, isyan ettiler, Son Peygamber Hazretlerini inkâra cür'et gösterdiler, Cenâb-ı Hak da vermiş olduğu nimetlerden onları mahrum bıraktı. Bunun üzerine "Finhas bini Azura" adındaki şahıs, Cenâb-ı Hak'ka böyle cimrilik yakıştırmasına cür'et etmiş, diğer Yahudiler de bunu inkâr etmiyerek bu cür'ete razı olmuşlardır. Binaenaleyh bu kâfirce yakıştırma hepsine isnat edilmiştir. Nitekim bir kabileden bir şahıs birini öldürür de diğerleri buna razı olurlarsa, o şahsı filân kabile öldürdü denilir.

Yed; kelimesi ise kudret, nimet, mülk, tasarruftan kinayedir. Malumdur ki, Hak Teâlâ Hazretleri cisimden, cisim olmaktan yücedir, onda el, ayak vesaire gibi mahlukata âit olan bir âzâ tasavvur olunamaz. Binaenaleyh "Yedullah = Allah'ın eli" denilince bundan Allah'ın kudreti Allah'ın tasarrufu gibi bir mânâ kasdedilmiş bulunur. Nitekim filân zât, bir vilâyeti bir eliyle idare ediyor, denilir ki, bundan maksat, o zâtın mükemmel bir idare etme yeteneğine sahip olduğunu ifadedir. Yoksa hakikaten eliyle idare etmesi kasdedilmez, mümkün değildir. İşte câhil insanlar Cenab'ı Hak'ka öyle bir cimrilik, lütuf s uz hık isnadına cür'et ettikleri için Hak Teâlâ hazretleri de bir beddua makamında olarak şöyle buyurmuştur: (Bu dedikleriyle kendi elleri bağlandı ve lanet olundular) yani: Bu kâfirce lâkırdıları sebebiyle onların elleri bağlansın, yerilmiş bir cimriliğe, bir miskinliğe, bir zilete düşsünler ve Allah'ın rahmetinden uzak bulunsunlar. Nitekim öyle de olmuştur. Fakat Cenâb-ı Hak, kerem sahibidir, dilediği kullarını her türlü nimetlere nail buyurur. Onun kudret ve kerem elleri öyle iddia edildiği gibi bağlı değildir. (Hayır -Cenâb-ı Hak'kın- İki eli de açıktır) yani: Hem dünyaya, hem de âhirete âit nimetleri veya mahlûkatına ikram olarak veya istidracen (yavaş yavaş helake yaklaştırmak için) verdiği nimetleri sonsuzdur. O yüceler yücesi zâta asla buhl = cimrilik isnat edilemez. O kerem sahibi Yaratıcı, kullarına (dilediği gibi verir) bazı kullarını geniş bir geçime nail eder, bazı kullarını da darlık içinde bırkır, bütün bunlar bir hikmet ve fayda gereğidir. (Ve andolsun ki) Yani: Habibim!. Bir olan yüce zatıma yemin ederim ki (sana Rabbinden indirilmiş olan şey) Kur'an-ı Kerim'in gerçeğin kendisi olan beyanları (onlardan) o kâfirlerden, inkârlardan (bir çoğu için tuğyanı) isyanı, haddi aşmayı (ve küfrü) İslâmiyet'i inkâr cür'etini (arttıracaktır) onlar o kutsi kitaptan faydalanamayacaklardır, ona karşı düşmanlık gösterecekleri için rezilce halleri artıp duracaktır. Bu hal, onların tabiatlarındaki bozukluğun gereğidir. Nitekim en güzel, en leziz, faydalı yemekler, sağlıklı olanların hayatlarını devam ettirmelerine sebep olduğu halde hasta olanların hastalıklarını arttırır, (ve biz onların) O Yahudi taifesinin veya Yahudiler ile Hıristiyanların (arasına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin bıraktık) onlar bu düşmanca hareketten uzak olmayacaklardır, onların kalblerinde, sözlerinde bir birlik, bir uyum bulunmayacaktır. Özellikle Yahudiler, Cebriye, Kederiye, Murcie ve Meşebbihe gibi mezheblere ayrılmışlardır. Hıristiyanlar da Milkaniye, Nesturiye, Yakubiye, Katolik, Protestan, gibi gruplara ayrılmışlardır.

Bunlar birbirlerine kâfir der dururlar. Onlar (Her ne zaman) Hz. Peygamber'e ve diğerlerine karşı (savaş için bir ateş yakıverdilerse onu) o ateşi, harbi (Allah Teâlâ söndürdü) onları kahretti, zelli bıraktı, mağlüb düşürdü. Nitekim, vaktiyle Buhtun Nas'rin, Fetresi Rûmi'nin, Mecûsİ kavminin daha sonra da, müslümanların mağlûbu olarak onların hâkimiyetleri altına sığınmaya mecbur kalmışlardı, (ve onlar) O din düşmanları dâima (yeryüzünde fesada koşarlar) onlar fırsat buldukça müslümanların aleyhinde hilekârca hareketlere koşuşurlar, cemiyetler arasında şer ve fitne uyandırmaya çalışırlar. Kendilerini böyle bozguncu hareketlerden geri alamazlar. (Allah Teâlâ ise) Öyle (fesat çıkaranları sevmez) onları arzularına nail kılmaz, dâima onların fesat ateşini söndürerek kendilerini eliboş ve ziyana uğramış bir halde bırakır. Onların uhrevİ felâketleri de artık düşünülmeli!.

 

 

 

 

 

 

65. Ve eğer ehli kitap imân etseler ve s akın s al ardı elbette biz onların günahlarını örter ve elbette onları nimetleri bol cennetlere girdirirdik.

65. Bu mübarek âyetler, hakiki bir imâna sahip, ilâhi kitapların hükümlerine tâbi olacak olan ehli kitabın nice nimetlere nail bulunacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve eğer ehli kitap) Olan kendilerine evvelce Peygamberleri vasıtasıyla ilâhî kitapların hükümleri beyan buyrulmuş bulunan Yahudi ve Hıristiyan taifeleri, son peygamber ile ona indirilen Kur'an'ı Kerim'e (imân etseler ve) isyanlardan ve ilâhî kitaplara muhalefetten kaçınarak (ittikada bulunsalar) inançlarını, amellerini düzeltseler (elbette biz onların) vaktiyle cür'et etmiş, oldukları (günahları) ne kadar büyük olsa da afeder (örter) o günahlar ile kendilerini sorumlu tutmazdık (ve) bununla beraber (elbette onları nimetleri bol cennetlere girdirirdik) onların âhiretleri de sağlanmış olurdu. Çünki İslâmiyet'i kabul eden kimseler vaktiyle yapmış oldukları dinî kötülüklerden dolayı sorumlu tu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 01:08:01
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #4 : 02 Kasım 2009, 01:08:01 »




81. Eğer onlar Allah Teâlâ'ya ve Peygamberlere ve ona indirilmiş olana imân etmiş olsalar idi o kâfirleri dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan bir çokları fâsık kimselerdir.

81.   (Eğer onlar) O müşriklere dostlukta bulunan ehli kitap ve münafıklar (Allah Teâlâ'ya ve Peygamber'e) son peygamber olan Hz. Muhammed'e (ve ona) O Yüce Peygamber'e Allah katından (indirilmiş olan) Mucize Kur'an'ı Kerim'e ve onun bildirmiş bulunduğu diğer Peygamberlere, semavî kitaplara (imân etmiş olsalar idi) elbette (o kâfirleri) müşrikleri (dostlar edinmezlerdi) çünkü hakikî imân, böyle fesatla içice bir dostluğa aykırıdır. (Fakat onlardan) O din düşmanlarını dost tutanlaran (bir çokları fasık) dinden mahrum. Allah Teâlâya, Peygamberlere, semavî kitaplara imândan nasipsiz (kimselerdir) bunun içindir ki, onlar hakkı göremezler, kendilerini sapıklıktan kurtaramazlar, kabiliyetlerini kötüye kullandıkları için ebedî bir azaba mâruz bulunmuş olurlar.

 

 

 

 

 

82.       Yemin olsun ki, imân edenlere insanların düşmanlıkça en şiddetlisini mutlaka Yahudiler ile Müşrik'leri bulacaksın. Ve yine yemin olsun ki insanların mü'minlere sevgi bakımından en yakın olanları da biz Hırıstiyanız diyenleri bulacaksın. Bu da onların içinde herhalde bilgin, âbit olanların ve dünyayı terk etmiş olan rahiplerin bulunmasındandır. Ve şüphe yok ki, onlar kibir etmek de istemezler.

82. Bu âyeti kerime, müslümanlara karşı en ziyâde düşmanlık beslemekte olan taifelerin ahlâkî kötülüğünü bildirmektedir. Şöyle ki: Ey Yüce Resulüm!. Veya ilâhî hitabı güzelce telâkkiye elverişli olan herhangi bir kulum!.. Bir olan zatıma (Yemin olsun ki, imân edenlere) ehli İslâm'a (insanların düşmanlıkça en şiddetlisini) müslümanlara karşı düşmanlıkları pek ziyâde bulunan taifeyi (mutlaka Yahudi'ler ile müşrikleri bulacaksın) başka taifelerin de düşmanlıkları var ise de bunların düşmanlıkları derecesinde değildir. Nitekim, Hz. Peygamberin gönderilmesini müteakip bir kısım Yahudi'ler ile Arap yarımadasındaki müşriklerin Rasülü Ekrem'e karşı, onun yaymağa başladığı Islâmiyete karşı ne kadar düşmanlık göstermiş oldukları tarihçe yazılmıştır. (Ve yîne yemin olsun ki, insanların mü'minlere) İslâm şerefine nail olan zatlara (sevgice) muhabbet, sevgi, temayül bakımından (en yakın olanlarını da biz Hırıstiyanız diyenleri bulacaksın) çünki onlar, kendilerini Hak'kın yardımcısı, ehli Hak'kın dostları diye gösterirler, müslümanlığı kabul etmeseler de ehli İslâm'a karşı Yahudiler ile Müşrik'ler derecesinde düşmanlık göstermezler. Bununla beraber onların içinden Islâmiyeti kabul edenler İslâmiyet'in kutsallığını İtiraf eyleyenler, Yahudi'ler ile Müşriklere nazaran pek çok bulunmuş ve bulunmaktadır. Nitekim vaktiyle Müşriklerin bin türlü ezâ ve cefalarına maruz kalmış olan bir kısım eshabı kiram, hırıstiyan hükümdarı bulunan Necaşi'nin ülkesine sığınmışlar orada pek güzel himaye görmüşlerdi. Hattâ Necaşi, İslâmiyet'in yüceliğini anlayarak İslâm şerefine nail olmuştu. Zamanımıza kadar da nice Hıristiyan zümreleri İslâmiyet'i kabul edegelmişlerdir, bu gün de bir çok hırıstiyan âlimleri, düşünürleri, İslâmiyet'in yüce .mahiyetini, kutsî hükümlerini yazıları ile takdir edip yüceltmektedirler. (Bu da) Hıristiyan taifesinin mü'minlere sevgice daha yakın olmaları ise (onların içinde) kıssislerin, yani (bilgin, âbid) reis (olanların ve) dünyayı terk etmiş olan (rahiplerin) yani mabetlerine kapanarak fazla ibâdet ve itaate düşkün kimselerin (bulunmasındandır) bunlar Yahudi'ler ve müşrikler gibi dünya hırsı ile hareket ederek sırf kendi menfaatlerini takip eden, kendilerinden olmayan zümrelere sürekli olarak düşmanlık besleyip zarar vermek isteyen kimseler değildirler. Gerçek şu ki: Abdullah Ibni Selâm ve emsali gibi Yahudi'lerden ve Müşriklerden bir takım kimseler de İslâmiyet'in yüceliğini anlayıp İslâmiyet'i kabul etmişler ise de bunlar Hıristiyanlardan müslüman olanlara oranla pek azdırlar, hüküm ise çoğunluğa göredir. (Ve şüphe yok ki, onlar) Hıristiyan taifesi, hakkı, hakikati anladıkları takdirde kabulden kaçınmazlar ve Yehûd taifesi gibi (kibir etmek de istemezler) Hıristiyan taifesi, kalp inceliğine, şefkat ve merhamete sahip olup müslümanlara karşı Yahudi'ler ve Müşrikler derecesinde düşmanlıkta bulunmazlar. Onlarda böyle bir meziyet görülebilmektedir. Hakikaten tevazu, hak'ka karşı düşman olmamak takdire şâyân bir özelliktir. İsterse, sahibi gayrimüslim bulunsun.

Şu ciheti de kaydedelim ki: Tefsirlerimizde yazılmış olduğu üzere bu âyeti kerime, Yahudi'ler ile Hıristiyanlar arasındaki farkı, dinleri itibariyle değil, dünyaya düşkün olmaları, kendilerinden başka milletlere fenalık yapmayı bir vazîfe bilip bilmemeleri itibariyle. İşte bu bakımdan Yahudilerin ahlâkî durumları Hıristiyanlara göre pek ziyâde düşüktür. Yoksa din itibariyle Hıristiyanların küfrü, Yahudi'lerin küfründen daha galizdir. Çünki Yahudiler, yalnız peygamberlik hususunda mücadelede bulunurlar, Hz. Isa, gibi Son Peygamber Hazretleri gibi Peygamberleri ve onlara verilmiş olan semavî kitapları inkâr ederler. Hıristiyan taifesi ise ilahiyat hususunda da tartışmada bulunurlar, Hz. Isa gibi bir insana (hâşâ) ilahlık isnat ederler. Son Peygamber Hazretlerinin risâletini kabul etmezler. Binaenaleyh bu bakımdan Hıristiyanların küfrü daha büyüktür. Fakat bunlar Yahudiler kadar inatçı, başkaları hakkında her halde kötülük ister olmayıp içlerinden insaflıca düşünerek hakkı kabul edenler daha ziyade olduğundan bu bakımda Yahudilere, Müşriklere üstün bulunmuşlardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

83. Ve Peygambere indirilmiş olanı dinledikleri zaman hakkı bildiklerinden dolayı onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler ki: Ey Rabbimiz!. İmân ettik, artık bizi -hakka- şahit olanlar ile beraber yaz.

83.       Bu mübarek âyetler de ehli kitap arasindan İslâm şerefine nail olmuş olan zatlarin temiz hareketlerini, emellerini, mükafatlarini bildirmekte, küfründe İsrar edenlerin de kötü sonlarini göstermektedir. Şöyle ki: (Ve) Hiristiyanlardan olan bir zümre kibir etmedikleri gibi (Peygamber'e) Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a Allah tarafından (indirilmiş olanı) hikmet dolu Kur'an-i Kerim'i (dinledikleri zaman) kalblerinde bir irfan nuru parlamaya başlar (hakki bildiklerinden) Kur'an'in yüceliğini, Hz. Muhammed'in peygamberliğinin doğruluğunu evvelce de kendi kitaplarında görüp anlamış bulunduklarından (dolayi onların gözlerinin) bir incelik ile, bir yüksek heyecan ile (yaşla dolup taştığını görürsün) ve onlar Kur'an'i Kerim'in âyetlerini dinledikçe: (Derler ki. Ey Rabbimiz!) Biz bu Kur'an'i Kerim'e ve kendisine bu Kur'an'i Kerim nazil olan Yüce Peygambere (imân ettik) bu bir hak sözdür, bu Yüce Peygamberde bir Resülu kibriyâdır, son peygamberdir. Buna inanmışızdır, (artık) Ey Yüce Yaratıcı!, (bizi şahit olanlar ile beraber yaz) yani: Bizi Kur'an'i Kerim'in doğruluğuna, Hz. Muhammed'in risaletine şahitlik eden zâtlar ile beraber hasret veya o Yüce Peygamber'in yarın kıyamet gününde diğer ümmetler üzerine şahitlikte bulunacak olan İslâm ümmeti zümresine bizleri de kat. Bu zâtlar, müslümanların bu vasfını İncil'de görmüş oldukları için böyle bir niyazda bulunmuşlardır.

 

 

 

 

 

 

84. Ve biz ne için Allah Teâlâ'ya ve bize hak'tan gelene imân etmeyelim? Halbuki biz ümit ederiz ki, Rabbimiz bizi sâlihler olan kavim ile beraber -cennete- soksun.

84. (Ve) O zâtlar derler ki: (biz ne için Allah Teâlâ'ya ve bize haktan gelene) Kur'an'i Kerim'e, onu tebliğ eden Yüce Peygambere (imân etmeyelim?.) bizim akıl ve izanımız yok mu?. Böyle parlak bir hakikat karşısında bulunduğumuz halde onu nasıl inkâr edebiliriz? (Halbuki, biz ümit ederiz ki) Yarın âhirette (Rabbimiz bizi sâlihler olan kavim ile beraber) -cennete- (soksun) binaenaleyh artık kendimizi imân nimetinden nasıl mahrum bırakabiliriz?. Hayır bırakamayız.

 

 

 

 

 

85. Artık Allah Teâlâ da onlara bu söylediklerinden dolayı altından ırmaklar akan cennetleri, içlerinde ebediyen kalıcı olmaları üzere ihsan buyurdu. Bu ise iyi hareket edenlerin mükâfatıdır.

85.        (Artık Allah Teâlâ'da) Lütfetti (onlara) o İslâmiyet'e saygı gösteren, Kur'an'ı Kerim'i tasdik eden münevver zümreye (bu söylediklerinden) bu güzel kanaat ve inançlarından (dolayı) en büyük mükâfatlar verdi, şöyle ki: Onlara âhirete gidince (altından ırmaklar akan cennetleri, içlerinde ebediyen kalıcı olmaları üzere ihsan buyurdu.) onlar imân ile âhirete gidip cennetlerde ebedî bir şekilde kalmaya namzet oldular. (Bu ise) Böyle ebedî bir saadet ve mükâfata nail olmak ise (iyi hareket edenlerin) inançlarını, amellerini güzelce tazim edenlerin, her hususta ihsanı, güzel hareketi alışkanlık haline getirenlerin (mükâfatıdır.)

§ Rivayete göre bu dört âyeti kerime, Necaşî ile onun arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Rasülü Ekrem Efendimiz, Necaşî'ye bir yüce mektubunu göndermiş, onu imâna davet etmişti, Necaşî bu mübarek risâlet mektubunu alınca Habeşede bulunan Hz. Cafer ile diğer muhacirleri yanına çağırmış, bir takım keşişler ile rahiblerde hazır bulunmuş idi. Hz. Cafer'e Kur'an okumasını teklif etmiş, o da Meryem sûresini okumuş, bunu dinleyince bir manevî zevk ile ağlamaya başlamışlar, gözlerinden sular serpilmeğe başlamış, Necaşî'de yanındaki din adamları da mucize Kur'an-ı Kerim'e imân etmişlerdi.

Diğer bir rivayete göre de Necaşî, Hz. Peygamber'in huzuruna kendi kavminden yetmiş kadar zâtı elçi olarak göndermişti. Rasülü Ekrem Hazretleri onlara sûre'i Meryem'i okum...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes