Konu Başlığı: Zaafta büyük bir kuvvet var Gönderen: Zehibe üzerinde 07 Şubat 2010, 01:59:05 (http://www.risalehaber.com/images/news/57262.jpg) Bismillahirrahmanirrahim İnsan, şu kâinat içinde pek nâzik ve nâzenin bir çocuğa benzer. Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudât, ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kâlen, halen, tavren duâ etse ve aczini bilip istimdâd eylese, o teshîrin şükrünü edâ ile beraber, matlûbuna öyle muvaffak olur ve maksadları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-ı mîşârına muvaffak olamaz. Yalnız, bâzı vakit, lisân-ı hal duâsıyla hâsıl olan bir matlûbunu, yanlış olarak kendi iktidarına hamleder. Meselâ, tavuğun yavrusunun zaafındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip, onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte, cây-ı dikkat, zaaftaki bir kuvvet ve şâyân-ı temâşâ bir cilve-i rahmet!.. Nasıl ki, nazdar bir çocuk, ağlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazin haliyle, matlûblarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki, o matlûblardan binden birisine, bin defa kuvvetciğiyle yetişemez. Demek zaaf ve acz, onun hakkında şefkat ve himâyeti tahrik ettikleri için, küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi, böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himâyeti ittiham etmek sûretiyle, ahmakâne bir gururla, "Ben kuvvetimle bunları teshîr ediyorum" dese, elbette bir tokat yiyecektir. İşte, insan dahi, Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfrân-ı nimet sûretinde, Kârun gibi "Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım" (Kasas Sûresi: 78.) dese, elbette sille-i azaba kendini müstehak eder. (Sözler 23. Söz sh.296) Bediüzzaman Said Nursi SÖZLÜK: ÂCZ : Güçsüzlük, kudretsizlik. AŞR-I MÎŞÂR : Onda birin onda biri, yüzde bir. CÂY-I DİKKAT : Dikkat edilecek nokta; dikkat edilecek yer veya şey. CİLVE-İ RAHMET : Rahmet tecellîsi,görüntüsü. EDÂ : Yerine getirme, ödemek HÂLEN : Tavır, hareket, davranış veya durum olarak. HÁLIK : Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah. HAMLETMEK : Yüklemek, yüklenmek, isnad etmek. HAZİN : Hüzün veren, acıklı, kederli. HİMÂYET : Koruma, korunma. İKTİDÂR : Güç, kuvvet. İKTİDÂR-I ZÂTÎ : Kendi gücü, kendi kudreti. İSTİMDAD : Medet ve yardım istemek. İTTİHAM : Suçlama; suçlu duruma düşürme. KÁLEN : Söylemek sûretiyle; söyleyerek; sözle. KAVÎ : Kuvvetli, sağlam, metin, zorlu. KÜFRÂN-I NÎMET : Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği nîmetleri bilmeme ve hürmetsizlik etme, nankörlük. MAKSAD : Ana fikir; kastedilmiş, istenilen şey. MATLUB : Talep edilen. İstenen. MEVCUDÂT : Yaratılmış olan, mevcut olan şeyler; varlıklar. MUSAHHAR : Emre verilmiş, itaatkâr, fethedilmiş, birine bağlanmış. MUVAFFAK : Başarılı. NÂZENİN : İnce, nâzik, latîf, nazlı. SİLLE-İ AZÂB : Azab tokadı. ŞÂYÂN-I TEMÂŞA : Seyretmeye değer. ŞEFKAT : Karşılıksız, samimi sevgi besleme; başkasının kederiyle alâkalı olma, acıyarak merhamet etme. ŞÜKR : (Şükür) Allah'ın (C. C.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek. Allah'a teşekkür. TAHRİK : Harekete geçirme; kışkırtma. TARZ : Usul, şekil, üslûb. TAVREN : Hareket olarak, davranış olarak, tavırla. TESHÎR : İtaat ettirmek, boyun eğdirmek, emir altına almak. ZAAF : Zayıflık, iktidarsızlık, kudretsizlik. |