> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > Al-i Imran Suresi
Sayfa: 1 [2]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Al-i Imran Suresi  (Okunma Sayısı 4112 defa)
31 Ekim 2009, 14:25:55
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #5 : 31 Ekim 2009, 14:25:55 »






101. Ve nasıl küfre dönersiniz ki, sizlerin üzerinize Allah Teâlâ'nın âyetleri okunuyor, ve aranızda da Peygamberi bulunuyor. Artık her kim Allah Teâlâ'ya sığınırsa muhakkak doğru bir yola çıkarılmış olur.

101. Evet... Siz onlara nasıl itaat edersiniz, onların sözlerine nasıl kıymet verebilirsiniz! (Ve) onlara uyup ta (nasıl küfre dönersiniz ki) Allah Teâlâ sizlere hidayet buyurdu, sizleri İslâm şerefine nail kıldı, (sizlerin üzerinize) sizleri aydınlatmak için Rasüli Ekrem tarafından, mazhar olduğu ilâhî vahye dayanan (Allah Teâlâ'nın âyetleri) Kur'ân'ı Kerim'in mübarek beyan I an (okunuyor) bunları dinleyip yüksek tebliğlerini anlıyorsunuz, (ve) özellikle (aranızda da peygamberi bulunuyor) Fahri kâin at, peygamber ve resullerin sonuncusu olan, rahmet ve hidâyetin kendisi bulunan Hz. Mu ham m ed Aleyhisselâm aranızda bulunarak sizleri irşat ve ikaz buyuruyor. Bu halde öyle düşmanların kötü telkinlerine iltifat edilebilir mi? (Artık) ey müslümanlar! O düşmanların sözlerine bakmayınız, başkalarından korkmayın iz, aranızda dini bağını güzelce muhafaza ediniz Allah Teâlâya ilticada bulununuz. Şüphe yok ki (her kim Allah Teâlâ'ya sığınırsa) onun mukaddes dinine s arı I irs a, bütün işlerinde ona iltica ederse (muhakkak doğru bir yola çıkarılmış) hidayete ermiş, selâmet ve saadete kavuşmuş, sapıklık yolundan kurtulmuş (olur.) Artık hangi aklı başında olan bir insan bunun aksini yapabilir.

§ Tarih en sabittir ki: İslâmiyetten evvel Hicaz havalisinde bulunan Eve ile Hazrec kabileleri birbirinin pek şiddetli düşmanı bulunuyordu. Aralarında nice kanlı savaşlar olmuştu. Yevmibüas denilen tarihi bir günleri de vardı. O günkü muharebelerde nice kanlar dökülmüştü. Eve kabilesi galip mevkiinde bulunmuştu. Yahudîler bunların bu savaşlarından istifade eder dururlardı. Vaktaki bu iki büyük kabile İslâm şerefine nail oldu, aralarında güzel bir din kardeşliği oluştu, o eski düşmanca günlerini unuttular, el el e vererek birleşik bir cemiyet haline geldiler, bu sayede selâmet ve saadete erdiler. Fakat İslâmiyet in düşmanları, bunları kıskanmaya başlamışlardı, müslümanların arasına ayrılık düşürmek istiyorlardı, bu düşmanlardan olan "Şaş ibni Kays" namındaki ihtiyar bir Yahudî, müslümanlara karşı hasedi pek ziyade idi. Bir gün Eve ile Hazrec'd en müslüman bir cemaatin el el e vererek görüştüklerini görmüştü. Bunların birbirine muhabbetini, kalben temayülünü, sözlerindeki birlik ve samimiyeti görüp hasedi galeyana gelmişti. Onların yanlarına bir Yahudi gencini göndermiş-, vaktiyle Yevmi Büasdaki kanlı hadiseleri tasvir eden şiirleri okutmuş. Eve ile Hazrec arasındaki o eski düşmanca olayları hatırlatmış, bunun üzerine o iki cemaat arasında birbirine karşı bir çekişme yüz göstermiş, birbirine karşı savaşa kalkışmışlar, her biri kendi kabilesine    mensup olanları toplamış, adeta çarpışmaya başlamışlardı. Bu keyfiyetten haberdar olan Rasüli Ekrem, s al I al I ah ü aleyhi vesellem efendimiz, muhacirler ile ensardan bir zümre yanında olduğu halde onların yanlarına teşrif etmişler: "Ben sizin aranızda bulunduğum halde ve Cenâb-ı Hak sizlere İslâmiyeti ihsan ve kalplerinizi telif buyurduktan sonra cahiliyyete ait iddialara mı kalkışıyorsunuz?" diye beyan buyurmuş, onlar da şeytanın vesvesesine, düşmanlarının hilesine, ifsadına uğramış olduklarını anlayarak uyanmışlar, ağlamışlar, silahlarını atarak birbirine sarılmışlardır.

İşte bu hâdise üzerine bu mukaddes âyetler birer ilâhî nasihat, birer uyanma ve irşat vesilesi olmak üzere inerek şeref vermişlerdir. Bunlar, kendi İslâm milleti için bir yüce uyanma vesilesidir. Evet... Şüphe yok: Müslümanlara lâzım olan odur ki: Aralarındaki din kardeşliğinin kadrini güzelce bilsinler, dünyevî fâni maksatlar dolayisiyle birbirine karşı düşmancasına bir vaziyet almasınlar, dostlarını ve düşmanlarını tanısınlar, düşmanlarının yaldızlı, münafıkça sözlerine aldırmasınlar, parça parça ayrılarak kuvvetlerini zaafa uğratmasınlar, sözleri de, özleri de, gayeleri de bir olsun. Bütün çalışmaları İslâm milletinin birliğine, umumi faidesine, İslâm yurdunun selâmetine yüksemesine yönelik bulunsun. Bu sayede İslâm milleti yaşar, terakkiden terakkiye nail olur, düşmanlarının da gözleri kör olarak zararlı ümitleri suya düşmüş bulunur. Yoksa düşmanların sözlerine bakılır kıymet verilirse, -Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun- İslâm toplumunun perişan bir hale gelmesi, muhakkaktır. Düşmanlar, müslümanları şaşırtmak için neler neler söylerler, İslâmiyet in terakkiye mâni olduğunu mu söylemezler, müslüman unsurları adına ayrılığı, düşmanlık doğuracak yalan sözleri mi uydurmazlar, doğru söz söyleyen, müslümanların iyi niyetli bulunan zatlara teassup, cehalet mi isnat etmezler, ahlâkî faziletler dairesinde yaşamayı asriliğe karşı, aydınlığa aykırı mı saymazlar. Artık bizlere düşen vazife, bu gibi aldatmalara kulak vermemektir, aldanmamaktır. Nitekim vaktiyle Ziya paşa merhum, bu gibi İslâm düşmanlarının haleti ruhiyelerini şu gibi manzumeleriyle teşhir etmiştir:

İsnâdî teassup olunur merdi gayure.

Dinsizlere tevcîhî reviyyet yeni çıktı.

İslâm imiş devlete pa bendi terakki.

Evvel yok idi işbu rivayet yeni çıktı.

Milliyet! nisyan ederek her işimizde

Efkârı firenğe tebaiyyet yeni çıktı.

 

 

 

102. Ey imân etmiş olanlar!. Allah Teâlâ'dan gerçek takva ile sakınınız. Ve siz ancak müslümanlar olduğunuz halde vefat ediniz.

102.    Bu mübarek âyetler, müslümanlara Hak Teâlâ'dan korkmalarını, İslâm dinine güzelce sarılmalarını, İslâm birliğini korumaya çalışıp dünyevî, uhrevî felâketlerden kurtuluşa, hidayet ve saadete nail olmalarını emir ve tavsiye buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey imân etmiş) İslâm şerefine nail olmuş (olanlar) bu nîmetin kadrini biliniz, üzerinize düşen kulluk vazifelerini ifaye çalışınız. (Allah Teâlâ'dan gerçek takva ile) zatı kibriyasına karşı lâyık olan saygı ve hürmetle (sakındılar) zümresinden (olunuz) üzerinize düşen vecibeleri ifa, haramlardan sakınınız. (Ve siz ancak) şirkten uzak, tam bir ihlâs ile yaratıcının birliğine inanmaya devam eden (müslümanlar olduğunuz halde vefat ediniz) siz ölünceye kadar ve ölüm anında yalnız İslâm haleti üzere sebat ediniz, başka bir halet üzere bulunmayınız ki, ebedî selâmet ve saadete ermiş olasınız.

 

 

 

103.     Ve hepiniz Allah Teâlâ'nın ipine sımsıkı sarılınız ve birbirinizden ayrılmayınız. Ve Allah Teâlâ'nın üzerinizde olan nîmetini de hatırlayınız ki, siz birbirinize düşmanlar iken sonra Allah Teâlâ kalplerinizi birleştirdi de onu nîmeti sebebiyle kardeşler oluverdiniz ve sizler ateşten bir çukur kenarında iken sizi ondan çekip kurtardı. İşte Allah Teâlâ âyetlerini sizlere açıklar, tâki hidayete erebilesiniz.

103. (Ve) ey müslümanlar!. (Hepiniz) bir cemiyet halinde (Allah Teâlâ'nın ipine) Kurân-ı Kerim'e, İslâm dinine, ibâdet ve itaate veya cemaati müslimine (sımsıkı sarılınız) hepiniz onun hükümleri, gereği dairesinde hareket ediniz, sakın ayrılığa düşmeyiniz (Ve birbirinizden ayrılmayınız) ehli kitap denilen Yahudîler, Hıristiyanlar gibi veya cahil iye zamanındaki müşrikler gibi ihtilâfa düşmeyiniz, birbirinize arka çevirmeyiniz, birbirinizi düşman telâkki etmeyiniz, birbirinizi e cenk ve cidale kalkışmayınız, hak ve hakikate muhalif hareketlerde bulunmayınız (ve) bununla beraber (Allah Teâlâ'nın üzerinize olan) sizlere lütfen vermiş olduğu sınırsız (nîmeti de hatırlayınız ki) vaktiyle asırlardan beri imândan mahrum (birbirinize düşmanlar idiniz) o vakti birbirinize saldırır dururdunuz (sonra Allah Teâlâ) sizi İslâm nîmetine din kardeşliğine nail kıldı, o sayede (hallilerinizi birleştirdi) sizleri bir kutsî itikada, bir yüce gayede topladı (de onun) o kerem sahibi yaratıcının o pek muazzam (nîmeti sebebiyle) eski düşmanca tavrınızı terkederek hemen (kardeşler oluverdiniz.) İslâm şerefine nail, din kardeşliğine sahip bulundunuz. Özellikle, Eve ile Hazrec kabileleri ki, soy bakımından ana baba bir kardeşler iken birbirine düşman olmuş, aralarında yüz yirmi sene kadar düşmanlık, cenke ve cidal devam etmişken İslâm olur olmaz bu kan dökücü düşmanlıktan kurtularak din kardeşleri olmuşlardı. Bunları düşününüz' (ve) ey İslâm nîmetine nail olanlar!.. (Sizler) İslâmdan önce küfrünüz ve diğer kötü haliniz yüzünden (ateşten bir çukur kenarında) cehennemin kıyısında olup hemen içine düşecek bir vaziyette (iken) Cenâb-ı Hak İslâmiyet sayesinde (sizi ondan) o çukurdan, o ateşin küfründen, (çekip kurtardı) Öyle bir badireden, öyle bir kötü sondan kurtulmuş oldunuz. Elverir ki, İslâmiyetinizi güzelce muhafaza edesiniz. (İşte Allah Teâlâ âyetlerini) kudret ve azametini, lütuf ve ihsanını gösteren delilleri (sizlere) böyle açık beyanlar ile (açıklar) sizin tefekkür ve dikkatinize sunar (ta ki hidayete erebilesiniz) hidayet ve İslâmiyet üzere sabit kadem olasınız, hayır derecelerinin en mükemmeline eresiniz...

§ Bu mübarek âyetler, bizim hattı hareketimizi şöyle tâyin buyurmuş oluyor:

§ 1- Biz müslümanlar için lâzımdır ki, bizimle din birliği olmayan kimselerin dinimiz ve milletimiz hakkındaki yanlış sözlerine iltifat etmeyelim, aramızda ihtilâf ve ayrılık vücude getirecek lâkırdılarına, tavsiyelerine kıymet verip dinlemeyelim.

2  - Biz müslümanlar kendi aramızda birlik ve beraberlik dairesinde yaşıyalım, dayanışmada bulunalım, birbirimize elden gelen yardımlaşmayı yapalım, nifak ve bozuşmadan, düşmanlık ve rekabetten kaçınalım.

3     - Biz Müslümanlar her hangi müşkil bir mesele karşısında kalınca Kur'ân'ı Mübine, hadisi şeriflere, icmai ümmete müracaat edelim. Dünyevî ve uhrevî hayrımızı onlardan bekleyelim. Bütün mukaddesatımıza hürmetten asla ayrılmayalım.

§ Takva: Günahtan sakınmaktır, vacipleri ifa, haramlar...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Al-i Imran Suresi
« Posted on: 20 Nisan 2024, 07:52:38 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Al-i Imran Suresi rüya tabiri,Al-i Imran Suresi mekke canlı, Al-i Imran Suresi kabe canlı yayın, Al-i Imran Suresi Üç boyutlu kuran oku Al-i Imran Suresi kuran ı kerim, Al-i Imran Suresi peygamber kıssaları,Al-i Imran Suresi ilitam ders soruları, Al-i Imran Suresiönlisans arapça,
Logged
31 Ekim 2009, 14:34:50
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #6 : 31 Ekim 2009, 14:34:50 »





121.  Hani bir vakit erkenden ehlinden ayrılmıştım. Müminler için savaşa elverişli mevziler hazırlıyordun. Ve Allah Teâlâ ise hakkiyle işit içidir, hakkiyle bilicidir.

121.     Bu mübarek âyetler, sabır ve takva ile vasıflanan mü'minlere Cenab'ı Hak'kın yardım edeceğine, tersine hareket edenlerinde zararlara uğrayacaklarına dair Uhud vak'asını bir misal olarak göstermektedir. Şöyle ki: Habibim!. Mü'minlere hatırlat... (Hani bir vakit) hicretin üçüncü senesi şevval ayında (eılenden) l uslul; vakti (ehlinden) eşin Âişe radiallahü an han in yanından (ayrılmıştın) dışarı çıkıp cihat tedarikine başlamıştın. (Mü'minler) İslâm mücahitleri (için savaşa elverişli mevziler hazırlıyordun) harb için ne gibi bir vaziyet alınmasını düşünerek es h abı kiramınla danışmada bulunuyordun. (Ve Allah Teâlâ ise) sizin ne söylediğinizi (hakkiyle işit içidir) Ve neler düşündüğünüzü de (hakkiyle bilicidir). Artık hikmetin icabına göre hakkınızda Allah'ın iradesi tecelli eder.

 

 

 

 

122.  O vakit ki, sizden iki bölük dağılmaya yüz tutmuştu. Halbuki onların koruyucusu Cenab'ı Allah'tır. Ve mü'minler ancak Allah Teâlâ'ya tevekkül etmelidirler..

122. (O vakit ki) sizin savaşa başlamış olduğunuz zaman ki (sizden iki gurup) Hazrec kabilesinden Seleme oğulları ve Eve kabilesinden Harise oğulları münafıkların sözüne al d an arak (dağılmaya) harb d en korkarak cihad meydanını terketmeye (yüz tutmuştu.) Öyle münafıkların sözüne bakmalı mıydı?. Bir takım din düşmanlarından korkmalı mı idi?. (Halbuki onların) o iki gurubun, bütün hakikî mü'minlerin muhafızı yardımcısı ve destekçisi (Cenâb-ı Allah'tır.) Artık onlar neden öyle korkup dağılmaya yüz tutsunlar. Onlar Allah Teâlâ'ya sığınmalı değil miydi I er?. (Ve mü'min olanlar ancak Allah Teâlâ'ya tevekkül etmelidirler.) Cenâb-ı H ak'ka itimat edip zafer ve muvaffakiyet! ondan niyaz etmeli, düşmanlarından korkmamalıdırlar. Nitekim Hak Teâlâ Hazretleri kendilerini Bedir gazvesinde büyük bir zafer ve muvaffakiyete kavuşturmuştur. Elverir ki sabır etsinler, takvadan, tevekkülden ayrılmasınlar. § Uhuel gazvesi; İslâm tarihinde detaylı bir şekilde beyan olunduğu üzere Mekke'i Mükerreme'de Kureyş müşrikleri, bazı kabileleri de yanlarına alarak üç bin askerden oluşan bir ordu ile Mekke'i Mü kerem eden çıkmışlar, Medine'i Münevvereye doğru harekete başlamışlardı. Müslümanlar ile savaşta bulunmak istiyorlardı. Rasüli Ekrem, S al I al I ah ü aleyh i Vesellem Efendimiz, durumdan haberdar olunca ashabı kiramı yanına toplamış, danışmada bulunmuştu. En s arı kiramdan birçokları: Yaresulullahl. Medine'den çıkmayalım, biz ne zaman dışarı çıkıp düşman ile karşılaştık ise zarara uğradık, fakat düşman ne zaman bizi kuş attıysa o mağlûbiyete uğradı, demişler. Münafıkların reisi olan Abdullah ibni Übeyyibni Selûl dahi bu görüşte bulunmuştu. Diğer bir kısım zatlar da Yaresulullah!. Müsaade buyur biz o köpeklere karşı çıkalım, kendilerinden korktuğumuzu sanmasınlar dediler.

Rasüli Ekrem Hazretleri ise: Ben rüyamda bir takım sığırların boğazlandığını gördüm, hayır ile yorum I ad im, ve kılıcımda bir gedik açıldığını gördüm, onu da bir hezimet ile yorum I ad ı m, ve arkama kuvvetli bir zırh giydiğimi gördüm, onu da Medine ile yorumda bulundum. Artık uygun görürseniz Medine'de kalalım, düşmanlara karşı çıkmayalım, diye buyurdu. Fakat Bedir gazvesinde bulunmak şerefine ulaşamayan bir kısım zatlar da: Yaresulullah!. Bizimle Medine dışına teşrif et, cihattan geri kalmayalım, diye ısrar ettiler. Bunun üzerine Rasüli Ekrem Hazretleri han e'i saadetine gitti, savaşa ait elbisesini, silâhını giyinip kuşandı, cihat için hazır bir hale geldi. Vaktaki; o zatlar bu hali gördüler: Kendilerinde bir pişmanlık yüz gösterdi, biz Resûlüllaha nasıl olur da böyle yol gösterebiliriz, dediler ve Resûlullah'a müracaat ederek: Yaresulullah!. Sen neyi uygun görüyorsan onu yap diye itirazda bulundular. Rasüli Ekrem Hazretleri de buyurdu ki: Bir peygambere lâyık değildir ki, harb elbisesini giyindikten sonra düşman ile vuruşmada bulunmadan onu çıkarıversin.

Artık cuma namazından sonra Medinei münevvere'den dışarı çıkıldı. U h u el dağı civarında vaziyet alındı. Rasüli Ekrem Efendimiz, Abdullah ibni Cübeyri bir takım mücahitlerle beraber oradaki bir vadinin korunmasıyla görevlendirdi, oradan düşmanların baskın yapmaları düşünüldüğünden siz buradan ayrılmayınız, şayet düşman gelirse onları oklarınızla karşılayınız, ta ki bizim arkamızdan hücum edebilmesinler. Siz buradan asla ayrılmayınız, bizim arkamıza düşmeyiniz. Düşmanlar sizi burada görürlerse geri döner giderler diye buyurdu. Vaktaki Uhud sahasında müslümanlar ile düşmanları karşı karşıya geldiler, İslâm ordusunda bulunan münafık Abdullah ibni Übey, arkadaşlarına dedi ki. Mu ham m ed -Aleyhisselâm- düşmanlarına karşı sizinle zafer elde edecektir. O halde siz müslümanların düşmanlarını görünce bozguna uğrayınız ki, o müslümanlar da size bakar bozguna uğrarlar, savaş müslümanların aleyhine olmuş olsun. Gerçekten de iki kuvvet çarpışmaya başlayınca İslâm ordusundaki o münafıklar bozguna uğradılar. Sayıları üç yüz kadar idi, geri kalan yedi yüz kadar İslâm mücahitler! yine harbe devam edip düşmanları olan müşrikleri bozguna uğrattılar. Fakat Uhud vadisindeki İslâm muhafız kuvveti, düşmanların bu bozgunundan haberdar olunca bulundukları mühim mevki bıraktılar, düşmanı takip etmek istediler. O vadide bulunan düşman kuvvetleri bundan istifade ederek İslâm ordusunu arkasından kuşattılar, kanlı muharebeler oldu, Hz. Hamza gibi kahraman mücahitler şehit düştü. Birçok İslâm askerleri dağılıp Resûlullah'ı yalnız bıraktılar, mübarek yüzü yaralandı, mübarek bir dişi de kırıldı, yanında yalnız Ebubekir, Ali, Ab bas, T al ha, ve S ad hazretleri gibi birkaç zat sebat edip kalmışlardı.

Rasüli Ekrem'in şehit edildiği haberi yayılmıştı. Fakat en s arı kiramdan bir zat, Rasüli Ekrem'i yaşıyor görüp sevinmiş, müslümanlara karşı: İşte Resûlullah, elhamdülillah yaşıyor diye nida etti, bunun üzerine muhacirinden ve en s ardan olan erler, tekrar Resulûllah'ın etrafında toplandılar, bundan haberdar olan düşman kuvvetleri de korkarak dağıldılar, Mekke yolunu tutup gittiler.

İşte Kur'ân'ı Kerim bu tarihî hadiseyi müslümanlar için bir uyanma dersi bir manevî terbiye olarak göstermiş oluyor. Resulûllah'ın görüşüne aykırı temennilerin, hareketlerin korkunç neticelerini bildiriyor. Komutanın emrine muhalefet ederek korumakla emrolundukları yerleri terkedenlerin ne elem verici mağlûbiyetlere sebebiyet vereceklerini anlatıyor. Sabır ve sebattan Allah Teâlâ'ya ve Yüce Peygamberine itaattan ayrılmayanların da nice muvaffakiyetlere ulaşacaklarına işaret buyuruyor.

 

 

 

123. Ve şüphe yok ki, siz kuvvetsiz bir halde iken Allah Teâlâ size Bedirde yardım etti, artık Allah Teâlâ'dan korkunuz, ta ki şükretmiş olasınız.


123.        Bu mübarek âyetler, sabır ve sebat gösteren, Allah'a güvenip takva sahibi olan müslümanları Cenâb-ı Hak'kın ne büyük yardımlara ulaştıracağım. Bedir gazvesini bir örnek göstererek beyan etmektedir..

Şöyle ki: Ey müslüman cemaati! Ey Uhud gazvesinde bulunan mücahidler. Sabır ve sebattan ayrılmayınız, Cenâb-ı Hak'tan korkup daima ona sığınınız. Sabır ve sebat gösterip, Hak Teâlâ'dan korkan ve O'na sığınan zatların ne kadar ilâhî korumaya mazhar olduklarını düşünün (ve) özelikle Bedir gazvesinde (şüphe yok ki, siz) ey İslâm mücahitleri! (kuvvetsiz) sayınız az, silâhınız, malınız noksan (bir halde iken Allah Teâlâ size Bedirde) oradaki harp meydanında (yardım etti) sizi düşmanlarınıza galip getirdi. (Artık) bunu düşününüz (Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun düşmanlarıyla karşılaşınca sebat edip durunuz, onlardan korkarak dağılmayınız. (Tâki) bu sebat ve takvanız ile Cenâb-ı Hak'ka (şükretmiş) vazifesini yapmış kullar (olasınız.) Böyle nîmete karşı şükürde bulunmak, nîmetin devam etmesine ve artmasına vesile olur. Artık bu şükran vazifesini güzelce yerine getirmeye çalışmalıdır.

 

 

 

 

124.  O vakitte idi ki, sen mü'minlere diyordun ki: Rabbinizin indirmiş olduğu üç bin melek ile size yardım etmesi size yetmez mi?

124.   Habibim! Hatırla (o vakitte) o Bedir savaşı anında (idi ki sen mü'minlere) beraberinde bulunan eshabı kiramına kalplerini tatmin ve sebatlarını temin etmek için (diyordun ki:) Ey mücahitler! Düşmanla karşılaştığınız zaman (Rabbinizin) ordugâhımıza yüce katından (indirmiş olduğu üçbin melek ile size yardım etmesi) düşmanlarınıza galip gelmek ve onların eziyetlerine tehammül edebilmeniz için (size yetmez mi?) elbette eder.

 

 

 

 

125.  Evet... Sabrederseniz ve sakınırsanız, onlar da ansızın üzerinize gelecek olurlarsa Rabbiniz size beş bin nişanlı melekler ile imdat edecektir.

125. (Evet...) Öyle ruhanî bir imdat manevî bir kuvvet size fazlasıyle yeter. Sizin azlığınıza, düşmanın ise çokluğuna bakıp da zaferden ümidinizi kesmeniz asla doğru olamaz. Bununla beraber (sabrederseniz) cihad meydanında sebat gösterir iseniz (ve) galibiyeti Cenâb-ı Haktan bekleyerek ondan (ittikâ ederseniz) ancak ondan korkup sakınırsanız (onlar da) o düşmanlar da o harp saatinde (ansızın üzerinize) hücum edip (gelecek olurlarsa Rabbiniz) de (size) Ey İslâm mücahitleri! (beşbin nişanlı) alameti! (melekler ile imdat edecektir). Gerçekten de, o mübarek mücahitler sabır ve sebat etmiş, Cenâb-ı Hak'ka sığınmış, yüce melekler de Hz. Cibril'in komutasında insan mücahitleri şeklinde zuhur ederek cihadafiilen iştirak etmişlerdi.

§ Bedir gazvesi: Bu gazve hicreti nebeviyenin ikinci senesi ramazanı şeref inde vuku bulmuştu. ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ekim 2009, 18:33:44
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #7 : 31 Ekim 2009, 18:33:44 »





141. Ve Allah Teâlâ imân edenleri seçmesi ve kâfirleri helak eylemesi içindir.

141.  (Ve) öyle muhtelif günlerin, hâdiselerin insanlar arasında dönüp dolaşması bir de (Allah Teâlâ imân edenleri seçmesi) onları kendilerine isabet eden belâlar sebebiyle günahlardan tertemiz kılması içindir. (Ve kâfirleri) de (helak eylemesi içindir) bilâhare onları da, onların eserlerini de yok edip kendilerini cehennem azabına kavuşturması hikmetine dayanmaktadır. Binaenaleyh: Kâinatın yaratıcısının her yarattığı şey bir hikmet ve fayda gereğidir.

 

 

 

 

142.  Yoksa cennete girevereceğinizi mi sanıverdiniz? Allah Teâlâ sizden cihad edenleri ayırd etmedikçe ve sabredenleri belli buyurmadıkça.

142.        Bu mübarek âyetler. Bedir muharebesinde bulunmadıklarından dolayı üzülen bazı müslümanların bilâhare Uhud gazvesinde sebat ederek sevaba ulaşıp, üzüntüden kurtulmaları lâzım gelirken bu Uhud gazvesinden kaçındıkları için haklarında bir kınamayı içermektedir. Şöyle ki: Ey Uhud gazvesinde yenilmiş olan İslâm erleri! Siz (yoksa) bir nîmet yurdu, keramet yurdu bir darı keramet olan (cennete) öyle kolaylıkla hemen (girivereceğinizi mi sanıverdiniz?) Elbette onu sanıvermemişsinizdir. (Allah Teâlâ sizden cihad edenleri) kulları arasında (ayırd) edip davalarında sadık olduklarını izhar (etmedikçe ve) savaş sahasında düşmanlarına karşı (sabır) ve sebat (edenleri belli) seçkin (buyurmadıkça) evet... Siz hak yolunda öyle bir fedakârlıkta bulunmadıkça cennete girivermeğe lâyık olduğunuzu sanıvermezsiniz. Binaenaleyh Allah'ın emrine uyup. Yüce Peygamber'e hakkiyle bağlanarak din uğrunda fedakârlıktan kaçınmayınız ki, cennete girmeye lâyık olasınız.

 

 

 

 

143.  Andolsun ki, siz ölümü onunla karşılaşmadan evvel temenni ediyordunuz. İşte siz bekleyip durduğunuz halde onu görü verdiniz.

143.      Ey Bedir gazvesinde hazır bulunmamış olan İslâm erleri! (Andolsun ki) yüce varlığıma yemin ederim ki: (Siz ölümü) ölüme sebep olabilen savaşı, Bedir gazvesi gibi bir hadiseyi (onunla) öyle bir cihad ile (karşılamadan) ondaki zorlukları, fedakârlığı görmeden (evvel temenni ediyordunuz) tâ ki siz de o Bedir mücahitleri gibi sevaba, mükâfata erişesiniz (işte sız) öyle bir cihadı (bekleyip durduğunuz halde) arzunuz doğrultusunda (onu) o cihadı, o Uhud gazvesini bakıp (görüverdiniz) savaş için orada hazır bulundunuz. Artık ne için arzunuza aykırı hareket ettiniz? Ne için savaştan korkup kaçıverdiniz? Kısacası: İnsan, sabırlı, ve kudretli olmalıdır. Hayırlı işlerde sebat etmelidir. Hak yolunda fedakârlıktan kaçınmamalıdır, fâni bir hayat için ebedî bir saadeti terk etmemelidir. Cenab'ı Hak'kın cennetine, ve Allah'a ulaşmak için i c ab ettikçe her türlü fedakârlıklarda bulunmalıdır.

 

 

 

 

 

144.   Ve Mu ham m ed de ancak bir peygamberdir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölse veya öldürülse siz gerisin geriye mi dönüvereceksiniz?. Ve her kim gerisin geriye dönerse elbette Allah Teâlâ'ya hiçbir zarar vermiş olamaz. Ve Allah Teâlâ şükreden I ere mükâfat verecektir.

144. Bu âyeti kerime de Uhud gazvesindeki yenilgiye sebebiyet vermiş olan bir kısım İslâm erleri hakkında bir kınamayı içermektedir ve bütün müslümanlar için uyanışa vesile        olacak bir hakikati bildirmektedir. Şöyle ki: Ey bütün müslümanlar!. Ve ey Uhud gazvesinde bulunmuş olan İslâm mücahitler!!. Malumdur ki, bütün insanlar bu dünyada geçici bir zaman için yaşarlar, sonra da âh i ret âlemine çıkar giderler. Binaenaleyh Hz. Mu ham m ed de bir mübarek insandır. (Ve Mu ham m ed de ancak bir Peygamberdir) Peygamberlik vazifesine ve şerefine sahiptir. Yoksa ilahlık sıfatına sahip ve ölümden kurtulmuş değildir. (Ondan evvel de) Hz. Muhammed'den önce de nice (peygamberler gelip geçmiştir) Hz. Adem'den Hz. Muhammed'in zamanına kadar dünyaya gelmiş olan bütün peygamberler bilahara vefat edip ebediyet âlemine göç eylemişlerdir. Böyle bir akıbet, yalnız Hz. Muhamed'e mahsus değildir. Binaenaleyh (eğer o) Hz. Mu ham m ed de vakti gelip t e (ölse veya) faraza düşmanları tarafından (öldürülse siz) ümitsizliğe düşerek (gerisin geriye mi dönüvereceksiniz?) Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun dinden mi döneceksiniz? Cahiliyet haline mi geri gideceksiniz? Böyle bir hareket hiç caiz makul, sizlere lâyık olur mu?. (Ve) bununla beraber (her kim gerisin geriye dönerse) tekrar küfür ve şirke dönerse kendisinin zararına, helakin a, hizmet etmiş olur. (Elbette Allah Teâlâ'ya hiç bir zarar vermiş olamaz). Cenâb-ı Hak kimsenin imanına hâşâ muhtaç değildir. İmândan mahrum kalan, küfür ve inkâr halinde yaşayan kimseler kendilerini zararlara, felâketlere düşürmüş olurlar. (Ve Allah Teâlâ) kerimdir rahimdir. Sırf ilâhî yardımının gereği olmak üzere (şükredenlere) elde ettikleri imânın değerini bilip Cenâb-ı Hak'ka şükürlerini arz edenlere dünyada da, âhirette de (mükâfat verecektir). Artık aklı başında olan bir insan, bunu düşünmelidir. Cenâb-ı Hak'kın mükâfatına kavuşmayı en yüce bir gaye bilmelidir. Bunun aksine hareket edenler kendilerini ebedî felâketlere uğratmış olurlar.

Evet!. Cenâb-ı Hak'kın hiç bir kimseye ihtiyacı yoktur. Fakat maddî ve manevî nice ihtiyaçlar içinde yaşayan insanlar, kendi hayatlarını, kendi istikballerini düşünmeli, İslâmiyet nîmetinin değerini bilmeli, o sayede istikballerini temin etmiş bulunmalıdırlar. Bundan başka kurtuluş çaresi yoktur. Artık Uluıd gazvesinde Rasüli Ekrem'in şehit düştüğüne dair düşmanların uydurma şayialarına bakıp dacihad meydanından ayrılmış olan bir kısım İslâm erlerinin bu hareketleri de elbette uygun değildir. Bilâkis Rasüli Ekrem Efendimiz şehit düşmüş olsa idi yine İslâm mücahitlerinin Allah yolunda cihada devam etmeleri lâzım gelirdi. Nitekim ashabı kiramdan En es ibni Nadr böyle hareket etmiş "Rasüli Ekrem şehit düştü ise Rabbi bakidir; dini yaşamaktadır" diyerek şehit oluncaya kadar düşmanlara kılına ile saldırıp durmuştur. Ve yine vaktiyle birçok peygamberler vefat etmiş oldukları halde bir kısım ümmetleri onların izlerini takip edip durmuşlardır, geri dönmemişlerdir. Allah'a ham d olsun ki İslâm milleti peygamberin vefatından beri asırlarca dini İslâm'a sarılarak müslümanlıklarını muhafazaya çalışmışlardır. Bunun aksine hareket, müslümanlar için bir felâkettir, bir ebedî helaktir. Cenab'ı Hak cümlemizi uyanıklıktan ayırmasın, âmin...

 

 

 

 

145. Ve hiç bir kimse için Allah Teâlâ'nın izni olmadıkça ölmek yoktur. O vadesi tâyin edilmiş bir yazıdır. Ve her kim dünya menfaatini dilerse ona ondan veririz. Ve kim âh i ret sevabını isterse ona da ondan veririz. Ve şükreden I eri elbette mükâfatlandıracağız.

145.   Bu âyeti kerime de takdir edilen şey her ne ise mutlaka meydana geleceğini, binaenaleyh savaştan kaçmanın böyle takdir edilen bir şeye manî olamıyacağını

göstermektedir. Şöyle ki: Bütün tabiat olayları Cenâb-ı Hak'kın kazasına ve kaderine tabidir. Hiçbir hâdise kendi kendine meydana gelemez. (Ve hiç bir kimse için Allah Teâlâ'nın izni) kazası, dilemesi, ruhları alması için ölüm meleğine müsaadesi (olmadıkça ölmek yoktur) öyle muharebe meydanına atılmakla vesaire ile hemen ölüneceğine hü km edil em ez. (O) ölüm (vadesi) vukua geleceği zaman (tâyin edilmiş) I evhı mahfuzda t es bit olunmuş (bir yazıdır) Cenâb-ı Hak bunu belirli bir vakte tahsis buyurmuştur, herksin ömür müddeti yazılmış bulunmaktadır. Binaenaleyh muharebede sebat etmek herhalde ölüme sebep olamaz. Muharebeden kaçınmak da insanı herhalde ölümden kurtaramaz. (Ve her kim) yaptıkları işler karşılığında (dünya menfaati) dünyevî meyveleri (dilerse ona) o kimseye (ondan) o dilediği dünyevî menfaatten takdir edilen miktarı (veririz) onu o menfaatten hikmet ve fayda gereğince faydalanırız. (Ve) her (kim de) kendi amelleri karşılığında (âh i ret sevabını) sonsuz olan uhrevî mükâfatı (isterse önada ondan) o uhrevî sevaptan, mükâfattan büyük bir miktar (veririz.) Onu bu hayırlı arzusuna kavuştururuz. (Ve şükredenleri de) kavuştukları nîmetlere karşı şükran vazifesini yerine getirenleri de (elbette mükâfatlandıracağız.) Binaenaleyh insan daima en hayırlı şeyleri temenni etmelidir, o uğurda çalışmalıdır ve kavuştuğu nîmetlerden dolayı da Cenâb-ı Hak'ka ham d ve şükür edip durmalıdır. Ebedî mükâfatlara ulaşmak için bundan başka yol yoktur. § Bu âyeti kerime de Uluıd gazvesinde ganimete ulaşmak için muhafaza etmekle görevlendirildikleri noktayı terketmiş olan bir kısım İslâm erleri hakkında nazil olmuştur.

146. Ve nice peygamberler ile beraber birçok âlimler, savaşta bu-lundular da Allah yolunda kendilerine isabet eden şeylerden dolayı ne gevşediler ne zaafa düştüler, nede baş eğdiler. Allah Teâlâ ise sabredenleri sever.

146.   Bu mübarek âyetler de Uluıd gazvesinde bozguna uğramış olan bir kısım İslâm erlerine ve bütün İslâm mücahitlerine geçmiş peygamberlerin ve onların ashabının cihad meydanlarındaki s ab r ve sebatlarını, dua ve niyazlarını ve bunun meyvesi olarak ulaştıktan büyük muvaffakiyetler! uyulması gereken örnek bir davranış ve bir teşvik vesilesi olmak üzere açıklamaktadır. Şöyle ki: (Ve) geçmiş peygamberlerden (nice peygamberler) ve onlar (ile beraber birçok âlimler) o peygamberlerin ashabından bulunan ve kendilerine rebbaniyyün denilen bir nice hayırlı, takva sahibi ve fakih zatlar veya bir çok cemaat (savaşta bulundular ve Allah yolunda) Allah'ın dini uğrunda kendilerine isabet eden yara ve öldürülme gibi (şeylerden dolayı ne) korkup, usanıp (gevşediler ne de) bu mücadele yüzünden (zaafa düştüler ne de) düşmanlarına karşı tembellik g...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ekim 2009, 18:40:39
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #8 : 31 Ekim 2009, 18:40:39 »





161.      Bir Peygamber için emanete hiyanet etmek doğru olamaz. Her kim hiyanet ederse o hiyanet ettiği şey ile kıyamet gününde gelir. Sonra her şahsa kazanmış olduğu şey  ödenir ve onlar zulm olunmazlar.

161.    Bu âyeti kerime de bütün Peygamberlerin hiyanetten. Peygamberlik vazifesine aykırı olan şeylerden uzak olduklarını bildirmekte ve herkesin kendi ameline göre mükâfat veya ceza göreceğini t enbih etmektedir. Şöyle ki: Herhangi (bir peygamber için emanete) ganîm et mallarına vesai reye (hiyan et etmek) onları hak edenlere vermeyip benimsemek, hakikati gizlemek (doğru) adalete uygun, peygamberliğin şanına lâyık (olmaz) binaenaleyh Son Peygamber Hz. Muhammed'den de böyle h i eşeyin meydana gelmesi düşünülemez. (Her kim hiyanet eder) de kendisine ait olmayan bir şeyi gasb eder ve gizlerse, üzerine düşen vazifeyi yerine getirmekten çekinir (se o hiyanet ettiği şey ile) beraber, onu veya onun günahını boynuna yüklenerek (kıyamet gününde) ceza mahkemesine (gelir) o kötü davranışı herkese duyurulur, onun cezasına kavuşmuş olur. (Sonra) o kıyamet gününde (her şahsa) dünyada iken (kazanmış olduğu) iyi veya kötü şey ne ise o (şey ödenir) kendisine ya mükâfat veya ceza verilir. İşte hiyanet sahiplerinde de bu hareketlerinin cezası verilecektir. (Ve onlar) öyle kıyamet sahasına sevi'edilecek kimseler (zülmolunmazlar) onlardan itaat etmiş olanların sevabı azaltılmaz, âsi olanların azapları da arttın I m az. Onlar hak ettikleri ceza ne   ise ona kavuşmuş olurlar. Artık ona göre düşünmeli!

§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bir rivayete göre Bedir gazvesinde ganîm et malları arasında bulunan bir kırmızı kadife kaybolmuştu. Münafıkların bazıları: Bunu Resülullah almış olmalıdır, demişler. Onları yalanlamak için bu âyeti kerime nazil olmuştur.

Diğer bir rivayete göre bu âyeti kerime ilâhî vahiy hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak'kın Yüce Peygamber'ine vahyetmiş olduğu şeyler onun yanında birer ilâhî emanettir. Artık Hz. Peygamberin o vahyedilen şeylerden her hangi birini bir korkudan veya bir dalkavukluktan veya bir şeye rağbetten dolayı saklaması, tebliğ etmemesi asla caiz değildir, ve peygamberliğin şanına yakışmaz. Halbuki, bazı müşrikler, Rasûli Ekreme müracaat ederek kendi dinlerinin, kendi tapındıkları putlarının aleyhindeki âyeti kerimeyi yaymamasını ve tebliğ buyurmamasını istemişler. Bunun üzerine bu âyeti kerime inmiş, bir Peygamber için tebliğ etmekle görevli olduğu bir hakikati gizleyip tebliğ etmemek, Allah'ın dinine karşı bir hiyanet mahiyetinde bulunacağından onun caiz olmaması bu şekilde ifade edilmiştir.

 

 

 

162.  Ya Allah Teâlâ'nın rızâsına tâbi olan kimse. Allah Teâlâ'dan müthiş bir gazapla dönen ve durağı cehennem bulunan kimseye benzer mi? Ne fena bir dönüş yeri.

162.       Bu mübarek âyetler, Cenâb-ı Hak'ka itaat edenler ile, etmeyenlerin meselâ, cihada iştirak etmiş olanlar ile olmayanların, emanete hiyanet etmiş bulunanlar ile bulunmayanların aralarındaki farka işaret etmektedir. Şöyle ki: (Ya Allah Teâlâ'nın) dinine riayet eden ve onun azabından korkup (rızâsına tabi) onun emirlerine boyun eğen, onun yasakladığı şeylerden, meselâ ganîm et malına hiyanetten, ve diğer haklara tecavüzden uzaklaşmış (olan kimse) işlediği günahlar, hiyan et I er sebebiyle (Allah Teâlâ'dan müthiş bir gazabla) cezaya uğrayan zarar ve ziyan içinde lâyık olduğu ceza yurduna (dönen) âh i ret âlemine intikal eden (ve) orada (durağı) ikametgâhı (cehennem bulunan kimseye benzer mî?) elbette benzemez. O cehennem (Ne fena bir dönüş yeri) bulunmaktadır. Bu âyeti kerime de Rasûli Ekrem'in ganîm et malından herhangi birşeyi benimsemiyeceğine işaret ederek onun kadrinin yüceliğine işaret etmektedir.

 

 

 

 

163.  Onlar Allah Teâlâ'nın katında derece derecedirler. Ve Allah Teâlâ yaptıkları şeyleri hakkiyle görücüdür.

163. (Onlar) insanlar, kabiliyetleri, hareket tarzları, Hak'ki gözetici olup olmamaları itibariyle (Allah Teâlâ'nın katında) onun manevî katında, onun hüküm sahasında (derece derecedirler) farklı mertebelerde bulunmaktadırlar. Sevaba ulaşma ve cezaya uğrama itibariyle de dereceleri mertebeleri farklıdır. (Ve Allah T eâlâ) o insanların bütün (yaptıktan şeyleri) ezelî ilmiyle bilmektedir. Ve onları (hakkiyle görücüdür.) Binaenaleyh herkes Allah'ın yanında lâyık olduğu mükâfat ve cezaya kavuşacaktır. Artık daha fırsat elde iken hakikî istikbali temine çalışmalıdır. Bilginlerin de açıklamasına göre insanların ruhları çeşitlidir, farklı derecelere sahiptir. Bazıları zekidir, bazıları ahmaktır, bazıları parlak, nuranidir, bazıları da bulanık, karanlıktır, bazıları değerlidir, bazıları da değersizdir. Bütün bu ihtilaflar bedenî meydana getiren unsurlardan değil, ruhların mahiyetindeki farklılıktan doğmaktadır.

Nitekim bir hadisi şerifte de: Yâni: İnsanlar altın ve gümüş mâdenleri gibi madenlerdi

Kabiliyetleri, özellikleri farklıdır.

Kısacası temiz bir ruha, güzel bir itikada, hayırlı amellere muvaffak olanların dereceleri Allah katında pek yücedir. Hilâfına hareket edenlerde cehennemin en alt tabakasına atılacak, lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır. Cenab'ı Hak cümlemize uyanıklıklar nasip buyursun. Âmin...

164. Andolsun ki, Allah Teâlâ mü'minlere Iütufda bulundu. Çünkü içlerinde kendilerinden bir peygamber gönderdi ki: Onlara Hak Teâlâ'nın âyetlerini okuyor ve onları temizliyor ve onlara kitap ve hikmeti öğretiyor. Halbuki bundan evvel apaçık bir dalâlet içinde bulunmuş idiler.

164. Bu âyeti kerime, Rasûli Ekrem'in yaratılışının yüceliğini ve bütün insanlık için ne büyük bir hidayet rehberi olduğunu bildiriyor, kendisine tâbi olanların ahlâk ve hareketlerini düzeltme ve yüceltme de ne kadar gayret gösterdiğini ifade etmektedir. Artık o büyük fazilet ve olgunluklarla donatılmış olan Yüce Peygamber'in ganîm et malı benimsemeye tenezzülden ve diğer şahsî menfaatler takibinden uzak olduğuna da şöylece işaret etmektedir. (Andolsun ki: Allah Teâlâ mü'minlere I üt uf t a bulundu) Yâni: İmân şerefine ulaşan, Rasûli Ekrem'e uyan, onun kadrinin yüceliğini itiraf eden zatlara lütuf ve ihsanda bulunmuş oldu. (Çünkü içlerinde kendilerinden) kendi cinslerinden veya kendileriyle aynı soydan olan zatlardan (bir peygamber gönderdi ki) Yâni Hz. Muhammed'i yüce bir Rasûl olarak gönderdi ki, onun ne kadar ahlâkî olgunluklarla vasıflanmış olduğunu gördüler, onun ne büyük bir soy şerefine, şahsî üstünlüklere sahip olduğunu bilip anladılar. Ve öyle bir Yüce Peygamber ki (onlara) o gönderildiği zatlara (Hak Teâlâ'nın âyetlerini) Kur'ân'ı Kerim'i (okuyor) halbuki, onlar vaktiyle cahil iye ehlinden idiler, kulaklarına böyle ilâhî vahiyden birşey çarp mam işti. (Ve onları temizliyor) onları kötü özelliklerden, bozuk akidelerden temizliyor (ve onlara kitap ve hikmeti öğretiyor) onlara Kur'ân'ı Kerim'i ve peygamberin sünnetini öğretiyor. Telkin ediyor, onların nazarî kuvvetlerini, amelî kuvvetlerini artırmaya yardım ediyor. Bu sayededir ki, asırlardan beri cehalet, mahkûmiyet içinde kalmış olan arap kavminden, âlim, fazıl, her şekilde aydın âlemin, nizamını bilen, içtimaî, siyasî, idarî hikmet ve faydaları idrâk eden seçkin bir ümmet meydana geldi, en kuvvetli bulunan Fars ve Rum kavimlerine galebe çaldılar. (Halbuki) bu İslâmiyet i kabul edip imân nîmetine ulaşan zatlar (bundan evvel) Rasûli Ekrem'e imân etmeden ve tabi olmadan önce (ap açık) şüphe edilemiyecek bir şekilde (dalâlet içinde bulunmuş idiler) imândan, hidayetten mahrum, başka milletlerin zulüm ve hakimiyeti altında perişan, kalkınmadan ilim ve irfandan nasipsiz olarak yaşıyorlardı. Artık Yüce Peygamberimizin bu pek yüce ve eşsiz başarılarını güzelce düşünerek kendisine bağlılığımızı teşekkürlerimizi arttırmağa çalışmalıyız. S al I al I ahu Teâlâ aleyhi vesellem.

§ Hz. Peygamber'in gönderilmesinden evvel Arabistan'ın hâli: Vaktiyle dünyanın her tarafı gibi Arabistan'da cehalet içinde kalmıştı, halk, hakikî dinden ahlâkî faziletlerden ayrılmış, parça parça olmuş, putlara, insanlara tapılmakta bulunulmuştu. Halk arasında içki, kumar, fuhşiyat gibi şeyler pek çoğalmıştı. Hele Arabistan pek acınacak bir halde idi. Araplar arasında bazı şairler, ve edip kimseler yetişmişti. Fakat bunlar sayılı olmakla beraber çeşitli ilim ve fen I eri e yetiştirilmiş değildirler, yazı yazmaktan bile acizdiler, aralarında şiddetli bir düşmanlık da vardı. Kabileler daima birbiriyle çarpışıp dururlardı. Allah'ın birliğini bırakmışlardı. Bütün hadiseleri çeşitli ilâhlara, putlara, isnat ederlerdi. Güneşe, aya, yıldızlara ve bazı meşhur şahıslara taparlardı, melekleri Allah Teâlâ'nın kızları diye tanırlardı. Kabe'i Muazzam a' d a (360) put bulunuyordu. İşte Yüce Peygamber'imiz Arabistan'ı bu halde bulmuştu. § Resulûllah'ın pek yüksek varlığı: Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü vesselam efendimiz, milâdın 571 inci senesinde Mekke-i Mükerreme'de dünyaya gelmiştir. Kendisi Ku reysin kabilesinin Al i ha; im ailesindendir. Bu en soylu bir ailedir. Hz. Peygamber daha doğmadan iki ay önce muhterem pederî Abdullah vefat etmekle yetim kalmıştı, dünyaya gelişinden altı sene sonra da muhterem validesi Hz. Âmine vefat etmiş, Hz. Peygamber efendimiz amcası Ebü T al i b'in yanında kalmıştı. Rasüli Ekrem efendimizin bütün hayatı iffetle, sadakatle, ve temiz bir şekilde geçmişti, Cenâb-ı Hak kendisini korumuştu. Putlara ve diğer batıl şeylere daima muhalif bulunmuş, kendisinden asla yalan, hainlik hak'ka muhalefet görülmemiştir. Kırk yaşına kadar ne bir ilim meclisinde bulunmuş, ne de bir kimseden birşey okuyup yazmış, bu müddet içinde (Ümmî) bulunarak nübüvvet ve peygamberliğe dair mübarek ağ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ekim 2009, 18:47:51
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #9 : 31 Ekim 2009, 18:47:51 »




181. Andolsun ki Allah Teâlâ, "şüphe yok Allah fakirdir, bizler ise zenginleriz" diyenlerin sözünü işitmiştir. Elbette o dediklerini ve Peygamberleri haksız yere öldürdüklerini yazacağız. Ve o yangın azabını tadınız diyeceğiz.

181.       Bu mübarek âyetler de Allah yolunda mallarını i nf aktan kaçınan ve bu husustaki dinî emirler ile alay eden cahillerin kolu aki bet I erin i şöylece açıklamaktadır. (Andolsun ki) yani Yüce Zatıma yemin ederim ki (Allah Teâlâ) dinî emirleri inkâr edip alay yoluyla (şüphe yok Allah fakirdir) bizden borç istiyor, (bizler ise zenginleriz) çünki Allah'a borç vereceğiz, diyenlerin bu (sözünü işitmiştir) onların bu edepsizce lâkırdılarını duyup bilmektedir. (Elbette o dediklerini) Cenab'ı Hak'ka hâşâfakirlik isnat etmelerini (ve) Yahya, Zekeriya gibi mübarek (peygamberleri haksız yere öldürdüklerini yazacağız). Bunları h af aza melekleri vasitasiyle onların amel defterlerinde t es bit ettireceğiz. (Ve) onlara o melekler vasitasiyle (o yangın azabını) o yakıcı cehennem ateşini (tadınız diyeceğiz).

 

 

 

 

182.  Bu, sizin ellerinizin takdim ettiği şey sebebiyledir. Ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ kullarına zulmedici değildir.

182. (Bu) azab (sizin ellerinizin takdim ettiği şey) alay, iftira ve peygamberleri öldürmek gibi cinayetler (sebebiyledir) böyle acıklı bir azaba uğramanız, kendi nefislerinizin kötü   hareketlerinin cezasıdır. 'Ve Şüphe yok ki Allah Teâlâ kullarına zulmedici değildir) ki, onlara zulm yoluyla böyle bir ceza versin. Belki bu cezalar onların günahları

Yüzündendir  Evet... Herkes kendi ameline göre ceza görür. Artık bunu bilmeli, cezayı gerektiren hareketlerden kaçınmalıdır.

§ Bu âyeti kerime de "nefs" yerine "yed" zikredilmiştir. Çünkî insanların en çok amelleri eleri vasitasiyle yapılageldiği için nefis "yed" ile ifade edilmiştir.

§ Zallâm: Çok zulmeden demektir. Cenab'ı Hak bütün zulümlerden uzaktır. Ancak "kullar" mânasına bir çoğu! lâfzı olan "Abîd" karşılığı zikredildiği için böyle mübalâğayı, ve çokluğu ifade eden bir tabir seçilmiştir. Maamanlı zulüm şahsi bir fayda, bir intikam m aks ad iyi e yapılır. O halde fazla zulüm, zulüm yapan için fazlafâide temin etmiş gibi olur. Artık zallâm olmayan, yani şahsı için fazal fâide m aks ad iyi e zulüm yapmayan zâlim de olmamış bulunur. Çünkî fazlafaideyi t erketen az bir menfaati daha kolay t erkeyi er.      Bizde zallâm gibi mübalağa ifade eden kelimeler çok kere mübalâğa için değil, bir nispet ifadesi için kullanılır. Bezzaz (Manifaturacı), attar (Esans satıcısı) gibi ki, b u n I ar d a m ü b al âğ a m an as ı düşünülmüş değildir.

Velhâsıl: Cenâb-ı Hak, her türlü zulümden uzaktır. Onun hakkında zulüm düşünülemez. Bütün kâinat onun mülküdür, onun iradesine bağlıdır, onun adalet ve hikmet dairesinden asla hariç değildir.

"Mülkünde hak tasarruf eder keyfemâyeşâ".

Bu mübarek âyetlerin iniş sebebi hakkında deniliyor ki

= Kimdir o adam ki. Al I ah a güzel bir borç versin

Allah da ona kat kat fazlasıyla ödersin (Bakara, 245) âyeti kerimesi nazil olunca yahudilerden bazıları ve özellikle Huyey ibni Ahtap demişler ki: Allah fakir olmalı ki, bizden borç istiyor! O halde biz ondan zenginiz. Bu alaycı ve edepsizce lâkırdı üzerine bu mübarek âyetler nazil olmuştur. Diğer bir rivayete göre de Hz. Ebubekir, Rasûli Ekrem'in peygamberlikle ilgili bir mektubuyla Beni Kaynuka Yahud'lerinin yanlarına gitmiş, onları İslâmiyet e, namaz kılmaya, zekât vermeye ve Allah için faizsiz borç vermeye davet etmiş. Yahudîler "Fenhas ibni Azura" adındaki bir âlimlerinin yanına toplanmışlardı. Hz. Ebu Bekir bu şahsa da hitaben demiş ki: Cenâb-ı Hak'tan kork, İslâmiyet i kabul et, Hz. Muhammed'in Resûlullah olduğunu, onun mübarek vasıflarını Tevrat'ta görmektesiniz. Artık imân et, tasdik et ve Allah için faizsiz olarak borç ver -yani Allah'ın rızâsı için fakir ve düşkünlere yardım ederek Cenâb-ı Hak'kın sevabına kavuş- ta ki cennete girebil es in, sevabın kat kat olsun.

Bunun üzerine Fenhas cevaben demiş ki: "Ya Eba Bekir!. Rabbimizin bizden borç talebinde bulunduğunu iddia ediyorsun o halde Allah fakir, bizler ise zenginiz. Çünki fakir olan borç talebinde bulunur, Allah bizi faizden menettiği halde kendisi faizli muamelede bulunuyor. Bu m el'ün Fen has'in alaycı ifadesi üzerine Hz. Ebu Bekir onun çehresine bir tokat atmış ve eğer aramızda bir anılaşma bulunmasa idi. Vallahi senin boynunu vururdum, demiş. Fenhas Peygamberin huzuruna koşmuş, bak arkadaşın bana ne yaptı diye söylenmiş, Rasûli Ekrem de durumu Hz. Sıddık'tan sormuş, o da demiş ki: Yaresillallah!. Bu Allah düşmanı büyük bir lâkırdı söyledi, Allah Teâlâ'nın fakir, kendilerinin zengin olduklarını iddia eyledi. Artık Allah için gazab edip çehresine bir tokat vurdum. Fenhas ise sözünü inkâr etmiş, öyle bir söz söylememiş olduğunu iddia eylemiş. Bunun üzerine bu mübarek âyetler nazil olarak o haini yalanlamıştır.

Son derece açıktır ki, Cenâb-ı Hak, hiçbir şeye muhtaç değildir. Onun borç para ve saire alması asla düşünülemez. Onun borç talebinde bulunmasından murat, onun rizası için fakirlere, zayıflara zekât ve sadaka şeklinde yardım edilmesidir, bu sayede sevaplara ulaşmaktır. Bu gibi ifadeler, karşılıklı konuma ve diyalogun i çapların d an d ir. Bunu herkes anlayabilir. Artık bunu yanlış anlar gibi görünerek alaycı lâkırdılarda bulunanlar en ateşli azaplara lâyık değil midirler? İmân ettik lâyıkdırlar. Ve azaba ergeç kavuşacaklardır.

 

 

 

183.   O kimseler ki "şüphe yok Allah bize emretti ki: Ateşin yiyeceği bir kurban getirinceye kadar hiç bir Peygambere imân etmeyel evvel size peygamberler mucizeler ile ve dediğiniz şey ile gelmişlerdi. Artık ne için onları öldürdünüz, eğer siz sadık kimseler iseniz? dediler. De ki: Şüphe yok benden

183. Bu mübarek âyetler de Kur'ân'in açıklamaları ile alay eden alçakların ne durumda olduklarını, ne kadar cinayetlerde bulunduklarını bildiriyor. Onları kınayarak peygamber efendimizi şöylece teselli edior. (O kimseler ki) Muhammedin Peygamberlerini tasdik etmek istemeyen o cahil, o alaycı şahıslardır ki, Hz. Muhammed'e hitaben: (Şüphe    yok ki Allah bize emretti) kitaplarında bize emir ve tavsiye buyurdu (ki ateşin yiyeceği) yakıp kendi tabiatına çevireceği (bir kurban getirinceye kadar) böyle bir mucize gösterinceye kadar f Hiç bir peygambere imân etmiyelim" dediler.) Yüce Resulüm! O inkarcılara (de ki: Şüphe yok benden evvel size peygamberler) bir nice (mucizeler ile ve o dediğiniz) kurban kabilinden (şey ile gelmişlerdi) Zekeriya ve Yahya Aleyhisselâm gibi (artık ne için onları öldürdünüz?.) Ne için onları tasdik etmediniz?. (Eğer siz sadık kimseler iseniz!.) Öyle kurban getirileceği zaman imân edeceğinize dair sözlerinizde sadık iseniz, ne için o peygamberleri tasdik etmediniz de onları öldürdünüz? Neden o mucizelerin görülmesine rağmen yine böyle cinayetleri işlediniz. Evet... Bu inkarcılar, her ne kadar o peygamberleri bizzat öldürmemişler ise de o cinayetleri bunların dedeleri yapmış, kendileri de ona razı bulunmuş olduklarından artık o cinayetleri fiilen kendileri yapmış gibidirler, ve kendilerinde o kötü eğilim mevcuttur...

§          Bu âyeti kerimenin iniş sebebi olmak üzere deniliyor ki: Yahudî reislerinden Keab ibnil Eşref, Malik ibni Seyfi, Huyey Ibni Ahtab, Fen has ibni Azura, Ve h eli ilini Yelıûdâ gibi bir takım kimseler, peygamberin huzuran gelmişler: Ya Mu ham m ed!. -Aleyhisselâm- Sen Allah'ın Rasülü olduğunu iddia ediyorsun, halbuki Allah Teâlâ bize bir kitap indirmiştir ve bize bir söz vermiştir ki: Hiçbir Peygamber'e imân etmeyelim, ta ki bir kurban getirsin de onu gökten inen beyaz bir ateş yakıp yiyiversin. İmdi sen de bunu getirirsen o zaman seni tasdik ederiz demişler, bunun üzerine âyeti kerime nazil olmuştur.

§        Bu kurban m es'el es i hakkında iki görüş vardır: Birisi şöyledir: Vaktiyle Peygamberleri tasdik için böyle bir kurban hadisesinin ortaya çıkması şart koşulmuştu. Bundan ancak Hz. Isa ile peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed   müstesna bulunuyorlardı. Onların gösterecekleri mucizelerin büyüklüğü,      böyle   bir kurban  hadisesine ihtiyaç bırakmıyacaktı. Merhum S ü el el i de bu görüştedir.
ikincisi de şöyledir: Gerçekte bazı peygamberler zamanında bir mucize olmak üzere böyle bir kurban hârikası meydana gelmiştir. Fakat bu da diğer mucizeler kabilinden bir şey idi. Halkın Peygamberlere imân etmeleri böyle bir mucizenin gösterilmesine bağlı değildi. Böyle bir iddiayı bir takım yahudî reisleri kendilerinden ortaya atmışlardır. Bu bakımdan bu iddia, hakikate aykırıdır.

 

 

 

184. İmdi seni yalanlarsa şüphe yok senden evvel de Peygamberler yalanlamışlardı ki, açık deliller ile, hikmetli s ah if el er ile ve nurlu kitap ile gelmişlerdi..

184.   (İmdi) Ey şanı yüce peygamberim! (Seni) de (yalanlarsa) senin peygamberliğini de kabul etmezlerse üzülme, (şüphe yok ki senden evvel de) bir nice mübarek (peygamberler) kendilerine gönderilmiş oldukları kavimler tarafından (yalanlanmışlardı) o Peygamberler ise senin kardeşlerindir, onlara isabet eden musibetleri, tekzip edilmeleri düşün de teselli bul. O peygamberler (ki) onlar da senin gibi (açık deliller ile) açık ve parlak mucizeler ile ve İbrahim Aleyhisselâm'a verilen mübarek s ah if el er gibi (hikmetli s ah ifalar ile ve) Tevrat, İncil gibi (nurlu) açık (kitap ile gelmişlerdi) bunları ümmetlerine duyurmuşlardı. Buna rağmen yine içlerinden bir çokları bu muhterem zatların sözlerini, t avs iyi erin i kabul etmeyip küfür ve isyan içinde bir müddet yaşayarak en nihayet lâyık oldukları cezalarına kavuşmuşlardı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes