> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > Enfal Suresi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Enfal Suresi  (Okunma Sayısı 1959 defa)
02 Kasım 2009, 22:17:43
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 02 Kasım 2009, 22:17:43 »



8-ENFAL SURESİ

 

 

 

Bu mübarek Sûre, Medine'de inmiştir. (75) Ayeti kerimeden meydana gelmektedir. Bedir Savaşında elde edilen ganimet mallarının taksimine dair emirleri ve Rasûlü Ekrem ile diğer bazı Yüce Peygamberlere ait kıssaları kapsamaktadır.

"Enfal" nefelin çoğuludur. Nefel ise nafile gibi bir asıl üzerine fazla olan şey demektir. Nitekim edası farz, vacip ve sünnet olan namazların dışındakilere nafile namaz denilmektedir. Bu âyeti kerimedeki enfalden maksat ise cihat neticesinde düşmandan alınan ganimet mallarıdır. Çünkü bunlar Cenab'ı Hak'kın bir lütfudur, bir ihsanıdır, cihad ile asıl kazanılan sevaplar üzerine fazla bir ilâhî ihsandır. Evet... Ganimet mallarından istifade selahiyeti bu ümmet-i Muhammed'e mahsustur. Önceki ümmetler, harp neticesinde elde ettikleri mallardan istifadeye mezun değildirler, o mallar bir semavî ateşin gelmesiyle yanar giderdi, İslâm gazilerinden bir kısmının üstün kahramanlık göstermiş olacaklarından dolayı ganimet mallarından kendilerine fazlaca verilen şeylere de "enfal" denilir.

Bedir savaşında elde edilen malların ne şekilde taksim edileceği hususunda ashab-ı kiramdan bazıları şöylece ihtilâfa düşmüşlerdi: Bu mallar, muhacirlere mi, yoksa ensarı kirama mı verilecek?. Yoksa bu savaşta daha fazla faaliyet göstermiş, olan genç. sehabilere mi ait olacak?. Ve bu savaşta hazır bulunmayan seçkin sehabe var idi. Muhacirlerden Hz. Osman ile Hz. Talha gibi ve ensardan Asım ile Ebu Lübâbe gibi. Bu zatlar da bu ganimetlerden hisse alçaklar mı?. İşte bu sûre-i celilenin bir kısım âyetleri bu husustaki ihtilafları ortadan kaldırmış bulunmaktadır. Bu sebeple de buna "enfal sûresi" unvanı verilmiştir.


 

 

 

1. Sana ganimetlerden soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah Teâlâ'ya ve Peygamber'e aittir. Artık Allah T e âlâ'd an korkunuz. Aranızdaki hâli düzeltiniz ve Allah Teâlâ'ya ve resulüne itaat ediniz, eğer mü'min kimseler iseniz.

1.       Bu mübarek âyetler, ganimet mallarının hakkındaki şer'î hükmü bildirmektedir. Müminlerin nasıl hareket edeceklerini tâyin etmektedir. Ve hakikî mü'minlerin en seçkin vasıflarını ve nail olacakları mükâfatları beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resul!. (Sana ganimetlerden soruyorlar) ki, bunlar kimlere aittir, nerelere sarfedilecektir, bu husustaki şer'î hüküm neden ibarettir?. Resulüm!. Onlara (De ki: Ganimetler, Allah Teâlâ'ya ve Peygamber'e aittir.) bunların hükmünü tesbit Cenâb-ı Hak'ka mahsustur. Bunları Cenâb-ı Hak'kın emrine göre taksim etmek de Rasûlullah'a aittir. Bu hususta başkalarının görüşüne yer yoktur. (Artık Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun emirlerine muhalefette, ganimet malları hususunda tartışmada bulunmayınız. Hz. Peygamber'in taksim ve uygun görmesine aykırı hareketlerden sakınınız. (Aranızdaki hâli düzeltiniz) münakaşayı,, ihtilâfı bırakınız, aranızda sevgi ve dayanışmanın vücude gelmesini temine çalışınız, ganimetlere ait işleri Rasûlüllah a bırakınız, (ve Allah Teâlâ'ya ve Resulüne itaat ediniz) herhangi hususta olursa olsun Cenab'ı Hak ile Yüce Peygamberinin emirlerine, yasaklarına riayet ve itaatten ayrılmayınız. (Eğer siz mü'min kimseler iseniz) yani: İmân şerefine hakkiyle sahip iseniz, böyle Allah'ın hükmüne göre hareket ediniz, dinî vazifelere riayet edip günahlardan sakınınız ve adalet ile, ihsan ile aranızı ıslaha gayret eyleyiniz.

 

 

 

2.      Gerçekten mü'min olanlar, o kimselerdir ki. Allah Teâlâ zikredildiği zaman yürekleri titrer ve onlara Cenâb-ı Hak'kın âyetleri okunduğu vakit imanlarını artırır ve Rab'lerine tevekkülde bulunurlar.

2. (Gerçekten mü'min olanlar) yani: Tam bir imâna sahip bulunanlar (o kimselerdir ki. Allah Teâlâ zikredildiği zaman) sırf onun mukaddes zikrinin etkisiyle (yürekleri titrer) kendilerinde bir manevî korku ve saygı bir tazim ve yüceltme hissi görünür. İsterse o Yüce Yaratıcının korku ve saygıyı gerektiren vasıfları, fiilleri beyan buyrulmasın.   (ve onlara, onun) O Yüce Mabudun (âyetleri okunduğu vakit) yani: O Yüce Yaratıcının kudret ve azametine birer delil olan herhangi bir âyeti okununca da (onların imanlarını artırır) onların kalben tasdikler! daha ziyade kuvvet bulur, inançları birer delile dayanarak pek sağlam bir mahiyet kazanır. Elbette ki, bilenler ile bilmeyenlerin kesin inanç mertebeleri eşit olamaz. Yüce Peygamber ile ve bir kısım mükâşefat sahipleri (İlâhî sırları bilenler) insanların fertlerinin kesin inancı, kalbî kanaati arasında elbette büyük bir fark vardır.

Bununla beraber Rasülü Ekrem zamanında ilâhî vahy devam ediyor, yeni yeni şeyler emir ediliyor, bildiriliyordu. Bu sebeple ashab-ı kiramın imanları artıyor, yani imân edecekleri şeyler çoğalıyordu. Yüce peygamberden sonra vahy kesilmiş, dinî hükümler tamamen belirlenmiş olduğu için artık imânın bu bakımdan artması mümkün bulunmamıştır, İmân edilecek şeyler itibariyle her müminin imânı diğerine eşittir. Meselâ: İslâm'ın başlangıcında namazın farz olduğunu bilip tasdik eden bir müslümanın imânı, daha sonra zekâtın farz edilmesiyle artmış olurdu. Rasülü Ekrem'in vefatından sonra ise artık şer'î hükümler belirlenmiş ve yerleşmiş olduğundan bu bakımdan imanların artmasına sebep kalmamıştır. Fakat asıl belirlenmiş imân edilen şeyler hakkındaki her müminin kuvvet itibariyle imân derecesi eşit değildir. Elbette birçok deliller ile donatılmış, dinî hükümlerin yüceliğini, hikmetini hakkiyle anlayan zatların imanları ile halkın fertlerinin imanları arasında büyük bir fark vardır. İşte bu itibar ile imânın artması mümkündür, bu âyeti kerime de bunu söylemektedir. Velhâsıl hakikî müminler (Rablerine tevekkülde) de (bulunurlar) her işte muvaffak olmalarını o Rabbi kerimden beklerler, ona işlerini bırakır ve havale ederler, başkalarından korkmazlar, ganimetlerin hüküm ve taksimine de razı olurlar, başka endişelere düşmezler.

 

 

 

 

3. Onlar -o mü'minlerdir ki- namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerini rızıklandırmış olduğumuz şeylerden infakta bulunurlar.

3.      (Onlar) o vasıfları yazılı zatlar (o mü'minlerdir ki, namazı dosdoğru kılarlar) namazları bütün erkân ve şartlarına riayet ederek yerine getirmeye çalışırlar, (ve kendilerini merzuk etmiş) kendilerine bir ilâhî lütuf olarak vermiş (olduğumuz şeylerden) mallardan ve diğerlerinden de yalnız Allah rızası için başkalarına- (infakta bulunurlar) mesela: Zekâtlarını, sadakalarını verirler, cihat yolunda servetlerini sarfederler, mabetler, medreseler, çeşmeler, köprüler gibi hayırlı müesseselere yardımda bulunurlar, başkalarını ilmen, irfanen aydınlatmağa da çalışırlar. Kısaca öyle hakikî müminlerde şu beş yüksek vasıf bulunur, (I): Onlar ancak Cenâb-ı Hak'tan korkarlar. (2): Hak Teâlâ'nın bütün tekliflerine itaat eder ve boyun eğerler. (3): Yalnız Allah Teâlâya tevekkül ederler, ondan başkasına itimat edip durmazlar. (4): Namazlarını dosdoğru kılarlar. (5): Allah rızası için münasip kimselere, yerlere, yardımda bulunur, mallarını sarfederler. Ne güzel haslet!. Ne hayırlı hareket!.

 

 

 

4.  İşte hakkıyla mü'minler onlardır. Onlar için Rab'lerinin katında dereceler ve mağfiret ile sonsuz bir rızık vardır.

4. (İşte) öyle seçkin vasıflar ile vasıflanmış olanlar yok mu, işte (hakkiyle müminler onlardır.) Çünkü onlar, imanlarına Allah korkusu gibi dinî hükümlere riayet gibi, hakka tevekkül gibi en seçkin kalbî amelleri ve namaz gibi, zekât ile sadaka gibi en güzel bedenî fiilleri ilâve etmiş bulunmuşlardır. (Artık onlar için) O muhterem müminler için (Rablerinin katında dereceler vardır) onlar cennetlerde birbirinden alâ makamlara nail olacaklardır. Tefsiri Şerbinîde yazılmış bulunan ve Ebu Hüreyre Hazretlerinden rivayet edilen bir hadis-i şerif şu mealdedir: Rasülü Ekrem efendimiz buyurmuştur ki: Cennette muhakkak yüz derece vardır. Her iki derecenin arasında ise yüz senelik bir mesafe vardır. Ve Ebu Saidülhudri Hazretlerinden rivayet edilen bir hadis-i şerif de şu mealdedir: Yüce Peygamber Hazretleri buyurmuştur ki: Cennette yüz derece vardır. Eğer bu derecelerin birinde bütün âlemler toplanacak olsa genişliği hepsine de yeterli olur. (Ve) o müminler için insanlık icabı yapmış oldukları kusurlardan dolayı (mağfiret vardır) kerem sahibi mâbud Hazretleri onların o kusurlarını afedecek ve örtecektir. Ve onlar için bu mağfiret (ile) beraber (sonsuz bir rızık) da (vardır) onlar o cennetlerde değerli rızka, yani: Maddî ve manevî nimetlere nail olacaklardır. Şöyle ki: Onlar kendilerine pek değerlice bir rızık olmak üzere cismanî lezzetlere nail olacakları gibi bu lezzetlerin çok üstünde olan ve Allah'ı tanımaktan, Allah sevgisinden meydana gelen manevî lezzetlere nail bulunacaklardır. Kalbin nurlanmasını, ruhun yücelmesini temin eden bu ruhanî lezzetler ise şüphe yok ki, cismanî lezzetlerin çok üstündedir. Bütün bunlar, birer değerli rızıktır. Cenâb-ı Hak cümlemize bunları nasip buyursun. Amin.

§ Kerîm, lûtf ve ihsan edici demektir. Hamd ve senaya, insana lâik olan herşeye ve cömert, alicenap olan her zata kerim denilir. Keremde iyilik lütf ve ihsan manasınadır.

 

 

 

5. Nasıl ki, Rab'bin seni hak uğrunda evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir kısmı ise şüphe yok ki, bunu hoş görmüyorlardı.

5.    Bu mübarek âyetler, Rasûlü Ekrem'in bütün hareketlerinin hikmet ve faydaya uygun olduğuna işaret etmektedir. İsterse bir kısımkimseler bu hareketlerin ne kadar güzel netice vereceğini evvelce anlamayarak bunları kötü görmüş bulunsunlar. ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Enfal Suresi
« Posted on: 28 Mart 2024, 16:36:47 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Enfal Suresi rüya tabiri,Enfal Suresi mekke canlı, Enfal Suresi kabe canlı yayın, Enfal Suresi Üç boyutlu kuran oku Enfal Suresi kuran ı kerim, Enfal Suresi peygamber kıssaları,Enfal Suresi ilitam ders soruları, Enfal Suresiönlisans arapça,
Logged
02 Kasım 2009, 22:20:23
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 02 Kasım 2009, 22:20:23 »




21. Ve öyle kimseler gibi olmayınız ki, onlar işittik derler ve halbuki onlar işitmezler.

21. (Ve) Ey Müslümanlar!. Siz (öyle kimseler gibî olmayınız ki) öyle kâfirler ve münafıklar gibi emir ve yasağa muhalefette bulunmayınız ki, (onlar işittik derler,) sadece       böyle bir iddiada bulunurlar (ve halbuki onlar işitmezler) onlar işittiklerine riayette bulunmazlar, ona karşı işitmemiş gibi bir vaziyet alırlar. Artık onların o  işitmeleriyle işitmemeleri e;it bulunmuş olmaz mı?.

 

 

 

22. Şüphesiz ki. Allah Teâlâ katında canlıların en kötüsü, sağırlar ve dilsizlerdir ki, akıl erdiremezler.

22.     (Şüphesiz ki Allah Teâlâ'nın katında) Onun hüküm ve kazası hususunda (hayvanların en kötüsü) yeryüzünde dolaşan hayvanların en şerlisi, en zararlısı (o sağırlar ve dilsizlerdir ki) onlar hakkı işitmezler ve hakka dair bir söz söylemezler. Hakkı işitip söyleyecek bir kabiliyetten mahrum bulunurlar. Ve onlar (akıl) da (erdiremezler) onların kusurları, kötü halleri bu derece fenadır. Bazı sağırlar ve dilsizler vardır ki, bazı şeyleri bilir, aklen anlarlar. O inkarcı insanlar ise böyle bir aklî kabiliyete bile      sahip değildi re I r. Bu yaratılış kabiliyetini onlar zâyetmişlerdir.

 

 

 

23. Ve eğer Allah Teâlâ onlarda bir hayır bilse idi elbette onlara işittirirdi. Ve eğer işittirecek olsaydı elbette onlar yine dönerlerdi. Ve onlar kaçınan kimselerdir.

23.    (Ve eğer Allah Teâlâ onlarda) O inkarcılarda kabiliyetleri itibariyle (bir hayır bilseydi) Onların kendi kuvvetlerini hakkı araştırmaya sarf edeceklerini, hidayete tâbi olacaklarını Cenâb-ı Hak, ezelî ilmiyle bilmiş olsa idi (elbette onları işittirirdi.) onları hakkı kabul ve hakikati tefekkür edip düşünecek bir işitme kabiliyetine nail buyururdu. (Ve) halbuki onlarda öyle bir kabiliyet kalmamıştır, (eğer) onları (işittîrecek olsa idi) onlara, diyelim, anlama ve düşünme çerçevesinde işitme duygusu verse idi (elbette onlar yine dönerlerdi.) işittikleri hakikatlerden yine yüz çevirirlerdi. O işitecekleri haklardan yine istifade etmezlerdi. Veyahut hakkı kabulden sonra yine inkâr ederek dinden dönerlerdi. Sanki hiç işitmemiş gibi olurlardı. (Ve onlar) hakkı kabulden (kaçınan kimselerdir.) işittikleri şeyleri kalpleriyle inkâr ederler. Onlar inatçıdırlar, böyle birkaçınmak onların adetleridir.

§ Bir rivayete göre Kureyş müşrikleri Rasülü Ekreme demişlerdi ki: Bizim ceddimiz olan Kusay, mübarek bir şeyh idi, onu dirilt, eğer o sana şahitlik ederse biz de sana imân ederiz. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Buyurulmuş oluyor ki: Eğer Kusay hayat bularak Hz. Peygamber'in risaletini tasdik etse bu inkarcılar da bunu işitseler, yine imân etmezler, bu diriltme olayını bir gösteriş sanarak yine küfürlerinde devam ederler.

"Süre yerde bitmemiş asla benefşe, lâle, gül"

"Kabiliyet konmamış aslında baran neylesin"

 

 

 

24.         Ey müminler!. Sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği vakit Allah için ve Peygamber için icabet edin ve biliniz ki, muhakkak Allah Teâlâ kişi ile kalbi arasına girer ve şüphe yok ki, onun huzurunda toplanacaksınız.

24. Bu mübarek âyetler, Cenâb-ı Hak ile Yüce Resulü tarafından olan tekliflerin birer hayat unsuru olduğunu ve onlara icabet etmenin lüzumunu bildirmektedir. Ve bütün insanlar Hak Teâlâ'nın tasarmfu altında bulunduklarından ve onun manevî huzuruna sevkolunacaklarından ona söve hareketlerini tanzim etmelerini ve bütün cemiyet hayatına zarar verecek olan gayrı meşru hareketlerden kaçınılmasını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey müminler!.) Ey imân nimetine nail bulunmuş olan kullar!, (sizî) Allah Teâlâ'nın muhterem Resulü (kendinize) maddî ve manevî (hayat verecek şeylere) meselâ: Millî hayatı koruyacak olan cihada, veya ebedî hayatın vesilesi olan dinî ilimleri tahsile veya sahibini ebedî hayata, kavuşturacak olan güzel inançlara veya içki gibi, fuhşiyat gibi terkedilmeleri cemiyetin hayatî temizliğini temine sebep olan şeyleri terketmeğe (davet ettiği vakit) hemen (Allah için ve Peygamber için) güzelbir itaat göstererek o davete (icabet edin) öyle mükellef olduğunuz    şeyleri bir kalp rahatlığı ile ifaya çalışınız. (Ve) Ey müminler!. (Biliniz ki, muhakkak Allah Teâlâ) yaratmış olduğu herhangi bir (kişi ile kalbi arasına girer.) yani: Hak Teâlâ Hazretleri kullarına İlim ve tasarruf bakımından kendilerinden daha yakındır, kullarının bütün düşüncelerini bilmektedir, kullarını kalbî ilhamlarını istediği gibi değiştirebilir. Ve dilerse bir kulu ile onun kalbi arasına bir engel bırakır, artık mümin ise, kâfir, kâfir ise mümin olamaz. Binaenaleyh her hususta ve bu cümleden    olarak imanda sebata muvaffakiyet hususunda Cenâb-ı Hak'ka daima-sığınmalıdır, Allah'ın korumasına sığınılmalıdır. Nitekim Rasülü Ekrem Efendimiz bile cok kere     = Ey kalpleri evirip çeviren Rab'bim!. Benim kalbimi senin dinin üzerine sabit kıl, diye dua ederdi. Ve ey müslümanlar!. (şüphe yok, ona) o Yüce Yaratıcı huzurunda (toplanacaksınızdır.) başkasına değil. O hikmet sahibi mabut da amellerinizin mahiyetlerine, mertebelerine göre size mükâfat ve ceza verecektir. Artık gaflette bulunmayınız, sonunuzu göz önüne alınız, ona göre hayatınızı tanzime çalışınız, ibadet ve itaatten geri durmayınız.

 

 

 

25. Ve bir fitneden sakınınız ki, sizden yalnız zulm edenlere dokunmakla kalmaz, ve biliniz ki, muhakkak Allah Teâlâ'nın cezası pek şiddetlidir.


25.  (Ve) Ey müslümanlar!. Öyle (bir fitneden) gayrı meşru bir harketten, felâkete sebep olacak bir hadisenin meydana gelmesinden (sakınınız ki) onun kötülüğü, felâketi; maddî ve manevî zararları (sizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz) bilâkis zulmetmemiş, o hadiseyi fiilen yapmamış olanları da kapsar. Meselâ: Bir cemiyet arasında bir takım gayrı meşru şeyler yapılıp dururken bunları yapanların engellenmesine çalışılmaması, umumî bir sorumluluğa, bir kötülüğe sebep olabilir. Aynı şekilde: Gerektiğinde cihat hususunda bir taifenin tembelik göstermesi, o taifenin mensup olduğu bütün bir cemiyet hakkında mağlûbiyet!, zarar ve ziyanı doğurabilir. Artık bu gibi kötü neticeleri doğuracak şeylere meydan vermemelidir. (Ve) Ey müminler!. Kesin olarak (biliniz ki, muhakkak Allah Teâlâ'nın cezası) ona muhalefet edenler hakkında (pek şiddetlidir) onun hükümlerine riayet etmeyenlerin sonlan pek kötüdür. Nitekim bu gibi ilâhî emirlere riayet edilmediğinden dolayı İslâm tarihinde pek acıklı hâdiseler vücude gelmiştir, müslümanlar arasındaki mücadeller ne kadar korkunç, genel musibetlere sebebiyet vermiştir. Binaenaleyh öyle şiddetli bir azabı hak etmemek için Allah'ın hükümlerine riayete devam etmelidir. Toplumun zarar ve ziyanına sebebiyet verecek şeylerin vücude gelmemesine elden geldiği kadar çalışmalıdır, şahsî ve genel selâmet ve menfaat bunu gerektirmektedir.

 

 

 

26.       Ve hatırlayınız ki, bir zaman siz yeryüzünde azlık idiniz, zayıf sayılan kimseler idiniz. İnsanların sizi çarpıp kapmasından korkardınız. Sonra -Allah Teâlâ- sizi yerleştirdi ve sizi yardımıyla destekledi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı, tâki, şükredesiniz.

26. Bu mübarek âyetler, Cenab'ı Hak'kın başlangıçta zayıf olan İslâm toplumunu daha sonra kuvvet ve güce kavuşturmuş olduğunu beyan ile onları şükre, itaate davet etmektedir ve dinî hükümlere muhalefeti ve hiyâneti yasaklamaktadır. Ve bir imtihan, bir denemeden ibaret olan dünya servetine, evlât gayretine kapılarak bir takım muhterisçe hallerde bulunulmamasını ihtar buyurmaktardır. Şöyle ki: (Ve) Ey muhacirler topluluğu!. (Hatırlayınız ki) Siz (bir zaman yeryüzünde) Mekke'i Mükerreme sahasında (azlık idiniz) sayınız noksan idi ve siz (zayıf sayılan kimseler idiniz) sizde bir kuvvet, bir güç görülemiyordu (insanların sizi çarpıp kapmasından korkardınız) Kureyş müşriklerini ve diğer Arap kâfirlerinin sizi sür'atle mahvedip cezalandırmalarından endişe içinde yaşardınız. Nitekim bütün Arap kavmi de Fars ve Rum kâfirlerinin elleri altında zelilce bir vaziyette bulunmuşlardı. (Sonra) Allah Teâlâ (sizi) Ey müslüman muhacirler!. Medine'i Münevvere'de (yerleştirdi) düşmanlarınızdan emin olacağınız bir barınağa sizi kavuşturdu, (ve sizi yardımıyla destekledi.) Ensar-ı kiramın yardımıyla veya meleklerin imdadiyle sizi düşmanlarınız olan kâfirler üzerine galip kıldı, (ve sizi temiz şeylerden) Ganimet mallarından (rızıklandırdı) bu ganimet mallarını size helâl kıldı, halbuki, sizden evvelki     milletlere helâl değildi, (tâki) Nail olduğunuz bu muazzam nimetlerden, muvaffakiyetlerden dolayı Cenab'ı Hak'ka (şükredesiniz) kulluk vazifenizi bilip Allah Teâlâ'nın rızasına aykırı hareketlerden kaçmasınız.

 

 

 

27. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'ya ve Peygambere hiyanet etmeyiniz ve emanetlerinize hiyanette bulunmayınız. Halbuki, siz bilirsiniz.


27.    (Ey imân edenler!.) Ey Rasülü Ekreme tâbi olanlar!. (Allah Teâlâ'ya ve Peygambere hiyanet etmeyiniz) farzlara, sünnetlere aykırı hareketlerde bulunmayınız. Açıktan kabul ettiğiniz İslâmiyet'e aykırı şeyleri kalben gizleyip durmayın, müslümanların aleyhinde, dinsizlerin lehinde olacak hareketlere cür'et etmeyin, meselâ: İslâm hükümetinin sırlarını düşmanlara ihbarda bulunmak kötülüğünü işlemeyin (ve emanetlerinize hiyanette bulunmayınız) kendi aranızdaki emanetlere de, sözleşmelere de riayet etmez bir hâle düşmeyiniz veya üzerinize düşen dinî ve dünyevî vazifelerde istikametten ayrılmayınız. (Halbuki, siz bilirsiniz.) Hiyanet etmekte olduğunuza...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 22:23:19
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #2 : 02 Kasım 2009, 22:23:19 »





41.    Ve biliniz ki, muhakkak herhangi birşeyden edindiğiniz ganimet malının beşte biri mutlaka Allah Teâlâ içindir. Ve Peygamber içindir ve akrabalarla, yetimler, fakirler ve yolcu içindir. Eğer siz Allah Teâlâ'ya ve furkan gününde, o iki cemiyetin karşılaştığı günde kulumuza indirmiş olduğumuza imân etmiş iseniz. Ve Allah Teâlâ herşeye tam manâsıyla kadirdir.

41.     Bu âyet-i kerime cihad neticesinde müslümanların elde edecekleri ganimet mallarına ait şer'î hükmü ve bu hükme riâyetin dinin gereği buunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Müslümanlar!.. (Ve) şu şer'î hükmü de (biliniz ki, muhakkak) düşman olan kâfirlerden sava; neticesinde (herhangi şeyden) isterse az olsun elde (edindiğiniz ganimet malının beşte biri mutlaka Allah içindir) yani: Onun rızası içindir. Cenab'ı Hak'ka öyle bir maldan hisse ayırımı yapılamaz, onun ilâhî zatı buna muhtaç değildir. Bunun böyle zikredilmesi bir saygı ve bereket ümidi içindir. Fakat âlimlerden "Ebul Aliye"ye göre Cenâb-ı Hak adına da bir hisse ayırarak bu, Kâbe'i Muazzama'ya sarfedilir, (Ve) o malın beşte biri, beş kısma ayrılır ki, bunlardan biri (Peygamber içindir) bu kısım Rasülullah'a verilir, o da bununla muhterem ehli beytinin ihtiyaçlarını temin eder. Kalanını da müslümanların ihtiyaçlarına sarfeyler. (ve) kalan dört kısmı da (akrabalar ile) yani: Rasülü Ekrem'in akrabaları olan Beni Haşim, Beni Muttalip ile müslüman (yetimler ve fakirler ve yolcu) olanlar (içindir.) Bu beşte bir hissenin üç kısmı hazineye konularak fakir olan yetimlere ihtiyacını tamamen görmeğe kadir olamayıp miskin adını alan yoksullara, ve nafakasını temin edemeyen müslüman yolculara sarfedilir. (Eğer siz,) Ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ'ya) İmân etmiş iseniz (ve furkan gününde) yani: Hak ile bâtılın arasını ayırmaya vesile olan Bedir savaşında (o iki cemiyetin) müslümanlar ile müşriklerin (karşılaştığı) savaş için birbirine karşı cephe aldıkları (günde) yani Bedir harbi zamanında (kulumuza) Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a (indirmiş olduğumuza) ona nazil olan âyetlere, ona yardıma gelen meleklere, ona ihsan ettiğimiz zafere (imân etmiş iseniz) artık biliniz, kabul ediniz ki elde edilen ganimet mallarının beşte biri, şu açıklanan zatlara aittir. Onu kendilerine teslim ediniz. Kalan beşte dördü de bu ganimetleri elde eden mücahitlere mahsustur. Yani: Cihat niyetiyle harp sahasına atılmış bulunan İslâm erlerine aittir, onlara dağıtılır. İsterse içlerinden bir takımı fiilen harbe katılmamış olsunlar. (Ve Allah Teâlâ herşeye tam manâsıyla kadirdir.) Az bir kuvveti, çok bir kuvvete galip kılabilir, nitekim, sizi de Bedir Savaşında büyük bir kuvvete galip kılmıştı. Artık o Yüce Yaratıcının emirlerine, şer'î hükümlerine hakkiyle riayetten ayrılmayınız. Bu ganimet malları hakkındaki ilâhî hükme de tamamiyle itaatkâr bulununuz.

§ Imam-ı Azama göre Rasülü ekrem Efendimizin ahirete irtihaliyle kendisine ve Haşim oğulları ile Muttalip oğullarına ait olan hisseler düşmüştür. Ancak Haşim oğulları ile Muttalip oğullarının fakirleri var ise onlara da diğer fakirler gibi bu ganimet hissesinden yardım edilir.

İmam Şafii'ye göre peygamberin vefatından sonra Rasülü Ekrem'e ait hisse, müslümanların ihtiyaçlarına meselâ harp araçlarının teminine sarfedilir. Haşim oğulları ile Muttalip oğulları yine hisselerini alabilirler. Kalan üç hisse de hazineye konularak fakir yetimlere, yoksullara ve yolculara sarfedilir.



42. O vakit ki, siz yakın vadide idiniz, onlar ise uzak vadide idiler. Kervan ise sizden aşağıda idi. Eğer birbirinizle vâdeleşe idiniz, elbette vâde mahallinde ihtilâfa düşerdiniz. Ve lâkin Allah Teâlâ yapılmış olan bir emri yerine getirmek için -böyle yaptı- tâki, helak olan kimse, apaçık bir delilden helak olsun ve diri kalan da aşikâr bir delilden diri kalmış olsun ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ tam manâsıyla işit içidir, tamamiyle bilicidir.

42. Bu âyeti kerime, Bedir Savaşı esnasında görünen ilâhî delili ve ümmet-i muhammed hakkında tecelli eden ilâhî I üt uf lan beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Eshab-ı kiram!. Ey ümmeti Muhammed!. Hatırlayınız (O vakit ki) O Bedir Savaşı sırasındaki (siz) Medine'i Münevvereye (yakın) bir (vadide idiniz. Onlar) o düşmanlarınız olan Kureyş müşrikleri (ise) Medine'i Münevvere'den (uzak) bir (vâdîde idiler.) Mekke'i Mükerreme'ye, su kaynağına yakın bulunuyorlardı. Şam'dan dönüp gelen, düşmanlara ait bulunan (kervan ise sizden aşağıda idi.) Sizin mevkinizden uzakta bulunuyordu. Bedir mevkiinden üç mil kadar uzakta bulunan bir sahilde idi. (eğer biri birinizle vâdeleşe idiniz) eğer muharebe için sizinle düşmanlarınız birbirinize söz vermiş olsa idiniz (elbette vade mahallinde ihtilâfa düşerdiniz) siz ey müslümanlar!. Düşmanların daha müsait bir mevkide bulunduklarını anlayarak aranızda ihtilâf yüz gösterirdi, onlardan korkardınız, zaferden ümitsizliğe düşerdiniz. (Ve lâkin Allah Teâlâ yapılmış olan) ilmi ezelisinde kararlaşmış bulunan (bir emri) müslümanların muzaffer, kâfirlerin ezilmiş olmasını (yerine getirmek için) böyle yaptı. Müslümanlar ile düşmanlarını öyle bir yerde topladı, onları savaşa düşürdü. (Tâki helak olan kimse) gözleriyle görüp anlayacağı (apaçık bir delikten) öyle bir delili gördükten     sonra (helak olsun) kendi küfrünü açık bir delil ile gördükten sonra gebersin, (ve diri kalan da) müslüman kuvveti de (aşikâr bir delilden) öyle açık bir alâmeti gördükten sonra (diri kaimi; olsun) çünkü düşman kuvvetleri pek fazla idi ve pek elverişli bir sahada bulunuyorlardı. Müslümanlar ise az bir kuvvete sahip idiler, savaş durumları müsait değildi. Bu hâle göre galibiyete kavuşmaları umulmazdı. Halbuki bu vaziyete rağmen müslümanlar galip gelmişlerdir. Bu galibiyeti Rasülü Ekrem Hazretleri de daha evvel eshab-ı kiramına haber vermişti. İşte bu galibiyet, bir harikadır, Allah'ın kudretine bir delildir. Peygamberimizin bu haberi de büyük bir mucize mahiyetindedir. Artık bu açık delilleri, hüccetleri müslümanlar da, onların düşmanları da görmüşlerdir. Bu pek açık kudret delillerini kâfirler göre göre helak olup gitmişlerdir, haklarında ilâhî delil tamam olmuştur, biz hak ve hakikaten haberdar olamadık, bizi aydınlatıp uyaracak bir hâdise karşısında kalmadık derneğe selâhiyetleri kalmamıştır. (Ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ) müminlerin tasdiklerni, ve nail olacakları mükâfatları, kâfirlerin de kâfirce lâkırdılarını ve uğrayacakları azapları (tam manâsıyla işiticidir, tamamiyle bilicidir.) Hiçbir şey o Yüce yaratıcıya karşı gizli kalamaz, buna inanmışızdır...

 

 

 

43. O vakit ki. Allah Teâlâ onları sana rüyanda az gösteriyordu. Ve eğer onları sana çok göstermiş olsaydı elbette korkacak idiniz ve cihad işinde ihtilâfa düşerdiniz. Ve lâkin Allah Teâlâ selâmete erdirdi. Şüphe yok ki, o, göğüslerin içinde olanı hakkıyla bilicidir.

43.  Bu mübarek âyetlerde Bedir Savaşı sırasında müslümanlar hakkında Allah'ın yardımının gelmesi için iki taraftaki kuvvetlerin birbirine bir harika olarak birer az miktarda gösterilmiş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Resulüm!. Hatırla (O vakti ki) o Bedir Savaşı zamanını ki (Allah Teâlâ onları) o düşmanları (sana rüyanda az gösteriyordu.) tâki, bunu eshabına haber veresin, onların cihad için kararlı ve cesur olmalarına vesile olsun. (Ve eğer onları) o düşmanları Cenab'ı Hak (sana çok göstermiş olsa idi elbette korkacak idiniz) savaşa cesaret edemiyecek idiniz. (Ve cihad işinde ihtilâfa düşerdiniz) aranıza ayrılık düşerdi, harpte sebat edip etmemek hususunda görüşleriniz başka başka olurdu, (ve lâkin Allah Teâlâ selâmete erdirdi) sizi korkudan, ihtilâftan kurtarmak suretiyle selâmet nimetine nail buyurdu. (Şüphe yok ki, o) hikmet sahibi yaratıcı (göğüslerin içinde olanı hakkiyle bilicidir) Herkesin kalbinde olanı tamamen bilicidir. Harp sahasında cesaret, sabır ve sebat gösterecek olanlar ile korkacak, feryad ve figanda bulunacak olanları da tamamiye bilir. Bundan dolayıdır ki, sana rüya âleminde düşman kuvvetlerini hikmetine binden az göstermiştir.

 

 

 

 

44. Ve hani karşı karşıya geldiğiniz zaman onları size gözlerinizde pek az gösteriyordu ve sizleri de onların gözlerinde azaltıyordu. Tâki, Allah Teâlâ yapılmış olan bir emri yerine getirsin. Ve bütün işler Allah Teâlâ'ya döndürülür.

44.    (Ve) Ey müminler!. Ey Bedir mücahitler!!, (hani) O düşmanlar ile (karşı karşıya geldiğiniz zaman) Allah Teâlâ (onları size gözlerinizde pek az gösteriyordu) Rasülü Ekrem'in rüyasında gördüğü vaziyet, düşman kuvvetlerinin azlığı, böyle uyanıklık halinde de görünüp duruyordu. Bu hâl, Yüce Resulün rüyasını destekliyor, eshab-ı kiramın kuvvetini, direncini artırıyordu. (Ve) Ey İslâm erleri!. (Sizleri de onların) o düşmanlarınızın (gözlerinde azaltıyordu) tâki, korkup kaçmasınlar, savaşa atılsınlar, (tâki. Allah Teâlâ yapılmış olan bir emri) bir ilâhî takdirini ilâhî ilminde sabit olan İslâm kelimesini yüceltisn, ehli Islâm'i zafere kavuşturmak hükmünü (yerine getirsin) varlık sahasına çıkarsın. (Ve) malumdur ki (bütün işler Allah Teâlâ'ya döndürülür.) bütün kâinatta dilediği gibi tasarrufta bulunur. Onun emrini reddedecek, hükmüne mâni olacak bir kuvvet yoktur. O bir hikmet sahibi Yaratıcıdır, kadirdir. Bu savaştaki olaylar da onun hikmet ve kudretinin gereğidir. Artık bütün kâinatın merci'i olan o Yüce Yaratıcının hükümlerine, emirlerine riayet etmelidir, hakikî geleceği temine çalışmalıdır. Bütün insanlık için en mühim vazife bundan ibarettir. Ve başarı Allah'tandır...

 

 

 

45.  Ey imân edenler!. Bir taife ile karşılaştığınız zaman artık sebat ediniz ve Allah Teâlâ'yı zikrediniz. Tâki kurtuluş bulaşınız.

45.      Bu mübare...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 22:26:20
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #3 : 02 Kasım 2009, 22:26:20 »





61. Ve eğer onlar sulha meylederlerse sen de ona meylet ve Allah Teâlâ'ya tevekkül kıl. Şüphe yok ki, h erseyi hakkıyla işitici ve t amam iyi e bilici olan ancak o'd ur.

61.   Bu mübarek âyetler, harîsa meyleden düşmanlar ile Hak'ka tevekkül edilerek barış yapılmasının caiz olduğunu bildirmektedir. Ehli İslâm'ın kendilerine karşı hilekârlıkla bulunacak düşmanlarından kurtulup Allah'ın korumasına nail olacaklarını müjdelemektedir. Ve Cenâb-ı Hak'kın dilediği takdirde iki düşmanın kalplerini birleştirerek düşmanlıklarını muhabbet ve dostluğa çevireceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Resulüm!. İslâm varlığını müdafaa için lâzım gelen vasıtaları hazırla (ve) eğer (onlar) o düşmanlar İslâmiyet in bu kuvvetini, savaşa olan kabiliyetini görür de korkar, (harîsa meylederlerse sen de ona) harîsa (meylet) onlar ile barış anlaşmasında bulun (ve Allah Teâlâ'ya tevekkül et) işlerini Hak Teâlâya bırak, onların görünüşte sulha meyledip kalben hile ve tuzağa meyilli olduklarını düşünerek korkma. (Şüphe yok ki, herşeyi) o düşmanların da kendi aralarında gizlice neler söylediklerini (hakkiyle işitici ve) onların neler düşündüklerini ve neler gizlediklerini de (tamamiyle bilici olan ancak o'dur.) o Yüce Yaratıcıdır. Onların hakkında lâyık oldukları ilâhî hüküm ne ise herhalde ortaya çıkar.

§ Ibni Abbas Hazretlerine ve Mücahide göre bu âyeti kerimenin hükmü "imân etmeyenler ile savaşın" "artık müşrikleri her nerede bulursanız öldürünüz" mealindeki âyetler ile nesh olunmuştur. Fakat diğer zatlara göre nesh olunmamıştır. Belki bu barış emri, durdurulmuştur, müslümanların başkasının takdirine bağlıdır. Eğer barış müslümanların menfaatlerine uygun görülürse muvakkat bir zaman için, meselâ: On sene müddetle barış yönüne gidilir, aksi takdirde savaşa devam edilir. Zahir ve menfaate uygun olan da budur.

§ Mücahit'e göre bu âyeti kerime, Kureyze ve Nadir kabileleri ile barış hakkında nazil olmuştur. Fakat bunların hakkında gelmiş olması, bunun zahirî üzerine umuma uygulanmasına mâni değildir. Nitekim bir âyetin muayyen bir sebepten dolayı nazil olmuş olması, onun hükmünün um um iv etine mâni olmaz.

 

 

 

62. Ve eğer sana hile yapmak isterlerse şüphe yok ki, sana Allah T e âlâ yeter. O, O zattır ki, seni yardımıyla ve müminler ile desteklemiştir.

62.    (Ve) Resulüm!, (eğer) kâfirler barışı gösterip savaşı yok etmek suretiyle (sana hile yapmak) daha fazla kuvvet edinerek tekrar hücum etmek maksadıyle bir hilede bulunmak (istelerse) bundan endişeye düşme, Cenâb-ı Hak bunu bilir. Artık (şüphe yok ki, sana Allah Teâlâ kâfidir.) seni onların şerrinden korur. (O) Yüce Yaratıcı (O zattır ki, seni) hayatın boyunca (yardımıyla) vasıtasız veya bir harika olarak melekleriyle (ve müminler ile) ensar-ı kiram ile (desteklemiştir.) binaenaleyh senin hakkında hilekârlıkta bulunmak isteyecek düşmanlarına karşı da seni destekler, başarıya ulaştırır. Artık o düşmanlardan korkmaya mahal yoktur.

 

 

 

63.      Ve onların kalblerinin arasını telif etti ki, eğer yerde bulunanın tamamını sarfedecek olsa idin onların kalpleri arasını birleştiremezdin. Ve lâkin Allah Teâlâ onların arasını birleştirdi. Şüphe yok ki, o galiptir, hikmet sahibidir.

63.     Evet... Cenâb-ı Hak, bir ilâhî âdeti bir hikmeti gereği olarak Yüce Resulünü müminler ile de desteklemiştir. Şöyle ki: Birçok kabileler arasında ve özellikle Eve ve Hazrec kabilesi arasında öteden beri pek büyük bir düşmanlık var idi. Bir derecede ki, biri diğerine bir tokat vuracak olsa bir cahilce teassup yüzünden kabileleri arasında bir sava; meydana gelirdi. Sonra Cenab'ı Hak onları İslâmiyet'e nail kıldı, aralarındaki düşmanlık, muhabbete çevrilmiş oldu. Aralarında bir din kardeşliği meydana geldi, İşte bu hadiseye işaret için buyuruluyor ki: (Ve) Cenâb-ı Hak (onların) sana yardım eden müminlerin (kalplerinin arasını birleştirdi) karşılıklı düşmanlık yerine muhabbet ve dostluk geçti. Öyle (ki eğer yerde bulunanın tamamnı) bütün dünya mallarını (sarf edecek olsa idin) düşmanlıklarını gideremezdin, (onların kalpleri arasına sevgi düşüremezdin.) Onların birbirine düşmanlıkları böyle bir son derecede ziyade idi. (Velâkin Allah Teâlâ) yüce kudretiyle (onların arasını birleştirdi) kalplerindeki bütün düşmanlık duygularını gidererek kendilerine karşılıklı muhabbet ve yardımlaşma ihsan buyurdu. Bu da bir peygamber mucizesi mahiyetinde bulunmuştu ki, onun teşrif iyle bu kavimler arasındaki müthiş düşmanlık yok olmuştu. Artık Cenab'ı Hak dilerse diğer kabilelerin, milletlerin de müslümanlara karşı olan düşmanlıklarını, husumetlerini; kötü maksatlarını yok eder. Binaenaleyh uygun görüldüğü takdirde onlar ile barış, antlaşma yapmaktan endişe etmeğe mahal yoktur. Herhalde Cenab'ı Hak'ka tevekkül etmeli, işleri ona bırakmalıdır. (Şüphe yok ki, o) Yüce Yaratıcı (azizdir) iradesi herşeye galiptir. Ona hiç bir şey muhalefet edemez. Ve o kerem sahibi ilâh (hakimdir) hiç bir şey onun hikmet dairesinden çıkamaz. Artık vâki olacak herhangi bir harp veya sulh da o Yüce Yaratıcının kudret ve hikmetinin bir gereğidir.

 

 

 

64. Ey o Peygamber!. Sana ve sana tâbi olan mü'minlere Allah Teâlâ kâfidir.

64. Bu mübarek âyetler, Cenab'ı Hak'kın mü'minlere her hususta yardım ve zafer ihsan buyurmaya kadir ve yeterli olduğunu bildirmektedir. Ve cihad sahasında yirmi İslâm mücahidinin galip olmaları için s ab r ve sebat ederek iki yüz düşmana karşı durmalarını emretmektedir. Bununla beraber müslümanlar hakkında kolaylaştırmak üzere yüz İslâm ermin ikiyüz düşmana ve bin İslâm mücahidinin iki bin düşmana galip olmaları için s ab r ve sebat ile memur olduklarını beyan buyurmaktaır. Şöyle ki: (Ey Peygamber) Ey Son Peygamber olan Hz. Muhammedi, (sana ve sana tâbi olan mü'minlere) ensar-ı kirama (Allah Teâlâ) her hususta (kâfidir) yalnız düşmanların hile ve tuzak kurmaları halinde değil, herhangi bir takdirde, herhangi bir vaziyette sana ve senin ümmetine yardım eder. Onun kudret ve büyüklüğü sizi korumaya, yüceltmeye fazlasıyla kâfidir. Buna inanmışızdır.

§   Diğer bir yoruma göre bu âyeti kerime: "Ey Yüce Peygamber!. Sana Cenâb-ı Hak ile müminler yeterlidir." Meâlindedi savaşa başlamadan nazil olmuştur.

Rivayete göre Bedir Savaşı sırasında henüz

 

 

 

65.        Ey Peygamber!. Müminle ri cihada teşvik et. Eğer sizden sabredici yirmi kişi olsa iki yüze galip olurlar. Ve eğer sizden yüz kişi olsa, kâfir olanlardan bine galip gelirler. Çünki onlar şüphe yok ki, hakkı anlamaz bir kavimdirler.

65. (Ey Peygamber!.) Ey Son Peygamber!. Allah Teâlâ size kâfidir. Fakat sizin vazifeniz, Allah yolunda cihad etmektir, dinî yüceltemeye hizmettir, siz bu yolda malınızı, canınızı feda etmek isterseniz Cenâb-ı Hak'ta size yardım eder. Binaenaleyh (mü'minleri cihada teşvik et) Allah yolunda fedakârlıkta bulunsunlar, (eğer sizden sabr edici yirmi kişi olsa) bu sabr ve sebat neticesinde düşmanlardan (iki yüze galip olurlar ve) Ey müslümanlar!, (eğer sizden yüz kişi olsa) sabr ve sebat edince (kâfir olanlardan bine) bin savaşçı düşmana (galip gelirler.) Bu Kur'ânî açıklamalardaki haberler, emir mahiyetindedir. O halde buyurulmuş oluyor ki: Ey müslüman erleri!. Siz yirmi kişi olduğunuz takdirde iki yüz kadar düşmana karşı sabr ve sebattan ayrılmayınız. Ve siz yüz kişi olduğunuz vakit de bin kadar düşmana karşı sabr ve sebatta bulununuz. Tâki, bunun neticesinde zafere nail olasınız. (Çünki onlar) o düşmanlarınız (şüphe yok ki, hakkı anlamaz bir kavimdirler.) onlar, Allah     Teâlâ'ya ve ahiret gününe inanmış, Allah rızası için harbe atılmış, sevaba ermek, azaptan kurtulmak gayesini tâkibetmiş kimseler değildirler. Onlar cahilce bir hamiyet ve teassup etkisiyle savaşa atılırlar. Binaenaleyh temiz inanca sahip olan Hak rızası için savaşa atılan siz müslümanlar; elbette sabr ve sebat edince galibiyete nail olursunuz.

"İslâm'ın başlangıcında" Peygamber Efendimizin düşmanlara karşı gönderdiği seriyeler = suvâri bölükleri yirmiden noksan, yüzden fazla bulunmazdı. Bundan dolayıdır ki, bu âyeti kerime de bu iki adet zikredilmiştir.

 

 

 

66. Şimdi Allah Te âlâ sizden -yükü- hafifi eştirdi ve bilmiştir ki, siz de muhakkak bir zaaf var. İmdi sizden sabredici yüz kişi bulunursa iki yüze galip olurlar. Ve eğer sizden bin kişi bulunursa iki bine galip gelirler. Allah Teâlâ'nın izniyle. Ve Allah Teâlâ sabredenler ile beraberdir.

66. Ey müslümanlar!. (Şimdi Allah Teâlâ sizden -yükü- hafifleştirdi) size lütf ve iyilikte bulundu, size kolaylıklar gösterdi. Öyle sizin kat kat üstünüzde olan düşmanlara karşı herhalde direnmekle sizi mükellef kılmadı, (ve) hikmet sahibi Yaratıcı (bilmiştir ki, siz de muhakkak bir zaaf var) Vücudunuz gayri mütehammil yani Cenâb-ı Hak'kın ezelden beri bilmiş olduğu bu zaafınız, şimdi fiilen meydana gelmek suretiyle de Allah'ın malûmu bulunmuştur. (İmdi) bu zaafınızdan dolayı (sizden sabr edici yüz kişi bulunursa) Cenâb-ı Hak'kın yardımıyla (ikiyüze galip olurlar) yani: Galip oluncaya kadar sabr etsinler. (Ve eğer sizden bin kişi bulunursa) sabretsinler (iki bine galip gelirler) şimdi müslümanlar, bununla mükelleftirler. Onların bu zafer ve galibiyete kavuşmaları ise ancak (Allah teâlâ'nın izniyle), o Kerem Sahibi Yaratıcının iradesiyle, mü s l (i m an l ara gösterdiği kolaylık ve t eshîll ile tecelli eder. (Ve Allah Teâlâ sabredenler ile beraberdir.) yani: Onlara yardım eder, onları fetih ve zafere kavuşturur. Nitekim nice az kuvvetler o sayede birçok kuvvetlere galip gelebilmişlerdir. Elverir, Allah'ı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes