> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > En´am Suresi
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: En´am Suresi  (Okunma Sayısı 2769 defa)
02 Kasım 2009, 13:24:28
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 02 Kasım 2009, 13:24:28 »



6-EN'ÂM SÛRESİ

 

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

 

 

 

 

1. Ham d o Allah Teâlâ'ya mahsustur ki, gökleri ve yeri yarat mı; ve karanlıklar ile nuru var etmiştir. Sonra kâfir olanlar, -bunları-Rablarına denk tutuyorlar.

1.   Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ Hazretlerinin kudret ve yüceliğine birer acık delil olan kâinatın eşsiz güzelliklerini insanlığın dikkat nazarlarına sunuyor, kâinatın bütün hallerini tamamiyle bilen o Yüce Yaratıcının varlığında, birliğinde şüpheye düşenleri ayıplıyor. Şöyle ki: (Hamd) medh ve övgü, güzelce anılma bütün hükümlerine tam anlamıyla uymak (Allah Teâlâ'ya mahsustur) bütün mahlûklarının yüceltmesine, kulluk arzında bulunmasına lâyık olan ancak o Yüce Mabuddur. O, öyle bir Büyük Yaratıcıdır (ki gökleri ve yeri yaratmış) öyle nice âlemleri yoktan meydana getirmiş (ve karanlıklar ile nuru var etmiştir) Nice karanlık ve aydınlık hadiseleri sahiplerinin kabiliyet ve irâdelerinden dolayı küfrü, şirki, isyanları takdir edip yarattığı gibi İman nurunu, hidâyet ışığını da meydana getirmiştir. Onun birliği, kudret ve yüceliği bütün bunlarda görünüp durmaktadır. Buna rağmen (Sonra kâfir olanlar) Allah'ın birliğini inkâra cür'et eden müşrikler (-bunları-) böyle mahlûkat kabilinden olan putları ve diğerlerini (Rablarına denk tutuyorlar) bütün bu yaratılmış şeyleri kâinatın yaratıcısına ibâdet ve itaat hususunda eşit tutuyorlar. Böyle cahilce bir inancın esiri bulunmaktan kurtulamıyorlar. Ne müthiş bir dalâlet...

 

 

 

 

 

 

2.  O, o Yüce Yaratıcıdır ki, sizi bir çamurdan yarattı, sonra bir ecel takdir etti ve onun katında malûm bir ecel de vardır. Sonra da siz şüphe ediyorsunuz.

2. Ey inkarcılar, müşrikler... Bir kere düşününüz, (O) kâinatı, bütün karanlıkları ve aydınlığı meydana getiren, bilen ve kudret sahibi olan Yüce Mâbud (o Yüce Yaratıcıdır ki, sizi) bütün insanları asıl kaynakları İtibariyle (çamurdan yarattı.) bütün insanlığın ilk babası olan Hz. Adem'i sudan, topraktan meydana getirdi, onun bütün     evlâd ve torunları olan insanları da birer damla mesabesinde olan ve topraktan kaynaklanan gıdalarla meydana gelen birer nutfeden vücuda getirmektedir. (Sonra) Ey insanlar her biriniz için (bir ecel takdir etti) her birinize mahsus birer muayyen hayat müddeti vardır, bu müddet nihayet bulunca hemen oluverirsiniz, (ve onun) o hikmet sahibi Yaratıcının (katında malûm) ilâhî ilminde belirlenmiş (bir ecel de vardır) ki, o da kıyametin vukuunda bütün ölülerin yeniden hayat bulup kabirlerinden kalkacakları gündür, (sonra da siz) Ey inkarcılar... (şüphe ediyorsunuz.) Öldükten sonra yeniden hayat bulacağınızı tasdik etmiyorsunuz, şüphe içinde yaşıyorsunuz. Halbuki, Kâinatı Yaratan Allah'ın kudret ve yüceliğini gösterip duran bunca eserleri görüyorsunuz, kendinizin hiç yoktan vücuda gelmiş olduğunuzu da biliyorsunuz, artık sizleri yoktan var eden bir Yüce Yaratıcı, sizi öldürdükten sonra tekrar meydana getirmeğe kadir olamaz mı? Diriltmek, yoktan var etmekten daha kolay değil midir?.

 

 

 

3. Ve o göklerde de, yerde de Al I ah'd ir, sizin gizli ve açık olan herşeyinizi bilir ve ne kazanacağınızı da bilir.

3.     (Ve o) Kâinatın Yaratıcısı (göklerde de, yerde de Allandır» yani, o bütün bu Kâinatın Yaratıcısıdır, mabududur, bütün semalarda, yerde Allah ismi azamı (yüce ismi) ile anılan ancak o mekân ve zamandan uzak olan kâinatın yaratıcısıdır, bütün bu âlemlerde ibâdet ve itaata lâyık olan ancak o ezelî olan ve herşeye gücü yeten Allah'tır... O öyle bilen ve hikmet sahibi olan bir Yaratıcıdır ki, ey İnsanlar... (sizin gizli ve açık olan herşeyinizi bilir) sizin aşikâre yaptığınız, söylediğiniz şeyleri bildiği gibi gizlediğiniz, kalben düşünüp durduğunuz şeyleri de tamamen bitir, hiç bir şey onun İlim dairesinin dışında bulunmaz. (Ve) O Yüce Yaratıcı, sizin (ne kazanacağınızı da bilir.) sizin hayatınızı hayra mı sarf edeceğinizi veya şerre mi sarfedip duracağınızı ezelî ilmiyle tamamen bilir, hakkınızda ona göre mükâfat veya ceza verir. Binaenaleyh bu haki kat I arı düşünüp de ona göre hayatınızı tanzime çalışınız.

§ Bu En'âm Sûresi, (165) âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Bunun bir ismi de "Suretülhücce"dir. Bu âyetlerin hepsi de Mekkîdir, ancak bir rivayete göre altı âyeti Medenîdir ki, onlar da (91, 92, 93 ve 151, 152, 153) üncü âyetlerden ibarettir. Bütün rivayetlere göre bu sûrei celilenin M ek kî olan âyetleri hep birden geceleyin nazil olmuştur. Bu mübarek sûreyi yetmiş bin meleğin teşbih ve temcid sesleri ile uğurlamış olduklarını bir Hadisi Şerif bildirmektedir. Bunun inişi üzerine Rasûlü Ekrem Hazretleri hemen secdeye kapanarak "Sübhane Rabbiyel'azîm = Yüce Rabbimi her türlü noksanlıklardan tenzih ederim." demiştir.

Bu En'âm Sûresi ile M aide Sûresi arasındaki farka gelince: En'âm Sûresi, İslâm'ın ilk yıllarında nazil olduğu için bu Sûrei Celîle ile en fazla Mekke ve civarında bulunan müşriklere karşı Allah'ın birliği inancı müdafaa edilmektedir. Haramlara dâir hükümler de özet olarak zikrolunmuştur. Maide Sûresi ise Kur'an'ı Kerim'in son nazil olan sûrelerinden olup Islâmiyetin yayıldığı bir zamana rastladığı için bunda da en fazla ehli kitaba karşı dinî hükümler, deliller zikredilmiş, haramlara ilişkin hükümler de detaylı olarak açıklanmıştır. Bu Sûrei Celîleye "Sûretül'en'anı" denilmesine gelince: Bu mübarek sürede Cenab'ı Hak'kın insanlara bir lütuf olmak üzere deve, koyun, sığır gibi birçok hayvanları yaratmış olduğu beyan olunuyor. Bir takım inkarcıların ise, bu ilâhî lütfü takdir edemeyip bu zavallı hayvanlar hakkında türlü, türlü cahilce muamelelerde bulundukları gösterilmiş bulunuyor. Nitekim bu inkarcılardan bir çokları bir kısım hayvanlara tapmak sapıklığına bile düşmüşlerdir. İşte bu mübarek sûrenin böyle isimlendirilmesi, insanların dikkat nazarlarını bu hususa da çekmek hikmetini içermektedir.

 

 

 

 

4. Ve onlara Rablarının ayetlerinden bir âyet gelmez ki, illa onlar ondan yüz çevirirler.

4.      Bu mübarek âyetlerde müşriklerin Allah'ın âyetlerini kabulden kaçındıklarını bildirmektedir. Kendilerinden daha ziyâde kuvvet ve güce sahip iken günahları yüzünden helak olup gitmiş bulunan kavimlerin hayat tarihlerini hatırlatarak çağdaş dinsizlerin, alaycıların o feci' hallerini kınamaktadır. Şöyle ki: (Ve onlara) O müşrik kimselere (Rablarının ayetlerinden) yani Kur'an'ı Kerim'in açık ayetlerinden veya Hz. Peygamber'in parlak mucizelerinden (bir âyet gelmez ki illâ onlar ondan) o âyeti celîleyi yalanlamak, onunla alay etmek suretiyle (yüz çevirirler.) Bir kere düşünmeli değil midirler, Cenâb-ı Hak'kın varlığına, birliğine şehadet eden âyetler ne kadar güzel, hikmet taşırlar. Bunları güzelce düşünerek müslüman olma şerefine ulaşmak, bu sayede selâmet ve saadete aday olmalı değil midirler?. Ne yazık ki, bunlar bir takım eski kavimler gibi kendilerini helake uğratmış oluyorlar da hiç bunun farkında olmıyorlar. Bu ne büyük cehalet...

 

 

 

 

 

 

5. İşte onlar hakkı kendilerine geldiği vakit yalanladılar. Fakat onlara ne ile alay eder olduklarının haberleri yakında gelecektir.

5.        (İşte onlar) Öyle kudsî âyetleri kabul etmeyip onlardan yüz çeviren beyinsiz kimseler (hakkı) birçok dinî hükümleri taşıyan, halkın dikkatlerini çekebilen nice hakikatleri kapsayan Kur'an'ı Kerim'i, veya nice hakikatlerin tecellî etmesine sebep olan peygamberin mucizelerini (kendilerine geldiği vakit) onlara tebliğ edildiği, gösterildiği zaman onu, (yalanladılar.) inkâr ve alay ederek kabulden kaçındılar. (Fakat onlara ne ile) Kur'an'ı Kerim'in âyetlerini mi, peygamberin mucizelerini mi, öyle birer hakikat ile mi (alay eder olduklarının haberleri) müthiş âkibetleri, öyle alay edenler için Cenab'ı Hak'kın haber vermiş olduğu azâblar, felâketler (yakında) daha dünyadalarken veya âhirete gittikleri zaman başlarına (gelecektir) nitekim bu inkarcıların bir kısmı Bedir gazvesinde ve diğer zamanlarda lâyık oldukları helake, felâkete uğramışlardır, âhirette uğrayacakları azâblar ise hepsinin üstündedir.

 

 

 

 

 

 

 

6.  Görmediler mi onlardan evvel kaç nesil helak ettik, o nesillere yeryüzünde size vermediğimiz imkânları vermiş idik ve onların üzerine göğü bol, bol salıvermiştik ve ırmakları onların altlarından akar bir halde kılmıştık, sonra onları günahları sebebiyle helak ettik ve onlardan sonra birer başka, başka nesil meydana getirdik.

6. Bu inkarcılar, alaycılar, Şam'a ve diğer tarihî beldelere sefer etmiş oldukları zaman (Görmediler mi) bırakmış oldukları eserleri, hayat tarihlerini öğrenmiş olmadılar mı? (onlardan evvel kaç nesil) Ne kadar muhtelif asırlarda yaşamış olan kimseleri (helak ettik) Nuh, Ad, Semüd, Lüt kavimleri bu cümledendir. Nemrud gibi, Fir'avn gibi geçici olarak saltanat sürmüş, sonra da küfürleri yüzünden helak olup gitmiş şahıslar da bu kabildendir. Artık bir kerre bunların hayat tarihlerini düşününüz, ey çağdaş inkarcılar... Ey kendi varlıklarına al d an an gafiller... (O nesillere yeryüzünde size vermediğimiz imkânları vermiş idik) Onlara yeryüzünde geniş ülkeler, büyük servetler, kuvvetler vermiş, onları yurdlarında sabit kılmıştık. (Ve onların üzerine göğü bol, bol salıvermiştik) Yani, onların arazilerini sulamak, ekinlerini fazlaca yetiştirmek için ü...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: En´am Suresi
« Posted on: 23 Nisan 2024, 16:52:03 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: En´am Suresi rüya tabiri,En´am Suresi mekke canlı, En´am Suresi kabe canlı yayın, En´am Suresi Üç boyutlu kuran oku En´am Suresi kuran ı kerim, En´am Suresi peygamber kıssaları,En´am Suresi ilitam ders soruları, En´am Suresiönlisans arapça,
Logged
02 Kasım 2009, 13:32:51
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 02 Kasım 2009, 13:32:51 »







21.  Cenâb-ı Hak'ka karşı yalan yere iftirada bulunandan veya onun âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kim vardır?. Şüphe yok ki o zâlimler kurtuluşa ermezler.

 21.      (Cenâb-ı Hak'ka karşı yalan yere iftirada bulunandan) Melekler Allah Teâlâ'nın kızlarıdır, diyen, Hz. Isa Allah'ın oğludur demekten sıkılmayan, ve Yüce Mabudun semavî kitaplarında peygamberliği vasıfları yazılı bulunan bir Yüce Peygamber'! inkâr eyleyen, böyle bir nice yanlı; inançlarda bulunmaktan vazgeçmeyen bir şahıstan (veya onun) O Kerem Sahibi Yaratıcının (âyetlerini yalan sayandan) Kur'an-ı Kerim gibi ilâhî kitapları, bir takım meydana gelen mucizeleri inkâr eden, son peygamber hakkındaki ilâhî şahitliği yalanlamaya cür'et gösteren bir şahıstan (daha zâlim kim vardır?.) elbette öyle kâfirce, cahilce hareketlerde bulunanlar, en fazla zâlim kimselerdir, öyle bir zâlim, insanlığa en kötü bir örnek olmuş, kendi nefsini de en feci felâketlere, azaplara uğratmıştır. Artık ondan daha fazla zâlim kim olabilir?. Artık (şüphe yok ki o) gibi (zâlimler kurtuluşa ermezler) onlar bu hâl üzere ölüp gidince ebedî azaba uğrayacaklardır. Ne büyük bir zarar!.

 

 

 

 

 

 

 

22. Ve o gün ki, onları hep birlikte toplayacağız, sonra şirke düşmüş olanlara: Hani nerede sizin iddia ettiğiniz ortaklarınız diyeceğiz.

22.     Bu mübarek âyetler de müşriklerin, âhirette uğrayacakları pek feci bir durumu ve onların nefsi müdafaa için ileri sürecekleri gerçek dışı mazeretlerini bildirmektedir şöyle ki: (Ve) Ey Yüce Resulüm!. O müşriklerin, inkarcıların hâllerini bir hatırla!, (o gün ki) O kıyamet zamanındaki (onları) o putları ve başka şeyleri ilâh edinen şahısları ve diğerlerini (hep birlikte toplayacağız) hepsini de mezarlarından ve diğer bulundukları yerlerden kaldırarak mahşer alanında toplayacağız, (sonra şirke düşmüş olanlara) Cenab'ı Hak'tan başkasını ilâh tanıyarak putlara, karanlıklara, nurlara veya Üzeyr, Mesih gibi zatlara tapınmış bulunanlara bir kınama olmak üzere (hâni nerede sizin iddia ettiğiniz) kendilerini birer ilâh tanır bulunduğunuz (ortaklarınız, diyeceğiz) onları dünyadaki o kötü inançlarından dolayı âhirette böyle hesaba çekeceğiz.

 

 

 

 

 

23. Sonra onların çâresi, Vallahi ey Rab'bimiz!. Bizler müşriklerden olmadık, demekten başka olmayacak.

23.      (Sonra onların) Öyle bir küfr ve şirke düşmüş olan dinsizlerin güya kendilerini kurtarmak ümidiyle (çâresi) ileri sürecekleri mazeret, yalan yere yemin ederek (vallahi ey Rab'bimiz!. Bizler müşriklerden olmadık demekten başka olmayacak) Onlar o mahşer âleminde son derece bir hayret ve dehşet içinde kalacaklar, kendilerini kurtarabilmek hayaliyle öyle yalan yere yemin etmeğe cür'et edeceklerdir.

 

 

 

 

 

 

 

24.  Bak kendi nefisleri aleyhine nasıl yalan söylediler. Ve onlardan iftira eder oldukları şey de nasıl kaybolup gitti!.

24.      Habibim!. (Bak) Ne kadar teaccübe lâyık bir olay!. O müşrikler (kendi nefisleri aleyhine nasıl yalan söylediler) kendilerinden dünyadalarken küfr ve şirk sâdır olmamış olduğunu nasıl iddiaya cür'ette bulundular. Bu ne cahilce bir iddia!. Cenab'ı Hak'ka ortak koştuklarına ait inançları, bâtıl iddiaları nasıl âhirette yok oldu, onu inkâra cür'et eder oldular. Veyahut o yardımların! ümit ettikleri putları, kendilerine âhirette fayda veremeyip nasıl sönüp gitti, İşte böyle bir mahrumiyet, bir uhrevî âkibet, bir ilâhî azap o dinsizler, kâfirler hakkında muhakkaktır. Artık daha dünyada iken bunu düşünüp de uyanmalı değil midirler.

 

 

 

 

 

25.    Ve onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat onların kalbleri üzerine onu hakkıyla anlamalarına mâni olacak kat kat perdeler ve kulaklarının içine de ağırlık koymuşuzdur. Ve eğer her bir mucizeyi görseler ona yine inanmazlar. Hattâ sana geldiklerinde seninle mücadelede bulunurlar. Kâfir olanlar der ki: Bu eskilerin uydurmalarından başka bir şey değildir.

25.   Bu mübarek âyetler de müşriklerin Kur'an'ı Kerim hakkındaki pek cahilce iddialarını çirkin bulmakta ve yalanlamaktadır. Ve onların Kur'an'ın beyanlarına karşı olan hareketleriyle kendi nefislerini bilmeksizin helake götürmüş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: Habibim!. (Ve onlardan) o müşriklerden (seni dinleyenler) senin okuduğun Kur'an'ı dinleyip duranlar (vardır) artık ondan istifâde etmeli değil mi idiler!. (Fakat) yapmış oldukları kötü hareketlerinden, İslâmiyet'e karşı takındıkları düşmanca vaziyetlerden dolayı manevî bir ceza olmak üzere (onların kalbleri üzerine onu) o Kur'an-ı Kerim'i (hakkiyle anlamalarına) ona göre inançlarını düzeltmelerine (mâni olacak kat kat perdier ve kulaklarının içine ağırlık) sağırlık (koymuşuzdur) artık onlar, o Kur'an'ı Kerim'den istifâde edip müslüman olma şerefine kavuşacak bir kabiliyette değildirler, (ve eğer) Onlar (her bir mucizeyi görseler ona yine inanmazlar) herbirini inkâr ederek küfrlerinde İsrar eder dururlar. (Hattâ,) Habibim!. Onların âyetleri yalanlamış, küfrlerinde İsrarı bir derecededir ki, (sana geldiklerinde seninle mücadelede bulunurlar) kibir ve inatlarından dolayı seni inkâra devam ederler. Ve o (Kâfîr olanlar der ki: Bu) Kur'an kitabı (eskilerin) geçmiş kavimlerin (uydurmalarından) onların yazmış oldukları yalan hikâyelerden hurafalardan, saçmalıklardan (başka bir şey değildir) işte o dinsizler, o hayvanlara, heykellere tapan beyinsiz kimseler, kendi alçaklıklarını görmezler de Kur'an-ı Kerim gibi en güzel, en doğru, en hikmetli, en ebedî bir mucizeyi inkâr etmekle dinsizliğin ne kadar alçak basamağına düşmüş olduklarını göstermiş olurlar.

§ İbni Abbas Hazretlerinden rivayet olunuyor ki: Ebu Süfyan, Velid ibnil Mugayire, İbni Rebia, Ebu Cehil ve Nadr İbni Haris gibi bir cemaat, Rasülü Ekrem'in yanında bulunup okuduğu Kur'an-ı Kerim'i dinlemişler. Aralarında bulunan ve hurafeler kabilinden hikâyeleri nakledip duran Nadr'e sormuşlar: "Muhammed: Aleyhisselâm" Ne söylüyor?. Nedir o okuduğu şeyler?. Nadr da: "ben ne dediğini bilemiyorum, yalnız iki dudağı kımıldanıyordu, benim size hikâye ettiğim gibi geçmiş kavimlerin esatirini: Yani hurafelerini söyleyip duruyordu" demiş. Ebu Süfyan ise "hayır, ben onun söylediklerinin bir kısmını hak görüyorum" demekle Ebu Cehil: "Asla: hak değil" demek alçaklığında bulunmuş. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuş, o beyinsiz dinsizlerin uğursuz, cahilce iddialarını yaymış ve çirkin bulmuştur.

 

 

 

 

 

26. Ve onlar bundan hem vaz geçirmeye çalışırlar, kendileri de bundan uzaklaşırlar. Ve başkalarını değil, kendi nefislerini helak etmiş olurlar da farkına varamazlar.

26.      (Ve onlar) O gerçekleri beyan eden Kur'an'a esatir adını vermekten utanmayan dinsizler, Kur'an'ı Kerim'i inkâr ile yetinmezler. Belki (ondan) o kutsî kitaptan (hem) insanları (vazgeçirmeye çalışırlar) onu dinlemelerine mâni olmak isterler, tâki onun yüce, ruhları besleyen açıklamalarını işitip de onun tesiriyle İman şerefine erişmesinler, (kendileri de bundan uzaklaşırlar) Ona karşı nefretlerini bu derece göstermekten sıkılmazlar, (ve) Onlar bu kötü hareketleriyle, bu dinsizlikleriyle (başkalarını değil kendi nefislerini helak etmiş) Allah'ın azabına uğratmış (olurlar da farkına varamazlar.) Evet... Onlar bâtıl, kötü hareketleriyle, inançlarıyla ne yüce Peygamber'e, ne Kur'an-ı Kerim'e, ne de Müslümanlara bir zarar vermiş olamazlar. Yalnız bu alçaklıklarının uğursuzluğu, kötü neticesi, kendilerinin mahv ve yok olmalarına, ebedî bir azaba uğramalarına sebep olur da son derece ahmak olmalarından dolayı bunun farkına varamazlar.

 

 

 

 

 

27.       Ve -onları- ateşin üzerine durdurulup da: "Eyvah bize ne olurdu bir geriye çevrilseydik ki, Rab'bimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık" dedikleri zaman bir görecek olsan.

27. Bu mübarek âyetler de küfür ehlinin kıyamet gününde uğrayacakları pek elem verici cezaları bildirmektedir. Onların bâtıl inançlarında ne kadar ısrarlı olduklarını göstermektedir. Ve öyle inkarcıların âhirette yapacakları pişmanlıkların, değiştirecekleri kanaatlerin artık kendilerini Allah'ın azabından kurtaramayacağını hatırlatmaktadır.   Şöyle ki: (Ve) Ey Resulüm!. Veya herhangi bir sadık mü'min olan zat!, (-onları-) O haşır ve neşri inkâr eden dinsizleri, yarın kıyamet gününde (ateşin üzerine durdurulupta) onların ah vah ederek (eyvah bize ne olurdu ki bir geriye) dünya hayatına (çevrîlseydi ki) artık inanç değiştirerek (Rab'bimizin âyetlerini) kıyametin bu elem verici hallerini ifâde eden Kur'an'ın beyanlarını bir daha (yal an lam as aydık ve) küfrü terkederek (mü'minlerden olsaydık) böyle kıyamet gününü, ilâhî azabı bilip inanmış olan mü'minlerden olsaydık (dedikleri zaman) onları (bir görecek olsa idin!.) onların ne feci, korkunç   bir âkibete uğramış olduklarını görürdün.

 

 

 

 

 

 

28. Hayır: Evvelce gizlemekte oldukları şey kendilerine göründü de -ondan- ve eğer geri çevrilselerdi kendisinden yasaklandıkları şeye elbette yine dönüverirlerdi. Ve şüphe yok ki, onlar elbette yalancılardır.

28.    (Hayır) Onların bu temennileri bir samimiyet eseri değildir. Hakikî bir imâna kavuşma arzusuna dayalı bulunmamıştır. (Evvelce gizler oldukları şey) Kalblerinde sakladıkla...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 13:51:46
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #2 : 02 Kasım 2009, 13:51:46 »






41. Hayır, ancak ona yalvarırsınız. O da kendisine yalvardığınız şeyi dilerse acar -husule getirir ve siz de- Allah Teâlâ'ya - ortak koştuğunuz şeyleri -o zaman-unutursunuz.

41.     (Hayır) Öyle zor durumda kaldığınız zaman o putları unutur, terkeder onlara yalvarmazsınız. (ancak ona) Yüce Yaratıcıya (yalvarırsınız) duada ve yakarışta bulunursunuz. (O da) O kerem sahibi mâbııd da (kendisine yalvardığınız şeyi dilerse) ilâhî hikmetine uygun bulunursa dünyada (acar meydana getirir) üzerinize yönelecek olan herhangi bir dünyevî musibeti lütfederek bertaraf buyurur, (ve siz de -Allah Teâlâ'ya- ortak koştuğunuz şeyleri -o zaman- unutursunuz) Artık putlarınızı terkedersiniz, onlara yalvarmazsınız, onların zarar ve fâide verecek şeyler olmadığını anlamış olursunuz. Binaenaleyh daha başınıza öyle bir felâket gelmeden uyanınız, Allah Teâlâ'dan başkasına tapmayınız, o hakikî mabuda ibâdetle, onun hükümlerine uymakla dünyevî ve uhrevî azaplardan emin olmaya gayret ediniz. Sizin için bundan başka selâmet yolu yoktur.

 

 

 

 

 

42. And olsun ki, senden evvel de ümmetlere Peygamberler gönderdik, sonra o ümmetleri bir takım şiddetler ile, zorluklar ile yakaladık, olaki, yalvarıversinler diye.
42.        Bu mübarek âyetler, eski kavimlere de Peygamberlerin gönderilmiş olduğunu ve onların hakka dua ve yakarışta bulunmaları için bazı musibetlerle karşı karşıya bırakılmış olduklarını bildirmektedir ve onların uyanmalarına vesile olmak üzere bilahara nail oldukları nimetlerin de değerini bilmeyip nankörlükte bulundukları için Allah'ın kahrına uğradıklarını şöylece beyan buyurmaktadır: Allah Teâlâ'ya (And olsun ki, senden evvel de) birçok (ümmetlere Peygamberler gönderdik) onlara lâzım gelen kulluk vazifelerini bildirdik (sonra) Peygamberlerini yalanladıkları için (o ümmetleri bir takım şiddetler ile) fakirlik ve ihtiyaç ile (zorluklar ile) zararlar ve âfetler ile (yakaladık) onları böyle uyanmalarına vesile olacak musibetlerle karşı karşıya bıraktık (olaki,) küfr ve isyandan tevbe edip kendilerine öyle arız olan belaların bertaraf edilmesi için Allah Teâlâ'ya (yalvarıversinler -diye-) fakat onlar bundan istifâde etmediler.

 

 

 

 

 

43. Artık bizim azabımız onlara geldiği zaman yalvarmalı değil miydiler. Fakat onların gönülleri katılaşmış ve şeytan onlara yapar oldukları şeyleri süslemiş idi.

43.  (Artık bizim azabımız) O bir takım şiddetli felâketler (onlara geldiği zaman) bunun Allah tarafından büyük bir imtihan, bir uyanma vesilesi olduğunu takdir ederek o Yüce Yaratıcıya (yalvarmalı değil miydiler?. Fakat) onlar bundan da bir ibret dersi alamadılar. Çünki (onların gönülleri katılaşmış) idi, bir gönül yufkalığı ile dua ve yakarışta bulunmadılar, imânı kabule meyledici olmadılar, (ve şeytan onlara yapar oldukları şeyleri) Küfr ve isyanı bir takım gayrimeşru şehvanî hareketleri (süslemiş idî.) öyle çirkin inançları, hayvani hareketleri birer insaniyet, medeniyet, münevverlik eseri gibi göstererek onları aldatıp durmuştu.

 

 

 

 

 

44.     Vaktaki, onlar kendilerine ne ile öğüt verildiğini unuttular, onların üzerine herşeyin kapılarını açıverdik, nihayet kendilerine verilen şeyler ile ferahlandıkları vakit onları ansızın tuttuk. Artık onlar o anda bütün umduklarından mahrum kaldılar.

44.        (Her ne zamanki onlar) O küfr ve isyana kapılmış kimseler (kendilerine ne ile öğüt verildiğini) öyle kendilerine için birer nasihat mahiyetinde olan ihtiyaçlarını. zararlarını, felâketlerini (unuttular) onları düşünmeyi terkettiler, yine fenalıklarına devam edip durdular, artık onları yavaş yavaş azaba yaklaştırmak için (onları üzerine her;evin kapılarını açıverdik) onlara bol bol nimetler, servetler, dünyalıklar verdik, (nihayet kendilerine verilen) Öyle fanî, dünyevî (şeyler ile ferahlandıkları vakit) artık ebediyen dünyada kalıp o nimetlerden istifâde edeceklermiş gibi bir cahilce neş'e ile gaflete düştükleri zaman (onları ansızın tuttuk) azaba uğrattık, neye uğradıklarını şaşırıp durdular. (Artık onlar o anda bütün umduklarından mahrum kaldılar) Son derece bir pişmanlığa, bir ümitsizlik ve kedere düşmüş oldular. O nimetlerin ellerinden çıkması, onların hüzün ve kederlerini arttırmaya bir sebep olmuş bulundu. O halde akıllı olan bir insan, bu fâni varlıklara güvenerek hayâtın asıl gayesi olan, asıl selâmet ve saadete vesile bulunan dini terbiyeden, güzelce amellerden kendisini nasıl mahrum bırakır da böyle elem verici helak edici felâketlerin kendisine yönelmesine sebebiyet verebilir!.

 

 

 

 

 

45. Artık o zulüm eden kavmin kökü kesilmiş oldu. Hamdolsun âlemlerin Rab'bi olan Allah Teâlâ'ya.

45.    (Artık o zülüm eden kavmin) O geçmiş Peygamberleri tasdik etmeyip zâlimler olan herhangi bir taifenin (kökü kesilmiş oldu.) yani. Kökleri kazınmak suretiyle hepsi de helak olup onlardan sonraya bir kişi bile kalmadı, zulümlerinin cezasına uğrayıp gittiler. (Hamdolsun âlemlerin Rab'bi olan Allah Teâlâ'ya.) Ki, öyle Peygamberlerine yardım ihsan etmiş, onları inkâr edenleri büsbütün helak ederek salih kullarını onların bozuk akidelerinden, kötü amellerinden korumuştur. Bu pek büyük bir nimettir, sonraki kavimler için bir ibret levhasıdır. Binaenaleyh bundan dolayı da Cenab'ı Hak'ka hamd ve senada bulunmak, mü'minler için bir şükür vazif eşidir.

 

 

 

 

 

46.   De ki: Haber veriniz, eğer Allah T e âlâ sizin kulaklarınızı ve gözlerinizi al iverse ve kalblerinizin üzerini mühürlese Allah T e âlâ' d an başka onu size getirecek hangi bir ilâh vardır?. Bak biz âyetleri nasıl açıklıyoruz, sonra onlar yüz çeviriyorlar.

46.     Bu mübarek âyetler de asrısaadeteki inkarcıları tehdit ediyor, inkârları devam ettiği takdirde evvelki ümmetlerin başlarına gelen felâketlerin kendi başlarına da gelebileceğine işaret eyliyor ve Peygamberlerin kutsal vazifelerini beyan ile onlara tâbi olanların kurtuluşa ereceklerini, onlara muhalefet edenlerin de ergeç felâketlere mâruz olacaklarını şöylece hatırlatıyor. Resulüm!. Mekke'deki müşriklere (De ki:) bana (Haber veriniz) bakalım, (eğer Allah Teâlâ sizin kulaklarınızı) sağır eder (ve gözlerinizin üzerini mühürlese) öyle bir şekildeki artık aklınızdan, anlayışınızdan bir eser kalmayarak meonunlara dönseniz hiçbir şey anlayamaz bir hâle gelseniz, (Allah Teâlâ'dan başka onu) o sizden giderilen şeyi (size getirecek) tekrar sizi onlara kavuşturacak (hangi bir ilâh vardır?.) elbette başka bir ilâh yoktur. Elbette siz öyle bir ilahın varlığını haber veremezsiniz. (Bak) Ey düşünen insan!, (biz âyetleri nasıl açıklıyoruz) Allah'ın birliğine, peygamberlik ve risâlete ait âyetleri, delilleri ne kadar açık bir şekilde, muhtelif uslüblar ile tekrar ediyoruz, imâna gelmeleri için teşvik ediyoruz ve korkutuyoruz. (Sonra onlar) O inkarcılar bu kadar kuvvetli, ve mükemmel mucizelerden, delillerden (yüz çeviriyorlar.) onlardan kaçınarak yine imândan mahrum kalıyorlar. Ne kadar hayret edilecek, cahilce bir hareket!..

47.  De ki: Söyler misiniz?. Eğer Allah Teâlâ'nın azabı sizlere ansızın veya apaçık gelirse zâlimler olan kavimden başkası mı helak edilmiş olur?.

47. Resulüm!. Onlara (De ki: Söyler misiniz?.) bu ne kadar cehalet!. Hâlinizi hiç görmüyor musunuz, bana haber veriniz bakalım, (eğer Allah Teâlâ'nın azabı) daha dünyada iken başka kavimlerin başlarına geldiği gibi (sizlere) de (ansızın) acele olarak (veya apaçık) belirtilerini, alâmetlerini gözleriniz ile göreceğiniz şekilde gündüzün        veya geceleyin (gelirse) hâliniz ne olur?. Bu azap ile (zâlimler olan kavimden başkası mı helak edilmiş olur?.) hayır, zâlimlere hâs olan böyle bir azap ile ancak o zâlimler mahv ve helak o I mu;, uhrevî azaplara da mâruz kaimi; bulunurlar. Müminler ise böyle bir azap ve ceza felâketiyle helak o l mu; olmazlar. Bunlara hikmet gereği dünyada bir felâket erişse de onun mükâfatını âhi rette göreceklerdir.

 

 

 

 

 

48. Biz Peygamberleri göndermeyiz, ancak müjdeleyiciler ve uyan ular olmak üzere göndeririz. İmdi her kim imân eder ve -hâlini- düzeltirse artık onlar i un bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

48.     (Biz) insanları ilâhî dine davet için gönderdiğimiz (peygamberleri) öyle insanların her istediklerini meydana getirmek için (göndermeyiz) onları (ancak müjdeleyiciler ve uyanular olmak üzere göndeririz) onlar ümmetlerini hak dini kabul edip ibâdet ve itaatte bulundukları takdirde kendilerini cennet ile, ilâhî lütfa ulaşmakla müjdelerler. Bilâkis imân etmeyip küfr ve isyana devam ettikleri takdirde kendilerini cehennem ateşiyle, bir takım felâketlerin başlarına geleceğini bildirmekle korkuturlar. Onlara birer uyanma dersi verirler. Yoksa o Peygamberler mutlaka insanların isteyecekleri her türlü mucizeleri, hârikaları vücude getirmekle mükellef değildirler. Maamafih onların peygamberlik ve risâletlerini isbata kâfi bir nice âyetler, mucizeler de meydana gelebilir. Nitekim de gelmiştir. (İmdi her kim) O Peygamberlerin tebligatını kabul ederek (imân eder ve -halini- düzeltirse) güzel güzel amellerde bulunmaya çalışırsa (artık onlar için) azap endişesinden dolayı (bir korku yoktur) onlar azaptan emindirler, (ve onlar) Ahirette sevaplarının kaybolmasıyla (mahzun da olmayacaklardır.) lâyık oldukları sevaplara, mükâfatlara herhalde kavuşacaklardır. Ne büyük saad...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 20:37:12
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #3 : 02 Kasım 2009, 20:37:12 »





61. Ve o kullarının üzerinde tasarruf sahibidir. Ve sizin üzerinize hafaza meleklerini gönderir. Nihayet sizden birinize ölüm gelince onun canını bizim gönderdiğimiz melekler alırlar, ve onlar vazifelerinde kusur etmezler.

61.   Bu mübarek âyetler de Cenâb-ı Hak'kın sonsuz kudretini gösteren başka bir kısım hadiseleri dikkat nazarlanmıza sunmakta ve bizlere hayatımızın gayesini haber vermektedir. Şöyle ki: (Ve o) Yüce Yaratıcı (kullarının üzerinde tasarruf sahibidir.) onların bütün işlerinde hüküm ve tasarruf sahibi olan ancak o'dur, başkası değildir. (Ve) Ey mükellef insanlar!. O hüküm sahibi Yaratıcı (sizin üzerinize) "elkirâmül-kâtibün" denilen (hafaza meleklerini gönderir) onlar sizin bütün i; ve fiillerinizi kayıt ve tesbit ederler. Bu bir hikmet gereğidir. Bu cümleden olarak her insan bunu düşünerek harekatını güzelce düzenlemelidir. (Nihayet sizden birinize ölüm gelince: Hayatınız nihayete erip ölüm sebebleri yüz gösterince (onun canını bizim gönderdiğimiz melekler) ölüm meleği ile onun yardımcıları (alırlar) cesedini Allah'ın kudretiyle ruhtan, dünyevî hayattan mahrum bırakırlar, (ve onlar) O gönderilen melekler (vazifelerinde kusur etmezler.) canlan alma hususunda geciktirerek ve yavaş hareket ederek kendilerine tahsis edilen hususlarda fazla ve noksan yapmak suretiyle haddi aşamazlar.

 

 

 

 

 

 

62. Sonra -insanlar- hak olan mevlâlarına döndürülürler. Bilesiniz ki, hüküm, o mevlâ'ya aittir. Ve o hisap görenlerin en sür'atlisidir.

62.  (Sonra -insanlar-) Dirilme ve toplanmanın ardından (hak olan) adaletle hükmeden (Mevlâ'larına) sahip ve yardımcıları, işlerinin idarecisi olan Yüce Mabudun hükmüne ve cezasına (döndürülürler) Hak ettikleri mükâfat ve cezalara kavuşurlar. Artık ey insanlar!, (bilesiniz ki, hüküm) O ebediyet âleminde şeklen ve manen geçerli ve yürürlükte olan kaza ve tasarruf (o Mevlâ'ya aittir.) ondan başkasına asla âit değildir. (Ve o) hüküm sahibi Yaratıcı (hesap görenlerin en sür'atlisidir.) bütün mükellefler! en kısa bir zamanda çok fazla bir sür'atle muhasebeye tâbi tutacaktır. Hattâ rivayete göre bu muhasebe nihayet dünya günlerinden bir gündüzün yarısı miktarından fazla devam etmeyecektir. Cenab'ı Hak'kın herşeye kudreti vardır. Buna İmam ettik.

 

 

 

 

 

63.    De ki: Sizleri karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarır?. Ona açıkça ve gizlice dua eder de eğer bizi bundan kurtarırsan elbette bizler şükredenlerden oluruz -diye yalvardığınız zaman-.

63.   Bu mübarek âyetler, haklarında tecelli eden ilâhî nimetleri, selâmetleri takdir edemeyip nimete karşı nankörlük eden müşriklerin o çirkin hâllerini kendilerine ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Habibim!. O müşriklere (De ki: Sizleri karanın ve denizin) içinde yaşadığınız dünyanın (karanlıklarından) sonsuz trajedilerinden şiddetli hâdiselerden (kim kurtarır?.) bunu hiç düşünmez misiniz?. Öyle karanlık felâketlerden dolayı geçici olarak putlarınızı bırakarak (Ona) Kâinatın Yaratıcısı olan Yüce Allah'a (alâniyeten ve sırren) aşikâre ve gizlice (dua eder) yalvarış ve yakarışta bulunur (da eğer bizi bundan) bu felâketten bu karanlık ve şiddetten (kurtarırsan elbette bizler) bu lütuf ve yardımından dolayı yarabbü. And olsun sana (şükredenlerden oluruz -diye yalvardığınız zaman-) böyle bir halde sizi kurtaracak kimdir?. Artık o putlardan, Allah'a ortak koştuğunuz bâtıl tartıllardan ne bekleyebilirsiniz?.

 

 

 

 

 

64.  De ki: Allah Teâlâ sizi ondan ve herbir sıkıntıdan kurtarır, sonra siz -yine- ona -putları- ortak koşarsınız.

64. Resulüm!. O müşriklere (De ki:) ancak (Allah Teâlâ sizi ondan) o başınıza gelen hertürlü felâketten (ve herbir sıkıntıdan) bileümle hüzün ve kederden (kurtarır) o müthiş felâketleri sizden giderir. Siz ise bu muazzam nimetleri görür de (sonra siz -yine- ona) o Kerem Sahibi Yaratıcıya (-putları- ortak koşarsınız.) yine öyle fâide ve zarar vermeye kadir olmayan şeylere tapar, onlardan menfaat umarsınız. Bu ne kadar gaflet!. Bu ne kadar Hak Teâlâya karşı nankörlük!.

 

 

 

 

 

 

 

 

65. De ki: O, sizin üzerinize üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeğe ve sizi fırkalar halinde karıştırmaya ve bâzınıza bâzınızın hıncını tattırmaya kadirdir. Bak âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!. Gerek ki, onlar arılayabilsinler..

65.    Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ'nın inkarcıları her şekilde azaba uğratmaya kadir olduğunu ve Rasülü Ekrem'in durumunu beyan etmektedir. Ve acele edilen azap ve felâketin takdir edilen vakti gelince meydana çıkacağını hatırlatarak dinsizleri tehdit eylemektedir. Şöyle ki: Resulüm!. Haklarında azabın ortaya çıkmasını, küçümsemek maksadıyla senden isteyen müşriklere (De ki: O) Kudret ve hikmet sahibi Yaratıcı (sizin üzerinize) her dilediği vakit (üstünüzden) helak edici yağmurlar veya yıldırımlar vesaire vasıtasıyla (veya ayaklarınızın altından) zelzeleler, yer yarılmaları, kıtlık ve pahalılık vesaire yüzünden (bir azap göndermeğe) kadirdir. Nitekim Nuh Aleyhisselâm'ın kavmi tufan ile, Lût Aleyhisselâm'ın kavmi başlarına yağan taşlar ile. Karun da yarılan yerlerin içine düşmekle helak olup gitmişlerdir, (ve) O Yüce Yaratıcı (sizi fırkalar halinde karıştırmaya) yani aranıza düşecek ayrılıklar, muhalif eğilimler ihtiraslar yüzünden birbirinize düşman kesilerek bu sebeble birbirinizi imhaya sevketmeye kudreti vardır, (ve) O Yüce Yaratıcı (bâzınıza bazınızın hıncını) birbirinizle savaşmak ve mücadelede bulunmak suretiyle (tattırmaya) da (kadirdir.) inandık. (Bak) Resulüm!. Kudretimize dalâlet ve şahadet eden (âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz.) ne kadar açık, ibret verici bir tarzda beyan ediyoruz. (Gerek ki, onlar) o münkirler, gafiller, bu açık beyanları (arılayabilsinler) bunları düşünerek bâtıl âkidelerini bıraksınlar, takib ettikleri inadı, cahilce kanaatlerini terkederek Hak'ka dönüversinler. Nitekim akıl ve anlayış sahipleri, bu âyetlerden pek fazla istifâde etmektedirler.

 

 

 

 

 

 

 

66.  Kavmin onu -Kur'an-ı Kerim'i- yalan saydı. Halbuki o bir hakikattir. De ki: Ben sizin üzerinize vekil olmuş değilim.

66.       Resulüm!. Senin (Kavmin) yani: Onların inada, küfre ve şirke müptelâ olanları (onu) Kur'an'ı Kerim'i veya üzerlerine ilâhî azabın yöneleceğini (yalan saydı.) o husustaki beyanlarını yalanlamaya cür'et gösterdi. (Halbuki, o bir hakikattir) Yani: Kur'an'ı Kerim, ilâhî bir kitaptır, her haber verdiği şey sabittir, doğrudur, İnatçıların üzerine ilâhî azabın ergeç yöneleceği de haddizatında muhakkaktır. Artık bu, nasıl inkâr edilebilir ve uzak görülebilir?. Habibim!. Onlara (De ki: Ben sizin üzerinize vekil olmuş değilim) ben sizi korumakla ve sizi yalanlamaktan men etmek tasdik etmek ve mecbur tutmakla emrolunmuş değilim, ben ancak size ilâhî hükümleri tebliğ etmekte ve sizi Allah'ın azabı ile uyarmakla emrolunmuş bulunmaktayım. Ben ilâhî hükümleri size bildirmek ve neticesini açıklamış olmakla peygamberlik vazifemi yerine getirmiş bulunuyorum. Artık siz, hâlinizi, âkibetinizi düşüneveriniz.

 

 

 

 

 

 

 

67.  Herbir haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır. Ve yakında bilirsiniz.

67.    Ey inkarcılar!. Ey hakikatleri güzelce kabul etmekten kaçınan câhiller!. (Her bir haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır) Size haber verdiğim azabın ve diğer her bir hadisenin Allah tarafından tâyin ve takdir edilmiş kesin bir vakti vardır. (Ve yakında) Bu hakikatin sıhhatini (bilirsiniz.) size haber verilen hâdiseler ergeç ortaya çıkacaktır. Bir kısmı daha dünyada iken, ve diğerleri de âhirette mutlaka görülecektir. Artık yalanlamanızdan dolayı o zaman yapacağınız pişmanlıklar sizlere fâide vermiyecektir. Nitekim Rasûlullah'ın verdiği haberleri yalanlayan müşriklerin bir kısmı daha peygamber zamanında Allah'ın kahrına uğrayarak onların yerlerine müslümanlar hâkim olmuşlardır. Diğer kısımları da dünyada olmasa da âhirette mutlaka Allah'ın kahrına, cehennem azabına uğramış olacaklardır.

 

 

 

 

 

 

68.  Ve bizim ayetlerimiz hakkında -cahilce mütalâalara- dalanları gördüğün zaman, ondan başka bir söze dalıncaya kadar hemen onlardan yüz çevir. Ve şayet -bunu- şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra o zâlimler olan kavim ile beraber oturma.

 

 

68. Bu mübarek âyetler İslâm'ın mukaddes değerleri ile alay eden dinsizler ile mü'minlerin aynı mecliste bulunmalarının caiz olmadığını bildirmektedir. Öyle dinsizlerin günahlarından zühd ve takva sahiplerinin sorumlu olmayacaklarını, fakat o dinsizlere mümkün mertebe öğüt vermekle mükellef olduklarını göstermektedir. Şöyle ki: Resulüm!. Hak'ki inkâr edenlere ben sizin vekiliniz değilim de (Ve bizim âyetlerimizde) Kur'an'ı Kerim hakkında (cahilce mütalâalara dalanları) onları yalanlayanları, onlar ile alay edenleri (gördüğün zaman) artık onlar ile beraber oturma, (ondan) öyle Kur'an hakkındaki yalanlama ve alaydan (başka bir söze dalıncaya kadar hemen onlardan yüz (evir.) onların yanlarını terkeyle, sözlerini dinleme. (Ve şayet bunu) Bu husustaki ilâhî yasağı (şeytan) seni meşgul ederek (sana unutturursa) o Allah'ın yasağını (hatırladıktan sonra) artık halk (o zâlimler olan kavim ile beraber oturma) cünki onl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 20:42:45
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #4 : 02 Kasım 2009, 20:42:45 »





81. Ve nasıl olur da sizin ortak koştuklarınızdan korkarım. Halbuki siz Allah Teâlâ'ya -haklarında sizin üzerinize hiç. bir delil indirmemiş olduğu şeyleri- ortak koşuyorsunuz   da, korkmuyorsunuz!. Artık korkudan emin olmaya bu iki taifeden hangisi daha haklıdır?. Eğer siz bilir kimseler iseniz -söyleyin bakalım-.

81.      (Ve nasıl olur da ben sizin) Allah Teâlâ'ya (ortak koştuklarınızdan) öyle yaratılmış olan, fayda ve zarar vermekten âciz bulunan putlarınızdan (korkarım.) asıl korkulacak olan Kâinatın Yaratıcısı Allah'tır. (Halbuki siz,) O kâinatın yegâne yaratıcısı: Mabudu olan (Allah Teâlâ'ya -haklarında-) kendilerine ibâdet edilmesi hususunda (sizin üzerinize hiçbir delil) Yüce katından hiçbir kanıt (indirmemiş olduğu şeyleri) putları, gök cisimlerin! vesaireyi (ortak koşuyorsunuz da) yine bu küfür ve şirkinizden dolayı o Yüce Yaratıcıdan (korkmuyorsunuz.) bundan dolayı sizlerin korkmaları lâzım değil midir?. (Artık korkudan emin olmaya) Vicdanen müsterih olmaya, ve Allah'ın lütfuna ulaşmaya (bu iki taifeden) benim gibi Allah'ın birliğine inananlarla sizin gibi putlara veşâir mahlûklara tapanlardan (hangisi daha haklıdır?) bu iki zümreden hangisi ebediyet âleminde ilâhî azaptan emin olmaya, ve Allah'ın lütfuna kavuşmaya daha lâyıktır (Eğer siz bilir kimseler iseniz) haber veriniz, (-söyleyin bakalım-) şüphe yok ki, akıllı ve insaflı düşünenler, Allah'ın birliğine inananların dışındaki gurupların ebediyyen Allah'ın azabına mâruz olacaklarına pek doğru olarak kanaat getirmektedirler. Nitekim Cenâb-ı Hak'kın âyetleri de bunu ifâde etmektedir.

 

 

 

 

 

82.  O kimseler ki, imân etmişler ve imanlarını bir zulme bulaştırmamışlardır. İşte korkudan emin olmak onlara aittir. Ve hidâyete ermiş olanlar da onlardır.

82. Bu mübarek âyetler, güvenç kavuşacak zatların vasıflarını bildiriyor. Ve İbrahim Aleyhisselâm'ın Allah'ın birliği hakkında ilham yoluyla edindiği delil ile onun sahip olduğu derecelerin yüceliğine şöylece işaret buyurmaktadır. (O kimseler ki:) O seçkin gurup ki, Cenâb-ı Hak'ka (imân etmişler) onun varlığını, yaratıcılığını tasdik eylemişlerdir, (ve imanlarını bir zulme) bir şirke, o Yüce Yaratıcıdan başkasına tapınmak cehaletine (bulaştırmamışlardır.) Yüce Yaratıcıdan başkasına ibâdet ve itaatte bulunmayı imanlarının tamamlanması için gerekli bir unsur saymamışlardır, Allah Teâlâ'ya yaklaşmak için putlara tapınmanın lüzumuna inanmamışlardır. (İşte) Asıl (korkudan) ebedî azaba düşme endişesinden (emin olmak onlara) öyle şirk şüphesinden uzak, halis imâna sahip olan zatlara (aittir.) onların istikballeri güven içindedir. (Ve hidâyete) hak ve hakikate (ermiş olanlar da onlardır.) o zatlardan başkaları ise bir açık dalâlet içindedirler.

§     Bu âyeti kerime nazil olunca eshâbı kiram endişeye düşmüşler hangimiz nefsine zulmetmemiştir, demişler. Rasûlü Ekrem Hazretleri de: Bu öyle sizin zannettiğiniz

gibi     değil, bu lokmanın oğluna şöyle dediği gibidi

= oğulcağızım!. Allah'a şerik koşma, şüphe yok

ki, şirk en büyük bir zulümdür. (Lokman 31/13) Binaenaleyh bu âyeti celiledeki zulümdan maksat: Şirktir. Maamafih inanmış ve Allah'ı birlemiş oldukları halde küfr ve şirki gerektirmeyecek derecede zulümda bulunanlar da ilâhî azaptan herhalde emniyet üzere bulunduklarına hüküm edemezler. Cenab'ı Hak af etmezse onlar da azap görürler. Fakat onların azabı, kâfirlerin, müşriklerin azabı gibi sonsuz olmayacağından bu bakımdan onlar da emin bulunmuş olurlar.

83. Ve işte o, bizim delilimizdir ki" onu kavmine karşı İbrahim'e vermiştik. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphe yok ki, Rab'bin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

83.   (Ve işte o) İbrahim Aleyhisselâm'ın kavmine karşı ileri sürmüş olduğu delil, gök cisimleri vesaire gibi değişime ve başkalaşmaya uğrayan şeylerin yaratıcılık ve mâbudiyet vasfına sahip olamayacaklarına dâir gösterdiği kanıt (bizim delilimizdir ki, onu kavmine karşı) ileri sürmek, onları susturmak için (İbrahim'e vermiştik.) o delili ona ilham etmiş, öğretmiş ve onu o hususta irşâd etmek lütfunda bulunmuştuk. Biz (Dilediğimizi derecelere yükseltirîz.) kendisine İlim ve hikmet, düşmanlarını susturmaya kudret veririz, bu itibar ile kendisine büyük yüksek rütbeler, mertebeler ihsan ederiz. (Şüphe yok ki, Rab'bin) Her işinde (hakîmdir,) bütün ilâhî fiilleri hikmet ve menfaata dayanmaktadır. Dilediği kulunun derecelerini hikmet gereği yükseltir. Ve o kerem sahibi Rab (alîmdir.) bütün mahlûklarının hallerini ve fiillerini tamamiyle bilir, haklarında hikmet gereği muamele yapar, dilediği kullarının derecelerini hikmeti ve ilmi gereğince öyle yüce kılar. İşte Hz. İbrahim'in yüksek derecelere, muvaffakiyetlere kavuşması da bu cümledendir. Cenab'ı Hak dilediğini yapıcıdır. Buna imân etmişizdir!..

 

 

 

 

 

 

 

84.    Ve ona Ishak'ı ve Yakub'u ihsan ettik ve hepsini de hidâyete erdirdik. Daha evvel de Nuh'u ve onun neslinden Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u da hidâyete erdirmiştik. Ve işte biz güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.

84.       Bu mübarek âyetler dene kadar yüce derecelere ulaşmış olan Hz. İbrahim'in kavuştuğu bir kısım nîmetleri bizlere bildirmektedir. Şöyle buyrulmuş oluyor ki: Biz İbrahim Aleyhisselâm'a peygamberlik ve risâlet verdik, Allah'ın birliğini isbat için kendisini delillere muvaffak kıldık, bu suretle onu yüksek derecelere erdirdik (Ve ona) Hz. İbrahim'e diğer bir nîmet, ve ilâhî bir lütuf olmak üzere de oğlu (Ishak'ı) bir Peygamber olarak ihsan ettik (ve) Ishak'ın oğlu, kendisinin torunu olan (Yakub'u) da (ihsan ettik) onun zürriyetinden de böyle seçkin Peygamberler dünyaya getirdik, (ve hepsini de) Bunlardan herbirini de (hidâyete erdirdik.) hepsini de muvaffakiyetlere, hak dini ve hidâyet yolunu takibe muvaffak kıldık. (Daha evvel de) Hz. İbrahim'den önce de onun büyük dedesi olan (Nuh'u ve onun) Hz. Nuh'un veya Hz. İbrahim'in (neslinden) de iyşa'nın oğlu (Davud'u) ve onun oğlu (Süleyman) ve Hz. İsmail'in torunu, Emus'un oğlu olan (Eyüb'ü) ve Yakup Aleyhisselâm'ın oğlu olan (Yusufu) ve Yakup Aleyhisselâm'ın torunu, Imran'ın oğlu bulunan (Musa'yı) ve onun kendisinden bir yaş büyük olan kardeşi (Harun'u da) peygamberlik şerefine kavuşturarak (hidâyete erdirmiştik.) hepsine de ilâhî dini yaymayı ve insanlığı aydınlatmayı emretmiştik. (Ve işte biz) Ben Yüce Yaratıcı, Hz. İbrahim gibi (güzel hareket edenleri) Cenâb-ı Hak'ki tasdik edip birleyenleri, onun yolunda çalışıp gayret gösterenleri (böyle) İbrahim Aleyhisselâm gibi (mükâfatlandırırız.) derecelerini yükseltiriz kendilerine büyük büyük nîmetler veririz. Nitekim ibrahim Aleyhisselâm o kutsî çalışmasının mükâfatı olarak pek yüksek derecelere ulaşmış, insanlık dünyasında büyük bir isim yapmış, kendisi bir kısım Yüce Peygamber'in torunlarından olduğu gibi kendi neslinden de bir nice seçkin Peygamberler insanlık âlemine şeref vermişlerdir. Bu ne büyük derece ne büyük bir ilâhî lütuf!.

 

 

 

 

 

 

85. Ve Zekeriya'yı da Yahya'yı da, İsa'yı da, Ilyas'ı da -hidâyete erdirdik- hepsi de iyi zatlardandı.

85. (Ve) Eden'in oğlu (Zekeriya'yı da) ve onun oğlu (Yahya'yı da) ve Hz. Meryem'in oğlu (İsa'yı da) ve Harun Aleyhisselâm'ın torunlarından olan (Ilyas" da -hidâyete erdirdik-) kendilerine peygamberlik verdik, insanlık için birer saadet rehberi olan bu zatlardan (hepsi de salih) üzerlerine düşen kulluk vazîfelerini hakkiyle yerine getirmeye çalışan, lâyık olmayan şeylerden kaçınan, gerçekten iyi hâl ile vasıflanmış (zatlardandı.) onun içindir ki, öyle yüce mükâfatlara nail olmuşlardır.

§ Ilyâs aleyhisselâm, beni İsrail Peygamberlerindendir. Hz. İsa'dan dokuz asır evvel dünyaya gelmiştir. Balebekli idi. İsrail oğulları putperestliğe düşmüş, Balebek hükümdarının yaptırmış olduğu "Beil" adındaki puta tapıyorlardı. Artık aralarında Hz. Musa'nın şeriatı unutulmuştu. Hz. Ilyâs onlara Peygamber olarak gönderildi, onları  öyle puta tapmaktan men eyledi. Kendilerine nasihatlar verdi. Fakat o muhterem zatı dinlemediler. O mübarek zatı beldelerinden koydular, o da bir müddet  sahralarda, mağaralarda yaşadı. Bunun üzerine İsrail oğullarına bir belâ yönelmeğe başladı. Yağmurlar yağmaz oldu, aralarında kıtlık yüz gösterdi, açlıktan ölecek bir hâle geldiler. Nihayet Hz. livası arayıp buldular, bir müddet onun nasihatlarını dinlediler, fakat az sonra yine küfr ve isyana daldılar. Ilyâs Aleyhisselâm da Cenâb-ı Hak'tan aldığı bir izne dayanarak aralarından ayrılıp başka bir yere gitti. Uzlete çekildi. Milâddan (880) sene evvel semâya kaldırılmış olduğu rivayet edilmektedir.

§ Bu âyeti kerime gösteriyor ki, bir kimsenin kızının evlât ve torunları da kendisinin zürriyetinden sayılmaktadır. Çünki Isa Aleyhisselâm Hz. İbrahim'e annesi Hz. Meryem vâsıtasıyle mensup olmakla Hz. İbrahim'in zürriyetinden sayılmıştır. Binaenaleyh Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin ve bunların evlât ve torunları da Rasülü Ekrem Efendimizin zürriyetinden bulunmaktadırlar. Nitekim Ebu Caferi, Bakır hazretleri bu hakikati, bu âyeti kerimeye dayanarak haccacı zâlime karşı isbat etmiş, Haccac da bunu kabul eylemiştir.

 

 

 

 

 

86. Ve İsmail'i, Elyesa'i ve Yunus ile Lut'u da -hidâyete nail ettîk- ve hepsini âlemlere üstün kıldık.

86.     (Ve) İbrahim Aleyhisselâm'ın oğlu (İsmail'i) ve Uhtub bini Ucur'un oğlu (Ilyesa'î) ve (oğlu Yunus ile) İbrahim Aleyhisselâm'ın kardeşi Haran'ın oğlu (Lüt'u da) Aley...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes