> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > Bakara Suresi
Sayfa: 1 [2] 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bakara Suresi  (Okunma Sayısı 9294 defa)
29 Ekim 2009, 21:00:46
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #5 : 29 Ekim 2009, 21:00:46 »



101. Ve onlara Allah Teâlâ tarafından yanlarındaki kitabı tasdik edici bir rasül gelince o kendilerine kitap verilmiş olanlardan bir güruh' sanki bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını arkalarına atıverdiler.

101.     Bu âyeti çelik, yahudilerin Hz. Muhammed'in peygamberliğini tasdik etmemek için Allah'ın kitabına sırt çevirmiş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki İsrail Oğulları sözlerine riayet etmediler. (Ve onlara Allah Teâlâ tarafından) kendi (yanlarındaki kitabı) Tevrat'ı (tasdik edici) onun ilâhî bir kitab olduğunu tasdik eden (bir rasül) yani: Hz. Muhammed Aleyhisselâm (gelince) peygamber gönderilmiş olunca (o kendilerine hitap) vaktiyle Tevrat (verilmiş olanlardan) yahudilerden (bir güruh) bir taife (sanki bilmiyorlarmış gîbî) Hazreti Muhammed'in peygamber gönderileceğini Tevrat'ta okumamışlar gibi İnkâra kalkıştılar. (Allah'ın kitabını) Tevrat'ı veya Kur'ân-ı Kerîm'i (arkalarına atıverdiler) ondan yüz çevirdiler. Bâtıl fikirlerin tesiri altında kalarak dalâlete düştüler.

 

 

 

 

102.     Ve onlar Süleyman -Aleyhisselâm- mülkü aleyhine şeytanların uydurdukları şeylerin ardına düştüler. Halbuki Süleyman, asla küfretmedi, fakat o şeytanlar kâfir oldular. Onlar insanlara sihir ve Babildeki iki meleke, Hârut ile Marufa indirilmiş olan şeyleri öğretiyorlardı. Bu iki melek ise: "Bîz ancak bir fitneyiz, sakın kâfir olma" demedikçe bir kimseye sihir adına bir şey öğretmezlerdi. İşte bir takım kimseler bu iki melekten koca ile karının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat bunlar Allah T e âl ân in izni olmadıkça bu sihir ile bir kimseye bir zarar verebilir değildiler onlar kendilerine zarar verip fayda vermeyen şeyleri öğreniyorlardı. Yemin olsun ki onlar, o sihri satın alan kimse için ahirette hiç bir nasip olmayacağını muhakkak bilmişlerdir. Ne kötü bir şey, karşılığında nefislerini satmış oldular. Eğer bilecek olsalardı.

102. Bu âyeti kerime, vaktiyle Allah'ın kitabından yüz çeviren bir kısım İsrail Oğullarının peygamberler hakkında ne kadar iftiralarda bulunmuş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (ve onlar) o ilâhî kitabı arkalarına atan bir kısım yahudiler (Süleyman) Aleyhisselâmın (mülkü aleyhine şeytanların uydurdukları) okudukları, söyledikleri (şeylerin ardına düştüler.) Onlara tâbi oldular, Süleyman'ın saltanatı bütün sihir sayesindedir dediler. (Halbuki Süleyman) Aleyhisselâm (asla küfretmedi.) Onların öyle iftiralrı gibi sihir yaparak küfre düşmedi. (Fakat o şeytanlar) dır ki. İnsanlara sihri öğreterek (kâfîr oldular.) Evet... (Onlar insanlara sihir) öğretiyorlardı. (Ve Babildeki iki meleğe) yani (Hârut ile Maruta) bu isimdeki iki meleğe (İndirilmiş olan şeyleri, öğretiyorlardı.) İnsanları aldatıyor ve saptırıyorlardı. (Bu iki melek işe) kendilerine müracaat edenlere gerçek durumu bildiriyor (biz fitneyiz) ilâhî bir imtihan vasıtasıyız. (Sakın kâfir olma, demedikçe bir kimseye sihir adına bir şey öğretmezlerdi.) Bunların bu ihtarına rağmen (İşte bir takım kimseler, bu iki melekten koca ile karının arasını ayıracak) bir ailenin dağılmasına sebebiyet verecek (şeyler öğreniyorlardı.) Bunları tatbika cür'et ediyorlardı. (Fakat bunlar) bu büyücüler (Allah Teâlâ'nın izni) ilâhî takdiri (olmadıkça bu sihir ile bir kimseye bir zarar verebilir değildiler.) O sihirler yüzünden meydana gelen zararlar yine Allah Teâlâ'nın hikmeti gereği dilemesi ve yaratması iledir. Bu imtihan âleminde böyle bir takım olaylar meydana gelir. Bunların ortaya çıkması için hikmet gereği bir takım sebepler vardır. İşte sihir de böyle bir sebepten başka bir şey değildir. (Onlar) o sihir vapmavı     öğrenenler (kendilerine zarar verip) ahiret sorumluluğunu gerektirip (fâide   vermeyen   şevleri öğreniyorlardı.* Bunu takdir edemiyorlardı. (Yemin olsun ki  onlar)         o yahudi taifesi (o sihri satın alan kimse için» öyle Allah'ın kitabını şeytanların uydurma hikayeleriyle değişen her hangi şahıs için (ahirette hiç bir nasip

olmayacağını muhakkak bilmişlerdir). Evet... Onlar öyle kimselerin ebediyyen cennetten mahrum kalacaklarını kitaplarında okumuş, bilmişlerdir. Artık ne cesaret ki, bu yahudiler bu bildiklerine muhalefet ederek şeytanların uydurdukları şeylerin ardına düştüler. Allah'ın Kitabını bırakarak onu sihir kitapları ile değiştirmeye kalkıştılar. (Ne kötü bir şey karşılığında nefislerini satmış oldular, eğer bilecek olsalardı) eğer bu hakkı terk etmenin ve değiştirmenin ne kadar kötü, ne kadar sorumluluk gerektiren şeyler olduğunu düşünselerdi öyle dünya varlığı için bunları yapmaya cesaret edebilirler miydi? Elbette böyle helak edici bir harekette bulunmazlardı.

§ Rivayete göre vaktiyle bir takım insan ve cin şeytanları Hz. Süleyman'a iftirada bulunmuşlar "onun mülk ve saltanatı yaptığı sihirler sayesinde vücude gelmişti" demişler. Ve onun vefatından sonra tahtının altını kazıyıp oradaki sihre dair olan bir takım kitapları meydana çıkarmışlar, İşte Süleyman bu kitaplardaki sihir vasıtasiyle o yüksek hâkimiyeti elde etmişti diye iddiaya kalkışmışlar. Halbuki Hz. Süleyman, ilâhî vahye m az har olmuş ve kendisine bir kısım mucizeler verilmişti. O öyle sihre tenezzül eder miydi?.. O sihir kitapları ise düşmanları tarafından sonradan getirilerek onun tahtının altına gömülmüş, sonra da bunlar kendilerine bir delil olmak üzere meydana çıkarılmıştır.

Maamafih Hz. Süleyman zamanında sihirbazlar çoğalmıştı, sihre dair kitaplar yazılmıştı. Süleyman Aleyhisselâmın o kitapları toplatıp böyle topraklara gömdürmüş olması da düşünülebilir. Fakat onun düşmanı olan şeytanlar budan istifadeye kalkışmışlar, iftiraya cür'et etmişlerdir, İşte bu âyeti celile, onların bu alçakça iftiralarını reddetmektedir.

§ Sihir: Lügatte sebebi gizli olan ince ve latif şey demektir. İst ilâhta ise sebebi gizli olduğundan hakikatinin aksine hayal edilen yaldızlı düzenbazca ve yanıltıcı olan her hangi bir şeydir. Gözbağcılık, hokkabazlık bu kabildendir. Firavunun zamanındaki sihirbazların ellerindeki değnekleri birer ejderha suretinde gösterdikleri gibi. 8 âz i gizli sebeplere binaen ruhlar üzerinde tesir eden ve ekseriya kötülüğe yönelik bulunan şeyler de birer sihir demektir. Bir aile fertleri arasına ayrılıklar bırakan büyücülük gibi. Bâzı cinlerden yardım istemek suretiyle yapılan gayri meşru ve harika nevinden sayılan bir takım muameleler de birer sihirdir. Buna cincilik denir.

Sihir, belirli bir usûle göre yapılan ve bu usûlü bilenlerin bunu yapmağa kadir olacakları tabiî ve taplumun menfaatine hizmet etmediğinden mucizeler, kerametler gibi hakikaten sabit ve meşru bir faideye sahip değildir.

Sihir, harama ve zararlı şeylere alet olacağı sebebiyle bunun yapılması haram olduğu gibi nasıl yapıldığını öğrenmekte çoğu alime göre haramdır.

Bazı meşru şeyler; pek hoş, pek dakik olup güzelliği, loşluğu kalplere tesir ettiği için onlara da mecazen sihir denir. Pek güzel şiirlere "helâl sihir" denilmesi bu kabildendir.

§ Hârut ile Marut: İki melektir. Hikmet gereği insan suretinde görünerek Babil şehrine indirilmişlerdir. Vaktiyle Babil şehrinde sihirbazlar çoğalmış olduğundan bu melekler gelerek insanlara sihrin fenalığını, kötü neticesini bildirmişler, buna rağmen yine sihir öğrenmek isteyenlere bir hikmet gereği olarak sihir adına bazı şeyler öğretmişler    ise de sihrin zararlarını telkinden yine geri durmamışlardır. Nasıl ki Cenab'ı Hak, küfrün ebedî azaba sebep olacağını kullarına bildirmiştir. Mamafih  küfre kendi İradeleri ile can atanlar hakkında da küfrü takdir buyurmuş, meydana getirmiş olur. Böyle bir muamele, bir sınama ve imtihan hikmetine dayanır, bu teklif, âlemlerin gereğidir.

§         Bâzı zatlara göre bu iki melekten murat iki İnsandır. Salih, fâzıl iki zat oldukları için kendilerine melek denmişir. Onlara nazil olandan murad da ilham aldıkları

ilim ve bilgidir. Fakat bu, di; anlamına aykırı bir tevil demektir.

§ Babil şehri: Geldanilerin merkezi hükümeti olan meşhur bir şehirdir. Bağdat'ın 93 Km. güneyinde ve "Hille" kasabası civarında imiş Nemrut tarafından bina edilmiş, bir buçuk milyon halkı varmış, o zaman dünyanın en mâmur, en süslü bir şehri bulunuyormuş. Burası sihirbazlar diyarı olmakla şöhret bulmuştu. Sonra bu şehir bir çok hükümdarların ellerine geçmiş, nihayet harap olup halkı dağılmış, kendisinden eser kalmamıştır.

§ Hille: Bağdat vilâlayetinde bir sancak merkezi olan bir kasabadır. Bu inşa edilirken Babil harabelerin tuğlalarından istifade edilmiştir. Maamafih son zamanlarda araştırmalar yapan Avrupalılar bu Hille civarında Babile ait bâzı harabeleri, yazıları vesaireyi kefşetmişlerdir.

 

 

 

 

103. Eğer onlar îman etseler ve s akın s al ardı idi elbette Allah T e âlâ katından bir sevap çok hayırlı olacaktı. Eğer bilir olsalardı.

103.  Bu mübarek âyetler, hakikî mü'minlerin büyük mükâfatlara ereceklerini bildiriyor. Rasülü Ekrem e karşı nasıl saygı gösterir bir tavır alınacağını tâyin ederek buna muhalefette bulunanların sosyal terbiyeden yoksun olduklarına işaret buyuruyor. Şöyle ki: (Eğer onlar) yahudiler ve diğer müslüman olmayan unsurlar (İman etseler) Allah'ın birliğine Hz. Muhammed'in peygamberliğine, Kur'ân'ı Kerîme ve diğer dinî esaslara inanıp itikatta bulunsalar (ve sakınsalar) Allah Teâlâ'dan korkup haram olan şeyleri terk eyleseler (idi) bu sayede ebedî selâmet ve saadete ereceklerdi. (Elbette Allah Teâlâ katında) elde edecekleri (bir sevap) haklarında (çok hayırlı olacaktı.) Onları öyle ebedî bir saadete kavuşturacaktı. (Eğer) onlar bu hakikati, ilâhi sevabın tercih ettikleri şeylerden hayırlı olduğunu (bilir olsalardı) Öyle cahilce hareketlerde bulunmaz, imana, tekvaya mualefet edip durmazlardı.

 

 

 

 

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bakara Suresi
« Posted on: 27 Nisan 2024, 08:58:36 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bakara Suresi rüya tabiri,Bakara Suresi mekke canlı, Bakara Suresi kabe canlı yayın, Bakara Suresi Üç boyutlu kuran oku Bakara Suresi kuran ı kerim, Bakara Suresi peygamber kıssaları,Bakara Suresi ilitam ders soruları, Bakara Suresiönlisans arapça,
Logged
29 Ekim 2009, 21:07:14
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #6 : 29 Ekim 2009, 21:07:14 »

121.   Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler ki, onun hakkıyle okuyarak tilâvette bulunurlar. İşte onlar ona îman ederler. Ve kimler ki onu inkâr ederlerse işte hüsrana uğramış olanlar da onlardır.

121. Bu âyeti kerime, her hangi bir ilâhî kitabı ona layık bir şekilde okuyup anlayanların o kitaba İman edeceklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Kendilerine kitap verdiğimiz kimselerki) gerek geçmiş ümmetlerden olsunlar ve gerek şimdiki ümmetlerden bulunsunlar peygamberleri vasıtasiyle elde ettikleri bir ilâhî kitabı güzelce düşünür, (onu gerçek bir şekilde tilâvette bulunurlar) ondaki beyanları değiştirip bozmaz, ondaki yüceliği, ondaki fazilet ve hikmeti güzelce düşünürler (İşte onlar ona Allah kitabına (İman ederler.) Onun hak olduğuna, İçindekilerin hakikat olduğuna kânî olurlar. (Ve) bilâkis (kimler ki, onu) o Allah kitabını lâikıyla göz önüne almayarak hemen (inkâr ederlerse) bu yüzden küfre düşerlerse (İşte hüsrana) ebedî zarar ve ziyana felâkete (uğramış olanlar da onlardır.t Onlar ebedî saadetten mahrum cehennem azabına ebedî olarak mâruz kalmış olacaklardır.

§ Bu âyeti kerime, Habeşistandan Medine-i Münevvereye gelip İslâmiyeti kabul eden bir kısım ehli kitap hakkında nazil olmuştur. Yahudilerden, Hıristiyanlardan olup ta Tevrat ve incil kitaplarını değiştirme ve bozma olmaksızın okuyan, onlarda yazılı olan son peygamber Hz. Muhammed'in vasıflarını olduğu gibi mütalâa eden insaflı, düşünceli ehli kitabın İslâm dinini kabul edeceklerine de işaret buyurmaktadır. Nitekim vaktiyle Yahudilerden Abdullah ibni Selâm gibi âlim zatlar İslâmiyeti kabul etmişlerdi. Bugün de Avrupada, Amerikada bulunan bir kısım ilim adamı, aydın hıristiyanlar, Kur'ân'ı Kerîm'i okuyarak ondan istifade ediyorlar, Kur'ân'ın yüceliğini tasdik ederek İslâmiyeti kabul ile neşre çalışıyorlar.

Binaenaleyh hidâyete, ebedî saadete nail olmak isteyenler için en birinci vazife, Allah'ın Kitabını güzelce muhafaza edip onun kutsal hükümlerine İman edip onunla amel etmektir. Bir şahıs, bir kavim için en ebedî felâkete sebepte Allah Kitabının mukaddes hükümlerini değiştirme ve bozmaya cüret ile onu inkâra, onunla alaya cesaret etme alçaklığında bulunmaktır.

 

 

 

122. Ey İsrail Oğulları!.. Size ihsan etmiş olduğum nimetimi ve sizi âlemler üzerine üstün kılmış olduğumu hatırlayınız.

122.   Bu mübarek âyetler, İsrail Oğullarını uyandırmak için vaktiyle nail oldukları nimetleri düşünmeğe tekrar davet ediyor. Onların ahiret gününün felâketinden kurtulabilmeleri için Islâmiyeti kabulden başka çare bulunmadığına işarett e bulunuyor. Şöyle ki: (Ey İsrail Oğulları!.. Size) sizin ata ve ecdadınıza vaktiyle (ihsan etmiş olduğum nîmeti) hatırlayınız. Sizin ırkınıza vaktiyle Hz. Musa gibi sanı yüce bir peygamberi göndermiştim, sizlere son peygamberin vasıflarını İçeren Tevrat kitabını vermiştim, sizleri Firavun'un öldürücü pençesinden kurtararak bir hükümete nail kılmıştım. (Ve sizi âlemler) yani muasır milletler (üzerine tefdil) onlardan üstün (kılmış olduğumu hatırlayınız.) Artık bu nimetleri düşünün de simdi nankörlük etmeyin. İslâmiyet gibi yüce ve kitaplarınızda yüksek vasıfları yazılı bir evrensel kabulden kaçınmayın, böyle hakikî bir dinden mahrumiyetin, ahiretteki cezasını düşünün.

 

 

 

 

123.  Ve öyle bir günden sakının ki, hiç bir şahıs hiç bir şahıs için bir sev ödeyemez ve hiç bir şahıstan fidye de kabul edilmez. Ve ona şefaat te fayda vermez. Ve onlar yardım da olunmazlar.

123.      Ey İsrail Oğulları... (Ve öyle bir günden) bir kıyamet ânından, bir âhiret hesabından (sakının ki) o günde ıhiç bir şahıs başka bir şahıs için) onun hesabına olarak (bir sey ödeyemez.) Onu mesuliyetten kurtarmak için ona yardımda bulunamaz. (Ve hiç bir şahıstan fidye de kabul edilmez.) O şahıs öyle bir fidye karşılığında azaptan kurtarılamaz. (Ve ona şefaat de fayda vermez.) Allah'ın izni olmadıkça kimsenin kimseye şefaati kabul edilmez. (Ve onlar) öyle dünyada diyanetten. Hakka itaatten mahrum olan şahıslar o ahiret âleminde (yardım da olunmazlar.) Onlar hiç bir kimsenin yardımına nail olamazlar. Binaenaleyh daha dünyada iken uyanınız, üzerinize düsen vazifeleri belleyiniz, hak dini kabul ederek ibâdet ve itaatte bulununuz ki o müthiş ahiret hayatının azabından emin, selâmet ve saadete nail olabilesiniz. Ne merhametli bir nasihat! 47, 48. âyetlere de müracaat ediniz.

 

 

 

 

124.       Şunu da hatırla ki, bir zamanlar İbrahim'i Rabbisi bir takım kelimeler ile imtihan etmişti. O da bunları tamamen yerine getirmiştir. -Cenâb-ı Hak- dedi ki: Ben seni insanlara İmam kılacağım. O da dedi ki: Zürriyet imden de -Hak T e âlâ da- buyurdu ki benim ahdime zalimler nail olamaz.

124. Bu âyeti kerime, bütün insanlığa dinler tarihinden. Peygamberlerin hayatlarından bir örnek gösteriyor. Cenab'ı Hakkın verdiği söze, imamet ve riyaset makamına kimlerin lâik olup olmadığına işaret ediyor, sadece büyük bir zatın soyundan olmanın ahlâksız, adaletsiz kimseler için fayda vermeyeceğini bildiriyor. Şöyle ki: Ey mütefekkir insan!.. (Şunu da hatırla ki, bir vakit) Hz. (İbrahim'i rabbisi) olan Allah Teâlâ (bir tık kelimeler ile) yani: Emirler, yasaklar ile, meselâ: Namaz ile, Kâbe'i Muazzamayı tavaf ile, evlâdını kurban etmek ile (imtihan etmişti.) Mükellef kılmıştı. (O da) Hz. İbrahim de (bunları tamamen yerine getirmişti.) Böyle kendisine emr edilen şeyleri hakkıyla ifa eylemişti. Bunun mükâfatı olmak üzere Cenab'ı Hak (dedi ki) Ya İbrahim! (Ben seni insanlara İmam kılıcıyım.) Seni peygamberliğe, en büyük imamlığa         nail kılacağım. (O da) Hz. İbrahim de (dedi ki: Zürriyetimden de) bir kısmını bu şerefe, bu risâlet ve imamate nail buyur. Hak Teâlâ da (buyurdu ki: Benim

ahdime) benim risalet ve imametime (zâlimler nail olamaz.) Onlar o makama lâyık değildirler. Zalim olmayan, yüksek bir yaratılış üstün bir kabiliyete sahip olanlardan seçkin bir zümre o nîmete nail olacaktır. Nitekim Hz. İbrahim'in zürriyetinden İsmail, Ishak, Yakup, Yusuf ve Hz. Muhammed Mustafa -Aleyhimüsselâm-gibi yüce zatlar bu şerefe nail olmuşlardır. Hz. İbrahim'in o temennisi de bu suretle kabul edilmiştir.

Maamafih İsrail Oğulları, İbrahim aleyhisselâmın soyuna mensup oldukları için risalet ve imamet makamına kendilerinin layık olduklarını iddia ediyorlardı. Bu âyeti  kerime ise bu iddiayı reddetmek, sadece öyle bir zata mensup olmanın hakkı kazanmaya sebep olamayacağını bildirmiş, dinî hükümlere muhalefet edenlere öyle bit mensup olmanın fayda vermeyeceğini ihtar buyurmuştur.

§ İmtihan: Sınamak, tecrübe etmek, bilinmeyen bir şeyi meydana çıkarıp anlamak veya başkasına anlatmak demektir. Cenâb-ı Hak her şeyi tam manasıyla bilmiş olduğundan onun yaptığı imtihan başkalarınca bilinmeyen bir şeyi meydana çıkarmak, o şeyin mahiyetini halka anlatmak içindir. Hazreti İbrahim hakkındaki imtihan da onun Allah'ın tekliflerini ne kadar yerine getirmekte olduğunu ve onun o sayede ne yüksek olgunluk mertebesine nail bulunduğunu bütün insanlığa ilân etme hikmetine dayanmaktadır.

5 İbrahim Aleyhisselâm; Azer adındaki bir kimsenin oğludur. Rivayete göre Hz. Adem'in yaratılışından (3337) sene sonra Babil şehrinde dünyaya gelmiş (175). veya (200) sene yaşamıştır. Babil ahilisi putlara, aya, güneşe, yıldızlara, Menrut denilen hükümdarlarına taparlardı. Bu bir "Sabie" dini idi. İbrahim Aleyhisselâm, Nemrut ibni Kenan zamanında Babil ahalisine peygamber gönderilmiş, kendisine 10 sayfa kitap verilmiştir. Babil ahalisi bu mübarek peygamberin nasihatlerini dinlemediler. Nemrut, onu büyük bir ateş içine attırdı. Fakat bir mucize olmak üzere o ateş, ona asla tesir etmedi. Bu harikayı görenlerden bazıları Hz. Ibrahime İman ettiler. Diğerleri yine küfürlerinde ısrar edip durdular. Hazreti İbrahim de kendisine İman edenler ile Babilden çıktı, Şam diyarına hicret etti. Bir aralık Mısıra gitti, sonra Kenan ilinde, yani: Kutsi Şerif dolaylarında ikâmet buyurdu. Kâbe-i Muazzamayı oğlu İsmail Aleyhisselâm ile beraber yeniden veya yıkıldıktan sonra tekrar bina etmiştir.

İbrahim, Süryanîce: Ebirahîm = Çok merhametli baba mânasındadır. Kendisine "Halilür rahman" da denir. Ûlülazm denilen beş büyük peygamberden birisidir. Diğerleri de Hz. Nuh ile Hz. Musa, Hz. Isa ve peygamberlerin sonuncusu Efendimiz Hazretleridir. Peygamber Efendimiz, Hz. İbrahim'in muhterem oğlu İsmail Aleyhisselâmın neslinden dünyaya şeref vermiştir. Hz. İbrahim, Kudüs'e tâbi bulunan "Halilürrahman" kasabasında bir mağara içinde defn edilmiştir.

 

 

 

 

 

125. Ve o vakit de hatırlayınız ki biz Beyti Şerifi İnsanlar için bir sevap yeri ve bir Eman yurdu kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edininiz. Ve biz İbrahim'e ve İsmail'e kesin emir vermiştik ki: Benim beytimi tavaf edenler için ve orada mücavir bulunanlar için ve rüküa, secdeye yaracaklar için tertemiz bulundurunuz.

125. Bu âyeti kerime, Hz. İbrahim ile muhterem oğlunun yüksek hizmetlerini ve Kâbe-i Muazzamanın yüceliğini göstermektedir. Ve İbrahim Aleyhisselâmın zürriyetinden Hz. Muhammed Aleyhisselâmın gönderilmiş olup onun ve ümmetinin namazlarında rüküa varacaklarına da işaret etmektedir. Çünkü rükû ile namaz kılmak bu seçkin ümmete mahsustur. Velhasıl buyrulmuş oluyor ki: Ey müslümanlar!.. (Ve o vakti de hatırlayınız ki biz beyti şerifi) Beytullahı, Kâbe-i Muuazzama denilen mukaddes mabedi (insanlar için) ehli İman için (bir sevap yeri ve bir eman yurdu kıldık.) Oraya gidip ibâdette bulunanlar için büyük büyük sevaplar vardır. Ve oraya sığınanlar tecavüzden emin bulunurlar. (-Siz de-) Ey, müminler!.. Kâbei Muaz...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ekim 2009, 21:15:20
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #7 : 29 Ekim 2009, 21:15:20 »

141.  O bir ümmettir ki, gelip geçmiştir. Ona kendi kazandığı, size de sizin kazandığınız vardır. Ve siz onların yapmış olduklarından mesul olmayacaksınızdır.

141. Bu âyeti kerime ata ve ecdat ile iftihar edilmenin onlara güvenilmesi insan tabiatından yerleşmiş bir özellik olduğundan, bundan sakındırmak için bir hikmet gereği tekrar nazil olmuştur. Yahut 134. âyeti kerimedeki hitap İsrail oğullarına, bu âyeti kerimedeki hitap da Muhammed ümmetine yöneliktir. Bu takdirde bu tekrar sayılmaz. Buyrulmuş oluyor ki: Ey Muhammed Ümmeti! (O) İbrahim ile Yakup ve onların Allah'ın birliğine inanan evlâd ve torunları (bir ümmettir ki gelip geçmişlerdir.) tarihe karışmışlardır. Sizinle alâkaları kalmamıştır. (O ümmete kendi kazanmış olduğu şeyler aittir.) O şeylerin mükâfatı, sorumluluğu ona aittir. (Size de, sizin kazanmış olduğunuz şeyler vardır.) Siz de bu amellerinize göre mükâfat veya ceza göreceksiniz. Artık siz kendinizi düşününüz. (Ve siz onların) o eski ümmetlerin (yapmış    olduklarından  mesul  olmayacaksınızdır.)  O  halde  onların  nail  olacakları  mükâfatlara da ortak olamazsınız.  Onların  amellerinin faydası  da,  zararı  da  kendilerine aittir. Artık onların güzel amellerinden hisse alacağınıza ümitli olarak onlara dayanıp güvenmeyin. Kendi üzerinize düşen vazifeleri ihmal eylemeyiniz.

Ey ümmeti Muhammedi.. Siz müstakil bir ümmetsiniz. Sizin mükellef olduğunuz vazifeler de hikmek icabı olarak sizlere mahsustur. Binaenaleyh her hususta geçmiş milletlerin hükümlerine tâbi olmanız icap etmez. Bunun içindir ki, ibâdetler, muameleler hususunda size mahsus bir yenilik vardır. Buna o kavimlerin itiraz hakkı olamaz. İşte kıbleyi değiştirme meselesi de bu cümledendir.

 

 

 

 

142. Yakında diyeceklerdir ki: Onları yöneldikleri kıblelerinden hangi şey çevirdi? De ki: Doğu da Batı da Allah'ındır. Dilediği kimseyi doğru bir yola iletir.

142.   Bu âyeti kerime, Kâbei Muazzamaya yönelerek namaz kılınmasına itiraz eden anlayışsız bir taifenin fikrî sapıklığını göstermektedir. Şöyle ki: (İnsanlardan beyinsiz olanlar) Yahudiler, münafıklar veya diğer bir kısım cahiller (yakında) kıblenin değiştirildiğini öğrenince (diyecekler ki onları) o müslümanları (tarafına yöneldikleri kıblelerinden) yani Beyti Mukaddes tarafına yönelerek namaz kılmalarından (hangi şey geri çevirdi?) Habibim!.. Onlara (de ki: Doğu da, batı da Allah indir) hepsi de onun mülküdür. Halk ta onun kullarıdır. Hiç bir taraf, kendi mahiyeti itirabiyle kendisinden başka yöne ibâdette dönülmesini engelleyecek bir ayrıcalığa sahip değildir. Asıl gözetilecek şey, Allah'ın emridir. Cenâb-ı Hak hangi tarafa yönelerek ibâdet edilmesini emrederse ona uymak lâzım gelir. O Yüce Yaratıcı (dilediği kulunu doğru yola hidayet eder.) Binaenaleyh bir müddet Beyti Makdise sonra da Kâbei Muazzamaya yönelerek namaz kılınması da o hikmet sahibi Mabudun bir hikmeti gereğidir. Buna kim karışabilir. Bu gibi ilâhî emirlere riayet edilmelidir ki ona samimî şekilde itaat ve bağlılığımız ortaya çıkabilsin.

§ Kıble: Namazda tarafına yüz çevirecek yer demektir. Peygamber Efendimiz Mekkei Mükkeremede iken Beytullaha, Medinei Münevvereye hicreti müteakip bir müddet Kudsi Şerife daha sonra da yine Kâbei Muazzamaya doğru namaz kılmakla mükellef olmuştur.

 

 

 

 

143.        Ve işte böylece sizleri de bir orta ümmeti kıldık ki İnsanlar üzerine şahitler olasınız. Ve bu peygamber de sizlerin üzerinize tam bir şahit olsun. Ve senin evvelce tarafına yönelmiş bulunduğun Kabe'yi yine kıble yapmadık, ancak Rasule kimlerin tâbi olacaklarını gerisi gerisine döneceklerden ayırmak için yaptık. Gerçi bu büyük bir hâdisedir. Ancak Allah'ın hidayet ettiği zatlar hakkında değil. Ve Allah sizin îmanınızı elbette zayi edecek değildir. Şüphe yok ki Allah T e âlâ insanlara karşı elbette çok şefkatli, pek merhametlidir.

143. Bu âyeti kerime, ümmeti Muhammed'in pek seçkin bir ümmet olduğunu, dinî hükümlere hakkıyla itattkâr bulunduğunu beyan etmektedir. Kıblenin değişmesi meselesini tutamak edinerek Islâmiyete itiraz etmek isteyenleri de reddeylemektedir. Bu cümleden olarak Yahudiler demişlerdi ki: Ey Müslümanlar! Eğer Kudüse doğru namaz kılmanız bir hidayet gereği ise şimdi Kâbeye doğru namaz kılınca o hidayetten mahrum kalmış olmazmısınız?.. Kudüse doğru fıâmaz, bir dalâlet eseri ise evvelki namazlarınız ne olacak? Ve o tarafa namaz kılanlardan vefat edenler de delâlet üzere vefat etmiş olmayacaklar mı? İşte bunların bu iddialarını red için buyruluyor ki: (Ve işte böylece) İbrahim Aleyhisselâm ile onun Allah'ı birleyen zürriyetini biz seçkin kıldığımız gibi (sizleri de bir orta ümmet kıldık). Sizi de ey ümmeti Muhammed Adil, mutedil, ifrat ve tefritten uzak, seçkin bir ümmet olarak varlık alanına geçirdik, (ki İnsanlar üzerine şahitler olasınız.) Onlara peygamberlerinin Allah'ın hükümlerini tebliğ etmiş olduklarına dair kıyamet gününde şahitlikte bulunasınız. Çünkü müslümanlar bu hakikati peygamberimizin beyanları ve Kur'ân'ı Kerim'in tebliğler! vasıtasiyle kesin olarak bilmektedirler. (Rasüllullah ta sizin üzerinize tam bir şahit olsun.) Son peygamber sizi tezkiye etsin, adaletinize     şahitlikte bulunsun. (Ve senin evvelce tarafına yönelmiş bulunduğun Kabe'yi yine Kıble yapmadık, ancak o Rasüle kimin tâbi olup kimin gerisin geriye  döneceğini bilmemiz için yaptık.) Yani hakikî müslümanlar ile münafıkları, dinden dönenleri birbirinden ayıklamak için yaptık. Kabe'nin böyle yeniden kıble ciheti olması bu hususta itaatli olanlar ile asî olanların halleri herkesçe bilinsin içindir. Yoksa her şey, bütün evrendeki olanlar meydana gelmeden evvel de Cenab'ı Hakka malumdur. Ancak meydana gelmelidir ki, mükâfat ve cezaya vesile olsun. (Gerçi bu) Kıblenin yine Kabe cihetine çevrilmesi (bir büyük hâdisedir.) Cenâb-ı Hakkın emir ve yasağındaki fayda ve hikmeti güzelce düşünmeyenler için ağır gelecektir. (Ancak Allah'ın hidayete erdirdiği zatlar hakkında değil.) Onlar böyle bir değişimi büyütmezler, elbette bir hikmete müsteniddir diye onu hemen kabul ve takdir ederler. (Ve Allah sizin imanınızı elbette zayi'edecek değildir.) Hak Teâlâ sizin imanınızdaki sebatınızı, Kabe'ye dönme sebebi ile imanınıza bir sarsıntı arız olmadığını bilir, size mükâfatlar verir. Vaktiyle Beyti Makdise doğru kıldığınız namazları da zayi, sevaptan mahrum ki I m ayacaktır. (Şüphe yok ki Allah Teâlâ İnsanlara karşı şefkatlidir.) kullarına şefkati, lütfü pek çoktur ve (merhametlidir) rahmet ve merhameti pek ziyadedir, onları esirger ve korur. Artık onların ilâhî emre uyarak yapmış oldukları amelleri zayi, mükâf attan mahrum olur mu?.. Elbette olmaz.

 

 

 

 

144. Biz yüzünün semaya doğru çevrilip durduğunu muhakkak görüyoruz. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye muhakkak yönelteceğiz. Haydi yüzünü Mescidi Haram tarafına döndür. Ve her nerede bulunursanız yüzlerinizi onun tarafına yöneltiniz. Ve şüphe yok ki kendilerine kitap verilmiş olanlar da bunun Rabbileri tarafından hakkolduğunu elbette bilirler. Ve Allah onların amellerinden gafil değildir.

144.    Bu âyeti kerime Kıblenin değişmesi hakkındaki ilâhî emrin geldiğini bildirmektedir. Bu değiştirme Bedir savaşından evvel Recep ayında öğle vaktini müteakip gelmiştir. Serî emirlerden İlk evvel nesh olan da bu kıblenin değişmesi meselesidir. Bu âyeti kerimede şöyle buyruluyor: Habibim! (Biz yüzünün semaya doğru çevrilip, durduğunu muhakkak görüyoruz.) Kıblenin Kâbe-i Muazzama tarafına değiştirilmesi hakkında Cibrili eminin sema tarafından bir vahiy getirmesini büyük bir arzu ile bekliyordun. (Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye muhakkak yönelteceğiz.) Yani arzu ve temenni ettiğin Beytullaha doğru namaz kılmana emir vereceğiz. (Haydi yüzünü Mecsidi Haram) yani Kâbe-i Muazzama (tarafına döndür.) O tarafa yönelerek namaz kıl. (Ve) Ey Ümmeti Muhammed, sizler de (her nerede bulunursanız) karada, denizde, Doğuda, Batıda bulunup namaz kılacağınız zaman (yüzlerinizi onun tarafına) Mescidi Harama doğru (tevcih ediniz.) Şimdi size bu emredilmiştir. Size böyle emredileceği önceki kitaplarda da yazılmıştır. (Ve şüphe yok ki kendilerine kitap verilmiş olanlar da) Yahudiler de, Hıristiyanlar da (bunun) bu kıblenin değiştirilmesi meselesinin (Rabbileri tarafından hak olduğunu elbette bilirler.) Artık ona nasıl itiraz edebilirler! Nitekim onların âlimlerinden Abdullah ibni Selâm gibi, zatlar bunu itiraf etmiş, İslâm şerefine nail olmuşlardır. (Ve Allah onların amellerinden gafîl değildir) her birine ameline, tasdik ve inkârına göre mükâfat ve ceza verecektir. Bu kıblenin değiştirilmesini hikmete muafık görmeyenler de lâyık oldukları cezaya kavuşacaklardır. Ne büyük bir uyan ve tehdit!..

 

 

 

 

145.      And olsun ki sen kendilerine vaktiyle kitap verilmiş olanlara her ne delil getirsen yine senin Kıblene tâbi olmuş olmayacaklarıdır. Sen de onların Kıblesine tâbi olmazsın. Onların bâzıları da bazılarının Kıblesine tâbi değildir. Ve kasem olsun ki sana gelen ilimden sonra onların isteklerine tâbi olacak olsan şüphe yok sen de o zaman zalimlerden olmuş olursun.

145. Bu âyeti kerime, Yahudiler ile Hıristiyanların -Genel durumları itibariyle-kendi dinlerinde ne kadar tutucu olup hakkı kabule temayül göstermediklerini, onlara bu gibi hususlarda tâbi olacak olanların da kendi nefislerine, kendi varlıklarına ne kadar zulüm ve ihanette bulunmuş olacaklarını gösteriyor. Evet... Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: (Mukaddes Zatıma yemîn olsun ki, sen kendilerine vaktiyle kitap verilmiş olanlara) Yahudiler ile Hıristiyanlara (her ne delil getirsen) Kabe tarafına yönelmen       hak olduğuna ve...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ekim 2009, 21:38:58
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #8 : 29 Ekim 2009, 21:38:58 »

181. Artık her kim bunu işitip bildikten sonra değiştirirse şüphe yok ki bunun günahı o değiştirenin üzerinedir. Allah Teâlâ muhakkak işitendir, bilendir.

181.       Bu âyeti kerime de, vasiyetlere güzelce uyulmasını emretmektedir. Şöyle ki: (Her kim) vasilerden veya şahitlerden hangi bir şahıs (bunu) bu vasiyeti (işittikten) buna muttali olduktan (sonra değiştirirse) aksine iddiaya kalkışırsa (şüphe yok ki bunun) bu değiştirilen vasiyetin (günahı o değiştirenlerin üzerinedir.) Ölü bundan beridir. Ona bu yüzden bir günah gelmez. (Allah Teâlâ muhakkak işitendir) vasiyet edenin nasıl ve ne vasiyet ettiğini hakkıyla işitmiştir. (bilendir) her şeyi hakkıyla bilir, vasiyeti değiştirme ve bozmayla cüret edenlerin bu hallerini de tamamen bilir. Ona göre cezasını verir.

 

 

 

 

182.       İmdi her kim vasiyette bulunan kimsenin bir hatasından veya bir günaha girmiş olmasından korkar da aralarını islâh ederse onun üzerine bir günah yoktur. Şüphesiz Allah Teâlâ çok bağışlayan, pek esirgeyendir.

182. Bu âyeti kerime de müslümanlara, hayır dilemelerini, içtimaî hayatlarında görülecek noksanları İslaha çalışmalarını emir ve tavsiye buyuruyor. Şöyle ki: Velilerden, vasilerden (her kim musînin) vasiyette bulunmuş olan şahsın (bir hatasından veya) kasden (bir günaha girmiş olmasından) meselâ varislerden mal kaçırmak gibi    bir maksada binaen vasiyette bulunmuş olduğundan (korkar da) vasiyet yapan ile kendilerine vâsîyet yapılanların ve sair alâkadarların (aralarını islâh ederse) bundan dolayı (onun) o ıslah edenin (üzerine bir günah yoktur.) Çünkî o bozmaya değil, İslaha çalışmıştır. (Şüphe yok ki Allah Teâlâ çok bağışlayandır.) Kusurunu bilip islâhî tarafına gidenin günahını affeder ve gizler. Ve Allah Teâlâ pek esirgeyendir. O gibi ıslah eden kulları hakkında rahmet ve yardımı pek çoktur. Bu, âlemi İslaha çalışanlar için ilâhî bir vadi ve ilâhî bir lütfa nâiliyeti müjdelemektedir.

§ Vasiyet: Lügatte emir, bir işi birine ismarlamak demektir, Istilâhta bir malı veya bir menfaati, ölümden sonra kaydıyla bir şahsa veya bir hayır yönüne meccanen bağışlamaktır. Böylece bağışlanan mala "Müşabih" denir. Kendisine böylece bağışlanan şahsa veya hayır yönüne de "Musaleh" denilir. Bunu böylece teberrüen bağışlayan kimseye de "Musi" adı verilir. Bir kimsenin mallarında, çocuklarının işlerinde tasarruf etmek üzere görevlendirilen kimseye de "vasi", "musaileyh" denilir. Bunun taşıdığı sif ata da "vesayet" denilmektedir.

§ Şartları İçerisinde olan bir vasiyet pek faydalıdır. Çok kere insanın öldükten sonra da amel defterinin kapanmayı? ona sevap yazılmasına bir vesiledir, İnsanlık adına yapılan güzel, hayırlı, şefkatlice bir muameledir. Bu bir sadakai câriyedir. Özellikle dinî vazifelerinden bazılarını her nasılsa vaktiyle yapamamış olan bir müslümanın yapamadıklarını telâfi için kefaret kabilinden yapacağı bir vasiyet, bir vecibedir ki kendisinin kurtuluşu sebebi olabilir. Bu yüzden bir nice fakirlerin, zayıfların imdadına koşulmuş, duaları alınmış olur. Binaenaleyh vasiyetlerin meşru olmasının hikmeti açıkça görülmektedir.

Şu kadar var ki bir kimsenin vasiyette bulunması için fazlaca malı bulunmalıdır. Kendisine vâris olanları verasetten mahrum bırakmamalıdır. Rivayet olunuyor ki; Hz. Ali'nin         bir azatlısı vasiyette bulunmak istemiş; Hz. Ali ona sormuş: Ne kadar malın var?. O da demiş ki: Yedi yüz dirhem malım var. Bunun üzerine Hz. Ali ona mâni

olarak demiş ki: Cenâb-ı Hak (intereke hayren) buyuruyor. Bu çok bir mal demektir. Senin bu malın ise çok değildir.

Bir kimsenin terekesinin muhtaç olan yakınlarına kalması bunu başkalarına bağışlamasından daha ziyade sevaba vesiledir. Fakat, akrabasını mahrum bırakmadığı halde         oldukça fazla olan malının üçte birini vasiyet ederse bu meteberdir. Ve yerine sarf edilince büyük sevaba vesile olur. Bu varisler de uymaya mecburdur. Ana,

baba veya diğer varislere yapılan vasiyetlere ve üçte bir miktarından fazla olan vasiyete diğer varisler razı olurlarsa bu da geçerli olur.

§ Vasiyetler bir yönden de beş kısma ayrılır. Birincisi: Vacip olan vasîyetlerdir. Emânetleri, borçları sahiplerine vermeğe dâir ve vaktiyle yapılmayan haç, zekât ve kefaretlere ait vasiyetler bu kabildendir. İkincisi: Müstehap vasiyetlerdir. Borcu ve varisi olmayan bir müslümanın bütün mallarını vasiyet etmesi gibi. Üçüncüsü; mendup olan vasiyetlerdir. Zengin bulunan ilim sahibi ve iyi durumda olan kimselere yardım için yapılan vasiyetler gibi. Dördüncü mubah olan vasiyetlerdir. Gariplerden veya yabancılardan zengin kimseler vasiyet gibi. Beşincisi de mekruh olan vasiyetlerdir, f asık, günahkâr kimselere yapılan vasiyet gibi.

 

 

 

 

183. Ey îman edenler!. Oruç sizden evvelkilerin üzerine farz olduğu gibi sizin üzerinize de farz olmuştur. Ta ki sakınabilesiniz.

183. Bu âyeti kerime, orucun pek kadim, mübarek bir fariza olduğunu bildiriyor. Şöyle ki: (Ey müslümanlar! Oruç sizin üzerinize farz olmuştur.) Bu mübarek ibâdet (sizden evvelki) ümmetlerin. Hz. Adem'den itibaren bütün peygamberlerin ve onlara tâbi olan (zatların üzerlerine farz olduğu gibi, sizin üzerinize de farz olmuştur.) Evet... Bu öyle mukaddes bir ibâdettir ki, bununla bütün ümmetler mükellef bulunmuşlardır. Bununla beraber bu hususta bir külfet hissedilirse bu külfete bütün takva sahibi    ümmetler Allah rızasını kazanmak için seve seve katlanmışlardır. Sizler de bu pek feyizli ibâdeti bir şevk ve muhabbetle ifa ediniz. (Ta ki) Allah'ın emrine muhalef etten (sakınabilesiniz). Nefsinizi koruyabilip takva sahipleri zümresinden olmuş olasınız.

 

 

 

 

184. Sayılı günler. İmdi sizden her kim hasta olur veya sefer üzere bulunursa tutamadığı günler ad edince diğer günler de -tutar-. Oruca pek zor dayanabilecek kimse üzerine de fidye bir fakir yemeği -farzdır-. İmdi her kim nafile olarak bir hayır yaparsa bu kendisi için daha hayırlıdır. Ve eğer oruç tutarsanız sizin için hayırlıdır. Eğer bilirseniz.

184. Bu âyeti kerime de oruç hususundaki ilâhî bir müsâadeyi bizlere bildirmektedir. Şöyle ki: Bu farz olan oruç günleri öyle pek uzun bir müddet değildir. Belki (sayılı günler) dir, bir aydan ibarettir. Başkaca da kolaylık gösterilmiştir. (İmdi sizden her kim) bu oruç günlerinde (hasta olur veya) belirli bir süre (bir sefer üzere bulunursa) oruç tutmayabilir. Bilahara iyi olunca ve sefere son verip ikamete başlayınca (tutmadığı günler adedince sair günlerde) oruç (tutar.) Bir de (oruca pek zor dayanabilecek bir kimse üzerine de) meselâ: Pek ihtiyar olduğundan veya müzmin bir hastalığın daimî tesiri altında bulunduğundan dolayı eda ve kaza suretiyle oruç tutması kendisi için asın yorucu bir hal sayılan bir müslüman üzerine de mutlaka oruç tutmak lâzım gelmez. Onun üzerine (bir fidye = bir fakirin yemeği) farz olmuş olur. Yani her günün orucu için bir fakire bir gününe yetecek kadar sabah ve aksam yemek verir veya onun bedelini verir. (İmdi her kim nafile olarak) Allah rızâsı için gönül hoşluğu ile nafile olarak (bir hayır yaparsa) meselâ fidye miktarını artırırsa veya pek ihtiyar olduğu veya hasta bulunduğu halde fazla metanet ve mukavemet göstererek orucu tutar, hem de fidye verirse (bu kendisi için daha hayırlıdır.) Bu yüzden daha çok sevaba nail olur. (Ve eğer) ey müslümanlar öyle hastalık halinde veya sefer esnasında tahammül eder de (oruç tutarsanız) bunu tehire bırakmazsanız bu (sizin için hayırlıdır) vaktiyle vazifenizi yapmış, borcunuzdan kurtulmuş, fazla sevaba nail olmuş olursunuz. Şüphe yok ki, nimet külfete göredir. Binaenaleyh sizler (eğer) bu hakikati (bilirseniz) orucunuzu bir an evvel tutarsanız, orucun faydalarına nail olursunuz.

§ Savm, Siyam = Oruç; lügatta nefsi meylettiği şeylerden imsak etmek, yani o şeyi yapmaktan kendini tutmaktır. Şer'en ise mükellef bir insanın bütün bir gün, yani: Sabahın başlangıcından güneşin batması zamanına kadar nefsini yemekten, İçmekten ve cinsel ilişkiden oruç niyetiyle engellemesidir.

§ Rasüli Ekrem Efendimiz, hicretin İlk yıllarında her aydan üç gün bir de aşure gününde nafile olarak oruç tutulmasını eshabı kiramına tavsiye buyurmuştu. Hicretten bir buçuk sene sonra ise Şaban ayının onuncu gününde ramazanı şerif orucunun farziyyeti beyan olunmuştur.

§ Oruç Hz. Adem'den itibaren bütün ümmetlere tevcih edilmiş bir mübarek ibâdettir. Fakat bilahara Yahudîler ve Hıristiyanlar, mükellef bulunmuş oldukları oruçların günlerini, sayılarını değiştirmiş, sanlarını değiştirmiş, perhiz ve diğer adlar altında uydurma törenler vücude getirmişlerdir.

§ Orucun meşru olmasının hikmeti pek açıktır. Oruç ilâhî bir emirdir. Her ilâhî emir ise bir nice hikmetleri, faydaları cemidir. Binaenaleyh oruç ta dinî, ahlâkî, İçtimaî, sıhhî bir çok faydalan ve meziyetleri içermektedir. Bu cümleden olarak, oruç tutan bir zat Kerem sahibi mabudunun emrine uymuş olacağından bu sebeple bir nice ilâhî lütfa mazhar olur. Bundan başka nefsine hâkim olmuş, geçici bir mahrumiyete katlanmış hayatın muhtelif cereyanlarına karsıdır erebilecek bir özellik kazanmış bulunur.

Oruç tutan bir zatta rikkat ve merhamet duyguları tecelli eder. Bir takım fakirlerin, yoksulların hallerini düşünür, kendisinde bir kalp yumuşaklığı bir insanlık duygusu  meydana gelir. Bununla beraber oruç tutan bir zat, geçici bir mahrumiyete katlanır, bunun neticesinde nail bulunmuş olduğu nimetlerin kadrini daha iyi anlar, kalbinde daha ziyade şükran hissi parlamağa başlar, diğer dinî vazifelerini de bir şevk ile ifaya çalışır durur. Velhasıl orucun daha bir nice faydaları vardır. Ne mutlu bu güzel vazifeyi bir şevk ve neşe ile hakk...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ekim 2009, 21:49:58
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #9 : 29 Ekim 2009, 21:49:58 »

201. Ve insanlardan öylesi vardır ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik ve âhirette de bir iyilik ver ve bizi ateş azabından koru der.

201. Bu âyeti kerime, mü'minlerin ne kadar güzel bir tarzda dua ve niyazda bulunduklarını şöylece bildiriyor: (Ve insanlardan öylesi vardır ki) Cenab-ı Hakka inanıp, onun âhirete âit nimetlerine çok fazla ihtiyacı olduğuna kanaat getirdiğinden (Ey Rabbimiz! Bize dünyada da bir iyilik ver, âhirette de bir iyilik ver) diye dua eder (ve bizi cehennem azabından koru) diye niyazda bulunur. Âhiret hayatına inandığını bu şekilde de göstermiş olur.

§ Bu mübarek dua âyetindeki haseneden murat nedir: Bilindiği üzere hasene lügat itibariyle güzellik demektir. İnsanın nefsine, bedenine, servetine ait olup elde edinilmesiyle sevineceği her nîmet bir hasenedir. İbâdet ve itaat da birer hasenedir.

Bu âyeti kerimedeki haseneden maksat ise bazı âlimlere göre dünyada ilimdir, ibâdettir. Âhirette cennettir veya dünyada helâl rızıktır, âhirette de mağfirettir, sevaptır. İmamı Aliden bir rivayete göre de hasene dünyada iyi ahlâklı kadındır, âhirette de cennettir. Nitekim bir hadisi şerifte:: Dünya varlıktan ibarettir. Dünya varlığının en hayırlısı ise iyi ahlâk sahibi olan kadındır.

 

 

202. İste bu iki kısım insanlar yok mu, bunlar için kazandıkları şeyden bir nasip vardır. Ve Allah T e âlâ hesabı pek süratle görücüdür.

202.    Bu âyeti kerime de, mükâfat ve cezanın amellere göre olduğunu şöylece göstermektedir: (İşte bu iki kısım insanlar yok mu) yalnız dünyayı isteyenler ile hem dünyayı hem de âhireti isteyen zümreler, (bunlar için kazandıkları şeyden bir nasip vardır.) Hayatını yalnız dünyaya adayanlar dünya varlığından hisse sahibi olurlar, âhireti hiç. dikkate almadıkları için âhiret saadetinden bir pay alamazlar. Fakat hayatını güzel tanzim edip te hem dünya için meşru şekilde çalışanlar, hem de âhirete ait vazifelerini yapıp âhiret nimetlerine ulaşmayı niyaz edenler de, hem dünyada hem âhirette nimetlere kavuşmuş olurlar ve âhiret azabından korunurlar. (Ve) şüphe yok ki (Allah Teâlâ) kullarının bu hallerini bilmektedir, yarın âhirette bunlara ait (hesabı) bunların haklarındaki muhakemeleri (pek süratle görücüdür.) Artık insanlar daha hayatta iken istikballerini düşünmeli üzerlerine düşen kulluk vazifelerini güzelce yapmalıdırlar ki, ebediyet âleminde selâmet ve saadete ulaşabilsinler.

 

 

 

203.   Ve Allah Teâlâ'yı sayılı günlerde zikrediniz. İmdi her kim iki gün içinde acele ederse onun üzerine bir günah yoktur. Ve her kim geri kalırsa onun üzerine de günah yoktur. -Bu- korunan içindir. Ve Allah'tan korkunuz ve biliniz ki, sizler şüphesiz onun huzuruna toplanacaksınız.

203.    Bu âyeti kerime, teşrik günlerinde yapılacak tekbirlere işaret etmektedir. Şöyle ki: Ey hac vazifesini ifa eden zatlar!. Hacca ait ibâdetlere güzelce riâyet ediniz. (Ve Allah Teâlâ'yı sayılı günlerde) yani teşrik günlerinde (zikr ediniz.) Allahu Ekber ve la ilahe illallah deyiniz. Namazların ardından ve kurbanları keserken ve taşları atarken tekbir alınız. (İmdi her kim iki gün içinde) işini bitirip vatanına dönmek hususunda (acele ederse) bu iki gün Mina'da bulunması kâfidir. Bundan bir gün evvel ayrıldığından dolayı (onun üzerine bir günah yoktur.) Bundan dolayı sorumlu olmaz, istediği gibi hareket edebilir. (Ve her kim geri kalırsa) acele etmeyip üçüncü gün de Mina'da kalırsa (onun üzerine de bir günah yoktur.) Bunlar da serbesttir. Bu acele etme ve geriye bırakmadan dolayı sorumlu değildirler. Burada sorumluluğun olmaması (takva sahibi olan) haccını Allah rızası için yapıp ondan korkan hacılar (içindir.) Artık bunu düşününüz. (Ve Allah'tan korkunuz.) Bütün işlerinizde takvadan ayrılmayınız. (Ve biliniz ki sizler muhakkak onun) o Yüce Yaratıcının (huzuruna toplanacaksınız.) Onun manevî huzuruna toplanıp varacaksınızdır. Amellerinize göre mükâfat veya ceza göreceksinizdir.

§ Teşrik: Yüksek sesle tekbir almaktır. Teşrik günleri ise zilhiccenin 11 inci, 12 inci, 13 üncü günlerine denilir ki, bunlar kurban bayramının ikinci, üçüncü, dördüncü günleridir. İşte eyyamı madudat = Sayılı günlerden murat, bu günlerdir. Hacılar bu günlerde Mina'da bulunur, tekbir alır, şeytanı taşlarlar. Şeytanî şeylere düşmanlıklarını bu şekilde de göstermiş olurlar, İşte bu Mina'de kurban bayramının ikinci, üçüncü, dördüncü günlerinde bulunmak meşru olduğu gibi yalnız ikinci, üçüncü gününde durmak ta caizdir. El verir ki korunma ve iyi niyetle olsun.

 

 

 

 

204. Ve insanlardan bâzıları vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözü senin hoşuna gider. Ve kalbinde olana Allah'ı şahit tutar. Halbuki o pek katı düşmanlık sahibidir.

204.  Bu âyeti kerime sözleri özlerine uymayan münafık kimselerin kınanmış hareketlerini bildirmektedir. Şöyle ki: Habibim!.. (İnsanlardan bâzıları da vardır ki) haktan yana görünür. (Dünya hayatı hakkındaki sözü) dünya işlerinin idaresi, geçim sebeplerinin beyanı ve sana karşı sevgi ve bağlılık iddiası hususundaki ifadesi (senin hoşuna gider) hayretini çeker. (Ve kalbinde olana Allah'ı şahit tutar). Sözüm özüme uygundur der. İyi niyet sahibi olduğuna yemin eder. Buna Cenab'ı Hakkı şahit tutar. (Halbuki onun) sana (düşmanlığı pek şiddetlidir.) Veya o sözünde yalancıdır. Veya onun kalbinin katılığı pek fazladır. Sözleri hikmetli olsa da işleri hata doludur.

 

 

 

 

205. Ve yanından ayrılınca yer yüzünde fesat çıkarmağa, ekinleri, zürriyetleri helak etmeğe çalışır. Allah Teâlâ ise fesadı sevmez.

205.       (Ve) o münafık senin (yanından ayrılınca) veya bir işe girişime (yer yüzünde fesat çıkarmağa» müslümanların kanlarım akıtmağa akrabalık bağlarını koparmaya başlar (Ekinleri ve zürriyetler! helak etmeğe) İslâm cemiyyetini dağıtmağa (çalışır.t Fakat (Allah Teâlâ fesadı sevmez.)Yani      fesada     razı     olmaz.     Elbette     öyle fesatçıların cezalarını bir gün verecektir.

 

 

 

 

206. Ve ona Allah'tan kork denildiği zaman kendisini günah ile bir gurur yakalar. Artık ona cehennem kâfidir. Ve ne fena bir yataktır.

206.       (Ve ona) o münâfıka (Allah'tan kork) yalan söyleme, Allah'ın azabını düşün (denildiği zaman) bu söz onun gururuna dokunur. (Kendisini) o terk etmesi istenilen (günah ile beraber bir gurur yakalar.) Daha ziyade günaha girer, cahilce bir onurun düşkünü olur. (Artık ona) ceza ve azap olmak üzere (cehennem kâfidir.) O cehennemde ebediyyen kalacaktır. Cehennem bir azap yeridir. (Ve ne fena bir yataktır.) Artık bir insan, kendisini böyle ateşli bir yere sevkedecek olan kötü hareketlere nasıl cür'et edebilir.

§ Rivayete göre bu âyetler Sekif Oğullarından "Ahnes Ibni Şerik" hakkında nazil olmuştur. Bu bir münafıktır. Güzel yüzlü, tatlı sözlü bulunuyordu. Peygamberin huzuruna girmiş, müslüman olduğunu söylemi;, Hz. Peygamber'i sevdiğini iddia etmiş, bu sözlerinde doğru olduğuna yemin etmiş ve Cenab-ı Hak sanidinidir demişti. Halbuki hakikaten müslümanlığı kabul etmiş değildi. Müslüman düşmanı bulunuyordu. Peygamberin huzurundan ayrıldıktan sonra müslümanlardan birinin tarlasına uğramı;, ekinlerini yakmış, hayvanlarını öldürmüştü.

Bu âyetlerin nüzul sebebi, böyle hususî olsa da hükmü geneldir. Binaenaleyh bizlere işaret buyrulmuş oluyor ki: İnsanların yalnız sözlerine bakıp ta aldanmamak, nice münafıklar vardır ki, İslâmiyet iddiasında bulunurlar. Yaldızlı sözler söylerler, onu bunu aldatırlar, fakat fırsat bulunca bütün kutsal şeylere saldırırlar.

Maamafih samimî şekilde müslüman olup ta bu uğurda pek çok fedakârlıkta bulunan muhterem zatlar da vardır. İşte şu âyeti kerime de bunu ifâde etmektedir.

 

 

 

 

207.  İnsanlardan bazıları da vardır M. Allah T e âl ân m rızâsına kavuşmak için kendini feda eder. Yüce Allah ise kullarına çok şefkatlidir.

207. Bu âyeti celile, hakikî mü'minlerin yüksek fedakârlıklarını gösteriyor. Şöyle ki: (İnsanlardan bâzıları da vardır ki Allah Teâlâ'nın rızâsını talep için kendini feda eder.) Cihada atılır, veya ölünceye kadar iyiliği emreder, kötülükten sakındırır. Diğer bir görüşe göre de Allah'ın rızası için her fedakârlıkta bulunarak nefsini, ebedî hayatını din düşmanlarının tecavüzlerinden kurtarmağa çalışır. Artık şüphe yok ki bu gibi şahıslar, Cenab'ı Hakkın rızasını kazanmış olurlar. (Ve Allah Teâlâ) böyle (kulları hakkında çok şefkatlidir.) Bu ilâhî şefkatten dolayıdır ki, kullarını kendi rızasına kavuşturacak bir hidâyet yoluna irşat buyurmuştur.

§ Bir rivayete göre: Bu âyeti kerime Suheyb Ibni Sinani Rûmî hakkında nazil olmuştur. Bu zat İslâmiyetî kabul etmiştir. Müşrikler bunu yakalamışlar, dövmüşler, Islâmiyetten döndürmek istemişlerdi. Bu zat da "Ben ihtiyar bir kimseyim, ben müslümanlığımdan size bir zarar gelmez" demiş ve büyük bir servetini o müşriklere vererek ellerinden kurtulmuş Medine'i Münevvere'ye gelmiştir.

Diğer bir rivayete göre de bu âyeti celile, Hz. Ali hakkında nazil olmuştur. Çünkü Peygamber Efendimiz, Medine'i Münevvere'ye hicret ederken Hz. Ali, onun mübarek yatağında yatmış, Rasûlullah'ın hicretini gizlemek istemiş, düşmanların hücumuna kendisini hedef yapmıştı. İşte bu gibi din kahramanları hakkında elbette Allah'ın şefkati ve lütfü pek mükemmel şekilde tecelli edecektir.

 

 

 

208. Ey imân edenler!. Hepiniz toptan barışa giriniz. Ve şeytanın adımlarına uymayınız. Şüphe yok ki o sizin için apaçık bir düşmandır.<...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes