> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Nurdan Damlalar > Tarihe damgasını vuran âlim
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tarihe damgasını vuran âlim  (Okunma Sayısı 502 defa)
14 Temmuz 2012, 15:41:00
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 14 Temmuz 2012, 15:41:00 »



Tarihe damgasını vuran âlim: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ (1878-1960)    
   
Bediüzzaman Said Nursî’nin doğduğu yıl Osmanlı Devleti, Balkanlar ve Kafkasya’da, Rusya’yla savaşmaktaydı

 Nisan 1877’de, Rusya’nın savaş ilânıyla Kafkas ve Balkan Cephelerinde başlayan çarpışmalar, Osmanlı kuvvetlerinin sürekli olarak geri çekilmesi ile sonuçlandı. Savaşın sonunda Yeşilköy’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Osmanlı, Balkanlarda ve Avrupa’daki topraklarının neredeyse tamamına yakınını kaybetmişti. Osmanlı Devletinin ödemesi gereken ağır savaş tazminatı, uzun yıllar süren ekonomik çöküntüye yol açmıştı.
Bediüzzaman Said Nursî, yeni bir devrin başlangıcı sayılan bu gelişmeler yaşanırken dünyaya geldi. 1878’de Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs Köyünde doğan Bediüzzaman, ilk eğitimini ağabeyi Molla Abdullah’tan aldı. Tağ Köyü’ndeki medresede öğrenim hayatına başladığında sekiz yaşındaydı. Beş yıl süren tahsil hayatı boyunca, birçok medresede kısa sürelerle bulunarak ders aldı. Sonunda, Doğubeyazıt’ta bulunan Şeyh Mehmed Celali’nin Medresesinde üç ay süren bir eğitim gördü. İcazetini alarak Doğubeyazıt’tan ayrılan Said Nursî, son derece hareketli geçen tahsil hayatında, çok genç yaşta iken klâsik medrese eğitiminin sınırlarını aşan engin bir birikime sahip oldu.
Doğudaki ilim merkezlerine tek tek giden Said Nursî, o dönemin medrese âlimleri arasında gelenek halinde olan ilmî münazaralara katıldı. Anlaşılması en zor konuları kolaylıkla anlaması ve mütalâa ettiği kitapları kolaylıkla ezberine alması gibi farklılıkları dolayısıyla, zamanın âlimleri ona “Bediüzzaman” lâkabını uygun görmüşlerdi.
1893 yılında, Miran aşiret reisi Mustafa Paşa’yı, yöre halkına yaptığı baskı ve zorbalıktan vazgeçirmek için Cizre’ye giden ve burada bir müddet kalan Said Nursî, 1894’te Mardin’e geldi. Burada hak ve hakikatleri çekinmeden söylemesi bazı kesimleri rahatsız edince Bitlis’e sürgün edildi. Bitlis’e gelen Bediüzzaman’ın ilmî vukufiyeti ve farklı kişiliği, Bitlis Valisi Ömer Paşa’nın dikkatini çekmiş ve Vilayet konağında kalarak çalışmalarına devam etmesi için ona bir oda tahsis etmişti. Konağın büyük kütüphanesi İslâmî ilimlere ait olan eserleri tamamen mütalâa ederek çalışmasına müsait zemin oluşturmuştu. Bitlis’te geçirdiği iki yıllık süre Bediüzzaman’ın İslâmî ilimlerde derinleşmesine vesile olmuş, ilmî üstünlüğü ulema ve nüfuzlu kimseler arasında ona, hatırı sayılır bir şöhret kazandırmıştı. İki senelik Bitlis hayatından sonra Said Nursî, Vali Hasan Paşa’nın dâveti üzerine gittiği Van’da on yıl kadar kaldı. Hasan Paşa’nın yerine tayin olunan İşkodralı Tahir Paşa da Said Nursî ile ilişkilerini devam ettirmiş ve aralarında samimî bir dostluk kurulmuştu. Said Nursî, burada Paşa’nın kütüphanesindeki pozitif bilimlere ait kitapları da inceleyecek çalışma imkânı buldu.
Said Nursî, Osmanlı cemiyetinin içinde bulunduğu sıkıntıların aşılmasında eğitime çok önemli bir rol düştüğünün farkındaydı ve medreselerde din ilimleri ile müsbet ilimlerin mezcedilerek (kaynaştırılarak) okutulması gerektiği kanaatine vardı. Hatta bu yolda eğitim esasları ve yönetim şekliyle bir de üniversite projesi zihninde teşekkül etmiş, bundan sonraki hayatının en büyük iki gayesinden birini oluşturan idealindeki bu üniversiteye, “Medresetüzzehra” adını vermişti.
Valinin konağında ilmi çalışmalarına devam ederken, bir yandan da kendine ait Horhor Medresesi’nde ders veriyordu. Tahir Paşa, bir gün ona, konağa getirilen gazetelerin birinde, İngiltere’nin Sömürgeler Bakanı Gladstone’un Avam Kamarasında yaptığı konuşmanın haberini okudu.
Habere göre Gladstone elinde bir Kur’ân-ı Kerim ile kürsüye gelerek: “Bu Kur’ân Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu Kur’ân’ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız” demişti. Bu söz Said Nursî’nin dünyasında fırtınalar koparmış ve hayatının belki de en önemli kararını vermesine yol açmıştı. Gladstone’un sözüne karşılık olarak, “Ben de Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez manevî bir güneş olduğunu bütün dünyaya ispat edeceğim” diyen Bediüzzaman, hayatının diğer bir gayesi olarak “Kur’ân’ın bu asra bakan manevî mu’cizesi”ni insanlara ispat ederek gösterme kararını verdi.
Van’ın, Said Nursî gibi bir deha için çok küçük olduğunu düşünen tecrübeli Osmanlı Paşası Van Valisi Tahir Paşa, onu İstanbul’a gitmesi için teşvik ediyordu. Ve nihayet Said Nursî, 1907 yılının başlarında İstanbul’a gitmeye karar verdi. Maksadı, fen ilimleriyle din ilimlerinin kaynaştırılarak okutulacağı, idealindeki üniversite düşüncesini hükümete iletmekti. Tahir Paşa’nın Sultan Abdülhamid’e hitaben yazdığı referans mektubunu alan Bediüzzaman, önce karayoluyla Trabzon’a, oradan da gemiyle İstanbul’a gitti.
İstanbul’da ilk önce Ferik Ahmed Paşa’nın evine yerleşti. İlk iş olarak, Doğu’da kurulmasını istediği üniversite ile ilgili bir dilekçeyi Padişahın özel kalem dairesi olan Mabeyn-i Hümayun’a sundu. Ancak, hükümet dilekçenin konusu olan üniversite projesinin önemini kavrayamadı ve bunu gerçekleştirmek için hiçbir teşebbüste bulunmadı. Bediüzzaman, İstanbul’a gelişinden iki ay sonra Fatih’teki Şekerci Han’da kalmaya başladı. Burada odasının kapısına “Burada her suale cevap verilir, her müşkil hallolunur; fakat sual sorulmaz” diye bir yazı astı. İçerisinde âlimlere ve aydınlara gizli bir meydan okuma da bulunduran bu dâvet, kısa sürede bütün İstanbul’a yayıldı.
İlim adamları, medrese hocaları, talebeler, siyasetçiler, herkes bu Şarktan gelen keskin zekâlı ve garip kıyafetli adamı konuşmaya başladı. İnsanların yavaş yavaş bu genç âlimin etrafında toplanmaya başlaması hükümetin evhamlanmasına sebep oldu. Birkaç kere tutuklandı ve serbest bırakıldı. Said Nursî’den kurtulmak isteyen hükümet, onu bir defa da tımarhaneye gönderdi. Bunun muhalifleri sindirmek için başvurulan bir yol olduğunu bilen Said Nursî: “Akıllılık dediğinizin çoğunu ben akılsızlık biliyorum. O çeşit akıldan istifa ediyorum” diyerek kendisini susturmak isteyenlerle uzlaşmadı. Toptaşı Tımarhanesi doktorunun, “Eğer bu adamda zerre kadar cünun (delilik) varsa dünyada akıllı adam yoktur” diye rapor vermesiyle de serbest bırakmadılar ve tımarhaneden alarak hapishaneye gönderdiler.

II. Meşrûtiyet Devri
Said Nursî’nin hapiste olduğu o günlerde İstanbul kaynıyor, meşrûtiyet ve hürriyet tartışmaları yapılıyordu. Serbest bırakılmasından kısa bir süre sonra 23 Temmuz 1908’de II. Meşrûtiyet ilân edildi. Meşrûtiyetin üçüncü gününde, Sultanahmet’te düzenlenen mitingde halka hitaben hürriyeti anlatan bir nutuk okudu. Daha sonra İttihatçıların ileri gelenleriyle birlikte Selanik’e giderek, Selanik Meydanı’nda tekrarladığı ve metnini birçok gazetenin yayınladığı “Hürriyete Hitap” adlı nutkunda, meşrûtiyet ve hürriyet kavramlarının İslâmiyet’e aykırı olmadığını anlatıyordu.
31 Mart 1909 tarihine gelindiğinde ayaklanma başlamış ve başşehir İstanbul’un kargaşası had safhaya ulaşmıştı. Bu karışıklığın üçüncü gününde Said Nursî, gazetelerde, ayaklanan askerlere hitaben bir yazı yayınlamış ve dördüncü gününde de Harbiye Nezaretine gidip isyan eden askerlere hitap ederek onları üstlerine itaat etmeye ve isyana son vermeye dâvet etmişti. 11 gün süren isyanı Selanik’ten gelen Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu bastırdı ve sıkıyönetim ilân etti. İsyanın elebaşıları o zamanın sıkıyönetim mahkemesi olan Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanarak bir çoğu idam edildi. Yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, Bediüzzaman da, olaya karıştığı iddia edilerek tutuklandı ve Divan-ı Harb-i Örfi’de idam talebiyle yargılandı. Duruşma sırasında ikna edici bir üslûpla yaptığı müdafaa sonunda beraat etti.
Serbest bırakıldıktan sonra İstanbul’dan ayrılan Said Nursî, deniz yoluyla İnebolu üzerinden Trabzon’a, oradan da Batum, Tiflis güzergâhını izleyerek 1910 yılı baharında Van’a ulaştı. Birkaç ay Horhor Medresesinin yeniden düzenlenmesi işiyle meşgul olduktan sonra; Hakkâri, Bitlis, Muş, Diyarbakır ve Urfa yörelerini dolaşarak, bölgedeki aşiretleri ziyaret etti. Onların meşrûtiyet, hürriyet ve anayasa hakkında sordukları sorulara cevaplar vererek ikna edici açıklamalarda bulundu. Meşrûtiyet ve meşveretin İslâmî temellerini onlara anlatarak meşrûtiyetin nimetlerinden faydalanmaları için gayret göstermelerini istedi. Daha sonra bu seyahatler esnasında yaptığı görüşmelerin ve açıklamaların özetini “Münâzarât” adı altında yayınladı.
Kış mevsiminin girmesiyle birlikte Bitlis, Diyarbakır, Urfa, Antep, Kilis ve Halep üzerinden Şam’a gelen Said Nursî, âlimlerin dâveti üzerine Emeviye Camii’nde bir hutbe verdi. İslâm dünyasının siyasî, ekonomik ve sosyal sorunları ve çözüm yollarını anlattığı hutbesi “Hutbe-i Şamiye” adı ile neşredildi.
Şam’dan İstanbul’a gitmek üzere yola çıkan Said Nursî, “Medresetüzzehra” adını verdiği üniversitenin projesini Sultan Reşad’a iletmek amacıyla İstanbul’a gitmeye karar verdi. Karayoluyla Beyrut’a, buradan da deniz yoluyla İstanbul’a geldi. İstanbul’da Sultan Reşad’ın tahta çıkışının ikinci yıldönümü münasebetiyle düzenlenen törenlere katılan Bediüzzaman, Padişahın Rumeli seyahatine Şark vilayetlerini temsilen iştirak etti. İstanbul’dan Selanik Limanı’na Barbaros zırhlısı ile gelen kafile, daha sonra trenle, o yıllarda Kosova Sancağı’nın başşehri olan Üsküp’e gitti.
Seyahatin Üsküp’deki bölümünde, burada kurulması planlanan Üsküp Üniversitesi’nin temeli atıldı. Ancak bu seyahatten kısa bir süre sonra Balkan Savaşları başladı ve Üsküp Üniversitesi’nin yapımı mecburen durdu. Said Nursî, Doğu’nun böyle bir üniversiteye daha çok ihtiyacı olduğunu Sultan Reşad’a anlatarak, Üsküp Üniversitesi için ayrılan tahsisatla Doğuda bir üniversitenin kurulmasını teklif etti. Bu talebi hükümetçe kabul edildi. Böylece Medresetüzzehra için istediği kararı hükümetten çıkaran Bediüzzaman, İstanbul’dan ayrılarak Van’a döndü. Medresetüzzehra’nın temeli, 1913 yılının yaz aylarında, Van Vali...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tarihe damgasını vuran âlim
« Posted on: 26 Nisan 2024, 13:10:12 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tarihe damgasını vuran âlim rüya tabiri,Tarihe damgasını vuran âlim mekke canlı, Tarihe damgasını vuran âlim kabe canlı yayın, Tarihe damgasını vuran âlim Üç boyutlu kuran oku Tarihe damgasını vuran âlim kuran ı kerim, Tarihe damgasını vuran âlim peygamber kıssaları,Tarihe damgasını vuran âlim ilitam ders soruları, Tarihe damgasını vuran âlimönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes