๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Ölüm psikolojisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 22 Ocak 2012, 12:55:59



Konu Başlığı: Gelişim Dönemlerine Göre Ölüm
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 22 Ocak 2012, 12:55:59
II. Gelişim Dönemlerine Göre Ölüm  
 
1- Çocukluk Dönemi ve Ölüm

Çocuğun etkilendiği ve en fazla öğrenmek istediği konu­lardan birisi de ölüm olayıdır. Çocuklar ölüme karşı direnmek­te, bir nevi insandaki sürekli yaşama arzusunun fıtri olduğunu göstermektedirler. Onlar belli bir yaştan sonra ölümün bir son olup olmadığını öğrenmek istemekte, ancak son olmayacağı beklentisi içinde bulunmaktadırlar [676]. Nitekim çocukların ileri­de karşılaşacakları, kendilerinin ve sevdiklerinin eninde sonun­da ölecekleri gerçeğini keşfetmeleri problemi, onların yüzyüze gelecekleri en büyük problemlerden biridir. Başlangıçta geçici olarak algılanan ve daha sonra varlıklarının devamlı olduğu keş­fedilen nesnelere zıt olarak, çocuk başlangıçta kendini merkez olarak algılarken, daha sonra, hayatın sonsuz, kendinin ise ölümlü olduğu gerçeği ile sarsılmaktadır [677].

Çocukların ölümle ilgili duygusal tecrübeleri ve kendi ölümlülüklerinden haberdar olma durumları, onların ruhî geli­şimleri üzerinde büyük etkiye sahiptir. Dramatik veya vahşi bir şekilde ölümle ilk defa tanışanlar, hayata daha pesimist bir açı­dan bakmakta ve sık sık tedirgin olmaktadırlar. Çocukların, ölüm tecrübesiyle zihinsel olarak ilgili olmadıkları söylenmesine rağmen, klinik tecrübeler bu durumun aksini ortaya koymakta­dır. Ancak buradan hareketle bütün nevrotik ve pesimistlerin bu tip tecrübeler yaşadığı söylenemez. Nitekim bu durumların pek çok nedeni olduğu bilinmektedir. Diğer taraftan çocukluk döne­minde daha az bir sarsıntıyla ölüm tecrübesi yaşayanlar, ölümü tabii bir olay olarak görmeye, hastalık ve ızdıraptan kurtulmaya daha eğilimlidirler. Ölümsüzlükle ilgili dinî doktrinler, ölümü çocuğa çaresiz bir afetten ziyade, tabiî bir olay olarak değerlendirmede büyük yardım sağlamakta, çocuklara ölümden sonra bir hayat olduğunu öğreten din eğitimi, bu konuda bunalımla­rın yatışmasına yardımcı olmaktadır [678]. Bu durumda şu sorun ortaya çıkmaktadır: Çocukların büyük anne-babalannm veya diğer yakınlarının son anlarına şahit olmalarına izin verilmeli midir? Bu soruya net bir cevap vermek zordur. Çünkü çocukla­rın büyük bir ızdıraba tanık olmaları pek makul görülmemekte­dir. Diğer taraftan ölüme yaklaşan kişinin son anlarını huzur ve sükunet içerisinde yaşadığı durumlarda, çocukların bu duruma şahit olmaları faydalı olabilir. Zira bu müşahade, çocukların ölü­mü, hayatın tamamlanması olarak daha konusunda onlara yardımcı olabilir. Her halükârda çocuklar, her iki durumda da ölüm realitesinin bir taraftan korkunç diğer ta­raftan gizemli özelliğine hazırlanmalıdır. Çocukların ölümü algı­lamaları, büyüklerin davranışlarına bağlıdır. Bundan dolayı ço­cuklara sevdikleri birisinin ölümü, asla üzüntülü bir ortamda aniden söylenmemeli, mümkün olabildiğince bu durum onlara sakin bir şekilde söylenmelidir. [679] Yine çocukların ölüm süre­cinde olan yakınlarının yanlarında tutulmaları, orada konuşu­lanlardan haberdar olmaları, ölen insanın durumunu görmeleri, onlara, bu durumda yas içerisinde sadece kendilerinin olmadı­ğını, kederini ve sorumluluğunu paylaşan birilerinin bulunduğu duygusunu verir ve çocuklar bundan teselli olurlar. Bu gözlem yavaş yavaş onları bu gibi durumlara hazırlar ve ölüm, hayatın bir parçası olarak gelişme ve olgunlaşmalarına katkıda buluna­bilir [680]. Zira bazı araştırmacılara göre çocuklar da büyükler gibi obje kaybına karşı yas tutarak tepki göstermektedirler. Ancak aile içindeki ölümlere karşı çocuklarda uzun süreli yas tutmanın bir istisna olduğu ve çocuklar arasında depresyon tablolarının çok seyrek olduğu, yaygın olarak kabul edilmektedir [681].

Çocuğun ölüm karşısındaki tutumu genellikle duygusal boyuttadır Yani çocuk, fikri olarak hayatın bir sonu olduğu ve ölümle birlikte insanların hayatlarını kaybedeceklerini düşüne­mez. Çocuğun bir yakının ölmesi veya çevresinde böyle bir ola­ya şahit olması, duygusal boyutta ölümle kendisini yüz yüze ge­tirir ve ölüm onun için ebedi bir yolculuk veya hayatın sona er­mesi gibi bir anlam taşımaz. Daha ziyade o ölüme, ceza, hasta­lık, olağanüstü bir hadise, uyku, yolculuk vb. gibi mânalar atfe­der [682]. Çocuk genellikle hayatın sürüp gideceğinden şüphe etmez. O, bilinçsiz olarak kendisini ölümsüz kabul eder. Onun için kabullenmesi zor olan şey, hayatın devam edeceğine inan­mak değil, ölüm hadisesidir [683]. Zira çocukların sınırlı kapasite­leri, mücerret bir kavram olan ölüm olayını anlamaya elverişli değildir [684].

Çocuklar çoğunlukla ebeveynlerinin ayrılmaları veya öl­melerini, kendilerinin kasıtlı terki olarak, yine kendilerinin so­rumlu olduğu, bu nedenle karşılığını ödemek zorunda kalacak­ları, kendilerine karşı yöneltilmiş bir eylem olarak algılamakta­dır [685]. Bundan dolayı onların ölümle ilgili çağrışımları, kendile­rinin mahrum bırakılmaları ekseninde dönmektedir [686]. Ancak burada şunu ifade etmek gerekir ki, insan, şuuraltında bir kim­seyi öldürmek istemek ve bu işi gerçekten yapmaya kararlı ol­mak arasındaki ayırımı tam olarak yapamamaktadır. Bilhassa çocuklar ve erinlik dönemindekiler bu ayırımı yapma konusun­da daha da yetersizdirler. Mesela bir çocuk, isteğini yerine getir­mediği için annesinin ölümünü isteyebilir. Fakat annesinin ak­tüel ölümüyle son derece büyük bir sarsıntı geçirir. Hatta bu olay çocuğun bu yıkıcı isteğiyle aynı zamanda olmasa bile du­rum böyledir ve çocuk annesinin ölümünden tamamen kendisi­ni sorumlu tutar. Daha sonra kendisine veya başkalarına ‘ben böyle yaptım ve böyle oldu. Ben kötüyüm. Ondan dolayı beni annem terketti’ der. Bu durum anne babanın ayrılmalarında ve­ya boşanmalarında da görülmektedir [687]. Yme çocuklar her za­man Allah'ın kendilerini koruyacağına, işledikleri suçları affede­ceğine inanarak bir bakıma psikolojik bir rahatlık içinde yaşar­lar [688] Dolayısıyla çocuklarda suçluluk duygusu bulunsa bile, affedileceklerine olan inançları, onları ölüm korkusuyla ilgili bir rahatlamaya götürebilir.

Çocuklar tarafından ölüm, çoğu kez sürekli bir olay ola­rak algılanmaz. Onlar, boşanmada olduğu gibi ebeveynlerini tekrar görme fırsatı olacağını sanırlar. Bu yönden ölüm, onlar için boşanmadan çok az farklıdır. Çoğunlukla anneler çocukla­rının şöyle söylediklerini belirtirler:

“Küçük köpeğimi şimdi gömdüm. İlkbaharda çiçekler açınca geri gelecek” [689].

Çocuklar tarafından ölümün sonsuz ve sürekli bir durum olarak kabul edilmediği, çocukların oyunlarında bile gözlemle­nebilir. Ancak daha sonraları, zaman algısı tam olarak geliştik­ten sonra çocuk, ölümün tesadüfi ve dönüşü olan bir şey olma­dığını öğrenir ve çift yönlü olarak, hayatında yer tutan sevdiği kişilere karşı duyduğu ölüm arzularından korkamaya ve onlara önem vermeye başlar. Zira erken yaşlarda çocuk, ölümün geri dönüşlü bir şey olduğunu sanarak, yaptığı işleri engelleyenlere karşı ölüm arzusu duymaktadır [690]. Çocuğun tekrarlı psikobiyolojik ritimlere girmesi, onun ayrılma ve ölümle ilişkisini zorlaş­tırır. Henüz nesnel zaman dünyasına tam olarak katılmamış olan çocuk, geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe standart bi­rimlerle uzanır. Çocuğun zamanı her sabah uyanmasıyla başlar; acıkma, uyuma gibi içsel ritmler ve gece gündüz gibi dışsal ritmler onun zaman değerlendirmesini etkiler [691].

Burada şunu da belirtmek gerekir kî, çocuklar çoğunlukla kendilerine yakın gördükleri canlıların (insan-hayvan) ölümle­rinden etkilenmektedirler. Mesela 7 yaşlarında dedesiyle birlikte ava giden bir çocuk, avladıkları hayvanların ölümünden hiç et­kilenmemiş, ancak bir gün kaza sonucu kendi av köpeklerinin ölmesi sonucunda çok derin bir şekilde sarsılmıştır. [692] Yine ço­cukların ölümü anlamaları, genellikle bilişsel yaşamın içinde yer alan diğer kavramların kazanılmasından farklı değildir. Bu yüz­den çocuğun ölümü kavraması, bu süreç içerisinde değerlendi­rilmelidir. Zira çocukların, sahip oldukları bireysel yetenekler­den dolayı, ölüm kavramını anlamaları da farklı farklı olacak­tır [693]. Çocukların içinde yaşadıkları ortam da ölüm olayını algı­lamaları üzerinde büyük etkiye sahiptir. Zira yapılan bir araştır­mada çocukların ilk defa ölümden haberdar olma, bu durumu gerçek mânada kavrama yaşıyla ilgili bulgular dikkat çekicidir. Buna göre dindar bir ortamda yaşayan çocukların %80 gibi bü­yük bir çoğunluğunda bu durumun 6 yaşından önce gerçekleş­tiği, dindar olmayan grubun ise %30'undan çok az bir kısmının benzer tecrübelerden bahsettiği tespit edilmiştir. Buna göre din­dar grubun arasında farklılıklar olmakla birlikte, onların bu tip olayları daha açık bir şekilde hatırlama eğiliminde oldukları ifa­de edilmiştir [694]. Yine yapılan başka bir araştırmada, İsrailli ço­cukların ölümü kavramlaştırmalarının, Amerika ve Avrupalı ço­cuklardan daha erken yaşlarda olduğu tespit edilmiştir. Bu du­rum, İsrailli çocukların terör ve savaştan dolayı, hem medya gibi resmi, hem de halk arasında dolaşan haberler gibi gayri resmi kaynaklardan, ölüm haberlerini daha sık duymaları ve sürekli ölüm olgusuyla karşı karşıya kalarak, ölüme karşı bir aşinalık kazanmalarıyla yorumlanmıştır [695].

Çocukların ölüm olayıyla ilgili olarak ilk izlenim ve etki­lenmelerine gelince, gelişim psikologlarının çoğu, çocukların iki yaşına kadar ölümü anlamadıklarını savunmaktadır. Bu görüş çoğu araştırmacılar tarafından da desteklenmiştir. Zira ölümü anlamak başka, ölüm hakkında bir fikre sahip olmak başka şey­dir. Terapistler, küçük çocukların ölüme ilişkin oyunlarını izle­mişler ve bu gözlemler, iki yaşındaki çocuğun ölüm konusunda birşeyler bildiğini ortaya koymuştur. Ayrıca gözlemler, ölüme ilişkin yaşantıların, çocuğun tüm gelişimini etkileyebileceğini göstermiştir. Yetişkinlerin çocukluk anıları incelendiğinde, ölümle ilişkili çok belirgin yaşantılar bulunmaktadır [696]. Ancak bazı araştırmacılar, daha 18 aylıkken bile, çocuğun ölümle ilgili birtakım kavram ve düşünceler geliştirdiğini iddia ederler. Biraz daha büyüdükçe artan kelime dağarcığı ve öğrenme merakı sa­yesinde çocuklar, ölümün ifade etmiş olduğu mânayı öğrenme­ye çalışırlar. Bu konuda ilk müracaat merkezi olan anne ve baba ise, bu olayı çocuğa anlatmakta oldukça güçlük çeker ve birta­kım geçiştirici cevaplar verir [697].

Çocuklarda ilk ölüm fikrinin, yalnız bırakılmayla ortaya çıktığı ifade edilmiştir. Onlar kısa süreli ayrılıklar ve kavuşmalar sonucu bu ayrılıkların geçici olduğuna inanırlar. Ebeveynlerin­den aldıkları cevaplarla kendi fantazilerini birleştirerek ölümü anlamaya çalışan çocuklar, 2-3 yaşlarında iken ölüm kelimesine belli bir anlam veremezler. Oyunları esnasında bu kelimeyi te­laffuz etmelerine rağmen ne mânaya geldiğini bilmezler. 3-4 yaşlarındakiler için ölüm, dönüşü olan bir yolculuğa benzer. Onlar­daki bu anlayışın gelişmesine çoğunlukla ebeveynin kaçamak ce­vaplarının büyük etkisi olmaktadır. Bu yaşlarda ölüm, sadece canlılar için değil cansızlar için de geçerlidir ve ölümün geçici olduğuna inanılır. 4-5 yaşlannda ölüm, uzun bir uykuyla bir tu­tulur ve yavaş yavaş ölümden korkulmaya başlanır. 5-6 yaşların­da ölümle hastalık ve yaşlılık arasında bir ilişki kurulmaya başlanır, yaşlı insanların öleceği kabul edilir ancak yine de dönecekle­rine inanılır. 6-7 yaşlarında ölüm, ceza gibi daha somut bir şey olarak düşünülür. Kötü çocukların ölecekleri, iyi çocukların öl­meyeceklerine inanılır. Çocukların böyle düşünmelerinde ebe­veynler tarafından, daha çok Tanrının acımasız ve korkutucu yö­nünün kendilerine gösterilmesinin etkili olduğunu söylemek mümkündür. Zira ölüm olayını onlara anlatmakta güçlük çeken ebeveynler, Tanrının isteğiyle cennete gidileceğini söylerler. Cen­net gibi güzel bir yere gidilecek olması, onlar için yatıştırıcı olur ancak onlar yine de ölmek istemezler. Çünkü yaşamak onlar için çok daha eğlencelidir. Tüm bu yaşlar boyunca değişmeyen tek bir şey vardır. O da ölüm kavramını tam olarak kazanana kadar hiç­bir çocuk, ölümü kendine yakıştıramaz ve hep kendinden uzak görür. Nitekim bu konuda yapılan araştırmalar, çocukların kendi ölümlerinden önce başkalarının ölümlerini kabullendikleri sonu­cuna varmışlardır. Çocuklar kendi ölümlerini de kabul eder gibi görünseler de, büyüyünce, yaşlanınca, ihtiyarlayınca diyerek sü­rekli kendilerinden ölümü uzak tutmaya çalışmaktadırlar. Çocuk­ların ölümü kendileri için kabul etmeleri, en zor ve en son kazanılan kavramdır. Durumun böyle olması, onlardaki egosantrik [698] düşünceden kaynaklandığı şeklinde yorumlanmaktadır [699].

Çocukların ölüm olayını bu şekildeki bir gelişim sürecin­de algılamaya başladıklarını teyit eden emprik çalışmalar bulun­maktadır. Mesela Psychology Today'ın geniş çaplı anketine katı­lan 30.000 kişinin yarısından fazlası, ölümden ilk haberdar ol­ma yaşlarının, 5 yaşından sonra, 10 yaşından önce olduğunu belirtmiştir. Deneklerin %35'i ölümle ilgili tutumlarının kendi iç içgözlem ve düşünceleri sonucunda oluştuğunu bildirmiş, %43'ü de büyük anne ve büyük babalarının ölümleriyle, ilk ola­rak ölümle tanıştıklarını ifade etmiştir [700]. Yine çocuk için ölü­mün ne mâna taşıdığı konusunda Nagy tarafından yapılan bir araştırmada, çocukların verdiği cevaplar, üç temel gelişimsel ev­reye ayrılmıştır:

1- 5 yaşından küçük çocuklar, genellikle ölümü, kesin, değiştirilemez bir şekilde algılayamazlar. Yani onlar ölümde bir nevi hayat görmektedirler. Bu tutumun da iki farklı şekli vardır. Bunlardan birincisi, ölüm bir ayrılıştır, bir uykudur. Bu durum­da ölüm tamamen yadsınır. İkincisinde ise çocuk fiziksel öiümü anlayabilir fakat onu hayattan ayıramaz. Ölüm derece derece olan aşamalı bir şey veya geçici bir durum olarak düşünülür.

2- 5-9 yaş arası çocuklar, çoğunlukla ölümü bir ihtimal (beklenmedik bir olay) olarak düşünmekte ve ölüme bir nevi kişilik vermektedir. Bu durum bütün yaşlarda olmakla birlikte, en çok 5-9 yaşları arasında görülmektedir. Bu şahsileştirme de iki biçimde olmakta ve buna göre ölüm hissizlik, duygusuzluk veya ölülerle birlikte tanımlanmaktadır.

3- Ancak 9 veya daha sonraki yaşlardaki çocuklar, ölümü belli kanunlara göre başımıza gelen bir süreç olarak görmeye başlarlar. Buna göre çocuk, ölümün içimizde vukua gelen bir şey olduğunu anlayınca, ölümün üniversal tabiatını realize ede­bilmektedir [701].

Ülkemizde N. Akpınar tarafından çocuklar üzerinde yapı­lan bir çalışmada, ölüm ve ölümle ilgili alt kavramların kazanıl­masında cinsiyetin önemli olmadığı, ancak sosyo-ekonomik düzeyin ölümle ilgili bazı kavramların kazanılmasında etkili ol­duğu tespit edilmiştir. Ölümün evrenselliği konusunun kavramsallaştırılması hususunda üst ve orta sosyo-ekonomik seviye ile aşağı sosyoekonomik seviyedeki çocuklar arasında önemli fark­lar bulunmuştur. Alt sosyo-ekonomik seviyedeki çocukların he­men hemen hepsinin evrensellik kavramını kazandığı, orta ve yüksek sosyo-ekonomik seviyede ise bu oranın %50 civarında olduğu saptanmıştır. Durumun böyle olmasında büyük ölçüde üst sosyo-ekonomik düzeydeki anne-babanm çocuklarını koru­ma içgüdülerin etkili olabileceği ifade edilmiştir. Alt sosyo-eko­nomik seviyedeki çocuklar ise yaşadıkları ortamda hemen he­men her olayı görmekte, o olayların içinde yaşamaktadırlar. Anne-baba da böyle yetişmişler ve her şeyi olduğu gibi kabullen­meye çalışarak, çocuklarını bu gibi şeylerden korumayı pek dü­şünmemişlerdir [702]. Buna göre genellikle 5 yaşından önce ölüm kelimesi, kavranmaksızın ve hiçbir duygu katkısı olmaksızın söylenir. 3-4 yaş çocukları için ölüm, olsa olsa uzun bir ayrılış veya dönüşü olan bir yolculuktur. Bu yaşlarda ölümün sadece canlılar için değil cansızlar için de geçerli olduğu düşünülür. Gi­derek ölümün bir uyku ve hareketsizlik durumu olduğu düşün­cesi gelişir. Ancak ölüm sürekli ve değişmez bir olay olarak kav­ranmaz. Beş yaşlarında ölüm uyku ve hareketsizlik ile bir tutul­maya başlanır ve bu yaşlarda ölüm aynı zamanda korkutucudur. Ancak ölüm karşısında duygulanma yüzeyseldir [703].

Sonuç olarak ebeveyn ve komşuları dinleyerek, ölüm ha­berlerini duyarak, ölmüş hayvanları görerek ve bununla ilgili sorular sorarak ölüme bir manâ vermeye çalışan çocuklar, ölüm­le pek erken yaşlarda ilgilenmeye başlarlar. Ancak ölüm kavra­mı, çocuklarda yetişkinlere nazaran daha bulanık ve belirsiz­dir [704]. Okul öncesi çocukta ölümle ilgili belirgin bir kavram gelişmemiştir. Onun için korkulacak tek şey, anne ve babasından ayrılmaktır [705]. Onlar ölümü, hayatın durması değil, azalmasını içeren geçici bir durum olarak algılarlar. Bunu izleyen ara evre­de ise ölüm, bir son olarak algılanır ama yine de evrensel ve ka­çınılmaz olarak görülmez. On yaş dolaylarında ise çocuklar, yal­nızca ölümün bir son olduğunu anlamakla kalmazlar, onun kendilerini de içine alacak şekilde her canlı yaratığın değişmez bir kaderi olduğunu anlarlar [706]. Zira, çevresindeki her şeyin canlı olduğunu zanneden çocuktaki bu durum, 9-10 yaşlarında kaybolmaya yüz tutmakta [707], soyut düşünme kabiliyeti ise, 10-11 yaşlarında gelişmeye başlamaktadır [708]. Son olarak çocuğun zihninde tasarlanan ölüm kavramı gelişim sırasına göre, uyku ve yolculuk, dışardan benimsetilmiş köklü kişisel değişiklik ve ha­yatın kaybedilmesi seyrini takip etmektedir [709].


[676] Bk. Jersild, Çocuk Psikolojisi, Çev. Gülseren Günce, A.Ü  Eğitim Fak. Yayınları, Ankara, 1979. s 503-504; Peker, Hüseyin, Din ve Ahlak Eğiti­minin Psikolojik ve Melodik Esasları, Eser Matbaası, Samsun 1991, s. 46- 47.

[677] Krş. Selçuk, Çocuğun Eğiliminde, s. 47.

[678] Krş. Lepp, Deaih and Us Mysteries, s. 32; Yörükoglu, Aile İçindeki Ölüme Karşı, s. 25.

[679] Krş. Lepp, Deaîh and Its Mysteries, s. 32-33.

[680] Bk. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 6.

[681] Krş. Yörükoglu, Aile Eğindeki Ölüme Karşı, s. 24-32.

[682] Krş. Hökeleklı, Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi, s. 154.

[683] Krş. Hökelekli, Ölüm ve Ölüm ötesi-Psikolojisi, s. 162.

[684] Krş. Selçuk, Çocuğun Eğitiminde, s. 32.

[685] Krş. Wahl, The Fear of Death, s. 25.

[686] Kr. Feifel, Atütudes ioward Death, s. 118

[687] Bk. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 3.

[688] Krş. Cole-Morgan, Çocukluk ve Gençlik, s. 361

[689] Bk. Kübler Ross, On Death on Dyıng, s. 3.

[690] Krş. Wahl, The Fear of Death, s. 23-24.

[691] Krş. Çileli, Ölüm, s. 251.

[692] Krş. Lepp, Death and Us Mysieries, s. 32.

[693] Krş. Akpınar, 9 Yas İlkokul Çocuklarının, s. 31.

[694] Bk. Alexander-Adlerstein, Death and Religion, s. 278.

[695] Bk. Victor Florian-Kıavetz, S., “Children's Concept of Death: A cross-cultural Comparison among Muslims, Druze, Christıans and Jews in Israet”, Journal of Cross-Cultural Psychology, 1989, 16, 175-176.

[696] Krş. Çileli, Ölüm, s. 254, 256; Akpınar, 9 Yaş İlkokul Çocuklarının, s. 16

[697] Krş. Akpınar, 9 Yaş İlkokul Çocuklarının, s. 6, 16

[698] Çocukta egosantrizm daha çok 4-7 yaşları arasında görülür. Bu konu­da geniş bilgi için Bk. Jacquin, Çocuk Psikolojisinin, s. 68; Selçuk, Çocuğun Eğiliminde, s. 36-37.

[699] Krş. Akpınar, 9 Yaş İlkokul Çocuklarının, s. 6-8,11-13, 24.

[700] Bk. Shneidman, You and Death, s 45

[701] Bk. Nagy, The Child's Vıew of Death, s. 80-97.

[702] Krş. Akpınar, 9 Yaş ilkokul Çocuklarının, s.  55-65, 74, 80-81.

[703] Krş. Yörükoglu, Aile İçindeki Ölüme Karşı, s. 23; Diğer yaşlar için bk. aynı makale, s. 26.

[704] Krş. Yörükoglu, Aile içindeki Ölüme Karşı, s. 25; Antoine Vergote, Din, İnanç ve İnançsızlık, çev. Veysel Uysal. Marmara Ûni. 1. F Yay, İstanbul, 1999, s. 64

[705] Krş. Gençtan, Çağdaş Yaşam, s   124.

[706] Krş. Çileli, Ölüm, s. 256-257; Akpınar, 9 Yaş İlkokul Çocuklarının, s. 14-15; Hökeleklı, Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi, s. 155.

[707] Krş. Jacquin, Çocuk Psikolojisinin, s. 71.

[708] Krş. Nuherettin Fidan-Erden, Münıre, Eğitim Bilimlerine Giriş, Repa Eğitim Yayınları, (tarihsiz), s. 155.

[709] Krş. Hökeleklı, Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi, s. 155. Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yayınları: 197-207.