> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Akaid Eserleri > Ölüm psikolojisi > Batı Felsefesinde Ölüm
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Batı Felsefesinde Ölüm  (Okunma Sayısı 7941 defa)
23 Ocak 2012, 10:38:01
Vatan Var Olsun !
Dünyalılar
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.940


« : 23 Ocak 2012, 10:38:01 »



b- Batı Felsefesinde Ölüm


Ölüm konusunun en fazla işlendiği alanlardan birisi hiç kuşkusuz felsefedir. Montaigne;

“Felsefe bize ölmeyi öğretir” sö­züyle felsefenin ölüm konusuyla ne kadar içli dışlı olduğuna dikkat çekmiştir. Gerçekten de çağının düşünce dünyasına kat­kıda bulunmuş her felsefi oluşum, ölüme bir açıklama getirme­ye çalışmıştır. Bu cihetle bu başlık altında tarihi süreç içerisinde batı felsefesinde ölüm probleminin değerlendirilmesi ana hatla­rıyla tanıtılmaya çalışılacak, batı dünyasında ortaya çıkmış butün ekol ve filozoflardan ziyade, bu konuda orijinal değerlendir­meler yapan bazı ekol ve filozoflara değinilecek ve zaman za­man bunların mukayese ve değerlendirmeleri yapılacaktır.

Felsefe dünyasına damgasını vuran ilk filozoflardan birisi olan Sokrat'a göre ölüm, bütün insanlar için en büyük nimetler­den birisidir ve korkulacak bir şey değildir [90]. Ölümü ruhun be­denden ayrılması olarak kabul eden Sokrat [91], ölüm korkusu­nun bir hata olduğuna inanır ve ona göre her hata gibi onun da üstesinden akıl kuvvetiyle gelinebilir [92].

Eflatun'un ölümle ilgili düşüncelerine geçmeden şunu be­lirtmek gerekir ki Sokrat, değerli ve önemli olan biricik şeyin, karşılıklı ilişki içinde olan iki kişi arasında soru ve cevap yoluyla gerçekleşecek canlı bir düşünce alışverişi olduğuna inanarak hiçbir şey yazmamıştır [93]. Birçok eserini diyalog şeklinde yazan Eflatun ise, bunlarda her zaman baş konuşmacı olarak Sokrat'ı göstermiş olduğundan, diyaloglardaki fikirlerin hangilerinin Sokrat'a, hangilerinin de kendisine ait olduğu konusunda araş­tırmacılar tereddüt etmektedir [94]. Bununla birlikte Eflatun'un ölümle ilgili fikirleri, Sokrat'ın bu konudaki fikirleriyle oldukça benzerlik göstermektedir. Şöyleki ona göre hayat, ölüm için bir çıraklıktan ibarettir ve hayatın mânasının keşfedilebilmesi için ölüm üzerinde düşünmek gereklidir [95]. “Hayat bir mahkumiyete benziyor. Bu durumda bedenlerimizin nasıl birer hapishane olduğunu bilemiyoruz. Ölüm öyle bir kurtuluş ki! Bu hapishane­den kaçmaya benziyor. Yapabileceğim en güzel benzetme bu” [96] diyen Eflatun'a göre ölüm, ruhun bedenden ayrılmasıdır [97].

Eflatun'un öğrencisi olan Aristo'nun da ölümü değerlen­dirişi, hocasından pek farklı değildir. Şöyleki, bu konudaki fi­kirleri pek açık olmayan Aristo'ya atfedilen Esolocya isimli eser­den nakiller yapan Fârâbi, onun da hocası Eflatun gibi nefsin ölümsüzlüğüne ve bedenden ayrıldıktan sonra mutlu ya da mutsuz bir hayat yaşayacağına inandığını bildirmektedir [98]. İbn Mıskeveyh de Ahlak kitabından alıntı yaparak, Aristo'nun ruh için ikinci bir hayat ve ebediliği kabul ettiğini açıklamaya çalışmıştır [99].Yine Aristo'ya isnat edilen sözler de onun, ölüm konu­sunda hocasıyla aşağı yukarı aynı düşündüğünü ispatlar mahi­yettedir. [100]

Milattan önce 300-200 yılları arasında yaşayan Epikürcüler, ahlaki ve metafizik bir problem olan ölüm meselesi üzerinde durmuşlar ve ölümün korkulacak bir şey olmadığı sonucuna varmışlardır. Onlar, “ölüm varken biz yokuz, bir varken de ölüm yoktur. Hiçbir zaman karşılaşmayacağız ki ondan korkalım [101]” şeklinde bir akıl yürütmeyle, ölüm korkusunun üstesin­den gelinebileceğini iddia etmişlerdir.

Epikürculerle hemen hemen aynı devirde yaşayan Stoacı­ların ölüm tenomenine bakışı ise Epikürcülerın tam aksinedir. Zira onlara göre ölüm, hayatın en önemli olayıdır. İyi yaşamayı öğrenmek, “iyi ölmeyi öğrenmek veya iyi ölmeyi öğrenmek, âyi yaşamayı öğrenmek demektir”.[102] Ölüm en umûmi kaderdir. Bu yüzden ona karşı koymaya çalışmak manasızdır. Şöyleki onlar, “bütün hareketlerimizde daima ölümlü olduğumuzu, sonunda öleceğimizi hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız lâzımdır” diyerek ölüm korkusunu aşmada en etkili yolun sürekli onu dü­şünmek olduğunu savunmuşlardır [103]. Ancak her an olumu dü­şünerek yaşanılan hayatın, normal bir hayat olmayacağı da göz­den uzak tutulmamalıdır [104].

Her insanın ölüm, tercih hürriyeti, kişisel tecrit ve haya­tın anlamı ile ilgili birtakım sıkıntılara sahip olduğuna inanan ekzistansiyalist filozoflar [105] felsefe tarihinde belki de ölümle en fazla içli dışlı olan felsefi ekoldür. Zira varoluşçuluk hareketinin başlangıcı, ölüm ve ölümden duyulan korku ve kaygı üzerine yazılan yazılara dayanmaktadır. Ekzistansiyalist filozoflardan ölümü tartışmanın ortasına getiren Heidegger'e göre felsefe, ölü­me bir hazırlıktır. Ölüm bütün insanların istek ve tercihlerini, varhksal bir acelecilikle doldurmuştur. O gelecekte tehdit edici bir şey olarak gizlenmemiş, bizim şu andaki düşünce ve aksi­yonlarımızın tamamen içine girmiştir. Ölüm bütün hayatı ku­caklamıştır. O bir varlık biçimi, bir yaşama tarzıdır. O hayatın en muhtemel şeyidir. Kişisel olarak da, buna göre değerlendiril­mesi gereklidir. Bütün diğer sorumluluklar devredilebilir, onlardan kaçılabilir veya en azından başkalarıyla paylaşabilir, ancak bütün insanlar ölümle tek başlarına yüzleşirler [106].

Varoluşçu diğer filozoflar da genellikle ölüm konusunda Heidegger'le aynı görüşte birleşirler. Mesela Kierkegaard da, ölüme ahlâki açıdan bakmış ve onu hayatı değiştirebilecek bir fenomen olarak görmüştür. Şöyleki, ona göre ölüm hissedilir ve insan hayatını değiştirebilecek derecede önceden yaşanılan bir fikir olarak kendisine bağlanılabilir [107]. Bu bağlamda varoluşçu filozoflara göre insan, ölmekte olan ve bunu düşünmesi gereken bir varlıktır. Bir kimsenin bencilliği, kendi ölümüyle ilgili şu­urundan ayrılamaz. İnsanın başkalarının varlığından haberdar olması, aynı zamanda ona, onların ölümünü de hatırlatmakta­dır. Kendi ölümünden haberdar olma ve ondan dolayı kaygılan­ma ise, insana özgü bir şeydir. Cesaret ve sağduyu, ekzistansiyalistler tarafından en çok üzerinde durulan iki erdemdir ve bun­lar ölüm kaygısıyla gözü yılmadan yüzleşmeyi de içine almakta­dır. Zira ölümle başa çıkmak için daha güvenli bir yol yoktur. Bu bağlamda Sartre ve Heidegger ölümü, insanın en kişisel olanağı olarak düşünmüşlerdir. Sartre'a göre hayat, aptal biri tara­fından anlatılan bir hikayeden başka bir şey değildir. Hayat ap­talca, ölüm kaçınılmaz ve onaya çıkardığı kaygı yenilemezdir. Bu ekole göre insanın ölüm karşısında iki alternatifi vardır. Ya ölümü kabul eder ve o zaman ölümden duyulan kaygı kaçınıl­maz olur veya zihnini başka şeylerle meşgul etmeye çalışır. Ölü­mün kabul edilmesi, bizim devamlı bir şekilde onu sezdiğimizi de ima eder. Akıllı insan ölümü sezinleyerek yaşamalıdır. Bizim bütün olanaklarımız ölüme göre değişmektedir. İnsanın bu sı­kıntı içinde yaşaması, kendisini bir hiç olarak algılamasından daha iyidir. Bu durumdan kurtuluş yoktur. Bu konuda hiç kim­se bize yardım edemez. Herkes kendi hiçliğinde radikal bir şe­kilde izole edilmiştir [108].

Varlık ve yokluk kelimelerine kesin anlamlarım vermek ve hayat ile ölümü, birbirlerine indırgenemeyen kavramlar ola­rak ayırmayı amaçlayan [109] varoluşçu düşünürlerin ölüm anlayı­şı, daha sonra genişçe üzerinde duracağımız îslâmî ölüm anlayı­şıyla da bazı yönlerden benzerlik arzetmektedir. Şöyleki, İs­lâm'da da ölüm, hayatı değiştirebilecek bir fenomen olarak de­ğerlendirilmekte, insanlar dini ve dünyevi aksiyonlarında ölümü düşünmeye teşvik edilmektedir. Mesela, Hz. Peygamberin “Lez­zetleri yok edeni, yani ölümü çokça hatırlayınız [110]” hadisi, bu kapsamda değerlendirilebilir.

Materyalizme göre ölüm, organizmanın hayati faaliyetleri­nin sona ermesi ve canlı sistem olarak bireyin yokolması mâna­sına gelmektedir. Bu anlayışa göre ölüm, organizmaya hayat ve­ren özün, materyalist bir tarzda açıklanması temeline dayan­maktadır. [111] İnsanın ölümünü, hayvanların ölümü ve otların kuruması gibi değerlendiren materyalistler, ölüm fenomeninin metafizik boyutunu kavrayamamışlar ve bedenin ölümü ile ruhun da öldüğüne inanarak ölümden sonra bir hayata inanma­mışlardır [112].

Hümanizme göre fâni varlıkların kaçınılmaz kaderi olan ölüm, er geç vâki olacaktır ve aslında o kadar da korkunç değil­dir. Ölümsüzlüğü bir illüzyon ve dinî sahaya ait olarak değerlendiren hümanistler [113], ölülerin hiçbir şuura sahip olmayacak­larını, onların hayatlarını kaybettikleri gibi hayatın da onları kaybettiğini düşünürler. Onlara göre insanlar, ölümle sevdikleri­ni kaybetmelerine de üzülmeyebilirler. Çünkü onlar, hayatın düzensizliklerinden sonra güzel bir uykuya yatmışlardır. Onlara daha hiçbirşey dokunamayacak, rahatsız edemeyecektir, hatta rüyalar bile. Mezarda sıkıntılar dinecek, yorgun olan insan din­lenmeye fırsat bulacaktır. Ölüler orada hiçbir acı, keder, piş­manlık, vicdan azabı yani hiçbirşey hissetmeyeceklerdi. [114] Çünkü insanın şuuru ve kişiliği, tamamen beyin fonksiyonlarına bağlıdır. Beden ve beyin bir bütün olarak öldükleri zaman ise bu varolma da sona erecektir [115].

Belirli şartlar altında öteki dünyanın alt kademelerinde bulunan ölü ruhlaryla iletişim kurmanın mümkün olduğuna inanan spritüalistler [116], ruhu maddeden tamamen ayrı, cesede canlı ve şuurlu görünümünü veren müstakil bir varlık olarak kabul ederler ve ölümü, Allah'ın insanlara ihsan ettiği en büyük lütuflardan biri olarak değerlendirirler. Zira onlara göre bedene bürünmüş ve madde aleminin ağır gerekleri içinde tekâmülünü tamamlamak için çırpınan insanlar için ölüm, yeni imkânların kapılarını açmaktadır. Ölümü bu şekilde algılamayan insanlar ise, onu kendileri için ızdırap kaynağı haline getirmişlerdir [117].

İdealizme göre de sadece gerçek realite ruhtur ve ruh, doğru bir şekilde bir “şey” olarak ifade edilemez. Evrende empirik düzene hakim olan kurallar, ruha uygulanamazlar, ölüm korkusuna karşı en etkili silah, ruhta yaşamaktır ve mümkün olduğu kadar empirik dünya ile az münasebette bulunmaktır.

“Herhangi bir zaman olmadığından onun sonu da yoktur” diyen idealist...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Batı Felsefesinde Ölüm
« Posted on: 18 Nisan 2024, 08:18:57 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Batı Felsefesinde Ölüm rüya tabiri,Batı Felsefesinde Ölüm mekke canlı, Batı Felsefesinde Ölüm kabe canlı yayın, Batı Felsefesinde Ölüm Üç boyutlu kuran oku Batı Felsefesinde Ölüm kuran ı kerim, Batı Felsefesinde Ölüm peygamber kıssaları,Batı Felsefesinde Ölüm ilitam ders soruları, Batı Felsefesinde Ölümönlisans arapça,
Logged
27 Mart 2015, 23:16:44
Ceren

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26.620


« Yanıtla #1 : 27 Mart 2015, 23:16:44 »

Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun paylaşımdan Saniye abla.Ölüm felsefede de büyük bir konu olmuş.Ve genel olarak felsefeciler
ölüme inanmış ve  ölümden korkulmaması gerektiğini savunmuşlardır.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes