> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > A´raf Suresi
Sayfa: 1 [2]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: A´raf Suresi  (Okunma Sayısı 3306 defa)
02 Kasım 2009, 21:53:13
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #5 : 02 Kasım 2009, 21:53:13 »







101.     İşte o ülkeler, sana onların haberlerinden bazılarını hikâye ediyoruz. Muhakkak ki, onlara Peygamberlerimiz apaçık delillerle geldiler. Evvelce yalanlamış oldukları şeylere yine imân eder olmadılar. İşte Allah Teâlâ kâfirlerin kalblerini böylece mühürler.

101.  (İşte o) Helak olup gitmiş olan Nuh, Ad" Şuayb kavimleri gibi milletlere ait (ülkeler sana) Resulüm!, (onların haberlerinden) tarihi hayatlarından (bazılarını) kavmin için bir ibret vesilesi olmak üzere (hikâye ediyoruz.) sana vahy yoluyla bildiriyoruz. (Muhakkak ki, onlara Peygamberlerimiz beyyİneler ile) açık ve çeşitli mucizeler ile (geldiler) onları hak dine davet edip durdular fakat (evvelce) Peygamberlerin gelmelerinden önce (yalanlamış oldukları şeylere) Allah'ın birliğine, âhiret hayatına ve benzerlerine (yine imân eder olmadılar.) o kadar mucizeleri gördükleri halde yine yalanlamaya devam edip durdular. (İşte Allah Teâlâ) Öyle hakikatları inkâr edip duran (kâfirlerin kalblerini böylece mühürler.) de onlar gözlerinin önünde parlayan âyetleri, mucizeleri görüp de onlardan bir ibret dersi alamazlar.

 

 

 

 

102. Ve biz onların çoklarından sözünde durma diye birşey görmedik. Ve şüphesiz ki; biz onların çoğunu yoldan çıkmış kimseler bulduk.

102. (Ve biz onların) Durumları zikrolunan ümmetlerin veya insanların (çoklarında sözünde durma diye birşey görmedik.) onlar sözlerinde durmaz, ahd ve yeminlerine riâyet etmez bir halde bulunmuşlardır. (Ve şüphesiz ki, biz onların ekserisini yoldan çıkmış kimseler bulduk.) Biz onlardan birçoklarının verdikleri sözlerini tutmaz, isyankâr, dinden yüz çevirmiş şahıslar olduklarını ezeli âlemden beri bilmekteyiz. Bu da onların yaratılışlarını kendi kötü hareketleriyle bozmuş olmalarının bir neticesidir. Artık onların bu hallerinden dolayı Habibim!. Üzüntülü ve kederli olma!.

 

 

 

 

 

103. Sonra onların ardından Musa'yı mucizelerimizle Firavn'a ve onun kavminin büyüklerine Peygamber gönderdik. O -mucizeler-i inkâr ettiler. Artık bak ki, o fesatçıların akibeti nasıl oldu.

103.    Bu mübarek âyetler, Musa Aleyhisselâm'ın Firavn'i dine davet etmekle emrolunduğunuve Firavn'a karşı Allah'ın birliğini haber vererek İsrail oğullarını esaretten kurtarmak istediğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Nuh, Hud, Salih, Lüt ve Şuayb Aleyhisselâm'dan (Sonra) onların ardından veya helake uğrayan ümmetlerden sonra (Musa'yı âyetlerimizle) Asâ, yeddibeyzâ, tufan, çekirge hücumu gibi yedi nevi harika ile, onun peygamberliğine işaret ve şahadet eden mucizeler ile (Firavn'a) Mısır hükümdarına (ve onun kavminin büyüklerine gönderdik.) onları imâna davet ettik. O dinsizler ise (Onlara) o mucizelere, o hârikalara, yalanlamak suretiyle veya kendi nefislerine veya imândan men etmekte oldukları insanlara (zulüm ettiler.) kendi geçici mevkilerini, saltanatlarını elden çıkarmış, olacaklarından korkarak öyle apaçık delilleri kabulden kaçındılar. (Artık bak ki,) Bir basiret gözü ile seyret ki, (o fesatçıların âkibetleri nasıl oldu.) onların hâl ve durumları neye dönüşlü. Nihayet nasıl helak olup gittiler.

 

 

 

 

 

104. Ve Musa dedi ki: Ey Firavn!. Şüphesiz ki, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir Peygamberim.

104.        (Ve Musa) Aleyhisselâm, Firavn'ın yanına girince (dedi ki: Ey Firavn!.) ey Mısır hükümdarı!. (Şüphesiz ki, ben âlemlerin Rabbi* Yaratıcısı, Efendisi, Sahibi (tarafından) seni ve senin kavmini ilâhî dine davet için (gönderilmiş bir Peygamberim.) artık benim tebliğlerimi kabul ediniz, Allah'ın birliğin itasdik ederek tanrılık iddiasından ve diğer isyanlardan vazgeçiniz.

 

 

 

 

105.     Ben Allah Teâlâ'ya karşı Haktan başkasını söylememekte devamlı olarak sabitim. Şüphesiz ki, ben size Rabbinizden bir mucize ile geldim. Artık İsrail oğullarını benimle beraber gönder.

105.     Hz. Musa, kendisini Firavn'un yalanlamasına hakkı kabulden kaçınmasına karşı da dedi ki: (Ben Allah Teâlâ'ya karşı haktan başkasını) Onun yaratıcılığını, mâbutluğunu, birliğini İtiraf etmenin aksini (söylememekte devamlı olarak sabitim.) ben hak ve hakikat ne ise onu söylemeğe size tebliğ etmeğe devam edeceğim. (Şüphesiz ki, ben size Rabbinizden) İfâdelerimde doğru olduğuma dâir (mucize ile geldim.) işte elimdeki âsâ ve bendeki yedibeyzâ buna şahittir. (Artık) Sen imân etmiyorsan bari (İsrail oğullarını) esaretin altında tutup meşakkatli işlerde kullanma, onları salıver (benimle beraber gönder.) tâki babalarının vatanı olan kutsal topraklara dönüversinler. " Firavn unvanı, âmâlika kavminden olan her Mısır hükümdarına verilmiş bir lâkaptır. Hz. Musa'nın zamanındaki Firavn'ın asıl adı "Kâbus" veya"Velid Ibni Mus'ab" dır.

 

 

 

 

106.  Dedi ki: Eğer sen bir mucize ile gelmiş isen onu getir, sen sadıklardan isen.

106.     Bu mübarek âyetler de Firavn'ın inkârına karşı Hz. Musa'nın göstermeyi başardığı mucizeleri zikretmektedir. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm'ın dine davetine cevaben melun Firavn (Dedi ki: Eğer) ey Musa!, (sen) Peygamberlik iddianda doğru olduğuna dâir (bir mucizeyle) bir alâmet ile Allah tarafından (gelmiş) Peygamber tâyin edilmiş (isen onu) o mucizeyi (getir) görelim, (sen sadıklardan isen.) O zaman o Peygamberlik iddian sabit olmuş olur.

 

 

 

107.  Bunun üzerine asasını bıraktı. Asâ hemen apaçık bir ejderha oluverdi.


107.   (Bunun) Firavn'ın bu isteğinin (üzerine) Hz. Musa (asasını) yere (bıraktı.) bu (Asa hemen apaçık) kendisinde şüphe edilemeyecek bir şekilde (bir ejderha oluverdi.) bir büyük, erkek yılan kesildi, her tarafa korku saçtı.

 

 

 

 

108. Ve elini -cebinden- çıkardı, o hemen bakanlar için bembeyaz -bir nur- kesildi.


108.     (Ve) Musa Aleyhisselâm, peygamberlik iddiasını daha fazla kuvvetlendirmek için ikinci bir mucizesi olmak üzere mübarek (elini) cebinden veya koltuğu altından (çıkardı o) eli (hemen bakanlar için bembeyaz) nuranî, güneşin ışığına galip, ışıl ışıl bir kudret hârikası (kesildi.) bunu görenler yerlere kapandılar. Hz. Musa, elini tekrar cebine çekti, o mübarek el yine eski hâlini alıverdi. Böyle mucizelerin gösterilmesi, Allah'ın kudretine göre her şekilde mümkündür. Artık bunları yorumlamaya gerek yoktur. Meselâ bunları Hz. Musa'nın iddiasındaki kuvvetten kinaye saymak asla caiz değildir. Böyle bir yorum, tevatür derecesinde sabit olan hakikatları kabul etmemek, ilâhî beyanları yalanlamak mahiyetinde olacağından asla uygun olamaz.

 

 

 

 

109.  Firavn'ın kavminden ileri gelenler: "Şüphe yok ki, bu çok bilgili bir sihirbazdır" dediler.

109.   Bu mübarek âyetler, Musa Aleyhisselâm hakkında Firavn'ın etrafındaki şerefli kimselerin yakıştırmalarını ve Hz. Musa ile müsabakada bulunmaları için her taraftan sihirbazların Mısır'a getirilmelerini istemiş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (Firavn'ın kavminden ileri gelenleri) Onların şereflileri, Firavn'ın danışma arkakadaşları Firavn'a hitaben (Şüphe yok ki, bu) yani Hz. Musa (çok bilgili bir sihirbazdır.) sihir ilminde usta mütehassıs bir kimsedir, (dedi) O Yüce Peygamberin gösterdiği mucizeleri bir hayalden, asılsız bir sihir eserlerinden sandılar, kendi zamanlarında birçok sihirbaz bulunduğu için o muhterem zatın da sihirbaz olduğunu zannettiler.

 

 

 

 

110. Sizi yerinizden çıkarmak istiyor, o halde siz ne emredersiniz?.

110.   Bunlara karşı Firavn da dedi ki: Musa (Sizi yerinizden) Mısırdan (çıkarmak istiyor. O halde siz) onun hakkında bana (ne emredersiniz?.) ona karşı ne yolda muamele yapalım?. Rey iniz nedir?.

 

 

 

111.  Dediler ki: Onu ve kardeşini alıkoy, ve şehirlere toplayıcılar yolla.

111.    Firavn'un etrafındaki o mevki sahipleri de (Dediler ki:) ey hükümdar!. (Onu ve kardeşini) Yani Hz. Musa ile Hz. Harun'u şimdilik Mısır'da (alıkoy) Haklarında acele etme, onların durumlarını araştıralım, (ve şehirlere) Mısır'ın etrafındaki beldelere kendi adamlarından (toplayıcılar) sevkediciler (yolla.) o beldelerde sihirbazların ustalan, reisleri çok olduğundan onları toplasınlar.

 

 

 

112.  Her bilgin büyücüyü sana getirsinler.

112. Sanatlarında öyle becerikli ve kudretli olan (Her bilgin büyücüyü sana getirsinler.) bunun üzerine etraftaki en usta sihirbazlar Mısır'a getirilmiş oldu. Bir rivayete göre bunlar reislerinden başka yetmiş sihirbazdan ibaret bulunuyordu.

 

 

 

 

 

113. Ve büyücüler Firavn'a geldiler. Elbette bize bir mükâfat olacaktır, eğer biz galipler olur isek -değil mi-?, dediler.

113.  Bu mübarek âyetler de toplanmış olan sihirbazların Firavn'dan mükâfat beklediklerini ve ilk evvel kendileri sihirlerini meydana koyarak dehşet verici bir manzara meydana getirmiş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (Ve) Toplayıcıların yardımıyla (büyücüler) sihirbazlar hemen (Firavn'a geldiler.) ve bir mükâfat ümidiyle (Elbette bize bir mükâfat olacaktır) bizi ödüllendireceksinizdir (eğer biz) o yapacağımız sihir ile H...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: A´raf Suresi
« Posted on: 20 Nisan 2024, 01:31:56 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: A´raf Suresi rüya tabiri,A´raf Suresi mekke canlı, A´raf Suresi kabe canlı yayın, A´raf Suresi Üç boyutlu kuran oku A´raf Suresi kuran ı kerim, A´raf Suresi peygamber kıssaları,A´raf Suresi ilitam ders soruları, A´raf Suresiönlisans arapça,
Logged
02 Kasım 2009, 21:55:54
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #6 : 02 Kasım 2009, 21:55:54 »




121. Ve dediler ki: Alemlerin Rab'bine imân ettik.

121.      (Ve) Sihirbazlar inançlarını değiştirerek Allah'ın birliğini tasdik ettiklerini göstermek için (Dediler ki: Alemlerin Rab'bine imân ettik.) biz bütün kâinatın sahibi, efendisi, yaratıcısı olan Allah Teâlâ'nın varlığına inandık.

 

 

 

 

122.  Musa ile Harun'un Rab'bine.

122. Firavn, kendisini bir tanrı gibi halka gösterdiği için sihirbazlar "Alemlerin Rabbine" imân ettik demekle kendisine imân ettiklerini İtiraf ediyorlar gibi bir zan'na düşebilirdi. İşte böyle bir zan'nı gidermek için de sihirbazlar: (Musa ile Harun'un Rabbine) İmân ettik diye vicdanî kanaatlerini açıklamışlardır. Firavn kendisini Musa'nın da Rabbi gibi göstermek isterdi. Zira Hz. Musa vaktiyle onun sarayında yetişmişti. Böyle bir ihtimale mahal bırakılmaması için Harun Aleyhisselâm ayrıca zikredilmiştir. Artık sihirbazların Firavn'a değil, bütün kâinatın hakîkaten Rab'bi, Yaratıcısı, Hâkimi olan Allah Teâlâya imân eder oldukları pek açıkça anlaşılmıştır.

§ Bir kere şunu da düşünmelidir ki: Firavn hakikaten Tanrılık sıfatına sahip olsaydı Hz. Musa'ya karşı acizlik göstererek sihirbazların yardımlarına müracaat eder mi idi?.

Sihirbazların hakîkaten hârikalar göstermeğe güçleri yetseydi Firavn'dan ücret, mükâfat beklemeye ne ihtiyaçları olabilirdi. İstekleri şeyleri altına, gümüşe çeviremezler      iniydiler?. Binaenaleyh onlarda âciz, başkalarının ihsanına muhtaç kimseler demekti. Artık akıllı, düşünen insanlar, o gibi âciz ve ellerindeki nimetleri çabucak yok olan şahıslara güvenmezler onlara sığınmaya tenezzül etmezler, onların iddialarına bir kıymet vermezler.

 

 

 

 

123. Firavn dedi ki: Ben size izin vermeden evvel ona imân etmişsiniz. Şüphe yok bu bir tuzaktır, siz bu tuzağı şehirde kurdunuz ki, halkını ondan çıkarıveresiniz. Artık yakında bileceksinizdir.

123.       Bu mübarek âyetler, Hz. Musa'yı tasdik eden sihirbazlar! Firavn'ın suç ladığını ve tehdit ettiğini bildirmektedir. Sihirbazların da Firavn'a karşı din bağlılıklarını gösterip onu hesaba çekmelerini ve Cenâb-ı Hak'ka sığınmalarını beyâ buyurmaktadır, Şöyle ki: (Firavn) Hz. Musa'yı tasdik eden sihirbazları azarlama! için (dedi ki: Ben size izin vermeden evvel) benim emir ve müsaadem ol maksızın siz (ona) Musa Aleyhisselâma (imân etmişsiniz.) öyle mi?. Bu ne çeşa ret!. (Şüphe yok bu) Yaptığınız şey (bir tuzaktır) Musa ile beraber yaptığının bir hiledir, (siz bu hîleyi şehirde) Mısır'da daha yarışma sahasına çıkmadan evve (yaptınız) aranızda kararlaştırdınız (ki) Mısır (halkı) Kıbtî taifesini (ondan) Mısır'dan (çıkarıveresiniz.) Mısır toprakları yalnızca ey sihirbazlar size ve İsrar oğullarına ait olsun (Artık yakında bileceksinizdir.) ki, sizin     hakkınızda neler yapacağım!.

§ Firavn ve kendisine tâbi olanlar. Hz. Musa'nın gösterdiği o kadar açık, parlak mucizeyi takdir edemeyip onu da bir sihir sanarak o kadar ahmaklık gösterdiler.

 

 

 

 

124.  Elbette sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazvari keseceğim Sonra da sizi elbette hepinizi asacağım.

124.         Firavn, o tehdidini şu şekilde izah ederek dedi ki: (Elbette sizin) Ey Musa'ya tâbi olanlar!, (ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazvari keseceğim.) Yani, sizin sağ elleriniz ile sol ayaklarınızı evvelâ kesivereceğim (Sonra da sizi elbette toptan asacağım.) sizi teşhir etmek ve ibret olacak şekilde cezalandırmak için aşarak idam eyleyeceğim.

 

 

 

 

125.  Dediler ki: Biz şüphe yok Rab'bimize dönüvericileriz.

125.     Firavn'un bu zalimce tehdidine karşı o muhterem mü'minler de (Dediler ki: Biz şüphe yok ki,) ne şekilde ölürsek ölelim âhirette (Rabbimize) onun rahmetine, lûtfuna (dönüvericileriz.) hakkımızda takdir edilen ne ise o ergeç meydana gelecek ve biz her halde ölüp âh i ret e gideceğizdir. Artık senin tehdidine biz ehemmiyet verir miyiz?.

 

 

 

 

126.      Ve bizden intikam alman da başka değil, ancak biz Rabbimizin âyetleri geldiği zaman onlara imân ettiğimizden dolayı. Ey Rabbimiz!. Üzerimize sabır yağdır ve bizleri müslümanla olarak öldür.

126. (Ve) Ey Firavn senin (bizden intikam alman) bizim işimizi beğenmeyip çirkinlikle nitelemen ve tehdit eylemen (de başka değil, ancak bize Rabbimizin âyetleri geldiği zaman) Allah'ın birliğini gösteren mucizeler tecelli eylediği vakit (onlara imân ettiğimizden dolayı) halbuki, böyle bir imân suçlama ve cezalandırmayı değil, takdir etmeyi ve beğenmeyi gerektirir. Ey Firavn!. Sen ne-kadar zalimce hareket etmek istiyorsan da haberin yok!. Artık (ey Rabbimiz!.) olan ortak ve benzerden uzak mabudumuz!. (Üzerimize sabır yağdır.) Firavn'ın şu tehdidine karşı bize büyük bir sabır ve sebat ihsan buyur, (ve bizleri müslümanlar olarak öldür.) Firavn'un tehdidi tesiriyle Islâmiyete aykırı bir eğilimde bulunmayalım, tam samimî bir müslüman olduğumuz halde canımızı al. § Tayyibi demiştir ki: Bu zatlar, günün başlangıcında sihirbaz iken günün sonunda müslüman şehitlerden olmuşlardır. İbni Abbas'tan da böyle nakledilmiştir. Firavn bunların     birer  ellerini  ve   ayaklarını   keserek  kendilerini   asmıştır.   Fakat   diğer  bir  görüşe   göre   Firavn   bu   zatları,   böyle   öldürmeğe   kadir  olmamıştır.   Çünki= Siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz. (Kasas, 28/35) âyeti kerimesi bunu göstermektedir.

 

 

 

 

 

 

127. Firavn'un kavminden ileri gelenler, dediler ki: Musa'yı ve kavmini bırakır mısın ki, yerde bozgunculuk yapsınlar. Ve seni ve tanrılarını terkeylesinler. O da dedi ki: Elbette onların oğullarını öldüreceğiz ve kadınlarını diri bırakacağız ve şüphe yok ki, biz onları ezecek üstünlükte kimseleriz.

127.   Bu mübarek âyetler, Firavn'a tapan câhil kavminin Hz. Musa ile kavmi aleyhindeki dedikodularını bildiriyor. Firavn'un da onlara güvence vermek m aks adiyi e İsrail oğulları hakkında ne kadar zalimce harekette ve üstünlük iddiasında bulunarak yapacağı tehditleri nâtık bulunmaktadır. Hz. Musa'nın da kavmini teselli edip onlara ne gibi yüce bir tavsiyede bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Musa'nın gösterdiği mucize karşısında titremiş olan Firavn, o Yüce Peygamberi tutup hapsetmeğe cesaret edememişti. Bunu gören kötü kavmi, telâşa düştüler, (Firavn'un kavminden ileri gelenler) Firavn'a müracaat ederek (dediler ki:) Ey hükümdar!. (Musa'yı ve kavmini) İsrail oğullarını hapis etmeden ve öldürmeden öyle serbest (bırakır mısın ki, yerde bozgunculuk yapsınlar.) Mısır'da yaşayarak halkının sana karşı İtaatlerini ortadan kaldırsınlar, ve sonuçta Mısır hakimiyetini ele getirsinler. (Ve seni ve senin mabutlarını terk eylesinler.) Size karşı ibâdette bulunmasınlar. Rivayete göre Firavn, materyalist idi. Allah'ın varlığını inkâr ediyordu. Yıldızların yeryüzünde idareci olduklarına inanırdı. Yıldız şeklinde putlar yapmış, bunlara kendisi taptığı gibi kavminin de kendisine ve bu putlara tapmalarını emretmişti. Ve yeryüzünde kendisi itaat edilen bir hükümdar olduğu için kendisini yüce bir Rab olmak üzere kavmine tanıttırmıştı. İşte bu kavim, Firavn'a öyle müracaat etmişti. (O da) Firavn da kavmine güvence vermek için (dedi ki: Elbette onların) o İsrail kabilesinin doğan (oğullarını öldüreceğiz) onu yaşatmayacağız, kuvvetlerinin artmasına meydan vermeyeceğiz, (ve kadınları diri bırakacağız.) Nitekim evvelce de öyle yapmıştık. (Ve şüphe yok ki, biz onları) hâlâ (ezecek üstünlükte kimseleriz.) onlar yine bizim idaremiz altında kahrolmuş kimselerdir. Bu son münazarada Musa'nın galip gelmesinin bizce bir tesiri yoktur.

 

 

 

 

 

128.     Musa kavmine dedi ki: Allah Teâlâ'dan yardım isteyiniz ve sabır ediniz. Şüphe yok ki. Yer Allah Teâlâ'nındır. Ona kullarından dilediğini vâris kılar. Sonuç ise sakınanlar içindir.

128.        İsrail oğulları Firavn'un bu kötü niyetini öğrenince Hz. Musa'ya müracaat ederek şikâyette bulundular. Hz. (Musa) da bu (kavmine dedi ki:) size yönelen belâlardan dolayı (Allah Teâlâ'dan yardım isteyiniz) ona sığınınız. O sizi kurtarmaya her şekilde kadirdir, (ve sabır ediniz.) Kendinize ve evlâdınıza yönelecek fenalıklara karşı sabırlı, bulununuz, sabrın sonu selâmettir. (Şüphe yok ki, yer) Mısır arazisi ve bütün yeryüzü (Allah Teâlâ'nındır) ona dilediğini vâris kılar. Binaenaleyh o hikmet sahibi Yaratıcı, dilerse ey İsrail oğulları!. Firavn'u helak ederek onun topraklarını sizlere ihsan buyurur. (Sonuç ise sakınanlar içindir.) Allah'tan korkanlar, hükümlerine uyanlar dünyada fetih ve zafere ulaşırlar. Ahirette de yüksek derecelere kavuşmakla ebediyyen mutlu olurlar. Artık ey kavmim!. Siz de Allah'tan korkun, ondan yardım isteyin, sabırlı bulunun ki, öyle güzel bir sona kavuşasınız.

 

 

 

 

 

129.     Dediler ki: Biz senin bize gelmenden evvel de ve bize geldiğinden sonra da bize işkence edildi. Umulur ki, dedi, Rab'bîniz düşmanlarınızı helak eder de sizi yerde onların yerine hâkim kılar. Tâki nasıl amel edeceğinize baksın.

129.   Bu mübarek âyetler, İsrail oğullarının zulme uğramalarına karşı Hz. Musa'nın onlara teselli verdiğini bildirmektedir. Ve Firavn'un kavminin senelerce kıtlık ve pahalılığa mâruz kalmalarının hikmetini beyan etmektedir. O nankör kavmin ise uyanmayıp kavuştuk...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 22:03:05
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #7 : 02 Kasım 2009, 22:03:05 »





141.      Ve -hatırlayınız ki- Sizi Firavn'un elinden kurtarmıştık. Size azabın en şiddetlisini tattırıyorlardı. Oğullarını katlediyorlardı, kadınlarınızı da diri bırakıyorlardı. Ve bunda sizin için Rab'biniz tarafından büyük bir imtihan var idi.

141.      (Ve) Cenâb-ı Hak, Musa Aleyhisselâm'ın tenbihlerini, ihtarlarını kuvvetlendirmek için buyuruyor ki; (hatırlayınız) ey İsrail oğulları (ki sizi Firavn'ıı elinden kurtarmıştık.) onu helak ederek sizi selâmete erdirmiştik. Siz Mısın iken ne halde idiniz?. Bir kere o korkunç esaret durumunuzu düşününüz?. (Şimdi azabın en şiddetlisini tattırıyorlardı.) Sizi en müşkil hizmetlerle yükümlü 1 tuyorlardı. (Oğullarınızı öldürüyorlardı) neslinizi kesmek istiyorlardı, (kadınlarınızı da diri bırakıyorlardı.) Onları da evlâtlarından mahrumiyet suretiyle perişan, ümitsiz ve kedere uğramış bir halde yaşatıyorlardı. (Ve bunda Firavn'un zulmünden sizin kurtulmanızda veya onun tarafından kötü muameleler uğratılmış olmanızda (sizin için Rab'biniz tarafından büyük bir imtihan) bir nîmet veya bir sıkıntı (var idi.) bunları hatırlamanız, bunlardan bir ibret dersi alıp yalnız Cenâb-ı Hak'ka karşı kullukta bulunmanız, yalnız o kerem sahibi mâbud şükrünüzü sunup durmanız icab etmez mi?. Artık neden öyle cahilce birtemennid bulunuyorsunuz?.

 

 

 

 

142.     Ve Musa ile otuz geceye sözleştik, ve onu bir on ile tamamladık, artık Rab'binîn tayin ettiği vakit tam kırk gece oldu. Ve Musa kardeşi Harun'a dedi ki: Sen kavmimin içinde benim yerine geç ve onları düzeltmeye çalış ve bozguncuların yoluna tâbi olma.


142. Bu âyeti celile Firavn'un helak olmasının ardından Hz. Musa'nın kendi ye rine kardeşi Hanın Aleyhisselâm'ı kavmi başında bırakıp almış olduğu ilâhî bir emirde dolayı kırk gün ibâdet ve itaatle meşgul bulunduğunu bildirmektedir. Şöyle ki: Ey Isra oğulları!. Sizi düşmanınız olan bir kavimden kurtardık (Ve Musa ile otuz gecey sözleştik) yani otuz gün oruç tutması için kendisine emir verdik, o da bu en? şükrederek aldı ve kabul etti. (ve onu) O otuz geceyi, o geceden başlayan otu günü (bir on          ile) bir on gün ilâvesiyle (tamamladık) kırk güne çıkardık (artı' Rab'binin) öyle ibâdet için (tâyin ettiği vakti tam kırk gece) ye ulaşmı (oldu.) bu ilâhî emre riâyet

edildi. (Ve Musa) almış olduğu emirden dolayı Cenâb Hak'ka dua ve yakarış için Tur dağına gideceği zaman (kardeşi Harun'a dedi ki: ey Peygamber olarak seçilen kardeşim!. Ben Tura gidiyorum (Sen kavmimi) içinde benim yerime geç) onları gözet, neleri yaptıklarına, neleri terkettiklerin dikkat eyle (ve) onların içlerinden ıslaha muhtaç olanları (ıslaha çalış) sen onlarıı işlerini düzeltici ol (ve bozguncuların yoluna tâbi olma.) bozgunculuğu kalkışacak olanlara uyma, onların bu hususa ait davetlerine icabet etme.

§ Rivayete göre Hz. Musa, Firavn'un helakinden sonra İsrail oğullarına Allah ta raf indan bir kitap getirip tebliğ edeceğini vâd etmişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak'kır emriyle Zilkade ayında tam otuz gün oruç tuttu, ibâdet ve itaatle meşgul oldu. Orucur tesiriyle ağzının kokusu değişti, bunu gidermek için misvak kullandı. Melekler kendi sine dediler ki: Biz senden misk kokusu kokluyorduk, sen o kukuyu misvak ile bozu verdin. Cenâb-ı Hak da Musa Aleyhisselâma Zilhicce ayında on gün daha oruç         tut masını emretti. Bu suretle tam kırk gün oruca ve ibâdetlere tahsis edilmiş oldu. Ve bı on gün içinde veya bunun ardından Tevrat'ı şerif indi. Musa

Aleyhisselâm Cenâb-Hak ile konuşma şerefine nail oldu.

§ Mikat, herhangi bir amelin yapılması için takdir ve tahsis edilen vakit demektir.



143. Ne zaman ki, Musa bizim tayin ettiğimiz vakte geldi ve Rabbi onunla konuştu, dedi ki: Ey Rabbim!. Bana varlığını göster sana bakayım. -Cenab'ı Hak da- buyurdu ki: Sen beni katiyyen göremezsin. Fakat dağa bir bak, eğer yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin. Hemen Rab'bi dağa tecelli edince onu parça parça etti. Musa da baygın bir halde düşüp kaldı. Vaktaki, ayı I di, dedi ki: Seni tenzih ederim, sana tövbe ettim ve ben imân edenlerin ilkiyim.

143. Bu âyeti celile, Hz. Musa'nın Cenab'ı Hak ile konuşma şerefine kavuştuğunu ve Allah'ı görmenin büyüklük ve heybetini şöylece beyan buyurmaktadır. (Ne zaman ki Musa) konuşma şerefine nail olmak için (bizim tayin ettiğimiz vakte geldi) oruç için ve diğer ibâdet ve itaat için belirlenmiş vakit sona erdi (ve Rabbi onunla konuştu) Hz. Musa, Cenab'ı Hak'kın kelâmını onun ilahlık şanına mahsus bir şekilde işitmek şerefine kavuştu. Bir rivayete göre Hz. Musa'nın yanında bulunan yetmiş kadar ashabı da ilâhî kelâmı işitmek şerefine nail olmuşlardı. Böyle büyük bir lütfa ulaşan Hz. Musa bundan cür'et alarak (dedi ki: Ey Rabbim!. Bana varlığını göster) ilâhî varlığını görmeğe beni kudretli kıl veya bana tecelli buyur da (sana bakayım) seni görmek saadetine ereyim. Cenâb-ı Hak, onun bu duasına cevaben (buyurdu ki:) ya Musa!. (Sen beni katiyyen göremezsin.) Sen bu görme gücüne sahip değilsin, buna güç yetiremezsin. (Fakat dağa bir bak) O kadar kuvvetli ve sağlam bir yapıya sahip olduğu halde (eğer yerinde durabilirse) Allah'ın tecellisine güç yetirebilirse (sen de beni görebilirsin.) Yoksa göremezsin. Bu dağdan maksat. Tur dağı veya Zübeyr dağı veyahut Ürdün dağıdır. (Hemen Rab'bi dağa tecelli edince) Dağa karşı Allah'ın yüceliği görününce; ilâhî nurdan bir parıltı isabet edince (onu parça parça etti.) o dağı yerlere serdi, toz ve toprak haline getirdi. Ve bir kavle göre de onu küçük dağlara ayırdı. (Musa da) Bu gördüğü müthiş hâdiseden dolayı (baygın bu" halde düşüp kaldı.) âdeta ölmüş gibi bir vaziyet aldı. (Vaktaki) Hz. Musa'nın aklı ve anlayışı tekrar kendisine geldi, bu baygınlıktan (ay ildi) kalktı, gördüğü muazzam bankaya hürmet için (dedi ki:) Ey Allah'ım! Ben (Seni) bütün noksanlardan (tenzih ederim) ve bu görme isteğine cür'etimden dolayı (sana tövbe ettim) vazgeçtim ve pişman oldum. Senin emir ve müsaaden olmaksızın senden böyle birşey işlememeğe karar verdim, (ve ben imân edenlerin ilkiyim.) Yani bu zamanda senin azamet ve yüceliğini bilip tasdik edenlerin ilk ferdi bulunmaktayım. Veyahut yeryüzünde seni görmenin kimseye nasip olmayacağına ilk imân eden bir fert bulunuyorum.

§ Bu âyeti kerime gösteriyor ki: Musa Aleyhisselâm Cenab'ı Hak ile konuşmuştur. Allah'ın kelâmı ise şüphe yok ki, insanların kelâmı gibi değildir, öyle harflerden oluşmuş, sesle irtibatlı değildir. Ehli sünnetin çoğunluğuna göre Allah'ın kelâmı, ezelî ve kadîm bir ilâhî sıfattır. O halde Hz. Musa'nın işitmiş olduğu ilâhî kelâmdan maksat, Eşariyyeye göre işte bu hakikî: Ezelî sıfatı işitmiş olmaktan ibarettir. Bu zatlar diyorlar ki: Cenab'ı Hak'kın zâtı, cism olmayıp başka bir cevherle meydana gelmediği halde nasıl ki görmek imkânsız değildir. Onun kelâmını da harf ve ses olmadığı halde işitmek imkânsız değildir. Matüridiye âlimlerine göre ise Hz. Musa, bir mucize olarak Tur'daki bir ağacın varlığında toplayan harfleri, kesik sesleri işitmiştir. Harf ve ses ile olmayan ezelî kelâm sıfatını ise Musa Aleyhisselâm elbette işitmiş değildir. Sonra bu âyeti celile, Cenab'ı Hak'ki görmenin caiz olduğunu da göstermektedir. Çünkü Hz. Musa yüce bir Peygamberdir. Eğer bu görme esasen imkânsız olsa idi elbette bunu bilir, böyle bir istirhamda bulunmazdı. Bununla beraber eğer Allah'ı görmek imkânsız olsa idi, Cenâb-ı Hak, "Ben görülemem" diye buyururdu. "Sen beni göremezsin" diye buyurmazdı. Bir de Allah'ı görmek, caiz olan bir emrin meydana gelmesine yani: Dağın yerinde kalmasına bağlanmıştır. Dağın yerinde kalması ise aslında caizdir, mümkündür, böyle caiz olan bir şeye bağlanmış olan bir şeyin de haddizatında caiz olması lâzım gelir. Ve bu âyeti kerime de beyan buyrulan tecelliden maksat, bir nevi görmektir. Demek ki: Dağ, bir nevi hayata ve görme kabiliyetine ulaşmış Allah'ı görme şerefine kavuşmuş, fakat bunun büyüklük ve heybetinin tesiriyle parçalanmıştır. Binaenaleyh insan için de Allah'ı görmek mümkündür. Fakat insanlar bu görmeye bu dünyada tahammül edecek bir kabiliyete sahip değildirler. Müminler, âhiret hayatında bu büyük nîmete de kavuşacaklardır. Nitekim Rasülü Ekrem Efendimiz de bir nevi uhrevî bir hayat olan mi'rac gecesi yüce bir âlemde bu Allah'ı görme şerefine kavuşmuştur.

 

 

 

 

 

144. Buyurdu ki: Ya Musa!. Muhakkak ben seni ri s âl etlerimle ve sözlerimle insanların başına seçtim. İmdi sana verdiğimi al ve şükr edicilerden ol.

144.     Bu mübarek âyetler, Cenab'ı Hak'kın Musa Aleyhisselâm'a olan ilâhî lütfunu göstermektedir. O Yüce Peygamberin Allah tarafından ne gibi vazifeler ile görevlendirilmiş olduğunu bildirmektedir. Şöyle ki: Hak T e âlâ Hazretleri, Musa Aleyhisselâm'a, Allah'ı görme şerefine ulaşamadığından dolayı üzülmemesi için diğer ulaştığı nimetleri zikrederek (Buyurdu ki: Ey Musa!. Muhakkak ben) Kerem Sahibi Yaratıcı (seni risâletlerimle) risâlet ve peygamberlik şerefine sahip kılmakla, sana Tevrat'ın bölümlerini inzal etmemle, (ve kelâmım ile) seni vasıtasız olarak kutsal sözümü işitmek şerefine kavuşturmuş olmamla zamanındaki mevcut (insanlar üzerine seçtim.) seçkin bir durumda, yüce bir derecede bulundurdum. (İmdi sana verdiğim! al) Sana ihsan ettiğim peygamberliği, kutsal sözümü işitmek şerefine kavuşmayı ve diğer kavuştuğun nimetleri düşün, nazarı dikkate al, bazı arzuların gerçekleşmemesinden dolayı üzülme. Kavuştuğun birçok nimetlerden dolayı (şükr edicilerden ol.) bu nimetlerden dolayı Cenâb-ı Hak'ka şükretmek bir kulluk vazifesidir. Bunun da ayrıca mükâfatı vardır.

 

 

 

 

 

145.    Ve onun için levha...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 22:06:47
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #8 : 02 Kasım 2009, 22:06:47 »





161.    Ve o vakti hatırlat ki onlara denilmişti: Şu belde'de oturunuz. Ve ondan dilediğiniz yerde yeyiniz ve "bağışlanmak istiyoruz" deyiniz ve secde ettiğiniz halde kapıya giriniz ki, size hatalarınızı bağışlayalım, iyilik yapanlara -mükafatlarını- elbette arttıracağızdır.

161.   Bu mübarek âyetler, Cenâb-ı Hak'kın, İsrail oğulları hakkındaki bazı emirlerini, onların da aldıkları emirlere muhalefet ederek azap gördüklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Muhammedi. Aleyhisselâm (Ve) sen onlara anlat (o vakti ki, onlara) onların geçmişlerine (denilmişti: Şu belde'de) Beyti Mukaddes'te (oturunuz.) orada sebat ediniz. (Ve ondan) Onun ürünlerinden, meyvelerinden (dilediğiniz yerde) onun herhangi bir yöresinde sıkıntı çekmeden (yeyiniz) istifâde ediniz (ve "bağışlanmak istiyoruz" deyiniz.) yani: Ey Rabbiml. Bizim senden duamız, hatalarımızın affedilmesi ve silinmesidir diye dua ediniz. (Ve secde ettiğiniz halde kapıya giriniz) Yani: Tih sahrasından kurtulduğunuza bir şükür olmak üzere boyun eğerek, ve mütavâzî bir şekilde Beyti Mukaddes'in kapısından şehrin içerisine giriveriniz. (ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım) Hakkınızda af ve bağış ile muamele yapalım (iyilik yapanlara) ibâdet ve itaatte, güzel hareketlerde bulunanlara -mükafatlarını- (elbette arttırıcağızdır.) onlara fazla sevap ihsan edeceğizdir. Binaenaleyh siz de iyilik yapmaya çalışınız ki, bu ilâhî lütfa kavuşasınız.

 

 

 

 

 

162.  Fakat onlardan zulüm edenler, kendilerine denilen sözü başka bir söze çevirdiler. Artık onların üzerlerine zulmettikleri şey sebebiyle gökten bir azap salıverdik.

162. (Fakat onlardan) O İsrail oğullarından (zulmedenler) öyle ilâhî emirlere, tavsiyelere riâyet etmeyip kendilerinin azaba uğramalarına sebebiyet vermekle nefislerine zulm etmiş olanlar (kendilerine denilen sözü) Hitta (bağışlanmak istiyoruz) sözünü (başka bir söze çevirdiler) alaycı bir tavır alarak hintetün, hintetün = buğday, buğday diyerek veya habbetün fi şaretin (bize başağında dâne ver) diye söylenerek şehrin kapısından saygısız bir şekilde şehre girdiler. (Artık onların üzerlerine      zulmettikleri şey sebebiyle) Öyle emre aykırı ve ahlâka uymayan hareketleri yüzünden (gökten) bir müthiş (azap salı verdik.) onun tesîriyle, büyük bir helake uğradılar. Rivayete göre bu azap, Taun hastalığından ibaret imi;, bununla onlardan bir saat içinde yirmidört bin kişi ölmüştür. Bakare Sûre-i celilesinin (58 ve 59) uncu âyetlerinin izahına bakınız!.

§ Kur'an'ı Kerim'de bir kısım âyetlerin aynen veya bazı kelimelerin değiştirilmesiyle tekrarlanarak zikredilmesinde birçok hikmetler, faydalar vardır. Başlıcalan şunlardır:

(1)  Mühim bir konunun ruhlar üzerinde fazlaca tesir etmesi için tekrarlanarak zikredilmesi pek faidelidir.

(2)  Bir konuya dâir bir sözün değişik şekilde zikredilmesi, o konunun fazlaca genişlemesine fesahat ve belagat in daha fazla ortaya çıkmasına yardım eder.

(3)  Bir konunun çeşitli şekilde söylenmesi, nakledilen olayın tarihi önemini ve bir ibret ve uyanma numunesi bulunduğunu göstermeğe sebep olur.

(4)   Tekrarlanan âyetler güzelce araştırılırsa görülür ki: Konuları bir ise de gayeleri ve zikredilmelerindeki sebebler muhteliftir. Bunlar muhatablara göre çeşitli tesirleri içermektedir.

(5)       Hikmetli bir konunun muhtelif münasebetler ile tekrar tekrar zikredilmesi muhatapların uyanmalarına, verilen nasihatları unutmamalarına ve fazlaca istifâde etmelerine vesîle olur. Ve bunlar K fevkalâde belâgatini gösterir, hafızalaı aydınlatmaya ve süslemeye sebep bulunur.

 

 

 

 

163. Ve onlara denizin kenarında bulunan beldeden sor. O zaman ki onlar Cumartesi gününde haddi aşıyorlardı. O vakit onlara cumartesi günlerinde balıkları çokça ortaya çıkarak gelirlerdi. Cumartesinin dışındaki günlerde ise gelmezlerdi. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle böylece imtihan ederiz.

163. Bu âyeti kerime, İsrail oğullarının günahları yüzünden ne gibi bir imtihana mâruz kalmış olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (Ve) Resulüm!, (onlara) O senin komşun olup peygamberliğini tasdik etmeyen İsrail oğullarına (denizin kenarında) Kulzem denizinin civarında (bulunan belde'den) yani İle veya Medyen veya Taberiyyetüşşam şehrinden (sual et.) o beldenin tarihi, garip bir halini bir kınama olmak üzere o İsrail oğullarından sor, onları uyanmaya davet et. (O zaman ki onlar) O İsrail oğulları (Cumartesi gününde) avlanılması kendileri için yasaklanmış olan balıkları avlayarak Allah'ın kanunlarından olan bu yasağa muhalefetle (haddi aşmışlardı.) böyle maddî bir menfaatin esiri olmuş, bunun sakıncasını hiç düşünmemişlerdi. (O vakit onlara) O eski İsrail oğullarına (Cumartesi günlerinde) İlâhî bir imtihan olmak üzere (balıkları çokça ortaya çıkarak gelirlerdi) suyun üstüne çıkar görünürlerdi. (Cumartesi'nîn dışındaki günlerde ise) Balıklar (gelmez) su üstünde görünmez (lerdi.) bu hâl, onların Cumartesi gününe riâyet etmemelerinin bir cezâsıydı. (İşte onları) İsrail oğullarını (yoldan çıkmaları sebebiyle böylece) şiddetli bi belâ ile, bir mahrumiyetle (imtihan ederiz.) artık düşünmeli, şimdi de onların torunları Hz. Muhammed'in Peygamberliğini tasdik etmiyerek birçok yasakları çiğnemektedirler. Elbette bunlarda bu isyancı hâlleri yüzünden birçok belâlara uğrayacaklardır. Ne büyük bir hikmetli ihtar ve bir kınama!.

Rasülü Ekrem Efendimiz, zamanındaki İsrail oğullarına saklamakta oldukları böyle tarihî hâllerini Kur'an lisan-ı ile beyan buyurmakta kendi peygamberliğinin doğruluğuna bir delil göstermiş bulunuyor. Çünki hiçbir kimseden okuyup yazmamıştır, muhitinde ise bu gibi tarihî olaylar bilinmiş değildir, İsrail oğulları ise bu gibi tarihî    felâketlerini, isyanlarını pek gizli tutmakta idiler. Binaenaleyh bunların böyle birer tarihî hakikat olarak haber verilmesi bir peygamberlik mucizesinden başka birşey değildir.

§ Şürrean'den maksat: Suyun üzerinde fazla olarak görünmektir. Ard arda gelen mânâsında kullanılmaktadır.

 

 

 

 

 

164. Ve hani onlardan bir cemaat de dedi ki: Allah Teâlâ'nın kendilerini helak edeceği veya şiddetli bir şekilde azap edeceği bir topluluğa ne için nasihatta bulunuyorsunuz?. Dediler ki: Rab'binize karşı mazeret beyan etmek için. Ve umulur ki, sakınırlar.

164.       Bu mübarek hayetler, İsrail oğullarının bulunduğu beldedeki bazı iyi kimselerin onlara öğüt vermiş olduklarını ve bu öğütlerin ne gibi güzel bir maksada dayalı bulunduğunu bildirmektedir. Bu öğütleri kabul etmeyenlerin de nihayet ne gibi azaplara, değişimlere uğradıklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve hani) Hatırlayınız ki (onlardan) o deniz kenarındaki belde'de oturan İsrail oğullarından (bir cemaat de) o kavme nasihatta bulunan, Cenab'ı Hak'kın emirlerine, yasaklarına itaat etmelerini tavsiyede bulunan iyi kimselerden bir zümreye (dedi ki: Allah Teâlâ'nın kendilerini helak edeceği veya) helak etmeyip de (şiddetli bir şekilde azap edeceği) öyle inatçı, balıkları avlamaya koşup duran (bir topluluğa ne için nasihatta bulunuyorsunuz?.) bunlar, bu nasihatlara kıymet vermiyorlar, sözlerinizi dinlemiyorlar. Artık bu öğütler ne gibi bir fayda ve hikmete dayanmaktadır?. O öğüt veren iyi kimseler de (Dediler ki:) biz (Rab'binize mazeret beyan etmek için.) öğüt veriyoruz. Kendimize yönelen iyiliği emretmek, kötülüklerden men etmek vazifesini yapmak istiyoruz. Buna rağmen onlar bunu kabul etmedikleri takdirde biz artık mazeret beyan etmek için böyle nasihata devam ediyoruz. (Ve) Maamafih (umulur ki,) onlar bu nasihatlardan istifâde ederek (korunurlar.) Cenab'ı Hak'tan korkarak men edildikleri şeyleri yapmaya devam etmezler. Halka verilen hikmetli öğütler bu gibi fâidelerden uzak değildir.

 

 

 

 

165.    Ne zaman ki onlar kendilerine yapılan uyanları unuttular, kötülükten men edenleri kurtuluşa erdirdik ve zulmedenleri de yaptıkları kötülükler sebebiyle şiddetli bir azap ile yakaladık.

165.  (Ne zaman ki onlar) O isyankâr gurup (kendilerine yapılan uyanları) iyi zatlar tarafından kendilerine verilen öğütleri terkettiler, onları hiç dinlememiş gibi bir vaziyette bulundular, artık (kötülükten men edenleri) nasihatta bulunan ve o nasîhata riâyet eden iki zümreyi (kurtuluşa eriştirdik.) onları bu güzel vazifelerinden ve kanaatlerinden dolayı azaptan koruduk. (Zulmedenleri de) Bu öğütleri kabul etmeyip balıkları avlamaya devam eden, böyle ilâhî emirlere, yasaklara muhalefette bulunup duran taifeyi de (yaptıkları kötülükleri sebebiyle) günahkâr olup itaat dairesinden çıktıkları için (şiddetli bir azap ile yakaladık.) kendilerini bir kısım belâlara, musibetlere uğrattık, tâki, bunlardan ibret alıp o yaptıkları günahları terketsinler.

 

 

 

 

166.  Ne zaman ki, kendilerine yasaklanan şeylerden dolayı kibirlendiler, onlara: "aşağılık maymunlar olunuz" deyiverdik.

166. (Ne zaman ki) O isyankâr halk (kendilerine yasaklanan şeylerden dolayı kibirlendiler) yasaklandıkları şeylere devam ettiler, verilen emirleri kabule tenezzül etmeyip böbürlenme alçaklığını gösterdiler. Artık (onlara: "aşağılık maymunlar olunuz" deyiverdik) yani: Onları maymun şekline soktuk, kendilerini insaniyet şerefinden mahrum ettik, lâyık oldukları böyle bir cezaya kavuşturduk.

§ Ibni Abbas Hazretlerinden rivayet olunduğu üzere bu taife, üç gün maymun halinde kalmışlar, bunların bu hâlini diğer insanlar görmüşler, sonra da helak olup gitmişlerdir.   Bunların bö...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 22:10:44
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #9 : 02 Kasım 2009, 22:10:44 »




181. Ve yarattıklarımızdan bir ümmet de vardır ki, onlar hak ile rehberlik ederler. Ve hak ile adaletle bulunurlar.

181. Cinlerden, insanlardan bir kısmı hidayetten mahrum insanları saptırmaya cür'etkârca bulunmuşlardır. (Ve yarattıklarımızdan) varlık sahasına getirmiş olduğumuz insan ve cinlerden (bir ümmet de) bir seçkin topluluk da (vardır ki) onlar temiz yaratılışlarını muhafaza etmiş, Allah'ın dinine hizmet etmişlerdir, (onlar hak ile rehberlik ederler.) İnsanları hakka karışmış olarak hidâyet yoluna götürmeye çalışırlar, veya insanları hak sözle irşada, aydınlatmaya gayret eder dururlar. (Ve) O seçkin  topluluk (hak ile adalette bulunurlar.) aralarında cereyan eden muhakemelerde, meselelerde dâima hak ile hükmeder, adaletten ayrılmazlar. İşte böyle seçkin bir  topluluk İslâm âleminde kıyamete kadar bulunacaktır. Nitekim bir hadis-i şerifte = benim ümmetimden bir zümre; Allah Teâlâ'nın emri -kıyamet günü- gelinceye kadar hak üzere bulunacaktır) diye buyrulmuştur.

§ Bu âyeti kerime de beyan buyrulan ümmetten maksat, müfessirlerin çoğunluğuna göre Hz. Muhammed ümmetinden dine hizmet eden, halkı vaiz ve nasihatları ile irşada çalışan bir guruptur. Ve bu âyet-i celile, ümmetin icmâ etmesinin meşru ve makbul olduğuna da işaret etmektedir. Çünkü kıyamete kadar bu ümmet arasında hidâyet      rehberi olacak bir topluluğun bulunacağı müjdelenmiş bulunmaktadır. İmamı Ali Radiyallahü anhdan şöyle rivayet edilmektedir: fırkaya      ayrılacaktır. Hepsi de ateştedir, ancak bir fırka müstesna ki; onların hakkında Cenab'ı Hak bu ümmetten kurtuluşa erecek olan ancak bu bir fırkadır,

 

 

 

 

182. Ve o kimseler ki, bizim âyetlerimizi yalanladılar, işte onları bilmedikleri bir yerden yavaş yavaş helake yaklaştıracağız.

182.       (Ve) Bilâkis (o kimseler ki) sapıklık içinde yaşadılar, başkalarını irşada değil, saptırmaya çalıştılar (bizim âyetlerimizi) Kur'an'ı Kerim'i ve başka ilâhî kitapları, dinî delilleri (yalanladılar) onun birer ilâhî âyet, birer kutsî nîmet olduğunu kabul etmediler, böyle kâfirce bir harekete cür'et gösterdiler (işte onları bilmedikleri bir yerden) haklarında ne takdir edilmiş olduğunu bilmeksizin tedricen (yavaş yavaş helake yaklaştıracağadır.) onlar yavaş yavaş azaba yaklaştırılmak üzere bazı nimetlere, mevkilere nail olurlar. Bunların ellerinden çıkmayacağını zannederler, sonra o nimetler, o mevkiler ellerinden yavaş yavaş alınır, hayatlarından mahrum kalırlar, lâyık oldukları azaba kavuşurlar. İşte küfr ve isyanın korkunç neticesi!. Artık herkes böyle bir akibeti düşünmeli, uyanık bir halde yaşamaya gayret etmelidir.

 

 

 

183. Ve ben onlara mühlet veririm. Şüphe yok ki, benim yakalamam pek şiddetlidir.

183.      Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: (Ve ben onlara) O kâfirce bir halde yaşayanlara (mühlet veririm.) ömürlerinin müddetini artırmış olurum; tâki küfürlerinde, isyanlarında devam edip dursunlar, onları alelacele cezalarına kavuşturmam, tâki fenalıklarında devam ederek her türlü azabı hak etmiş oluversinler, bir mazeret ileri sürmelerine selâhiyetleri kalmamış bulunsun. (Şüphe yok ki benim) Keydim, yani: Onları haberleri olmaksızın birdenbire (yakalamam) hayatlarına nihayet verip kendilerini azaba kavuşturmam (pek şiddetlidir.) pek kuvvetlidir. Buna hiçbir kuvvet mâni olamaz.

Demek oluyor ki; bir takım kötü kimselere bir nimet, uzunca bir ömür verilmesi, görünürde bir lütuf olsa da aslında bir sefalettir, daha çok azap görmelerine bir sebebtir. Artık böyle bir hâle kıymet vermemelidir.

§ Keyd = Mekr, lügatte gizli bir tedbir demektir ki, birisinin aldanması için bunun görünür tarafının ötesi kasdedilmiş olur. Cenab'ı Hak'ka isnat edilen Keyd'den maksat ise cezayı hak etmiş olan bir şahsı haberi olmaksızın ansızın tutması ve yakalaması, yani cezasına kavuşturması demektir.

 

 

 

 

184.  Onlar düşünmediler mi ki, onların arkadaşlarında bir delilik eseri yoktur. O ancak aşikâr bir şekilde bir uyarıcıdan başka birşey değildir.

184.    Bu mübarek âyetler, Cenab'ı Hak'kın âyetlerini düşünmeyen, Rasülü Ekrem'in aklî ve ilmî üstünlüklerini inkâr eden inkarcılar için bir kınama mahiyetindedir. Hak Teâlâ'nın birliğine, kudret ve büyüklüğüne şahitlik eden sonsuz eserlere bakmayan, ne olacaklarını düşünmeyen o gafil topluluğun Allah'ın hidâyetinden mahrum olup sapıklığa uğrayacaklarına işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Onlar) O kendilerine İslâmiyet'i kabul etmeleri emir ve tavsiye edilmiş olan inkarcılar (düşünmediler mî) hiç nazarı dikkate, tefekküre alarak anlamaya çalışmadılar mı (ki, onların arkadaşlarında) senelerce kendileriyle beraber bulunarak ne yüce bir durumda olduğunu bildikleri Hz. Muhammed de (delilik eseri yoktur.) o fevkalâde bir akıl ve zekâya sahiptir, kendisinde, bütün fiillerinde, sözlerinde akla, hikmete aykırı birşey görülemez. O Cenab'ı Hak'kın âyetleriyle insanlığı aydınlatmaya çalışıp durmaktadır. (O ancak aşikâr bir şekilde) Parlak ve her sözü bütün insanlık için pek açıkça fâideleri içeren (bir uyancıdan) Allah'ın azabından halkı korkutmakla emrolunan bir Peygamberden, iyiliği tavsiye eden yüce bir mürşidden (başka bir şey değildir.) artık onun o fevkalâde yüksek, bütün insanlık âlemine fayda veren varlığını, neden idrâk edemiyorlar da ona tâbi olmaktan kaçınıyorlar, ona delilik gibi bozuklukları isnad etmeğe cür'et gösteriyorlar?. Bu ne gaflet, ne cahâlet!.

§ Rivayete göre Rasülü Ekrem Hazretleri bir gece Sefa tepesine şeref vermiş, bütün kabilelere hitab ederek onları Allah Teâlâ'nın azabından sakındırmaya çalışmıştı. O kabilelerden biri: Sizin arkadaşınızda delilik olmalı ki böyle sabaha kadar söylenip durdu. Demiş. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olarak Yüce peygamberimizi temize çıkarmış, öyle delilik isnadında bulunanları da yalanlayıp kınamıştır.

Kısacası: Rasülü Ekrem, Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz peygamberlik vazifesini yerine getirmek için, ümmeti hakkındaki merhamet ve şefkatini göstermek için öyle faydalı, iyiliği tavsiye edici hitabeler ile insanlığı irşâd etmeye ve uyarmaya çalışmıştır. Ne yazık ki kendi bâtıl inançlarına esir olanlar, kendi hayvanî zevklerini, faidelerini terketmek istemeyenler, öyle ahlâkî üstünlükleri, aklî yüceliği hakkıyla tecelli edip duran yüce bir Peygamberin değerini takdir edememişler, ona bir takım zatların tâbi olmalarına mâni olmak kasdiyle delilik isnadına cür'et göstermişlerdir. Nitekim her zaman insanlık hakkında, vatanı hakkında iyiliği tavsiye eden, insanları gafletten, şehveten uyandırıp kurtarmak isteyen zatlara böyle isnatlarda bulunmak, onları gericilik ile vasıflandırmak bir cahilce âdet hâlinde bulunmuştur. Cenâb-ı Hak cümlemize uyanmalar insaf lar nasip buyursun. Amin!.

 

 

 

 

 

185.  Onlar göklerin ve yerin yüce mülkiyetine ve Allah Teâlâ'nın yarattığı herhangi birşeye ve ecellerinin yaklaşmış olabildiğine bakmazlar mı?. Artık bundan sonra hangi bir söze inanacaklardır?.

185. (Onlar) Öyle Rasûlullah'ın hikmet dolu sözlerini takdir edemeyen inkarcılar, gözleri önünde parlayıp duran (göklerin ve yerin yüce mülkiyyetine) onların ne mükümmel, ne muhteşem birer ilâhî mülk olduğuna bakmazlar mı?. (Ve) Onlar (Allah Teâlâ'nın yarattığı herhangi birşeye) bakmazlar mı?. Yalnız semalar, yerler değil, bütün yaratılış eserleri Cenâb-ı Hak'kın varlığına birer parlak delildir. Bunları güzelce bir düşünerek Allah'ın birliğini ve kudretini tasdik etmeleri icab etmez mi?, (ve) Kendi (ecellerinin yaklaşmış olabildiğine) de (bakmazlar mı?.) ansızın ölüp veya başlarına kıyamet kopup kaybettiklerini telâfi etmeye imkân bulamayacaklarını düşünerek biran evvel tevbe edip af dilemeleri lâzım gelmez mi?. Nedir o kadar gaflet!. O kadar nefsin arzularına uymak!. Kutsal değerleri inkâra cür'et!. (Artık bundan sonra) Böyle kendilerine son Peygamber tarafından Kur'an'ı Kerim gibi ilâhî bir kitabın hükümleri tebliğ edilmiş olduğu halde (herhangi bir söze) herhangi bir kitaba, herhangi bir iyilik tavsiye edici öğüte (inanacaklardır?.) artık bunların üstünde ne olabilir ki, ona inanacak olsunlar!. Bununla beraber Hz. Muhammed'den sonra artık bir Peygamber gelmeyecektir. Kur'an-ı Kerim'den sonra ilâhî bir kitab insanlığa verilmeyecektir. Artık o inkarcılar, nelere inanacaklar, nasıl doğru bir yolu takip edebileceklerdir?. Bu mümkün mü? Asla!.

 

 

 

 

186. Allah Teâlâ kimi sapıklığa düşürürse artık ona hidâyet edecek bulunamaz. Ve onları kendi sapıklıklarında şaşkın bir halde bırakır.

186.      Öyle bir Peygamber'e tâbi olmayan ve Allah'ın kitabına boyun eğmeyenleri, kendi kötü irâdelerinden dolayı Cenâb-ı Hak sapıklığa düşürmüştür. Binaenaleyh (Allah Teâlâ) öyle (kimi sapıklığa düşürürse artık ona hidâyet edecek bulunamaz.) çünki o hikmet sahibi yaratıcıdan başka kullarını hidâyete eriştirecek bir zat yoktur. (Ve onları) O sapıklığa düşürülenleri (sapıklıklarında) taşkınlıklarında, yanlış yola sapmalarında (mütereddit) şaşkın, körükörüne (bir halde bırakır.) artık bundan kurtularak bir hidâyet yoluna giremezler. İşte kötü irâdelerinin elem verici cezası!. Binaenaleyh insan, dâima hakikati görüp kabul etmeğe çalışmalıdır, İlim ve irfan ile süslenerek karanlık inançlarından kaçınmalıdır:

Hurşidi marifet mütecelli olur mu hiç?.

Bir yerdeki vesîle-i idbâr olur hüner.

Zulmetle nuru, cehlile irfanı bir bilen.

Milletlerin sitare'i ömrü söner gider.

 

 

 

 

...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes