> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > A´raf Suresi
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: A´raf Suresi  (Okunma Sayısı 3296 defa)
02 Kasım 2009, 21:10:55
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 02 Kasım 2009, 21:10:55 »



7-A'RAF SURESİ

 

 

 

 

1. Elif, Lâm, Mim, Sad.

1.    Elif, Lâm, Mim, Sad: Tabiri hakkında Bakara sûresinin ilk âyetinin tefsirine bakınız. Maamafih bu tâbirin, A'raf Sûresinin bir ismi olduğu da ifâde edilmektedir. Ibni Abbas Hazretlerinden bir rivayete göre de bundan maksat, "Ben bilen Allah'ım" demektir. Bu A'raf sûresinin "Mikat Sûresi", "Misak Sûresi" gibi başka isimleri de vardır. A'raf sûresi, Mekke'i Mükerreme'de nazil olmuştur. Ancak (163) üncü âyetten (170) inci âyete kadar olan sekiz âyeti kerimesi Medine'i Münevvere'de inmiştir. A'raf sûresi, inançlara dinî hükümlere dâir birçok esasları içerir ve bir kısım Peygamberlerin kıssalarını, ümmetlerinin hallerini ayrıntılı olarak kapsar. Mühim bir konu teşkil eden A'raf'a dâir âyetleri topladığı için kendisine "A'raf Sûresi" adı verilmiştir. (46) cı âyeti kerimenin tefsirine bakınız!.

 

 

 

 

 

2.  Bu bir kitaptır ki, bununla korkutasın diye ve mü'minlere bir öğüt olarak sana indirilmiştir. Bundan dolayı senin kalbinde sakın bir sıkıntı olmasın.

2.    Bu mübarek âyetler, K ne gibi hususlardan dolayı nazil olduğunu ve Rasûlü Ekrem'in hareket tarzını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Bu) Sûre'i celile (bir kitaptır) K bir kısım kutsî sâhifelerini içermektedir (ki bununla) bu yüce kitap ile bir takım dinsizleri (korkutasın) bu kitaptaki azaba âit âyetler ile onları uyanmaya davet edesin (diye ve mü'minleri) de (bir öğüt olarak) bir fâideli, hayrı tavsiye edici bir öğüt mahiyetinde bulunarak, Habibim!. (sana indirilmiştir.) Bu kitabın indirilmesi bu gibi hikmet ve menfaatlara dayanmaktadır. Artık senin vazifen de bunları ümmetine tebliğ etmektir. Onlar bunu güzelce anlayarak aydınlanmaz, bundan istifâde istemezlerse (Bundan dolayı senin kalbinde) vicdanında (sakın) hüzün ve kederden (bir sıkıntı olmasın.) çünki sen vazifeni yerine getirmiş bulunuyorsun. Onların bunu kabul edip etmiyeceğini düşünerek kederli bir halde bulunman icap etmez.

Bu âyeti kerime de işaret vardır ki: Bu müslümanların vazifesi de halkı irşada çalışmaktır, onların kabul etmiyeceklerini düşünerek üzüntüye ümitsizliğe düşmek ve o irşat vazifesini terketmek uygun olmaz.

 

 

 

 

 

3. Size Rab'binizden indirilmiş olana tâbi olunuz, ve ondan başka dostlara tâbi olmayınız, siz pek az öğüt alıyorsunuz.

3.   Ey mükellef insanlar!. (Size Rabbinizden indirilmiş olana) K hükümlerine ve Rasûlü Ekrem'in sünnetlerine (tâbi olunuz) Hz. Peygamber'in sünnetlerine, emirlerine ve yasaklarına uymakta Cenab'ı Hak'kın emirlerine ve yasaklarına uymaktır. Çünki Kur'an-ı Kerim, bunu ifâde etmektedir (ve ondan başka dostlara tâbi olmayınız) Cenab'ı Hak'tan başkasını, onun hükümlerine muhalif harekette bulunan insan ve cin şeytanlarını birer idareci tanıyarak onların arkalarına düşmeyiniz, onların vesveselerini kabul etmeyiniz. Çünkü onlar insanı saptırırlar, haktan ayırır, bâtıla düşürürler. Kısacası: Selâmet ve hidâyet dairesinde yaşamak isteyenler, İslâm dininin hükümlerine sarılmalıdırlar, onun düşmanlarının sözlerine kıymet verme melidirler. Ne yazık ki. Ey mükellef insanlar!, (siz pek az öğüt alıyorsunuz.) Hakkınızdaki en hayırlı n as i hat I arı tamamen kabul etmiyorsunuz, durumunuzu, geleceğinizi lâikiyle düşünemiyorsunuz. Hiç dünya tarihinden ibret almanız icap etmez mi?.

 

 

 

 

 

4.  Bir nice ülkeyi helak ettik ki, onlara azabımız gece yatarlarken veya gündüzün ortasında uyurlarken gelip çatmıştır.

4.    Bu mübarek âyetler, eski, isyancı ümmetlerin tarihî hallerine nazarı dikkati çekmektedir. Ve dinî mes'uliyetin umumiyetine ve Cenâb-ı Hak'kın herseyi hakkıyla bildiğine işaret ederek insanları tehdit edip uyanmaya davet eylemektedir. Şöyle ki: Ey insanlar!. Bir kere düşününüz, (Biz nice ülkeleri) nice şehirleri, şehirlerin ahalisini işlenilen küfr ve isyan yüzünden (helak ettik ki) dünya tarihi bunları tamamen kaydetmiş bulunmaktadır, (onlara azabımız) Ya (gece yatarlarken) gelmiştir. Nitekim Lüt Aleyhisselâm'ın kavmi böyle bir azaba uğramıştır. Veya (gündüzün ortasında uyurlarken) "kaylüle" denilen istirahat uykusuna dalmışlarken (gelip çatmıştır.) nitekim Şuayb Aleyhisselâm'ın kavmi de böyle bir azâb ile helak olup gitmiştir. Onlar bütün dinsizliklerinin cezasını öyle gafilce bir halde yaşarlarken derhal bulmuşlardır. Ne mühim ibret manzaralar!!.

 

 

 

 

 

 

5.  Onlara azabımız geldiği zaman ise onların sözleri: Biz hakikaten zâlim kimseler olmuş idik, demekten başka birşey olmamıştır.

5.       (Onlara) O inkarcı, günahkâr cemiyetlere (azabımız geldiği) felâkelerine dâir alametlerin kendilerine yöneldiğini öğrendikleri (zaman ise) ne kadar fena hareketlerde bulunmuş olduklarını anladılar, dinsizliklerini İtirafa mecbur oldular, kendi bozuk fikirlerinin, düşüncelerinin bâtıl olduğuna şahitlik ettiler. Artık (onların sözleri: Biz hakikaten zâlim kimseler olmuş idik, demekten başka birşey olmamıştır.) onlar böyle kusurlarını İtiraf ile pişmanlık göstermekle ilâhî azaptan kurtulmak istediler. Ama ne yazık ki, artık kurtuluş zamanı geçmiş bulunmuştu.

Bir faide bahşeder mi heyhat!.

Vaktinde edilmeyen nedamet!.

 

 

 

 

 

6. Sonra kendilerine Peygamberler gönderilmiş olanlara mutlaka soracağız ve gönderilen Peygamberlere de elbette soracağız.

6.     O inkarcı kavimler, dünyada öyle helake mâruz kaldıkları gibi asıl âhirette de ebedî'azâba mâruz kalacaklardır. İşte Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: (Sonra kendilerine Peygamberler gönderilmiş olanlara) Bütün o geçmiş ümmetlere (mutlaka soracağız) onların hakkında ilâhî delillerin tamam olması ve onların bir mazeret beyan etmeğe selâhiyetli olmadıklarının ortaya çıkması için onlara Allah tarafından sualler yöneltilecek, size Peygamberler gelmedi mi?. Gelen Peygamberlerin davetine icabet ettiniz mi?. Etmediniz mi?. Söyleyin bakalım, denilecektir, (ve gönderilen Peygamberlere de elbette soracağız.) Ümmetleriniz size ne suretle icabet ettiler?, diye onların da ifadeleri alınacaktır. Bütün bu sualler, dinsizleri azarlamak içindir, onların alçaklıklarını kendilerine karşı açıklamak hikmetine dayanmaktadır. Yoksa Cenâb-ı Hak, hepsinin bütün hallerini hakkıyla bildiğinden malûmat edinilmesi için böyle bir suale hâşâ ihtiyâcı yoktur. Bu bakımdan bir sual vuku bulmayacaktır.

 

 

 

 

 

7. Sonra da onlara -yapmış olduklarını- bir bilgi ile elbette anlatacağız ve biz -onlardan- uzak olmuş değil idik.

7. (Sonra da) Böyle bir sorgulamanın ardından (onlara) o Peygamberlere ve oların ümmetlerine (-yapmış olduklarını- bir bilgi ile) onların açık ve gizli hallerini, açıkça ve gizlice düşünüp söylediklerini tam bir bilgi ile kendilerine (elbette anlatacağız) hepsini de onlara haber vereceğiz, (ve bîz -onlardan- uzak olmuş değil idik,) Ki, onların o amelleri, halleri bize gizli kalabilmiş olsun. Binaenaleyh onların hakkındaki sualler de durumlarını bilmek için değildir. Belki onların iyi veya kötü hareketlerinin kendilerine karşı da meydana çıkması içindir. Ve Cenab'ı Hak, zaman ve mekâna ihtiyaçtan uzak olarak bütün mahlûklarının hallerini bilmektedir. Ona göre hiç birşey kendisini bir yokluk perd es iyi e örtbas edemez. Buna inandık.

 

 

 

 

 

 

8. Tartı da o günde haktır. Artık her kimin tartıları ağır gelirse işte kurtuluşa erenler onlardır.


8.      Bu mübarek âyetler, Ahiret hayatındaki sorgulanılan ve kimlerin kurtulsa nail olup olamayacaklarım bildirmektedir. Ve Cenab'ı Hak'kın nimetlerine karşı lâyıkiyle şükr edilmediğini hatırlatmaktadır. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak'kın kudretinin, adaletinin bir büyük tecellisi olmak üzere âh i ret gününde bütün insanların dünyada yapmış oldukları amelleri tartılacaktır. Onların dereceleri, mahiyetleri herkese karşı meydana çıkarılacaktır. Binaenaleyh bu amellere mahsus olan bir (tartı da) o ameleri harikulade bir şekilde tartıya tâbi kılmak ta (o günde) o kıyamet âleminde (haktır.) sabittir, vukuu muhakkaktır. (Artık) Bu tartma neticesinde (her kimin) herhangi mükellef bir şahsın (tartıları ağır gelirse) hangisinin iyiliklerine ait tartısı, kötülüklerine mahsus tartısından ağır çekerse (işte kurtuluşa erenler onlardır.) sevaba, kurtuluşa ulaşarak selâmete erecek olanlar onlaran ibarettir. Ne büyük bir başarı!.

 

 

 

 

 

9.  Her kimin de tartıları hafif gelirse onlar da âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokmuş kimselerdir.

9. (Her kimin de) Kıyamet günü (tartıları hafif gelirse) yani: Tartılacak iyilikleri yok veya pek az olup da kötülükleri fazla bulunursa (onlar da âyetlerimize) dünyada yalanlamak suretiyle (zulüm etmiş olmaları sebebiyle) öyle hakka zıt, kutsal değerlere ters, Allah'ın birliğine ait delillere aykırı hareketleri yüzünden kendi temiz yaratılışlarını zayi ederek (kendilerini zarara sokmuş) kendilerini âhiret âleminde azaba uğratmış (kimselerdir.)

Bu gibi tartıları hafif gelecek şahıslardan maksat, müfessirlerin çoğunluğuna göre kâfirlerdir. Çünkü Allah'ın âyetlerine zulm eden, onları inkâ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: A´raf Suresi
« Posted on: 29 Mart 2024, 04:05:44 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: A´raf Suresi rüya tabiri,A´raf Suresi mekke canlı, A´raf Suresi kabe canlı yayın, A´raf Suresi Üç boyutlu kuran oku A´raf Suresi kuran ı kerim, A´raf Suresi peygamber kıssaları,A´raf Suresi ilitam ders soruları, A´raf Suresiönlisans arapça,
Logged
02 Kasım 2009, 21:15:20
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 02 Kasım 2009, 21:15:20 »




21. Ve onlara yemin etti ki, ben muhakkak sizin için elbette hayrı tavsiye edenlerdenim.

21.       (Ve) Şeytan, Hz. Adem ile Havva hakkında dost göründü, vesvesesinin bir güzel niyyete bağlı olduğunu göstermek için (onlara yemin etti ki: Ben muhakkak sizin için elbette hayrı tavsiye edenlerdenim.) sizin öyle ebedî bir nimete kavuşmanızı istediğim içindir ki, size o ağacın meyvesinden yemeyi tavsiye ediyorum, diyerek hainliğini ve kötü maksadını gizlemeğe çalıştı.

 

 

 

 

 

 

22.       Artık onları bâtıl sözle aldattı. Vaktaki, ağaçtan tadıverdiler o kapalı avret yerleri kendilerine görünmeğe başladı. Onların üzerine cennetin yapraklarından kat kat örtüverdiler. Ve Rableri ise onlara nida etti ki: Sizi bu ağaçtan yasaklamış değil miydim ve size şüphe yok ki şeytan, size apaçık bir düşmandır, dememiş mi idim?.

22.       Bu mübarek âyetler, şeytanın vesvesesine tutulanların ne kadar sorumlu ve mahcup bir duruma düşeceklerini göstermektedir. Ve insanlık hali böyle bir durumla karşı karşıya kalanlar için hemen tövbekar olup Allah'ın affına sığınmaktan başka çare bulunamayacağını hatırlatmaktadır. Şöyle ki: (Artık) İblis (onları) Hz. Adem ile Havva'yı (bâtıl sözleriyle) yalan yere yemin etmesiyle (aldattı.) ağacın meyvesinden yemeğe sevkederek onları itaat sahasından muhalefet vadisine indirdi. (Vaktaki) Hz. Adem ile Havva bu şeytanî sözlerin ciddiyetine inanıp bir dalgınlık ve gaflet eseri olarak (ağaçtan) o yasak ağacın meyvesinden (tadıverdiler) derhal kendilerini bu muhalefetlerinin cezası yakaladı, (o kapalı avret yerleri kendilerine görünmeğe başladı.) hoş nuranî elbiseleri kendilerinden açılıp düşüverdi. Derhal yaptıklarına pişman oldular. (Onların) o kapalı kalması lâzım olan avret yerlerinin (üzerine cennetin yapraklarından kat kat örtüverdiler.) bir görüşe göre bunlar incir yaprakları imiş. (Ve) Onların (Rableri) terbiyecileri ve varlıklarının sahibi olan Allah Teâlâ (ise onlara) bir azarlama ve kınama mesabesinde olmak üzere (nida etti ki: Sizi bu ağaçtan) yani meyvesini yemekten (yasaklamış değil miydim?.) neden bundan gaflet ettiniz?. (Ve size şüphe yok ki, şeytan size apaçık bir düşmandır dememiş mi idim.) Artık ne için öyle bir düşmanın sözüne kıymet verip aldandınız?. Allah'ın emrine karşı gelerek bir inat ve çekememezlik sebebiyle secdeyi terk eylemiş olan öyle lanete uğramış bir düşmanın sözüne hiç bakılır mı?.

§ Bu âyeti kerime, şuna da işaret etmektedir ki: Bir mü'min hiçbir vakit bir dinsizin aldatmalarına kapılmamalıdır, onun hak ve hakikata aykırı sözlerine ne kadar yaldızlı da görünse asla ehemmiyet vermemelidir. Çünki böyle bir aldanış neticesi hüsrandır, hakikî bir ilerleme ve yükselmeden mahrum olmaya sebebtir. Böyle bir aldatmaya kapılmış olan kimse, hemen uyanıp pişman olmalı, hareketini meşru şekilde ıslaha, düzeltmeye çalışmalıdır.

 

 

 

 

 

 

23.  Dediler ki: Ey Rabbimiz!. Biz kendi nefislerimize zulm ettik, ve eğer bizi bağışlamaz ve merhamet buyurmaz isen elbette biz zarara uğramışlardan oluruz.

23. Hz. Adem ile Havva valdemiz, ne kadar aldanmış olduklarını anlayarak hemen kusurlarını İtirafa başladılar. (Dediler ki: Ey Rabbimiz!.) Ey lütfü ve Nişanıyla terbiye edildiğimiz       kerem sahibi Yaratıcımız!. (Biz kendi nefislerimize zulm ettik) Yasak olan bir harekette bulunarak kendimizi azaba uğratmış olduk, (ve eğer bizi) Şu işlediğimiz günahtan dolayı (yari ı gam az) affetmez ve bağışlamaz (isen ve) bize (merhamet buyurmaz) bizi ilâhî lûtfuna kavuşturmaz (isen elbette biz hüsrana) dünyada zarar ve ziyana (uğramışlardan oluruz.) artık bizi affet, mağfiretine, merhametine ulaştır ey kerem ve merhamet sahibi mabudumuz!.

§ Adem Aleyhisselâm, Allah'ın emrine kasden muhalefet etmiş değildi. Yapmış olduğu, daha iyi olanı terketmek kâbilindendi ve bu bir unutma neticesi idi. Allah'ın adına yalan yere yemin edilemiyeceğine inanıp şeytanın vesvesesine aldanmıştı. Bu husustaki ilâhî yasağın, haram kılmak için değil, yasak olan ağaca yaklaşmayı terketmenin daha iyi olacağına ilişkin bir yasak olduğuna kanaat getirmiş olması da düşünülebilir. Maamafih Allah'ın bu yasağı zamanında Hz. Adem henüz peygamberlik vasfına sahip değildi, bu muhalefet kendisinden, peygamberlikten önce sâdır olmuştur. Ancak öyle büyük zatların kendilerinden çıkacak ufak kusurları bile büyük görerek Allah'ın affına sığınmaları âdettir.

Bununla beraber bu âyeti kerime şunu da gösteriyor ki: Mutlak surette vuku bulan yasakları, haram kılmak içindir. Hz. Adem'in bu kıssası için Bakara süresindeki (340) inci âyeti celilenin tefsirine de bakınız!

 

 

 

 

 

24. Buyurdu ki: Bâzınız bâzınıza düşman olarak -yeryüzüne- ininiz sizin için yerde bir zamana kadar bir ikametgâh, bir faydalanma vardır.


24.       Bu mübarek âyetler, Allah'ın emrine karşı gelmenin bir neticesi olmak üzere Hz. Adem ile Havva'nın ve iblis'in yüce makamlardan yeryüzüne indirilmiş ve aralarında bir düşmanlığın cereyana başlamış olduğunu bildirmektedir. Ve bunların yeryüzünde yaşayacaklarını, orada öleceklerini ve tekrar orada toplanıp dağıtılacaklarını hatırlatmaktadır. Cenâb-ı Hak'kın lütfedip insanlığa avret yerlerini örtecek, kendilerini süsleyecek elbiseler verdiğini, ve onlar için takva ile vasıf lanmanın daha hayırlı, manevî bir elbise olduğunu da beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Yüce Yaratıcı Adem Aleyhisselâm ile Havva'ya, onların takdir edilen, Cenab'ı Hak tarafından bilinen zürriyetlerine ve lanetlenmiş şeytan ile onun zürriyyeti olan cinlere hitaben: (Buyurdu ki:) ilâhî irâdesi sâdır oldu ki: (Bâzınız bâzınıza düşman olarak) Yeryüzüne (ininiz) aranızda kıyamete kadar düşmanlıklar devam edecektir. İnsanlar arasında düşmanlıklar cereyan edeceği gibi insanlar ile şeytanlar ve cinler arasında da düşmanlık sabit olup elbette yok olmayacaktır. Ey insanlar!. Şeytanlar, cinler taifeleri!, (sizin için yerde bir zamana kadar) Ecellerinizin, yaşama müddetlerinizin nihayet bulacağı ana değin (bir ikametgâh, bir faydalanma) bir istifâde (vardır.) takdir edilmiştir. Bu gerçekleşecektir.

 

 

 

 

 

25.  Buyurdu ki: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan çıkarılacaksınızdır.

25.     Yine Cenâb-ı Hak (Buyurdu ki:) Ey insanlar!. Ey Şeytanlar, Cinler!. Sizler (Orada) yeryüzünde (yaşayacaksınız) takdir edilen hayat müddetiniz devam edecektir, (orada öleceksiniz) Yaşama müddetiniz nihayet bulup yeryüzünde ölüme mahkûm olacaksınız, (ve yine oradan) Yeryüzünden kıyamet günü haşır ve neşir için (çıkarılacaksınız.) yeniden hayâta erişip lâyık olduğunuz cezalara kavuşacaksınızdır. Bu sonucu artık düşününüz!.

 

 

 

 

 

 

26.          Ey Adem oğulları!. Size çirkin yerlerinizi örtecek bir örtü ve bir de bir süs elbisesi indirdik, takva elbisesi ise o daha hayırlıdır. Bu işte Allah Teâlâ'nın âyetlerindendir. Belki bunu düşünürler.

26. Hak Teâlâ Hazretleri ilâhî bir lütuf olmak üzere özellikle insan nev'ine tekrar hitab ederek buyurur ki: (Ey Adem oğulları!.) Hakkınızdaki ilâhî yardımımı hatırlayınız.       (Size çirkin yerlerinizi) Avret yerlerinizi (örtecek bir örtü ve bir de bir süs elbisesi indirdik) yani semâ tarafından doğan güneşler, aylar ve muhtelif yıldızlar vasıtasıyla ve güzel güzel yağmurlar, hayalar vâsıtasıyle geziminizin kaynağı olan şeyleri meydana getirdik, elbise edineceğiniz şeyler) yarattık. Bunların bir kısmı ile avret yerlerinizi örtersiniz, bir kısmı ile de bütün vücudunuzu süslemiş, olursunuz. Fakat sizin için ebedî selâmet ve saadeti temin edecek hükümleri, kuralları         da Peygamberler de semavî kitaplar vâsıtasıyle ihsan ettik ki, siz bu sayede manevî bir elbise olan takva ile, Allah korkusu ile, dinî vazifelere uymak

hissiyle coşku içinde bulunursunuz. İbâdet esnasında giyilecek temiz süs elbisesi, nâmahremlerden korunulacak olan organları, süs unsurlarını örten perdeler de birer takva elbisesi demektir. İşte böyle bir (takva elbisesi ise o daha hayırlıdır.) o daha faidelidir, onun maddî ve manevî kıymeti, süsü daha fazladır. (Bu) Maddî ve manevî elbiselerin indirilmesi, meydana getirilmesi, kullara ihsan buyrulması »işte Allah Teâlâ'nın âyetlerindendîr,) onun lütuf ve keremini gösteren şeylerdir, (umulur ki) Artık insanlar (bunu) bu pek büyük ilâhî lütfü (düşünürler.) bu nimetin değerini bilirler, Cenab'ı Hak'ka kaşı teşekkür borçlu olduklarını idrâk ederek kulluk vazifelerini güzelce yapmaya çalışırlar. İnsaniyete lâyık olan ancak böyle bir harekettir.

 

 

 

 

 

27. Ey âdem oğulları!. Sizi de şeytan bir fitneye düşürmesin, nasıl ki ana ve babanızı onların çirkin yerlerini göstermek için onların örtülerini çekip atarak kendilerini cennetten çıkardı. Şüphe yok ki, o şeytan ve onun topluluğu sizi sizin onları göremeyeceğiniz bir taraftan görürler. Muhakkak ki, biz şeytanları imân etmeyen kimseler için dostlar kılmışızdır.

27.    Bu mübarek âyetler, Hz. Adem'in kıssasından alınacak ibreti, Adem'in çocuklarına tavsiye etmekte, şeytanın ve şeytana tâbi olan dinsizlerin ne kadar kötü hareketlerde, iddialarda bulumakta olduklarını gözler önüne sermektedir. Şöyle ki: (Ey âdem oğulları!.) Ey kudret elimle yaratmış, bir müddet de cennette yaşatmış, sonra da şeytanın vesvesesi sebebiyle dünya yüzüne indirmiş olduğum Adem'in bütün zürriyyeti, o büyük babanızı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 21:21:46
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #2 : 02 Kasım 2009, 21:21:46 »




41.  Onlar için cehennemden bir döşek ve üstlerinden sargılar vardır. Ve işte zâlimleri böyle cezalandırırız.

41. (Onlar için) Öyle âyetlerimize karşı yalanlama ve kibirlenmede bulunan dinsizler için (cehennemde) alt taraflarında ateşten (bir döşek ve üstlerinden sargılar) örtüler, kendilerini kaplayacak ateşten perdeler (vardır) böyle ateşler içinde kalacaklardır, (ve işte zâlimleri) öyle suçlu, dinsiz, ilâhî hukuka tecâvüz eden kimseleri (böyle cezâlandınrız.) böyle şiddetli, böyle kendilerini her taraftan kaplayan daimî azaplara sokarız. Bunlar küfür ve zulmün cezasıdır. Artık bunları düşünüp uyanmalı değil midirler?.

42. O kimseler ki, imân ettiler ve iyi amellerde bulundular. Biz ise hiçbir nefsi gücünün üstünde bir;ey ile mükellef kılmayız. İşte onlar cennet ehlidir. Onlar orada ebedî kalıcılardır.

42.     Bu mübarek âyetler, mü'min, salih kulların kavuracakları ebedî nimetleri müjdelemektedir, ve böyle zatların güçleri üstünde birşey ile mükellef bulunmadıklarını da ilâhî bir lütuf olmak üzere şöylece bildirmektedir. (Ve o kimseler ki) Bizim âyetlerimize (imân ettiler) Allah'ın birliğini tasdik edip, Peygamberlerinin tebliğlerine itaat eylerler (ve iyi amellerde bulundular.) üzerlerine düşen ibâdetleri yerine getirmeye çalıştılar. (Biz ise hiçbir nefsi gücünün üstünde birşey ile mükellef kılmayız.) Binaenaleyh o kimselerin böyle yapmakla mükellef oldukları ibâdetler, itaatler de zâten kendi güç ve kudretleri dışında bulunmamıştır. (İşte onlar) O imâna ve salih amale muvaffak olanlar (cennet ehlidirler) cennete kavuşacak olan onlardır (ve) onlar (orada) cennette (ebedî kalıcılardır.) daimî bir halde cennet nimetlerine nail olup duracaklardır.

 

 

 

 

 

 

 

43.   Ve biz onların göğüslerinde kinden her ne var ise hepsini söküp atmışızdır. Onların altlarından ırmaklar akar ve derler ki: O Allah Teâlâ'ya hamdolsun ki, bizi hidayetle buna kavuşturdu. Eğer Allah Teâlâ bize hidâyet etmeseydi biz kendi kendimize hidâyete eremezdik. Muhakkak ki, Rabbimizin peygamberleri hak ile geldiler. Ve onlara işte bu cennettir ki, siz buna -salih- amelleriniz sebebiyle vâris oldunuz, diye nida olunacaktır.

43.    (Ve biz onların) O cennet ehlinin (göğüslerinde kinden her ne var ise hepsini söküp atmışızdır.) onların kalbleri saf, temiz, birbirine karşı sevgiyle coşmuş bulunacaktır. Şayet dünyada iken aralarında bir kin ve hîle bulunmuş ise artık cennette bundan bir eser kalmayacaktır. (Onların altlarından) Köşklerinin, bahçelerinin yanı başından (ırmaklar akar) onların zevklerini, lezzetlerini arttırır dururlar, (ve) Onlar da Cenâb-ı Hak'ka şükür için (derler ki: Allah Teâlâ'ya hamdolsun ki, bizi hidayetle buna kavuşturdu.) bizi böyle nimetlere eriştirdi. (Eğer Allah Teâlâ bize hidâyet etmeseydi) Eğer onun ilâhî yardımları bize erişmeseydi (biz kendi kendimize hidâyete eremezdik.) bedbahüıkta kalırdık, hidâyete ererek böyle nimetlere kavuşamazdık. İşte insanlara lâzım olan, herhangi birşeyi başarırsa bunu Cenâb-ı Hak'kın bir lütfü olarak görmektir. Kendi kudretine, bilgilerine güvenerek kibre düşmekten sakınmalıdır. (Ve muhakkak ki) And olsun ki, (Rabbimizin Peygamberleri hak ile geldiler.) biz de onların irşadı ile hidâyete kavuşarak bu kutlu âkibete eristik. (Ve onlara:) Öyle sevinç içinde kalan, Cenab'ı Hak'ka şükür için böyle itirafta bulunan o cennet sakinlerine hitaben (İşte bu cennettir ki, siz buna salih amelleriniz sebebiyle vâris oldunuz, diye) melekler vâsıtasıyle (nida olunacaktır.) evet... Bu sizin dünyadaki güzel itikadınızın, güzel amellerinizin mükâfatı olarak size Allah tarafından ihsan buyrulmuştur. İşte imânın, salih amellerin muazzam mükâfatı!.

 

 

 

 

 

 

44.  Ve cennet ashabı, cehennem ehline nida edip: Rabbimizin bize vâd ettiğini biz şüphe yok ki hak bulduk, siz de Rabbinizin vâd ettiğini hak buldunuz mu?. Diye soracaklar. Onlar da: Evet... Diyecekler. Derken aralarında bir çağına: Allah Teâlâ'nın laneti zâlimlerin üzerinedir, diye nida etmiş olacaktır.

44. Bu mübarek âyetler, cennet ehli ile cehennem ehli arasındaki tartışmayı ve kimlerin laneti hak etmiş olduklarını ve kimlerin âhiret hayatını inkâr ettiklerini göstermektedir. Şöyle ki: Cennet sahipleri cennette yerleşip duracaklar. (Ve cennet ashabı, cehennem ehline nida edip: Rabbimizin bize vaad ettiğini) dünyada iken bize Peygamberleri vâsıtasıyle bildirdiği sevapları, nimetleri, yüce makamları (biz şüphe yok ki, hak) sabit (bulduk) o ilâhî vaad sebebiyle bu büyük mevkilere kavuştuk (siz de Rabbinizin vâd ettiğini) âhiret hayâtını, mü'minlerin o âhiret hayatında nimetlere ulaşacaklarını inkarcıların da lâyık oldukları cezalara kavuşacaklarını (hak) hakikaten vâki (buldunuz mu?.) siz dünyada iken bunları tasdik etmiyorsunuz. (Diye soracaklar) O İnkarcıların ne kadar yanlış hareket etmiş olduklarını    kendilerine bu şekilde de hatırlatmış olacaklardır. (Onlar da:) O inkarcılar da (Evet... Diyecekler.) ve Allah'ın va'dinin gerçekleşmiş olduğunu itiraf etmeye mecbur kalacaklardır. (Derken) Böyle bir konulmada, tartışmada bulunurlarken bu iki fırkanın (aralarında bir çağına:) İsrafil Aleyhisselâm veya diğer meleklerden biri (Allah Teâlâ'nın laneti zâlimlerin üzerinedir, diye nida etmiş olacaktır.) evet zâlimler, zulûmlarının bir cezası olmak üzere öyle bir laneti hak etmişlerdir.

§ Cennetler ile cehennemler arasında pek uzak mesafeler vardır. Cennetler semâların üstündedir. Cehennemler de yerlerin altındadır. Bu iki mevki ahalisinin birbiriyle konuşmaları nasıl mümkün olacaktır?. Mucize Kur'an, bize böyle bir konuşmanın mümkün ve haddizatında vuku bulacağını haber vermiş oluyor. İşte bu da bir hakikatin ortaya çıkmasından başka birşey değildir.

Tefsiri kebirde de yazılı olduğu üzere âlimlerden bir gump demişlerdir ki: Seste bir özellik vardır ki, yalnız mesafenin uzaklığı sesin işitilmesine mâni olamaz, İşte bugün fennin ilerlemesi sayesinde bu hakikat da tamamen meydana çıkmıştır. Doğuda söylenilen bir sözü batıda bulunan bir kimse derhal işitebiliyor ve hattâ söyleyenin yüzünü bile görebiliyor, İlâhî kudret herşeye kâfidir. Buna inanıyoruz. Binaenaleyh cennet ehli ile cehennem ehli arasındaki konuşmanın gerçekleşmesi de Allah'ın kudretine göre asla imkânsız görülemez.



 
45. Öyle zâlimler ki, Allah'ın yolundan men ederlerdi. Ve o yolun eğri büğrü olmasını isterlerdi. Ve onlar âhireti inkâr eden kimseler idi.

45.      Laneti hak etmiş olanlar ise (Öyle zâlimler) dir (ki: Allah yolundan) din yolundan Allah'ın kullarını (men ederlerdi.) halkın İslâm dinine girmesine engel olurlardı. (Ve o yolun eğri büğrü olmasını isterlerdi.) Doğru yolu t erke d erek helake götüren yollara eğilim gösterirlerdi, ilâhî hükümleri değiştirerek ve bozarak onlara yanlış bir mahiyet vermek kasdinde bulunurlardı. Cenâb-ı Hak'tan başkasına tapınırlar Allah Teâlâ'nın yüceltemeye lâyık görmediği şeyleri yüceltip dururlardı. (Ve onlar âhireti inkâr eden kimseler idi.) Öyle bir âlemin varlığına inanmaz, onu inkâra cür'et eder, hayâtın yalnız bu dünyaya mahsus olduğunu iddia eder dururlardı. Artık böyle inkâra olan, insanları ilâhî dini kabulden men'e cür'et eden kimseler elbette ebedî azaba lâyık ve cehennemde ebediyyen azap göreceklerdir.

 

 

 

 

 

46.        Ve onların arasında bir perde vardır. Ve A'raf üzerinde de bir takım adamlar vardır ki, hepsini de alâmetleriyle tanırlar. Cennet ehline -Selâmün aleyküm- diye nida ederler. Ve bunlar ümit var oldukları halde henüz cennete girmemiş bulunurlar.

46. Bu mübarek âyetler, âhiret alemindeki bir fevkalâde teşkilâtın varlığına işaret etmektedir. Ve cennet ehli ile cehennem ehlinin belirgin bir durumda bulunacaklarını bildirmektedir. Bütün insanlığı uyanmaya davet buyurmaktadır. Şöyle ki: Kıyamet gününde cennet ehli ile cehennem ehli ayrılacaklardır. (Ve onların) O iki gurubun veya cennet ile cehennem arasında (bir perde) bir örtü (vardır.) artık bir fırkanın durumlarından, işlerinden, diğer gurubun faydalanmasına veya zarar görmesine imkân bulunmayacaktır. (Ve A'raf üzerinde bir takım adamlar vardır ki,) Bunlar cennet ehli ile cehennem ehlinin (hepsini de alâmetleriyle) yüzlerindeki beyazlık veya siyahlık gibi nişaneleriyle (tanırlar.) bunu Allah'ın ilhamı ile veya meleklerin bildirmesiyle öğrenmiş olurlar. Ve bu A'raftaki adamlar (cennet ehline; Selâmün aleyküm diye nida ederler) onlara duada, onların kurtuluşa ermelerine işarette bulunmuş olurlar. (Ve bunlar) Bu A'rafta bulunan adamlar, cennete gireceklerine (ümit var oldukları halde) hikmet gereği bir müddet A'rafta kalırlar (henüz) kendileri de (cennete girmemiş bulunurlar.) bilahara lâik oldukları cennetlere girerek ebedî olarak Allah'ın lütuflarına nail olur dururlar. Ne büyük saadet!.

§ A'raf, yüksek yer mânâsına olan Arf'in çoğuludur. Bundan maksat, cennet ile cehennem arasındaki bir surun yüksek tepeleridir. A'raf ehlinden maksat, bir görüşe göre itaat ve sevap sahiplerinin en şerefi i olanlarıdır. Bunlar ise ya bir kısım meleklerdir veya Peygamberlerdir, veya şehit olanlardır. Bu zatlar, şereflerini göstermek, rütbelerinin yüceliğini ortaya koymak için ve cennet ehli ile cehennem ehlinin hallerini öğrenmek maksadıyla bir müddet A'raf mevkiinde bulunacaklardır. Diğer bir görüşe göre A'raf ehlinden maksat, iyilikleri ile kötülükleri eşit bulunan, sevap itibariyle dereceleri yüksek olmayan bir kısım mü'minlerdir ki, bunlar başlangıçta ne çenet ehlinden ve ne de cehennem ehlinden bulunmazlar. Cennet ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 21:47:11
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #3 : 02 Kasım 2009, 21:47:11 »




61. Dedi ki: Ey kavmim!. Ben de hiç bir sapıklık yoktur. Fakat ben âlemlerin Rab'bi tarafından bir Peygamber'im.

61.      Hz. Nuh da onların bu iddialarını re d için (Dedi ki: Ey kavmim!.) ey kendilerine Peygamber gönderilmiş olduğum insanlar!. (Ben de hiçbir sapıklık yoktur.) Ben hak üzere bulunmaktayım, ben sizin öyle zannettiğiniz sapıklıktan, hakikate karşı gelmekten uzak bulunmaktayım. (Fakat ben âlemlerin Rab'bi) Olan Allah Teâlâ (tarafından) sizlere gönderilmiş (bir Peygamberim) artık bana sapıklık nasıl isnat edilebilir?.

 

 

 

 

 

62. Size Rabbimin vahyettiklerini -dinine ait hükümleri- tebliğ ediyorum ve sizin için öğüt veriyorum ve ben Allah Teâlâ'dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.

62.   Bu mübarek âyetler, Hz. Nuh'un iyiliğe yönelik davetine icabet etmeyip onu yalanlayan bir kavmin pek cahilce hareketlerini ve onların bu cehaletleri yüzünden uğramış oldukları pek korkunç âkibetleri dikkat nazarlarına sunuyor. Şöyle ki: Hz. Nuh, kendisine karşı muhalif bir cephe almış olan inkarcı kavmi, o kâfirce vaziyetlerinden kurtarmak için dedi ki: Ey kavmim!. (Size Rab'bimin vahiylerini) Yani onun dinine ait hükümleri, emirleri, yasakları, sevapları cezaları (tebliğ ediyorum) bunları size böyle bildirmek benim vazifemdir, (ve sizin için öğüt veriyorum) Size tam bir samimiyetle fâideli şeyleri bildiriyor, sizi zararlı, kötü şeylerden kurtarmaya çalışıyorum, mânevi selâmet ve saadet yoluna teşvik ediyor ve özendirip duruyorum, (ve ben) Allah'ın vahyine mazhar olduğum için (Allah Teâlâ'dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.) yani: O Yüce Yaratıcının sıfatlarına, kudret ve yüceliğine, sevap ve azabına dâir sizin bilmediğiniz şeyler bence bilinmektedir. Veya o Yüce Yaratıcının dinine karşı muhalefette bulunup duranları ne korkunç âkibetlere uğrayacaklarını siz bilmiyorsunuz, fakat ben pek iyi bilmekteyim. Artık benim tebliğlerime riâyet ediniz.

 

 

 

 

 

63.      Yoksa size Rab'biniz tarafından sizden olan bir zat vâsıtasıyle -sizi korkutmak için ve sizin de sakınmanız ve rahmete erebilmeniz için- bir zikrin gelmesine mi şaştınız?.

63. (Yoksa) Ey inatçı ve inkarcı kavim!, (size) Bir kurtuluş vesilesi olmak üzere (Rab'biniz tarafından sizden olan) sizin cinsinizden, sizce tanınmış kimselerden olan (bir zat vâsıtasıyle) sırf bir ilâhi merhamet eseri olarak (sizi) Allah'ın azabı ile (korkutmak için ve sizin de) Allah'ın hükmüne aykırı hareketlerden (sakınmanız ve) o sayede (rahmete erebilmeniz için bir zikrin) bir ikaz ve irşat vâsıtasının (gelmesine mi şaştınız) bunda teaccübü gerektiren ne vardır?. Bu, insanlık hakkında ilâhi bir lütuftan ibaret değil de nedir?. İnsanlar, boş yere yaratılmamışlardır. Kâinatın Yaratıcısını bilip onun rızâsına uygun harekette bulunmak ve o sayede selâmet ve saadete ermek için yaratılmışlardır. Fakat insanlar, kendilerine Allah tarafından bir rehber gönderilmemiş olursa üzerlerine düşen vazifeleri nasıl takdir edebilirler?. Yaradılışlarındaki gayeyi nasıl belirleyebilirler?. Herbirinin düşüncesi, kanaati, hareket tarzı başka başka olmaz mı?. Bunun neticesinde ise içtimai birlik, din kardeşliği, umumun ittifakı nasıl meydana gelebilir?. İşte böyle helak edici ayrılıklara sebep olan hadiselere meydan verilmemesi için ilâhi vahye mazhar olan Peygamberler gönderilmiştir. Onlar da insanlar zümresinden bulunmaktadırlar, tâki onların tebliğlerine diğer insanlar için idrâk etmek mümkün olsun. O muhterem Peygamberlerin doğrulukları, yükseklikleri de göstermeyi başardıkları mucizeler ile, kendilerinin sahip oldukları o yüce bilgiler ve ahlâk ile apaçık bir şekilde meydana çıkmıştır. Artık onlara muhalefet edenler, cehalette bulunmuş, kendilerini Allah'ın azabına uğratmış olmazlar mı?.  Elbette   olurlar. İşte Cenâb-ı Hak bize bunu da bildiriyor.

 

 

 

 

 

64. Bunun üzerine onu yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide olanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanı da suda boğduk. Çünkü onlar bir kör kavim olmuşlardı.

64.       (Bunun üzerine) Nuh Aleyhisselâm'ın onları öyle hayra yönlerdirici irşada çalışmasına rağmen onlar (onu) o Yüce Peygamber'i (yalanladılar) onun Peygamberliğini inkâr eylediler, sen yalan söylüyorsun, sen Peygamber değilsin demek cüretinde bulundular. (Artık biz de onu) O muhterem Peygamberi (ve onunla beraber gemide olanları) onun Peygamberliğini tasdik edip Allah'ın dinini kabul etmiş bulunanları boğulmaktan (kurtardık.) selâmet sahiline erdirdik, (Ayetlerimizi yalanlayanlan da) Allah'ın birliğini gösteren binlerce delilleri, hârikaları görmeyip de inkâra cür'et eyleyenleri de tufan ile (boğduk.) azaba mâruz kalmaya başladılar. (Çünki onlar bir kör kavim olmuşlardı.) Yani: Kalbleri kararmış, hakikati görmekten mahrum kalmış, inkarcı bir taife bulunuyorlardı, böyle bir akibeti hak etmişlerdi, lâyık oldukları elem verici bir vaziyete kavuşmuşlardı. İşte küfr ve isyanın cezası!.

§ Nuh Aleyhisselâm; Idris Aleyhisselâm'ın torunlarından dır. Ondan sonra ilk gönderilen Peygamber Nuh Aleyhisselâm'dır. Kırk yaşında Peygamber olmuş, dokuz yüz elli sene kavmini dine davet etmiş, tufan hâdisesinden sonra da ikiyüz elli sene daha yaşamıştır. Bu halde hayat müddeti (1240) sene bulunmuştur. Diğer rivayetler de vardır.

İnsanlığın başlangıcında insanların ömürleri uzun bulunmuştur. Bu da insanların çoğalmasını temin gibi hikmetlere dayanmaktadır. Hz. Adem'den sonra insanlar çoğalmış, fakat Allah'ın dinini terkederek müşrikçe bir halde yaşamaya başlamışlardı. Nuh Aleyhisselâm'a inananlar pek azdı. Nihayet o inatçı kavme cezaları yaklaşmıştı. Hz. Nuh bir gemi yapmakla Allah tarafından emrolundu. Gemiyi yapar yapmaz şiddetli yağmurlar yağmaya başlamış, yeryüzü bir deniz kesilmişti. Hz. Nuh kendisine imân edenleri gemisine aldı. Bunların sayısı kırk erkek ile kırk kadından ibaret bulunuyormuş. Bunların içinde Hz. Nuh'un Sam, Ham, Yâfes adındaki oğulları da bulunuyordu. Yâm veya Ken'an adındaki oğlu ise Hz. Nuh'a isyan ederek gemisine binmemişti. Nihayet gemi dışında bulunanlar tamamen suların dalgaları arasında kalarak helak olup gitmişlerdi. Daha sonra yağmur kesilmiş, sular çekilmeye başlamış, gemi de Musul civarında Cudi denilen dağın üzerine Muharrem ayının onuna rastlayan aşure gününde oturmuştur. Hz. Nuh bu gemiye uygun gördüğü hayvanlardan da birer çift almış bulunuyordu.

Bu tufan hadisesi cumhura göre umumidir, bütün yeryüzünü kapsamaktadır. En yüksek dağların tepelerinde görülen deniz hayvanlarının fosilleri = eski zamandan beri taş kesilmiş hayvanların cesetleri görülmektedir. Böyle bir tufan hadisesinin yeryüzünde bir azap örneği olmak üzere vücude getirilmiş olması, Allah'ın kudreti karşısında imkânsız görülemez. Maamafih bazı zatlara göre de bu hâdise yalnız Hz. Nuh'un bulunduğu Babil havâlisinde meydana gelmiştir. En doğrusunu Allah bilir.

 

 

 

 

65.    Ad kavmine de kardeşleri Hud'u -Peygamber gönderdik- dedi ki: Ey kavmim!. Allah'a kulluk edin sizin için ondan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?.

65. Bu mübarek âyetler de Hz. Hud'un kavmi ile olan tartışmasını ve onların bu muhterem zata karşı aldıkları inkarcı tavırlar! açıklamaktadır. Şöyle ki: (Ad kavmine de Kardeşleri       Hud'u   -Peygamber  gönderdik-)  Yani   cinsiyet   itibariyle,   dini  bakımdan   değil   neseb  yönüyle   onlardan   muhterem   bir  zat   olan   Hut  Aleyhisselâm'ı Peygamberlikle şereflendirerek kavmini irşâd etmesini emrettik. Ah = kardeş kelimesi, Arap dilinde sahip, vatandaş mânâsında kullanılmaktadır. Binaenaleyh bir kavmin kardeşinden maksat, onların sahibi, yurtdaşı demektir. Hud aleyhisselâm o kavmine hitaben (dedi ki: Ey kavmim!.) öyle putlara ve diğer mahlûklara tapmayı bırakınız, yalnız (Allah'a kulluk edin) ona kullukta bulunun, (sizin için ondan başka bir ilâh yoktur.) Bütün mahlûkların yaratıcısı, mâbudi, Allah Teâlâ'dan başkası değildir. Siz (Hâlâ sakınmayacak mısınız?.) hâlâ hakîkati anlamayıp imân etmiyecek misiniz?. Nedir sizdeki bu gaflet!.

 

 

 

 

66. Onun kavminden kâfir olan bir cemaat dedi ki: Muhakkak biz seni beyinsizlik içinde görüyoruz. Ve biz seni herhalde yalancılardan sanıyoruz.

66.      (Onun) Hz. Hud'un (kavminden kâfir olan bir cemaat) kavminin ulularından bir taife (dedi ki:) ey Hud!. (Muhakkak) ki, (biz senî beyinsizlik içinde) yani, ahmaklık, cahillik, akıl zayıflığı ve düşünce noksanlığı içinde (görüyoruz. Ve bîz seni herhalde yalancılardan sanıyoruz.) senin Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğuna dâir iddianı gerçek dışı kabul ediyoruz.

 

 

 

 

67.  Dedi ki: Ey kavmim!. Bende hiçbir beyinsizlik yoktur. Fakat ben âlemlerin Rab'bi tarafından gönderilmiş bir Peygamberim.

67.    Hud Aleyhisselâm da onların iddialarını reddetmek için (Dedi ki: Ey kavmim!. Ben de hiçbir beyinsizlik yoktur.) ben öyle sizin iddia ettiğiniz gibi beyinsiz değilim. (Fakat ben âlemlerin Rabbi tarafından) Sizlere (gönderilmiş bir Peygamberim) Cenâb-ı Hak ise beyinsiz onları Peygamber göndermez. Onun gönderdiği Peygamberler, son derecede rüşt ile, akıl ve fikir ile, emânet ve doğrulukta vasıflanmış bulunurlar.

 

 

 

 

68. Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için bir güvenilir öğüt vericiyim.

68.      Ve o Yüce Peygamber o câhil, i...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Kasım 2009, 21:50:29
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #4 : 02 Kasım 2009, 21:50:29 »




81. Muhakkak ki, siz kadınlarınızı bırakıp şehvet ile erkeklere yanaşıyorsunuz. Belki siz haddi aşan bir kavimsinizdir.

81.        Ey şehvetlerine düşkün kavim!. O çirkin muamelenizi biliniz, (Muhakkak ki, siz kadınlarınızı) size helâl olan zevcelerinizle esasen cinsel birleşmeyi (bırakıp şehvet ile erkeklere yanaşıyorsunuz.) onlar ile livatada bulunmak kötülüğünü işliyorsunuz. (Belki siz) Ey kavim (haddi aşan bir kavimsinizdir.) helâli bırakıp haramı işlemeye cür'et ediyorsunuz. Meşru olan, insan türünün devamına, nesebin kesintiye uğramamasına sebep olan nikahlanma yoluyla kadınlara yaklaşmayı bırakıyorsunuz, haram olan, öyle faidesi bulunmayan, bilâkis birçok hastalıklar doğuran, bir nice düşmanlıklar uyandıran hayvani bir harekete cür'et etme alçaklığını gösteriyorsunuz!. Bu ne kadar zararlı, kötü ve utanç verici, hayvani bir muameledir!. Bunu işlemekten hiç sıkılmaz mısınız?.

 

 

 

 

82. Ve kavminin cevabı, "onları kasabanızdan çıkarınız, çünkİ onlar fazla temizlikte bulunan insanlardır" demekten başka olmadı.

82.         Bu mübarek âyetler de Hz. Lut'un irşatlarını kabul etmeyen beyinsiz kavminin o muhterem zata karşı takınmış oldukları tavrı bildirmektedir. Ve Hz. Lut ile ona imân edenlerin kurtulduklarını, muhaliflerin de lâyık oldukları korkunç âkibete eriştiklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Lut'un o güzel uyansını kavmi kabul etmediler (Ve) o kibirli, beyinsiz (kavminin cevabı) birbirine hitaben ("onları) o Lut ile ona tâbi olanları (kasabanızdan çıkarınız) onları aranızda bırakmayınız, (çünki onlar fazla temizlikte bulunan insanlardır" demekten başka olmadı.) O kavim böyle alay yoluyla saçmalamada bulunmuşlardı. Hz. Lut ile ona tâbi olanlar hakkında "onlar temizlik iddiasında bulunan, sizin hareketlerinizden uzak bulunduklarını gösteren kimselerdir, onların sözlerine iltifat etmeyiniz" demek istemişlerdi. Nitekim birçok kimseler de gayrimeşru hareketlerde bulunurlar, kendilerine bu kötü hareketlerini hatırlatanları da taassub ile, sofulukla, gericilikle itham ederek kendi çirkin durumlarının devamını temin etmek isterler, İşte hakka razı olmayan, gayrimeşru hareketlerin kötülüğünü idrâk edemeyen kimselerin iddiaları bu gibi saçmalıklardan başka birşey değildir.

 

 

 

 

83. Artık biz onu ve ehlini kurtardık, zevcesi müstesna, o geriye kalıp helak olanlardan oldu.

83.  (Artık biz onu) Lut Aleyhisselâm'ı (ve ehlini) kavminden mü'min olanları (kurtardık) azaptan emin kıldık (zevcesi müstesna) çünkü o, Sedum ehline yardım için kâfir bulunuyordu, küfrünü gizlice tutuyordu. Binaenleyh (o) yurdunda (geriye kalıp helak olanlardan) kâfirler takımından (oldu.) o da o kavim ile beraber Allah'ın azabına mâruz kaldı.

 

 

 

 

84. Ve onların üzerlerine bir -azap- yağmuru yağdırdık. Artık bak günahkârların akibeti nasıl oldu.


84. (Ve onların üzerlerine -bir azap- yağmuru yağdırdık.) Şöyle ki: Üzerlerine kibrit ile ateşten yoğrulmuş bir acayip şekilde yağmur yağmış, hepsinin helakin a sebep olmuştur. (Artık bak günahkârların akıbeti nasıl oldu.) Yani: Ey bu gibi müthiş hâdiselerden ibret alacak kabiliyette bulunan insanlar!. Bakınız, düşününüz ki, Cenâb-ı Hak'ka isyan edenlerin âkibetleri ne oluyor, sizler de onların başlarına gelen azaplardan, cezalardan ibret alınız, onlar gibi hareketlerde bulunmaktan sakınınız ki, selâmette kalasınız.

§ Hz. Lut, İbrahim Aleyhisselâm'ın kardeşinin torunudur. Babasının adı "Haran" dır. Hz. İbrahim ile beraber Bâbil diyarından Şam tarafına geçmiş, "Ürdün" nahiyesinde ikâmet etmiş, Humusta bulunan "Sedum" beldesi ahalisine Peygamber gönderilmiştir. Bu ahali ise başka kavimlerin yapmamış oldukları kötülükleri işliyorlardı. Lut Aleyhisselâm'ın öğütlerini dinlemediler. Nihayet Lut Aleyhisselâm ailesi ve inananlarla beraber geceleyin onların içlerinden çıkıp gitti, o kavim ise başlarına yağan müthiş yağmurlar ile, zelzeleler ile mahvolup gittiler, İşte küfrün, kötülüğün müthiş akibetü.

 

 

 

 

 

85. Ve Medyen'e de kardeleri Şuayb'i -Peygamber gönderdik- dedi ki: Ey kavmim!. Allah Teâlâ'ya ibâdette bulunun, sizin için ondan başka Tanrı yoktur. Muhakkak ki, size Rabbinizden apaçık bir delil geldi. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın ve insanlara eşyalarını eksik vermeyin ve yeryüzünde düzeltilmesinden sonra bozgunculuk yapmayın, bu sizin için hayırlıdır, eğer siz inanan kimseler iseniz.

85.      Bu âyeti kerime, Şuayb Aleyhisselâm'ın kavmini Allah'ın birliğine davet etmesini, onlara haksızlıkta bulunmamalarını, bozgunluculuğa çalışmamalarını tavsiye eylemesini ifâde etmektedir. Şöyle ki: Ad kavmine Hud Aleyhisselâm gönderilmişti (Ve Medyen'e de) Şam taraf larındaki Meân diyarında oturan "Medyen" adındaki bir Arap kabilesine de Neseb bakımından (kardeşleri) bulunan (Şuayb'i -Peygamber gönderdik-.)

Onları tevhid dinine, hakka riâyetten ayrılmamaya davet etmesini emrettik. Onlara (Dedi ki: Ey kavmim!.) yalnız (Allah Teâlâ'ya ibâdette bulunun) ondan başka ibâdete lâyık, mâbudluk sıfatına sahip bir zat yoktur. Binaenaleyh (sizin için) de (ondan başka Tanrı yoktur.) bütün mahlûkların yaratıcısı, mabudu ancak o'dür. (Muhakkak ki, size Rabbinizden apaçık bir delil geldi.) Benim peygamberlik iddiamdaki doğruluğumu gösteren büyük bir delil ortaya çıktı, ben de peygamberlik ve hikmet alâmetleri göründü. Artık sizin beni tasdik etmeniz icab etmez mi?. (Artık) Ey kavmim!. Sözlerime itimat ediniz, (ölçüğü ve tartıyı tam yapın) Şahsî menfaatiniz için müşterilere hiyanette bulunmayın, alır verirken fazlayı noksan ve noksanı fazla göstermeyiniz, (ve insanlara eşyalarını eksik vermeyin) (Akar para getiren mülk ve emlâk) gibi şeylerin değerini noksan göstererek sahiplerini zarara sokmayın. Gasb, hırsızlık, rüşvet, hile, yol kesicilik suretiyle insanların mallarını ellerinden almak da bu kabildendir, (ve yeryüzünde) Peygamberler ve onların izlerinden giden zatlar vâsıtasıyle halkın (düzeltilmesinden) kurtuluşa ulaşmasından (sonra) küfr ve isyan ile, insanların haklarına tecâvüz ile (bozgunculuk yapmayın) sosyal hayatı bozmaya cür'et etmeyin, (bu) Size tavsiye edilen husus (sizin için hayırlıdır) sizin dünyevî ve uhrevî fâidelerinizi temin edicidir, (eğer siz inanan kimseler iseniz.) Yani: Siz benim bu sözlerimi, tavsiyelerimi kabul edip beni tasdik eden kimseler iseniz, bu sayede sorumluluktan kurtulursunuz, insanlar arasında itimat kazanarak daha fazla kazanca, servete nail olursunuz. Çünki dindarlığın, doğruluğun meyvesi böyle pek fazladır.

Medyen İbrahim Aleyhisselâm'ın oğlunun adıdır. Bunun torunlarına da Medyen kabilesi ismi verilmiştir. Bunların yaşadıkları kasabaya da bu isim verilmiştir. Bu kasaba Arap yarımadasının kuzey batısının sonunda ve Filistin ile Hicaz arasında ve Ki zildeniz sahilinde bir mevkidir.

 

 

 

 

86.    Allah'a imân edenleri korkutarak ve Allah'ın yolundan alıkoyarak ve onun için eğriliği isteyerek her bir caddede oturmayınız. Ve hatırlayınız ki, siz pek az idiniz, sonra sizi çoğalttı ve bakınız ki, bozguncuların sonu nasıl oldu.

86. Bu mübarek âyetler de Hz. Şuayb'in kavmini inananlara tecavüzden men'etmeye ve kavmine kavuştukları nîmeti hatırlatmasına ve imân edenler ile etmeyenlerin âkibetlerine      dâir beyanlarını bildirmektedir. Şöyle ki: Hz. Şuayb, kavmine karşı öğütlerine devam ederek şöyle buyurmuştu: Ey kavmim!. (Allah'a imân edenlerikorkutarak) İnsanları mü'min olmaktan men ve tehdit ederek (ve) onları (Allah'ın yolundan alıkoyarak) başka yollara saptırmak isteyenlere (ve onun için» o hak yolu için (eğriliği isteyerek) onun eğri büğrü olmasını arzu ederek veya onu halka öyle göstermeğe cür'et eyleyerek (herbir caddede oturmayınız.) Allah'ın dininin saadete kavuşturacak olan yollarından, yani birçok dünyevî, uhrevî hükümlerinden, meselelerinden insanları aldatarak men'etmeye çalışmayınız. (Ve hatırlayınız ki,) Ey Medyen halkı!, (siz pek az idiniz) sayınız, servetini?, kuvvetiniz az iken (sonra) Cenâb-ı Hak (sizi çoğalttı) sizlere bereket verdi, neslinizi, servetinizi artırdı, (ve bakınız ki) Geçmiş ümmetlerden Nuh, Ad, Semud kavimleri gibi tarihte felâketleri yazılı olan cemiyetlerden (bozguncuların sonu nasıl oldu.) onlar ne elem verici âfetlere mâruz kaldılar. Artık siz de onlardan ibret almalı değil misiniz!.

 

 

 

 

 

87. Ve eğer sizden bir gurup, kendisiyle gönderilmiş olduğum şeye inanmışlar ve bir gurup da inanmamışlar ise artık Allah T e âlâ aramızda hükmedinceye kadar siz sabır ediniz. Ve o hakimlerin en hayırlısıdır.

87.    (Ve eğer) Ey kavmim!. Benim peygamberliğini hakkında ihtilâfa düşüp de (sizden bir gurup, kendisiyle gönderilmiş olduğum şeye) dinî, hukukî hükümlere (inanmışlar ve bir gurup da inanmamışlar) beni tasdik etmeyip imândan mahrum kalmışlar (ise artık Allah Teâlâ aramızda hükmedinceye kadar) o iki guruptan mü'min olanları kâfirlerin üzerlerine yardımıyla galip kılıncaya değin (siz sabır ediniz.) bekleyiniz (Ve o) Kâinatın Yaratıcısı (hakimlerin en hayırlısıdır.) çünki hakikaten hâkim olan ancak o'dur. Onun hükmünde adalete asla muhalefet yoktur, hikmet ve menfaata aykırı hüküm vermekten uzaktır. Buna inandık. Binaenaleyh o hikmet sahibi Yaratıcı, mü'min kullarını yüksek derecelere kavuşturur. İnkarcı ve isyancı olanları da çeşit çeşit cezalara uğratır. İlâhî hikmeti bunu gerektirir. Artık siz de biraz bekleyiniz!. Bu korkunç âkibete kavuşa...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes